aliseyyar@sosyalsiyaset.net

 

 

 

Makaleler ;

<<<Sosyal Siyaset Makaleleri

Ali Seyyar: “Özürlülere Dönük Bütüncül Sosyal Politika Şart”

 

Hazırlayan: Mustafa Canbey;  E-mail: mcanbey@mynet.com

  

Özürlülük, ancak kuşatıcı bir sosyal politika aracılığı ile çözümlenmesi mümkün olan bir olgudur. Etkili ve başarılı bir sosyal politika uygulaması ile ancak özürlülük sorunu çözülebilir ve özürlüler politikası oluşturulabilir. Dolayısıyla Özürlüler Politikasının oluşumu sosyal politikanın gelişmişlik seviyesi ile yakından ilgilidir. Özürlülük, birçok sosyo-ekonomik soruna sebebiyet vermektedir. Bunun çözümü ise, çözüm bulma gayreti gösteren bütüncül bir sosyal politika uygulaması ile mümkündür.

3 Aralık Dünya Özürlüler Günü olarak kutlanıyor. Hayatın önemli bir gerçeği olan özürlüler, ötekileştirilmeden toplum içinde nasıl yaşamalıdır? İnsana materyalist bir mantıkla bakan modern dönemlerde toplumda özürlülerin yeri nedir? Özürlüler için nasıl sosyal politikalar üretilmelidir? Bu ve benzeri soruların cevaplarını bulmak ve özürlülerin toplum içindeki yerini tartışmak için konunun Uzmanı Sakarya Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ali Seyyar ile görüştük. Bu alanda önemli çalışmalarda bulanan Ali Seyyar, Türkiye’de özellikle son 10 yıl içinde sosyal politika anlamında önemli mesafeler alındığını anlattı. Sosyal siyaset, “genelde toplumun değişik sosyal kesimlerinde ortaya çıkan muhtelif sosyal sorunları ortadan kaldırmayı ve herkesin sosyal refahını temin etmeyi ve yaygınlaştırmayı hedefleyen tedbirlerin ve uygulamaların bütünüdür” şeklinde tanımlanıyor. O halde, toplumdan dışlanan, iş imkanı verilmeyen özürlüler, toplumsal yaşama nasıl kazandırılacak ve nasıl sosyal bir insan yapılacak? Bu konuda ailelere önemli görevler düştüğünün altını çizen Sosyal Siyaset Uzmanı Ali Seyyar, devlete ve sivil toplum kuruluşlarına da çıkarılan kanunların uygulanması için destek çağrısında bulundu.

 

Türkiye’de yaşayan özürlü vatandaşlar devletten sosyal anlamda yeterli desteği görüyor mu?

Türkiye’nin Anayasa’sına bakarsanız, sosyal devlet yazdığını görürsünüz. Türkiye, 1961 yılından bu yana sosyal devlettir. Bazı bilim adamları, anayasal devlet ya da anayasalı devlet miyiz? sorusunu  ortaya atıyor. Bu olay gelişmişlikle ve zihniyetle ilgilidir. Bir devletin sosyal devlet olabilmesi için, uygulanabilir ve sürdürülebilir sosyal politikaları olması gerekir.

Peki devletin özürlülere yönelik sosyal politika konsepti var mı?

Bu oluşum halindedir diyebiliriz. Türkiye’de son 10 yıldan bu yana çalışmalar yapılıyor. Ancak Türkiye’de sosyal politikalar tam olarak bilinmediği için, “özürlülere hangi alanda ne gibi hizmetler götürülebilir” sorusu tartışmalıdır. 1997 yılında, Refah-Yol döneminde Özürlüler İdaresi Başkanlığı kurularak bu yönde ilk kez önemli bir adım atılmıştır. Bu özürlülere sosyal politikalar üretmek için oluşturulmuştur.  Bu zamana kadar özürlülere hep tıbbi model şeklinde bakılmış, onlar hasta olarak görülmüştür.

