Osmanlı İmparatorluğu’nda Sosyal Yardım Uygulamaları:
1839-1918
Nadir Özbek
1980'li
yıllarla birlikte 'refah devleti' ve sosyal politika uygulamalarının ciddi
bir krize girmesi, refah politikalarının tarihine ilişkin akademik
çalışmaları da etkilemiş ve bu alandaki modernist yaklaşımların sarsılmasına
yol açmıştır (Jones, 1996). Devletin sosyal yardım işlevlerinin giderek
arttığı ve gelişme sürecindeki toplumların nihai olarak 'refah devletine'
ulaşacağı şeklindeki yaklaşımlar itibar kaybederken, devletin sosyal
alandaki ağırlıklı konumunun ne geçmişte ne de günümüzde bir norm olduğu
fikri belirginlik kazanmaktadır (Krieger, 1987). Sosyal politika tarihi
alanındaki bu yaklaşımlar, 19. yüzyıl Osmanlı İmparatorluğu'ndaki refah
uygulamalarının, modernleşme ve çağdaşlaşma paradigması çerçevesinde
yorumlanmasını zorlaştırmaktadır.
Yoksullar
ve sosyal yardım gibi konuların Osmanlı tarihçiliğinde henüz ilgi
uyandırabildiğini söylemek zordur. Oysa Avrupa tarihçiliğinde yoksulluk ve
refah politikaları, sosyal tarihçiliğin önemli bir alt sektörü olarak yer
edinmiş bulunmaktadır. Refah politikalarının tarihi alanında 1960'lar
sonrasında genel olarak tarih disiplinindeki gelişmelere de koşut olarak
önemli metodolojik kırılmalar gerçekleşmiştir. 1970'lerin sosyal
tarihçiliğine daha çok kantitatif ve karşılaştırmalı yaklaşımlar egemen
olmuştur. Aynı yıllarda Foucault'nun çalışmalarından esinlenen sosyal
kontrol ve disiplin temalarına yoksullar ve refah politikalarını anlamak
için yaygın bir şekilde başvurulmuştur. 1980'lerin sosyal tarihçiliğinde
yoksullar, tarihsel özneler olarak incelenmeye başlanırken, 1980'lerin
sonlarından itibaren daha çok kültürel unsurlar ağırlık kazanacaktır (Gouda,
1995). 1990'ların ortalarından itibaren ise, post-modern eleştirinin
oluşturduğu sarsıntının yavaş yavaş atlatılmasıyla, ideoloji ve politika
merkezli gündemler yeniden güncellik kazanmaya başlamıştır. Yoksullar ve
refah uygulamalarının tarihi açısından bu yeni eğilimin, sosyal ve ekonomik
düzlemleri ihmal etmemekle birlikte, politik düzleme ve bu düzlemin kendi iç
dinamiklerine açıklayıcı bir rol atfettiği söylenebilir (Cavallo, 1989).
Bu yazıda,
sosyal yardım ve refah politikaları tarihçiliği alanındaki yukarda özetlenen
gelişmelerden de esinlenerek, son dönem Osmanlı İmparatorluğu'nda devletin
yoksullara yönelik koruyucu uygulamalarının gelişimi açıklanmaya
çalışılacaktır. Sosyal yardım alanında Tanzimat sonrası dönüşümler doğrusal
bir modernleşme süreci olarak ele alınmak yerine, bu dönemdeki sosyal yardım
uygulamalarının seyri, siyaset düzleminin kendi dinamiklerine ağırlık
verilerek yorumlanacaktır. Siyaset düzlemi, bir tür yönetenler-yönetilenler
ikilemi içinde değil, daha çok devlet aygıtının gelişimine bağlı olarak
siyaset tekniklerindeki değişimler ve bu bağlamda siyasal elitin ve çeşitli
siyasal odakların karşılıklı pozisyonlarındaki gerilimlerin bir ürünü ve
buna bağlı söylemlerin bir ifadesi olarak ele alınacaktır. Başka bir
ifadeyle, söz konusu gerilimlerin sosyal yardım alanındaki izleri takip
edilecektir.
19. yüzyıl
modernleşmesi boyunca Osmanlı Devleti'nin nüfuzu, sosyal hayatın bir çok
alanında artmıştır. Devletle bağı son derece sınırlı olan alanlar, modern
teknolojik imkanlarla donatılmış bürokratik devletin yeni fonksiyonları
şekline bürünmüştür. Bu süreç, devletin yeni fonksiyonlarını yerine
getirmekle yükümlü 'memurlar' sınıfına olan ihtiyacı arttırmış ve
konumlarını devletin yeni işlevleriyle tanımlayan bürokratik bir sınıfın,
yeni bir politik elitin oluşmasına yol açmıştır. Bu gelişme siyaset
tekniklerinde ve politik iktidarın meşruiyeti sorunu çerçevesinde önemli
gerilimler ve kırılmalar yaratmıştır. Bu süreci, kısaca, padişahı ve sarayı
eksene alan bir siyasal meşruiyet zemininden, daha geniş tabanlı bir
meşruiyet sistemine geçiş olarak niteleyebiliriz. Bu yazının ana temasıyla
bağı açısından ifade etmek gerekirse, sosyal yardım alanı, kamu sağlığı ve
benzeri bir çok alan gibi, yeni politik elite kendi toplumsal kimliğini
kurma imkanları sağlayacaktır. Aynı zemin padişah ve saray eksenli siyasal
meşruiyet sisteminin sürdürülmesi açısından da geniş imkanlar sunmaktadır.
19. yüzyıla bir bütün olarak baktığımızda bir yandan seküler bir süreç
olarak devletin sosyal işlevlerinin genişlediğini diğer yandan da sosyal
alanın siyasallaştığını görüyoruz. Kısaca özetlemeye çalıştığımız bu genel
siyasal çerçeve 19. yüzyıl Osmanlı toplumunda sosyal yardım alanındaki
gelişmeleri açıklamamıza imkan sağlayacaktır. Ancak, aşağıda ayrıntılarıyla
görüleceği üzere, Osmanlı toplumunda sosyal yardım alanına 19. yüzyıl
boyunca devletin nüfuzunun. Örneğin kamu sağlığı ile karşılaştırıldığında,
sınırlı kaldığı vurgulanmalıdır. Bu durum, tarımsal ekonominin yeteri kadar
hızlı çözülmeyişi ve buna bağlı olarak kentlere nüfus hareketinin ve
proleterleşmenin sınırlı cereyan etmesiyle açıklanabilir. Bunun bir sonucu
yoksulluk kategorilerinin 19. yüzyıl Osmanlı toplumunda hâlâ geleneksel
kalıplar içinde kalması olmuştur. 19. yüzyıl Avrupa'sında sosyal yardım
uygula-' malan daha çok emek piyasasının kontrolü ve işçi hareketinin
yarattığı politik sorunlar etrafında şekillenirken, Osmanlı'da böylesi
sorunlar son derece tali kalacaktır.