Özürlülere sadece tıbbi hizmet vermek yeterli midir?

Değildir ama tıbbi hizmet önemlidir. İnsan sosyal bir varlıktır. İnsanın tıbbi hizmetlerin yanında, sosyal ihtiyaçları da vardır. Bu sosyal ihtiyaçları giderebilmek, ancak sosyal politika ve sosyal hizmet anlayışı ile mümkündür. Dolayısıyla daha önce özürlülere yönelik hazırlanan kanunların da tıbbi rehabilitasyon ağırlıklı olduğunu görüyorsunuz. Diğer yandan, sosyal ihtiyaçlar, ekonomik ihtiyaçlar ve istihdama yönelik maddelerin fazla yer almadığını gördük. Biz son dönemde, yaptığımız kanuni düzenlemelerde, sosyal politika ağırlıklı bir kanun oluşturmaya çalıştık.  Yani sosyal ihtiyaçlara ağırlık verildi ve özürlülerin toplum hayatına tam katılımını sağlayacak ve ayrımcılığın ortadan kaldırılmasını sağlayacak kanuni düzenlemeler getirildi.

Şu anda mecliste 2 tane özürlü milletvekili var. Bu iki milletvekilinin olması özürlüler açısından bir moral motivasyon olur mu?

Bu durum, özürlülerin sadece millet meclisinde değil, hayatımızın bütün kesitlerinde ve kurumlarında yer alabileceğinin bir göstergesidir. Yalnız bu sembolik de olabilir. Biliyorsunuz Türkiye’de, özürlülerin diğer insanlara göre eğitim oranı oldukça düşüktür. Mesela, okuma yazma bilen özürlü oranı yüzde 36 civarındadır. İlkokul mezunu olanların lise ve üniversite mezunu olanların oranı çok düşüktür. Dolayısıyla toplum hayatına tam katılım da eğitim süreçlerine tam katılım ile mümkündür. Bu nedenle bir iki milletvekilinin orada bulunması, sembolik olarak da algılanabilir. Önemli bir gösterge de değildir. Burada önemli gösterge az önce ifade ettiğim toplumsal katılımın parametreleridir. Bazen mecliste hiç milletvekili olmayabilir, ama özürlüler toplumda çok önemli haklara sahip olabilirler. Önemli olan da budur.

Özürlülerin iş imkanları kısıtlı

Türkiye’de 8 milyon civarında özürlü var. Bu 8 milyon civarındaki özürlünün iş olanakları var mı?

Bu durumda özürlüleri işgücü niteliği taşıyan özürlüler ve işgücü niteliği taşımayan özürlüler olarak ikiye ayırmak gerekir. Bizim için önemli olan gerçekte emek piyasasında çalışabilir ve işgücü niteliği taşıyan özürlülerdir. İstihdam edilebilirlik imkanı olduğu halde, özürlüler arasında istihdam edilebilirlik oranı düşük ise o zaman burada sosyal bir problem var demektir. Bunu biraz daha irdelersek, birkaç tane tutum ve davranış karşımıza çıkıyor. Bunların başında da işverenlerin tutum ve davranışları geliyor. İşverenler de özürlüleri istihdam etmede cömert davranmıyorlar. Kendilerine göre bazı özel sebepleri var. İşverenler şunu ifade ediyorlar. Bize gelen, özürlülerin nitelikleri ve mesleki kalifikasyonları düşüktür. Bu nedenle onları tam olarak değerlendiremiyoruz.   

Peki bu doğru mu?

Bunda gerçeklik payı vardır. Burada sosyal devlete, mesleki eğitim kurumlarına ve İŞKUR’a önemli görevler düşmektedir. Biz özürlülerimize hem genel eğitim hem de mesleki eğitim ile birlikte onların istihdam edilebilirliğini artırmamız gerekiyor. Şu anda Türkiye’de maalesef istihdam edilebilirlik mesleki eğitim rehabilitasyon programları yeterince uygulanamıyor. Ancak kota sistemi ile, özürlülere istihdam imkanı sağlanmak isteniyor. Bu da Türkiye’de 50’den fazla işçi çalıştıran müesseselere özürlü işçi çalıştırma şartı konularak sağlanıyor. Zorunlu bir sistemdir. Ama,  arzu edilmesi gereken işverenlerin kendi, gönülleriyle bu oranın üzerinde özürlü çalıştırmalarıdır. Bu da işgücü taşıyan özürlülerin niteliklerinin artırılması ile mümkündür. Teşvik etmek gerekir.

İstihdam edilebilirliği zor olan grubun durumu ne olacak?

Bunlar işgücü niteliği olmasına rağmen özürlülük oranları yüksek olduğu için bir türlü çalıştırılamamaları gibi bir sorunla karşılaşıyoruz. Bu kesim genelde yüzde 60’tan daha fazla özürlü olanlar, birden fazla özrü olanlar ve zihinsel özürlü olanlardır. Bu kişilerin istihdam edilmesi zor olduğuna göre, onlara alternatif iş imkanları düşünmemiz gerekiyor. Yine özürlüler kanununda bunun alternatif bir çözüm olarak “korumalı işyeri” düşüncesini ortaya koyduk. Bundan böyle, gerek işverenler, gerek sivil toplum kuruluşları gerekse belediyeler emek piyasasında, istihdam edilebilirliği zor olan özürlülerin özel korumalı işyerlerinde çalıştırılmalarını teşvik edici programlar uygulayacaktır. Böylece işgücü niteliği taşıyan kolay ve zor istihdam edilebilen bütün özürlülerin istihdamı da bu şekilde kolaylaşacaktır.

Peki Avrupa ile kıyaslarsak, bizim sosyal devlet imkanlarımızın durumu nedir?

Son özürlüler kanununa bakarsak hukuken hiç de onlardan geri değiliz. Hem merkezi anlamda hem yerel bazda, hem sivil toplum kuruluşları hem de işverenler açısından hakikaten özürlülerin lehine yeni uygulamalar getirildi. Buna belki pozitif ayrımcılık diyebiliriz. Eğer kanun ve yönetmelikler uygulanabilirse önemli aşamalar kaydedebiliriz. Sosyal nitelikli kanunların sadece kanuni düzenlemelerle hayata geçirilmesi mümkün değil. Toplumsal bir bilinçlendirme hareketine de ihtiyacımız var. Bu da eğitimle  ve teşvikle olur.

Biz kültür olarak kuşlara bile yuva yapmışız. İnsanlarımız için Darulacezeler ve Daruşşifalar yapmışız. Biz böyle bir kültürden geliyor. Bugünkü durumumuzu bu açıdan nasıl yorumlarsınız?

Gerçekten bu üzerinde düşünülmesi gereken bir durumdur. Tarihte dünyaya bakış tarzımızı incelersek, biz bir medeniyet oluşturmuşuz ve bu medeniyet içinde herkes yer alabiliyor. Sadece azınlıklar değil, akıl hastaları ve özürlüler bu medeniyet içinde yer alıyor. Dolayısıyla,  özürlüler de, ötekileştirilmiş bir grup olarak algılanmamış. Toplumun içinde bizzat canlı varlıklar olarak yer almışlardır. Biz onlara hasta gözü ile bakmamış ve onlara farklı bir anlam yüklememişiz. Tam aksine ıslah edici bütün kurumlarımızı kurmuşuz. Bu da bizim dinimizle alakalıdır. Biz hangi inançtan olursa olsun yaratılanı yaratandan ötürü seviyoruz. İnsanların hasta olması, özürlü olması, çirkin olması bizim için insanlık açısından bir eksi puan ifade etmiyor. Yani biz insana insan gözü ile bakıyoruz. Çözüm, duyarlı olmakta yatıyor

Ne oldu da biz bu duyarlılığımızı kaybettik?