Osmanlı İmparatorluğu'nda yoksulların korunması ve sosyal
yardım konularında henüz monografik çalışmalardan yoksun bulunuyoruz. Bu
durum, Osmanlı tarihçiliğine 1960 ve 1970'li yıllara kadar dar anlamıyla
siyasi tarih temalarının hakim olmasıyla açıklanabilir. Ancak, 1970'lerden
itibaren büyük bir atılım gösteren Osmanlı 'ekonomik ve toplumsal'
tarihçiliğinin gündemi de iktisat tarihçiliği ve siyasal-ekonomik
yaklaşımlar tarafından belirlenmiştir. 1980'lede birlikte sosyal
tarihçiliğin, devletin dışında kalan unsurlara ve gelişmelere yönelmesiyle
birlikte işçilerin tarihi, kadınların tarihi gibi konular yeni ve meşru
çalışma alanları olarak belirecektir. Ancak, yoksulların ve sosyal yardım
alanının yeterince İlgi çekebildiğini söylemek henüz hayli zordur.
Aşağıda,
öncelikle, arşiv belgelerine yansıdığı şekliyle ve bu yazıda sıklıkla
karşılaşılacak yoksulluk kategorilerinin bir tanımı yapılmaya
çalışılacaktır, ikinci olarak, özellikle Tanzimat sonrasında şekillenmeye
başlayan merkezî devlet hazinesinden yoksullara yönelik maaş ödemeleri ele
alınacaktır. Bu örnekte de görüleceği gibi yoksullara maaş ödenmesi yoluyla
yardım, seküler bir gelişme olarak merkezî devletin görevleri arasında
yerini almaya başlamaktadır. Üçüncü bölümde II. Abdülhamid'in kişisel
ihsanları ve sadakaları aracılığıyla yoksullara yardım alanında görünür
olabilme ve böylece iktidarının meşruiyet zeminini genişletme çabası
incelenecektir. Bir sonraki bölümde yoksulların korunması alanında seküler
gelişmeler olarak mahalli idarelerin konumları irdelenecektir. Son bölümde
ise Abdülhamid iktidarını deviren meşrutiyetçi aydınların ve II. Meşrutiyet
dönemi hükümetlerinin sosyal yardım alanında Abdülhamid'in izlerini silme
çabalan ve modern ve bürokratik bir sosyal yardım sistemi kurma
doğrultusundaki ilk girişimleri incelenecektir.
Osmanlı
belgelerinin diliyle 'yoksullar' En geniş anlamıyla kullandığımız
'yoksulluk' kategorisi Osmanlı belgelerinde bir çok farklı kavramla
ifadesini bulmuştur. Belgelerde genellikle esnek bir kullanıma sahip olan
'fakir' veya 'fukara' kavramı, daha çok 'ahali' anlamında kullanılmış ve
çoğunlukla 'fukara ahali' şeklinde ifade edilmiştir. 'Zaruret' karşılaşılan
bir başka kavramdır ve zaman zaman 'fakr u zarurete duçar olmak' şeklinde
kullanılmıştır. Bu kavramla, çoğunlukla geçici veya beklenilmeyen maddi
zorluklar kastedilmektedir. Örneğin ailenin geçimini sağlayan erkeğin
ölümünün ardından karısının çocuklarıyla belli bir gelirden yoksun kalması
gibi. Bu, 'fukara ahaliden' bir kimse olabileceği gibi herhangi bir memur
veya bir paşanın karısı da olabilmektedir. Bu durumdakiler devlet nezdinde
‘muhtac-ı muavenet', yani yardım edilmeyi hak eden bir kesim olarak
değerlendirilmektedir. Osmanlı belgeleri arasında 'fakr u zarurete duçar'
olduğundan dolayı devlete yardım isteğiyle verilen arzuhallerin (dilekçe)
çokluğu, zaruret ve muavenet (yardım) olgusunun devletle birey arasındaki
meşruiyet zemininin hayli önemli bir unsuru olduğuna işaret etmektedir
(İpşirli, 1991).
Sıklıkla
karşılaşılan 'muhtâcîn' kavramı ise daha ziyade sürekliliği olan bir
yoksulluk durumunu ifade etmektedir. Bir bakıma geçimini kendi başına
sağlaması mümkün olmayan ve bu nedenle hayat boyu şu veya bu şekilde desteğe
ihtiyacı olan kesimler bu kavramla ifade edilmektedir. Deprem, yangın ve sel
gibi bir takım afetlere maruz kalanlar ise 'musâbîn' (felaketzede). yani
musibete (felaket) uğrayanlar olarak nitelenmekte ve devletin girişimiyle bu
gibi kimselere bir tür yardım örgütlenmektedir. 'Aceze' kavramı ise daha çok
yaşlılık, sakatlık veya çok küçük yaştaki kimsesiz çocuklar (bîkes ve
yetimler) gibi çalışarak geçimini sağlaması mümkün olmayan kesimleri
tanımlamaktadır.
Bununla
birlikte, aceze veya muhtacın kelimelerinin terkipleriyle kategoriler
çeşitlenmektedir. Örneğin 'aceze-i hüccac', yani hac vazifesini yerine
getirmek isteyen ancak hacca gidiş veya dönüş gibi yol masrafının bir
kısmını karşılamakta zorluğa düşen kimseler gibi. Bu gibi kesimler için,
Osmanlı tebası olsun ya da olmasın devletin belli bir fon ayırdığını
görüyoruz. Bu kategorinin Osmanlı hilafetinin meşruiyet sınırlarını
genişletmek işlevini taşıdığı açıktır. Hayli yaygın bir başka kategoriyi ise
'muhtâcîn-i zürra' oluşturmaktadır. Bununla kıtlık, kuraklık, dolu, sel gibi
bir takım doğal afetler neticesinde tohumluk ve ekmeklik zahireden yoksun
kalan tarımsal üreticiler kastedilmektedir. Osmanlı maliyesinde tarımın
vergilendirilmesinin maliyenin en önemli gelir kalemini oluşturduğu
hatırlandığında, 'muhtâcîn-i zürrâya' yapılacak yardımların tarımsal
üretimin bekasını sağlama açısından ne kadar önemli olduğu açıklık kazanır.
Ayrıca böylesi bir yardımla kentlere yönelik muhtemel dahili nüfus
hareketlerinin de önünün alınacağı aşikardır. Arşiv belgeleri devletin bu
konuda fazlasıyla hassasiyet gösterdiğine yeteri kadar açıklıkla işaret
etmektedir.
İç ve dış
politikanın önceliklerine bağlı olarak geçici muhtacın kategorilerinin ön
plana çıktığı durumlar da olabilmektedir. 'Girid muhtâcîn-i İslamiyesi' ve
Trablusgarb muhtâcîni' gibi. Osmanlı hükümranlığının bir dış tehdit sonucu
tehlike altına girdiği coğrafyalarda devlet en azından bu coğrafya nüfusunun
belli kesimlerinin devlete bağlılıklarını güçlendirme yoluyla söz konusu
tehlikeyi bertaraf etmeye çalışmaktadır. l897 Yunan muharebesinin ardından
'evlad-ı şüheda ve malulin guzât-ı asakir-i şahane', yani şehit aileleri,
sakat ve yaralı askerler ve gaziler ön plana geçecektir. (Özellikle basın
aracılığıyla bu kesimlere yönelik yardım kampanyaları düzenlenerek bir tür
'proto-milliyetçi' duyarlılıklar oluşturulmaya çalışılacaktır.
Bu
kategorilerin dışında 'eytam ve eramil' (yetim ve dullar) ve emekliler
devlet tarafından 'eytam ve eramil maaşları' ve 'tekaüd sandıkları' (emekli
sandığı) çerçevesinde koruma altına alınmışlardır. 19. Yüzyılın hayli erken
bir aşamasından itibaren askeriye, mülkiye ve ilmiye sınıflan için bir
emeklilik ve buna bağlı olarak yetim ve dul maaşları sistemi şekillenmiş
bulunmaktaydı. Ayrıca herhangi bir sebeple görevden azl edilmiş olanlara da
bir tür sigorta sistemi şeklinde 'mazulin maaşı' ödendiğini biliyoruz.
'Fakr u zarurete duçar olanlar', 'muhtacın', 'muhtâcîn-i
zürra', 'musabın', 'aceze' ve 'aceze-i hüccac', 'eytam ve eramil', 'mazulin'
gibi bazı kavramların, Osmanlı belgelerinin dilinde yoksulluğun meşruiyet
sınırlarını çizdiğini söyleyebiliriz. Meşruiyet sınırlarının dışında
kalanlar ise, içerikleri zaman ve mekana bağlı olarak farklı şekillerde
doldurulmakla birlikte, 'serseriler' ve dilenciler, yani bir işte çalışmaya
muktedir olduğu halde çalışmamayı tercih edenler ve düşkün kadınlar, yani
fuhuşla meşgul olanlar, oluşturmaktadır.
Osmanlı devleti 19. yüzyılın çok öncesinde bu 'gayr-i meşru' kesimlere
yönelik olarak, özellikle İstanbul'un 'asayişi' ve 'nizamı' açısından
sürgün, izam, ve daha sonraları, bir tür dahili pasaport sistemi olan 'mürur
tezkeresi' gibi kontrol teknikleri geliştirmiş ve büyük şehirleri bu gibi
'gayr-i meşru' kesimlerden arındırmaya çalışmıştır.
Maliye
hazinesi ve yoksullar: Muhtacın maaşı
Tanzimat
modernleşmesi boyunca sosyal yardım alanındaki en önemli unsur, vakıflar ve
imaretler çerçevesinde işleyen geleneksel sosyal sisteminin çözülmesi
olmuştur. Merkezileşme sürecinde vakıf gelirleri maliye hazinesi içinde
eritilmiş ve bu kurumların kaynakları budanmıştır Ayrıca, Osmanlı toplumunun
dünya ekonomisiyle bütünleşmesinin getirdiği iktisadi ve sosyal
hareketliliğin doğurduğu sorunlara eski sistem artık cevap veremez hale
gelmiştir. Bu koşullarda sosyal yardım alanında vakıfları kontrol altında
bulunduran sosyal kesimler Evkaf Nezareti bünyesindeki merkezileşmeyle
birlikte görece özerk konumlarını kaybedecekler ve devlet memurları şekline
dönüşeceklerdir. Aynı süreçte, yavaş da olsa yoksulların korunması alam,
merkezî devletin nüfuz alanına girmeye başlayacaktır.
Yukarda
genel hatlarıyla çizdiğimiz çerçeve içinde şekillenen 'seküler' sosyal
yardım uygulamalarından bir tanesi muhtacın maaşıdır. Bu uygulama ile devlet
yoksullara belli bir yönetmelik dahilinde olmamakla birlikte maaş bağlama
yükümlülüğü altına girmiştir. Muhtâcîn maaşı uygulamasının 19. yüzyılın
hayli erken bir aşamasına kadar uzandığı görülmektedir. Örneğin, 1845/46
tarihli bir defter Girit adasına bağlı Kandiye, Hanya ve Resma sancaklarında
bulunan "fukara ve muhtâcîne kayd-ı hayat şartıyla verilen" maaşların
miktarını göstermektedir (ML.MSF, 8024). Bu deftere göre Kandiye'de 24,
Hanya’da 19 ve Resma'da 4 kişiye fakirliklerinden dolayı hayat boyu maaş
bağlanmıştır. Hersek Sancağı'na ait 1851/52 tarihli defterden memurlara
ödenen maaşla birlikte "Fukara Maaşları" başlığı altında Ali Paşa Tekkesi
Taamiyesi (tekkelere bağlanan yemeklik parası) ve türbedar maaşı olarak ayrı
bir harcama yapıldığını öğreniyoruz (ML.MSF, 9847).