Sanıyorum bu bir zihniyet ve bakış tarzıdır. Biz politikalar oluştururken normal ve sağlıklı insanları düşünmüşüz. Eğer bütün sosyal içerikli sosyal düzenlemeleri incelersek, orada dezavantajlı guruplara yönelik, istisnalar yok. 1990’lı yıllardan sonra bu konuda devlet harekete geçmiştir. Bunun sebebi de özürlülerin dernek kurup haklarını aramasından sonra devlet bu işe el atmıştır. Aslında sosyal devletin baskı gruplarına gerek kalmadan bu konuda gerekli düzenlemeleri yapması gerekir. Bu inanışı ve bu zihniyeti oluşturmak kolay olmadı. Bu Refah-Yol döneminde başladı ve şimdi devam ediyor. İlk kez Türkiye’de yatağa bağımlı yoksul, bakıma muhtaç, yaşlı ve özürlülere bakım güvence sistemleri getirdik. Bakıcı ailelerin yükleri azaltılacak. Biz eğer biraz daha duyarlı olursak o eski günlere dönebiliriz.

Özürlüler hakkında şu anda ne gibi çalışmalarda bulunuyorsunuz?

Sakarya Üniversitesi’nde ilk kez Çalışma Ekonomisi Bölümüne özürlüler politikası diye bir ders koyduk. Dolayısıyla, biz öğrencilerimizi özürlülere daha duyarlı olması için dersler veriyoruz. Diğer yandan Türkiye’de hazırlanan kanun ve yönetmeliklerde tecrübelerimizi başbakanlığa iletiyoruz. Şahsi çalışmalarım da var. Biz özürlüleri toplumumuzun vazgeçilmez bir parçası olarak görüyoruz. Özürlülerin toplum hayatına tam katılım için neler yapabiliriz diye de düşünüyoruz. Önümüzdeki günlerde seri halinde 3 özürlüler kitabımız çıkacak. Hayatta değişik branşlarda örnek idealist özürlülerin meşhur özürlülerin tanıtımını yapıyoruz. Problemlerini nasıl aştıklarını gösteriyoruz. Bir de espiritüel boyutta bakmamız lazım. Bütün eksikliklere, hastalıklara, sakatlıklara ve bütün olumsuzluklara rağmen hayat güzeldir. Yaşamının zevkini doya doya idrak etmeliyiz. Çünkü hayata karşı sosyal sorumluluklarımız var. Özürlüler de bunun içinde yer almaktadır.

Özürlüleri tanımlarken mesela, sakat, kör diyorlar onlar da bu laftan alınıyorlar. Toplumun bu tanımlamalara karşı biraz daha dikkatli olması gerekmiyor mu?

Bu konuda ben biraz farklı düşünüyorum. Bir özürlü kardeşimiz kendisiyle barışık olursa bu tanımlamalar alınmıyor. Tam tersine olduğu gibi kendisini ifade ediyor. Ben öyle kendisiyle barışık özürlülerle tanıştım ki görme engelli veya görme özürlüden ziyade kendisinin kör olarak tanıtılmasını istiyor.

Ama bunu bir genele yayabilir miyiz?

Onun için özürlü kardeşlerimizde lütfen fazla alınganlık göstermesinler. Kendi ruh halleri tutarlı olsunlar. Birçok insanımız olduğundan farklı göstermekte. Bu kavram kargaşalığına da sebep verebiliyor. Mesela ben size bir örnek vereyim. Kambur bir insanı nasıl tanımlayacağız. Ortopedik bir insana özürlü demenin ne anlamı var bir noktadan sonra. O kişiye ben engelli diyemem çünkü fiilen engelli değil.

Özürlüleri çocuk özürlü ve yetişkin özürlü olarak sınıflandırabilir miyiz? Böyle bir ayrımla uygulanan yetiştirme programı toplum açısından yararlı olabilir mi?

Sadece çocuk ve yetişkin olarak değil çocuklarda kendi aralarında sınıflandırılabilir. Bizin zihinsel özürlü çocuklarımız da var. Bunlar hangi yaşa gelmiş olurlarsa olsunlar eğitim programı tamamen farklı olması gerekiyor. Bedensel engelli bir çocuk olduğunu düşünelim. Diğer çocuklara yapılan eğitimden hiçbir şekilde farklı olmaması lazım. Dolayısıyla burada kaynaştırmaya yönelik eğitim programları düzenlenmesi lazım. Ve kaynaştırma safhasının da çok erken zamanda başlatılması gerekir. Hatta kreşlerde bile başlatılması lazım. Burada engelli çocuğu olmayan aileler nedense tepki gösteriyorlar kreşlerde özürlü çocuklar vardır diye. Bu ayrımcılığa götürebilecek bir yaklaşım tarzıdır.

Bu konuda özürlü çocuğu olan ailelere bir şeyler söylemek ister misiniz?

Bazı aileler mutlu ve sağlıklı evlilikler yapıyorlar. Fakat şunu unutmamak gerekir. Bizim isteğimiz dışında özürlü çocuklarımız dünyaya geliyor. Bu lütfen bir şok olarak algılanmasın. Kötü bir durum olarak algılanmasın. Çünkü her ailenin imtihan şekli farklı farklıdır. Aileler istememelerine rağmen böyle bir özürlü çocukları oluyorsa acilen bu istememe duygusunu unutmaları gerekiyor. Her özürlü çocuğun mutlaka sevilecek, sempatik bir yönü vardır. Bu sevgiyi onlara yansıtabilirsek, çocuk özürlü olmasına rağmen suratli bir şekilde gelişir. Aksi takdirde sizin, göstereceğiniz olumsuz tavrı çocuk anlar. Hayat özürlü çocuklarla da güzel olabilir. Bunu bir çok aile gösteriyor. Onlar için hayatı güzelleştirdiğimiz takdirde, hayatın anlamı daha da güzelleşir. Eğer biz, bu mağdur insanlara yardımcı olursak, bu Allah’ın da hoşuna gidecektir ve bu durum sizin sevap hanenize yazılacaktır. Özürlü çocuğa sahip olmak aslında artı sevap kazanmak açısından bir şanstır ve bir lutuftur. Çocuklarımıza Allah’ın bir lutfu olarak bakmalıyız. Eğer özürlü çocuklara bu bakış açısıyla yaklaşırsak hem çocuk hem de aile mutlu olacaktır.    

Özürlülerin kendi aralarında bir örgütlenmesi var mı?

Türkiye’de ilk kez bir sosyal kesime yönelik özürlüler kanunu çıkartıldı. Ama buralara kendiliğinden gelinmedi. Devletin duyarlı olması ile ortaya çıktı. İlk kez 1997 yılında Refah-Yol döneminde Özürlüler İdaresi  Başkanlığı kuruldu. Özürlüler, kendi aralarında federasyon ve konfederasyon kurarak, bu süreci hızlandırdılar. Özürlüler İdaresi’nin başında Dr. Mehmet Aysoy var. Kendisi bir sosyologdur ve kendi ailesinde de özürlüler vardır. Onun da büyük gayretleri ile bu konuda önemli mesafeler katedilmiştir.

3 Aralık Özürlüler Günü nedeniyle bir şeyler söylemek ister misiniz?

Özürlüler günü yılda bir kez olur. O da 3 Aralık’tır. Bu günü artık daha neşeli, kutlayabiliriz. Her sene bir bilanço yapılması gerekir. Özürlülere yönelik yapılan çalışmaların değerlendirilmesi lazım. Özürlülerin eğitim ve istihdam oranında yükselme olup olmadığı konusunun takip edilmesi gerekir. Bu takip ve denetim de sivil toplum kuruluşlarına düşüyor. 3 Aralık Dünya Özürlüler Günü’nün daha güzel geçmesi için herkesin azami çaba göstermesi gerekir. 
Google