Maliye
Nezareti arşivinde bulunan masraf defterlerinden fukara ve muhtâcîne
yapılmakta olan aylık ve yıllık ödemelere ilişkin örnekleri çoğaltmak
mümkündür. Ayrıca arşiv belgeleri arasında bütçelere ilişkin yapılacak
ayrıntılı çalışmalarla Maliye Nezareti'nin fukara ve muhtâcîne yönelik ne
kadar tahsisat ayırdığını tespit etmek de mümkün olabilecektir. Bu konuda
Tanzimat dönemine iliksin yayınlanmış araştırmalar ayrıntılı masraf
kalemlerini kapsamadığı için maliye hazinesinden yapılan sosyal yardım
harcamalarını tespit edemiyoruz. Tevfik Güran tarafından yayımlanan Tanzimat
dönemi bütçelerinde, örneğin 1860/61 dönemi harcamalarında, "muhtâcîn
maaşları" başka harcamalarla birlikte, yani "Mazulin ve mütekaidin ve
muhtâcîn maaşları ve vezaif" (geçici olarak görev harici kalan memurlara,
emeklilere ve tekkelere yapılan ödemeler) şeklinde tek bir kalem altında
gösterilmiştir (Güran, 1989: 72). Bununla birlikte Maliye Hazinesi tahsisat
kalemlerinin incelenmesi bile tek başına Maliye'nin yoksullara yönelik
harcamaları hakkında genel bir fikir verebilmektedir. Bu kalemlerden
bazıları "tayinat-ı lahmiyyenin baha ve mesarifi". "taşrada memur bulunan
bazı muhtâcîn", "vezaif tertibi" ve "ekmek ve et tayinatı"ndan oluşmaktadır.
Maliye bütçesindeki bu kalemler daha çok vakıflar tarafından yerine
getirilen işlevleri kapsamaktadır. Ancak Tanzimatın ilanı ardından vakıf
gelirlerinin tahsili görevi Maliye'ye devredilmiştir. Bu tarihten itibaren
Evkaf Hazinesini Maliye Hazinesinden ayrık düşünmek imkansızlaşmaktadır.
Evkaf gelirlerinin Maliye Hazinesi içinde eritildiğini, en azından bu
sürecin güçlü adımlarla ilerlediğini biliyoruz. Süreç içinde vakıfların
sosyal yardım fonksiyonları merkezî devlet aygıtının fonksiyonları
niteliğini kazanacaktır.
Tanzimat
döneminde Maliye bütçesinden yapılmış olan bu tahsisatlar dışında özellikle
taşrada valilerin yetkisi altında bulunan 'Kapualtı Hasılatı'ndan da fukara
için harcama yapıldığını görüyoruz. Tanzimat öncesinde eyalet valileriyle
sancak beylerinin aldıkları hasılatların bazılarını tanımlamak için
kullanılan kapualtı hasılatı (Pakalın, 1983: c.1, s.167), Tanzimat'la
birlikte bir tür muhtâcîn ve fukara tertibi işlevi de görmeye başlamıştır.
Örneğin Tırnova'da bayram topunun kazaen erken ateş alması sonucu sakat
kalan Abdullah ve Rüstem'e kapualtı hasılatından ömür boyu maaş bağlanması
kararlaştırılmıştır (A.MKT.MVL 127/17). 1867 tarihinde İzmir ve Trabzon
kapualtı hasılatlarından bazı muhtâcîne maaş verilmekte olduğunu (İ-Meclis-i
Vâlâ, 26130 26154), ve yine aynı tarihte Edirne ve Filibe sancakları
kapualtı hasılatından fukaraya maaş verildiğini görüyoruz (İ-Meclis-i Vâlâ,
26284). Sonraları vilayetlerde fukaraya kapualtı hasılatından ödenen maaşlar
mal sandıklarına kaydırılacaklardır (İ.Dahiliye, 41095).
II.
Abdülhamid döneminde Hazine-i Maliye-i Celile tahsisatları arasında yer alan
"muhtâcîn tertibi''nin ve bu tertipten ödenen "muhtâcîn maaşının" maddi
açıdan zor duruma düşmüş olan kişilere aktarılan önemli bir kaynak olduğu
anlaşılıyor. Başbakanlık Osmanlı Arşivi'nde Dahiliye Nezareti'ne, Sadaret’e
ya da doğrudan Yıldız Sarayı'na muhtacın tertibinden uygun bir miktar maaş
bağlanması talebiyle sunulmuş sayısız arzuhal örnekleri bulunmaktadır.
Sosyoekonomik bir kategori olarak muhtâcînin ne anlama geldiğinin açıklık
kazanması için bu arzuhallerden ve içerdikleri taleplerden kısaca
bahsetmekte fayda var. Örneğin, 1898 tarihinde Hidayet isimli kadına
fakirliğinden ve çok çocuk sahihi olmasından dolayı muhtacın tertibinden
uygun bir miktar maaş bağlanmış ve oğlu Sadık da haline uygun bir mektebe
kayıt ve kabul edilmiştir (İ-Hususi, 19/N.1315). Yine benzer bir şekilde
1898 tarihinde Kocasının hastalığından ve kimsesizliğinden bahisle
kendisiyle iki çocuğuna uygun miktar maaş bağlanması isteğinde bulunan
Münire isimli bir kadına "Muhtacın Mahlulâtından (sahipsiz kalmış maaş)"
maaş bağlanması için hususi irade çıkartılmıştır (İ-Hususi, 30/N.1315). 1901
yılında, Cibali civarında Karanlık Mescid'de Furun sokağında 12 numaralı
hanede sakin a'mâ İsmail'in elli dört kuruşluk muhtacın maaşı bir hususi
irade ile yüz kuruşa artırılmıştır (İ-Hususi, 31/C.1319).
Muhtacın
tertibinden maaş yalnızca fukara ahaliden zor durumda kalan kimselere
bağlanmamıştır. Bir paşanın ölümünün ardından geride kalan karısına ve
hizmetçilerine, ya da bir memurun çeşitli nedenlerle işini kaybettiği ancak
emeklilik (tekaüd maaşı) hakkını da elde edemediği durumlarda muhtacım maaşı
tertibinden yararlanmak isteğiyle arzuhal verdiği olmuştur. Örneğin, 1885
yılında kapu çukhadarlarından Abdülkadir Efendi yaşının ilerlemesi sonucu
yevmiyesini tedarik etmekten aciz kalmış ve kendisine Malîye Nezareti'nce
Muhtacın Maaşatı hesabından münhal kalan (sahibi ölmüş bulunan) 390 kuruştan
300 kuruşunun bağlanması kararlaştırılmıştır (İ-Dahiliye, 75091). 1889
tarihli bir başka örnekte, Zaptiye Muavini pederi Mehmed Bey'in ölümü
sırasında Kartal eski kaymakamı Ahmed Aziz Bey'e Muhtâcîn Maaşatı
tertibinden bin kuruş maaş bağlanmış olduğunu görüyoruz. Bir süre sonra
Ahmed Aziz Bey'in muhtacın maaşı kesilecek ve yeniden bağlanması için
yaptığı başvuru Meclis-i Vükelada görüşülecektir. Meclis-i Vükela Ahmed Aziz
Bey'e muhtacın maaşı verilmek yerine kendisinin yeniden kaymakamlık görevine
atanmasının daha uygun olacağı kararına varır (MV, 49/52). Yine Bursa'da
Cami'-i Kebir'de eğitim işleriyle meşgul Saadettin Efendi'nin zaruret içine
düştüğünden bahseden arzuhali üzerine kendisine Hazine-i Celile'ce Muhtâcîn
Maaşatı Mahlûlâtından olmak ve mahallî mal sandığından ödenmek üzere aylık
200 kuruş maaş bağlanmıştır (MV, 50/35). 1895 yılında Dördüncü Ordu-yı
Hümâyûn sertabibi (başhekimi) müteveffa Miralay Yusuf Beğ'in zevcesi Emine
Hanım, kendisi ile üç kerimesine tahsis edilmiş olan 265 kuruşluk maaşın
yeterli olmadığından bahisle verdiği arzuhal üzerine söz konusu maaşın 500
kuruşa aldırılması yolunda bir irade alınmıştır (İ-Maliye, 12/Ş.1312).
II.
Meşrutiyet döneminde de muhtacın tertibinin benzer kullanımları devam
etmiştir. 1917 tarihinde eski Basra Valisi Müşir Hidayet Paşa'nın haremi
Seyyide Hanım'ın manevi kerimesi Fatma imzasıyla verilen arzuhalde, Paşa'nın
ölümünün ardından Seyyide Hanım’a tahsis edilen maaşla her ikisi de geçimini
sürdürmekte iken Seyyide Hanım'ın da ölmesiyle birlikte kendisinin kimsesiz
ve maişetsiz kaldığı ifade edilmektedir. Fatma'nın talebi Seyyide Hanım'ın
maaşından üç yüz kuruşun kendisine tahsis edilmesidir. Bu talep Meclis-i
Vükela'ca uygun görülmüş ve gereğinin yapılması için konu Maliye Nezareti'ne
bildirilmiştir (MV, 207/31).
Buraya
kadar verdiğimiz örnekler muhtacın maaşı uygulamasının Tanzimat Fermanı
sonrasında Hazine harcamaları içinde yavaş yavaş yer edindiğini ve II.
Meşrutiyet dönemiyle birlikte de bir nizama bağlandığını göstermekteidr.
Osmanlı arşivinde yeni tasniflerin açılması ve bunlar üzerinde yapılacak
daha ayrıntılı araştırmalarla, bu maaşın bütçe içindeki oranının gelişimi ve
imparatorluğun farklı coğrafyalarında ne ölçüde yaygınlaşabildiği veya
uygulamada ne gibi farklılıklar oluştuğunun tespit edilmesi mümkün
olabilecektir. Ancak, muhtâcîn rnaaşı ödemelerinin bütçe giderleri içindeki
yeri ve uygulamanın imparatorluk bütünündeki yaygınlığı ne olursa olsun,
burada önemli olan, şu veya bu sebep sonucu yoksulluk sınırına düşen Osmanlı
tebaası kişilerin devlet tarafından maaş bağlanarak koruma altına alınması
gerektiği fikrinin yer edinmiş olmasıdır. Bu noktada vurgulanması gereken,
muhtacın maaşı uygulamasının, aşağıda inceleyeceğimiz atiyye-i seniyye
(padişah hediyesi) ve sadaka-i seniyye (padişah sadakası) örneklerinden
farklı olarak, padişah ve sarayla ilişkilendirilmekten çok, merkezi devletle
tebaası arasında daha 'bürokratik' ve 'seküler' bir meşruiyet zemini üzerine
oturmuş olmasıdır.
II.
Abdülhamid ve yoksullar: Atiyye-i seniyye ve sadaka-i seniyye
II.
Abdülhamid döneminin yoksullara yardım uygulamaları açısından en belirgin
özelliği, sultanın isminin özenle ön plana çıkartılması çabası olmuştur.
Özellikle iktidarının ilerleyen yıllarında güvenlik gerekçesiyle Yıldız
Sarayı’nın dışına fazla çıkmayan Abdülhamid, 'görünürlüğünü' dolaylı ve
sembolik araçlarla güçlendirmeye çalışacaktır (Deringil, 1998:18). Bu
çerçevede Abdülhamid'in yoksullara yönelik politikaları özel bir anlam
kazanmaktadır. Padişah hediyesi olarak tercüme edebileceğimiz atiyye-i
seniyye tertibinin kullanımı ve yine padişahın yoksullara yardımı olarak
sadaka-i seniyyelerin özellikle basın aracılığıyla ön plana çıkartılması,
Abdülhamid'in yoksulların kalbinde yer edinmesine ve böylece Yıldız Sarayı
etrafında 'merkezileşen' iktidarının meşruiyetini güçlendirmesine yardım
edecektir.
Tanzimat
bütçelerinde önemli bir masraf kalemi olarak bulunan atiyye-i seniyye
tertibi genellikle sarayın denetiminde kullanılan bir fondur ve ahalinin
doğrudan padişaha ilettiği arzuhallerdeki yardım taleplerinin
karşılanmasında bu fondan da yararlanıldığını görüyoruz. Özellikle cuma
selamlığı esnasında ahaliden insanların padişaha yardım talebi içeren
arzuhaller iletmeleri 18. Yüzyılın sonundan itibaren yaygınlık kazanmıştır.
Bu arzuhallerin özetleri "Maruzat-ı Rikabiye" adı verilen listeler halinde
padişaha sunulur ve her arzın üzerine cevap da yazılırdı. Mehmet İpşirli'nin
makalesinde, l Aralık 1865 tarihinde Sultan Abdülaziz’in Beşiktaş Cami'-i
Şerifi'ndeki selamlık resminde sunulan arzuhallerin özetleri yer almaktadır.
İpşirli'nin de belirttiği gibi bu arzuhallerin büyük çoğunluğu maddi yardım
talebi içermektedir (İpşirli, 1991).
Ancak
Abdülhamid öncesi dönemde atiyye-i seniyye tertibini öncelikle ve büyük
oranda devlet görevlilerine padişah tarafından verilen bir tür hediye/ek
ödenek ve bu anlamda bir tür ödüllendirme sisteminin parçası olarak
değerlendirmek gerekmektedir. 19. yüzyıl boyunca memurluk ve maaş
sistemlerindeki modernizasyon ve asyonalizasyonla birlikte atiyye-i senjyy-e
tertibinin yukarda ki özelliğinin zayıfladığı görülecektir, ancak bu
işlevler Abdülhamid'in otokratik iktidarı döneminde burada ayrıntılarına
giremeyeceğimiz sayısız sembolik ve maddi taltifat araçları ile
geliştirilecektir. Abdülhamid döneminde sadaka-i seniyye ve aşağıda kısaca
değineceğimiz diğer bazı uygulamalarla birlikte atiyye-i seniyye tertibinin,
önceki dönemlerden farklı olarak, sultanın cömertliğini ve yoksulların,
ihtiyaç içinde bulunanların koruyucusu olduğu fikrini güçlendirmek üzere
daha fazla kullanılır olduğunu görüyoruz.
II. Abdülhamid döneminde Yıldız Sarayı'na padişaha
hitaben atiyye isteğiyle sunulmuş olan sayısız arzuhal karşılıksız
bırakılmamıştır. Abdülhamid yalnızca atiyye-i seniyye tertibinden değil,
Hazine-i Hassa’nın ulaştığı devasa boyutlar dikkate alındığında buradan da
önemli miktarda bir fonu şahsi ihsanları ve sadakaları olarak ihtiyacı
olanlara sunmaktan geri durmamıştır.
Atiyye tertibi ve Hazine-i Hassa'dan aktarılan fonlarla Abdülhamid'in tek
başına İmparatorluğun dört bir yanma yayılmış muhtacın, fukara ve fakr-u
zarurete duçar olanlara yardım elini uzattığını görüyoruz. II. Abdülhamid
döneminde sultanın elinde oluşan bu mali gücün yoksullara veya ihtiyaç
içinde bulunanlara yardım açısından Muhtacın Tertibini gölgede bırakacak bir
noktaya geldiğini düşünmek mümkündür.
Ancak
Abdülhamid'in ihsanlarından, atiyyelerinden ve sadakalarından faydalanmak
üzere sultana doğrudan arzuhal ulaştırabilenler ya da telgrafla dileklerini
iletebilenlerin yalnızca yoksul ahaliden kimseler olduğunu düşünmek
yanıltıcı olacaktır. Abdülhamid bu büyük mali gücünü gerek merkezde gerekse
taşrada nüfuzunu güçlendirmek üzere özenle kullanacaktır. Abdülhamid dönemi
hususi iradeler tasnifinde yer alan çok sayıda belge, şeyhler ve seyyidlerin
atiyye ve ihsanlara nail olan şanslı kesimlerden olduğuna işaret etmektedir.
Abdülhamid Hazine-i Hassa kaynaklarını bu doğrultuda kullanarak tekke,
dergâh ve zaviyelere önemli miktarda kaynak aktaracaktır. Örneğin, Beşiktaş
Yahya Efendi ve Alibeyköy Şazeliye dergahlarının gıda maddeleri II.
Abdülhamid tarafından Hazine-i Hassa’dan karşılanmaktadır (Öztürk, 1995:
177).
II.
Abdülhamid'in atiyyesine mazhar olanlar büyük bir çeşitlilik arzetmektedir.
Örneğin, 1899 senesinde "fakr-u zaruret halinden" dolayı ikamet ettiği hane
kirasını ödeyemediğinden ve üç lira birikmiş borcu bulunduğundan bahisle
Abdülhamid’e bir arzuhal veren Rukiye'ye atiyye-i seniyye tertibinden bir
miktar para verilmesi için hususi irade çıkmıştır (İ-Hususi, 106/S.1317).
Bir başka örnek de 1893 tarihinde Manastır vilayeti Görüce kazasında meydana
gelen depremzedelere yapılan yardımdır. Vilayet dahilinde depremzedeler için
25 bin liralık yardım toplanmış ancak bu miktar yeterli olmadığı için
Dersaadet ve diğer vilayetlerde yardım (iane) toplanması için Manastır
Vilayeti'nden Dahiliye Nezaretine telgrafta başvurulmuştur. Ancak Sadaret,
iane toplanması yerine fakir ahalinin hanelerinin kış gelmeden bir an önce
barınacak bir hale getirilebilmesi için atiyye-i seniyye tertibinden 25 bin
liranın padişah ihsanı olarak Manastır'a gönderilmesini uygun bulmuştur
(İ-Dahiliye. 7/RA.1311). 1908 yılına ait Yıldız Sarayı'na atiyye talebiyle
sunulmuş sayısız arzuhal ardından çıkmış hususi iradeler mevcuttur, örneğin
sefalet ve zaruretinden ve dört yüz kuruşluk maaşının yetersizliğinden
bahisle sadaka-i seniyye isteyen Maliye Kupon Kalemi ketebesinden Saadettin
imzalı arzuhale olumlu cevap verilmiştir (İ-Hususi, 96/N.1326). Bir başka
arzuhal de sadaka-i şahaneye nailiyetini isteyen İnebolu telgrafhanesinde
müstahdem Mehmed imzasını taşımaktadır ve bu konuda hususi irade çıkmıştır
(İ-Hususi, 79/Ş.1326). Hal-i zaruretlerinden ve atiyye ve sadaka-i seniyyeye
mazhariyetlerinden bahisle Siroz'da şehid düşen topçu miralayı Mustafa Kemal
Bey'in mahdumu Hüseyin Hüsnü ve Mekke-i Mükerreme'de Nakşibendi tarikatı
şeyhlerinden Mehmed Sabah ve Musul'da Süleyman bin Sabah imzalarını taşıyan
arzuhal ve telgraflar sonucunda gereğinin yapılması için yine hususi irade
çıkartılmıştır (İ-Hususi, 62/Ş.1326).
Yukarıdaki
örneklerden de anlaşılacağı üzere, atiyye talepleri genellikle doğrudan
arzuhal şeklinde Yıldız Sarayı'na sunulmakta, taşrada bulunanlar ise
telgrafla başvuru yapabilmektedir. Ancak telgraf yöntemine başvuranların
genellikle fakir ahaliden çok, maaşları düzenli ödenmediği için geçim
zorluğu çeken memurlar veya onların eşleri veya şeyhler gibi kimseler olduğu
söylenebilir, İstanbul'da bulunan fakir ahalinin ise doğrudan Yıldız
Sarayı'na arzuhallerini kolayca ulaştırma imkanına sahip olduğunu görüyoruz.
Ancak, 15 Ağustos 1908 tarihli bir hususi irade ile her hafta sadaka-i
seniyye talebiyle arzuhal takdim eden fukara ve muhtâcîne verilmekte olan
haftalığın Yıldız Sarayı civarında kargaşalığa yol açtığından dolayı bundan
böyle Şehremaneti aracılığıyla verilmesi kararlaştırılmıştır. Yine aynı
iradeden sadaka-i seniyye haftalığının 4.750 kuruş olduğunu öğreniyoruz.
Artık bu tarihten itibaren söz konusu para Hazine-i Hassa tarafından
Şehremaneti'ne aktarılacaktır (İ-Hususi 16/B.1326). Fakat II. Abdülhamid'in
devrilmesinin ardından Hazine-i Hassa'nın gelir kalemleri Hazine-i Maliye'ye
devredilecektir. Böylece, Şehremaneti fukara ve muhtâcîne dağıttığı önemlice
bir meblağdan yoksun kalacak ve neticede bir çok acezenin maaşının kesilmesi
zorunluluğu ortaya çıkacaktır (DH.MUİ, 104/46).
Aceze, muhtâcîn ve zarurete düşenlere Hazine-i Hassa'dan
ya da atiyye-i seniyye tertibinden maaş bağlanması uygulamasının yanı sıra
özellikle İstanbul'da kış aylarında fakir ahaliye padişah ihsanı olarak odun
ve kömür dağıtıldığı da olmaktadır. Örneğin 1882 kışında muhtâcîne taksim
ulunmak üzere Hazine-i Hassa-i Şahaneden 15.330 kuruş harcanarak 33.528
kıyye kömür satın alınmış ve tayin olunan memurlar aracılığıyla dağıtım
yapılmıştır. Kömür dağıtımının yapıldığı mahalle ahalisi, padişaha
teşekkürünü mühürlü bir evrak halinde sunmuştur (Y.MTV, 8/71). Benzer bir
şekilde 1888 kışında 11. Abdülhamid Dersaadet ve Bilâd-ı Selâse (Üsküdar,
Galata ve Eyüp) aceze ahalisi için odun ve kömür alınmak üzere bin liralık
bir ihsanda bulunmuştur. Padişahın bu ihsanı üzerine Meclis-i Vükela üyeleri
de kişi başına 5 lira ile 25 lira arasında değişen para yardımında
bulunmuşlar ve bu yardımların liste halinde gazetelerde yayımlatılması
kararını almışlardır (Y.MTV. 36/20). Sabah gazetesinin 29 Ocak 1898 tarihli
nüshasından öğrendiğimize göre, kışın şiddetinden “muhtâcîn ve fukara ve
eytam ve eramilin (yetim ve dul) soğuktan muhafazaları" için Abdülhamid'in
ceyb-i humâyunundan (padişahın şahsi harcamaları için ayrılan ödenek)
ayrılan bir miktar tahsisat ile kömür ve kışlık levazımlar alınmış ve
dağıtımı yapılmıştır (Sabah, n.2941). Ayrıca, Dersaadet ahalisinin kışlık
ihtiyacını karşılamak üzere padişahın öncülük ettiği yardım kampanyaları da
düzenlenmektedir. Kuşkusuz bu yardım kampanyalarına en büyük katkı
Abdülhamid'den gelecektir.
Bir başka uygulama da özellikle bayram günlerinde Saray-ı Hümâyûn Erzak-ı
Umumiye Ambarı'ndan padişah sadakası olarak erzak dağıtılmasıdır. (ML.MSF,
18617 & 18670).
Ayrıca
Abdülhamid, her cuma günü İstanbul'un çeşitli semtlerinde 21 baş kurban
kestirerek etlerini o mahallede bulunan tekke ve zaviye sakinlerine ve
mahallenin fakir ahalisine sadaka-i seniyye olarak dağıttırmaktadır. Bu
sadaka-i seniyye ile ilgili haberler gazetelerin cumartesi günü nüshalarında
düzenli bir şekilde yayınlanmıştır, örneğin, 20 Mart 1903 cuma günü
Sersaccedeci İzzet Bey'in kardeşi Mustafa Beyefendi refakatinde Üsküdar At
Pazarı'nda 21 adet kurban kestirilmiş ve etleri civarda bulunan tekke ve
zaviyeler ile fukara ve muhtâcîne dağıtılmıştır (Sabah, n.4811). Her hafta
Serseccadeci'nin kardeşi refakatinde devam eden bu uygulamaya bir başka
örnek 3 Ağustos 1906 tarihlidir. Bu sefer kesilen kurbanların etleri Fatih
civarında Yeniçeşme'de Şeyhülislam Hayrullah Efendi Medresesi talebelerine
sadaka olarak verilmiştir (Sabah, n.6043).
Atiyye-i
seniyeler, sadaka-i seniyyeler, çeşitli ihsanlar, fukaraya kışlık odun kömür
dağıtımı, her cuma kurban kestirip yoksul mahallelerde dağıttırmak gibi
örneklerden de anlaşılacağı gibi Abdülhamid'in yoksullara yardım alanında
başvurduğu araçlar çeşit bakımından son derece zengindir. Bu doğrultudaki
örnekleri çoğaltmak mümkündür, ancak burada vurgulanması gereken nokta,
Abdülhamid'in hu tür araçlar yoluyla, yoksulların ve ihtiyaç içinde
olanların koruyucusu sultan temasını, basını da özenle kullanarak, yayma
çabasıdır.
Yerel
yönetimler ve yoksullar
Buraya
kadar incelediğimiz muhtacın maaşı, atiyye-i seniyye tertibi, sadaka-i
seniyye uygulaması, fakir ahaliye kışlık odun kömür dağıtımı ve Ramazan
aylarında padişah sadakası olarak erzak dağıtımı gibi zarurete düşenlere,
muhtâcîne, fukara ve acezeye yönelik yardımlar, Osmanlı İmparatorluğu'nda
vakıflar dışında gözardı edilemeyecek kapsamda bir 'koruyucu sosyal istemin'
varlığına işaret etmektedir. Maliye hazinesi ile birlikte, hazine-i hassa ve
ceyb-i hümayundan ayrılan tahsisatlar bu listemin mali kaynaklarını
oluşturmaktadır, hedef kitleyi ise Dersaadet'in fukara ve aceze ahalisi, şu
veya bu sebeple zarurete düşen fakir ahaliden veya devlet hizmetlilerinden
kimseler, siyasi önceliklere bağlı olarak kayırılması uygun görülen
kesimler, şeyhler, dervişler, tekke ve tarikat mensupları, yangın ve deprem
gibi bir musibete uğrayanlar ve kıtlık ve kuraklık gibi tarımsal üretimi
sekteye uğratabilecek felaketlere maruz kalan tarımsal üreticiler
oluşturmaktadır.
Bu
araçlardan muhtâcîn maaşı dışındakilerde yoksullara yönelik yardımlar,
bürokratik bir devletin asli görevleri olmaktan ziyade, padişahın ihsanları,
atiyyeleri ve sadakaları olarak sunulmaktadır. Yukarıda özellikle II.
Abdülhamid dönemi için ayrıntılı bir şekilde incelediğimiz üzere, sarayın ve
padişahın siyasi ağırlığının arttığı oranda, sosyal yardım işlevinin bu
niteliği daha da belirginlik kazanacaktır. II. Abdülhamid döneminde bu
sosyal sistem kurumsal atılımlarla da desteklenecektir: Yaklaşık bir acezeye
barınma imkanı sağlayan Darülaceze (Yıldırım, 1996), tıbbın en son
gelişmelerini Osmanlı başkentine taşıyan ve bu özelliğiyle de bir iftihar
kaynağı olan Hamidiye Etfal Hastahane-i Alisi ve dört yüz civarında Müslüman
yetim çocuğu koruma altına alan Darüihayr-ı Âlî (Özbek, 1999a). Başkentin bu
üç kurumu Abdülhamid'in ismiyle özdeşleşecek ve onun yoksul ahalinin
koruyucusu olduğu fikrinin daha da güçlenmesine yardımcı olacaktır.
Bununla
birlikte, 19. asrın ikinci yansında ve özellikle son çeyreğinden itibaren
belediye teşkilatının ve yerel yönetimlerin şekilleniyor olması, Osmanlı
İmparatorluğu'nda yoksulların korunması meselesine yeni bir boyut
ekleyecektir. Padişahı merkeze alan asli sistemin yanında, paralel, bir
başka 'sosyal sistemin' ilk ipuçlarının da bu süreç içinde şekillendiği ve
güç kazandığı söylenebilir. 1857 tarihli Altıncı Daire-i Belediye
nizamnamesi’nde muhtâcîn, fukara, yetim ve aceze için herhangi bir madda
olmamakla birlikte (Ergin, 1995: c.4, s.1601-1604), 1868 tarihli Dersaadet
İdare-i Belediye Nizamnamesi, belde dahilindeki yoksulların korunması
görevini Şehremaneti’ne yüklemiştir (Ergin, 1995: c.4, s.1617).
Nizamname’deki ifadeyle “…a’ma ve bizeban (kör ve dilsiz) ve yetim bivaye
(naipsiz, mahrum) çocukların terbiyesi ve fukara ve muhtacın
hastahanelerinin tertibi ve işe güce muktedir olmayan erbab-ı ihtiyacın
iaşesi zımmında refte refte (azar azar) hastahane ve gurebahane ve sanayi
mektebleri teşkili ve bu tarik ile sual (dilenmek) mecburiyetinden erbab-ı
ihtiyacın tahlisi (kurtarılmaları) hususları...” (Ergin, 1995: c.4, s.1617)
belediyenin görevleri arasındadır. 1877 tarihli Dersaadet Belediye Kanunu ve
Vilayat Belediye kanunu’nda aynı görevler tekrar edilecektir (Ergin, 1995:
c.4, s.1628 & s. 1659).
Nizamname maddelerinin bir hamlede hayata
geçirildiklerini düşünmek pek gerçekçi olmamakla birlikte Başbakanlık
Arşivi'ndeki çeşitli tasniflere dağılmış belgeler, mahalli idarelerin
nizamnamece tayin edilen görevlerini yerine getirmeye çalıştıklarına işaret
etmektedir. II. Meşrutiyet öncesinde belediye gelirinin masraf düşüldükten
sonra kırkta birlik bir kısmının muhtâcîne aylık otuzar kuruşluk maaşlar
şeklinde ödenmesi yaygın bir uygulamadır. Bu kırkta birlik oranın,
geleneksel zekat anlayışının bir ifadesi olduğu açıktır. Ancak Kudüs gibi
bazı bölgelerde bu oranın II. Abdülhamid’in dış politika önceliklerinin bir
gereği olarak, artırıldığı da olmuştur. Bu konuyla ilgili Meclis-i Vükela'da
yapılan 14 Eylül 1890 tarihli bir görüşmede Kudüs'te gayrimüslimler için
yeteri kadar hayır kurumu bulunmakla birlikte Müslümanların bu tür
kurumlardan yoksun oldukları ve onların ihtiyaç içinde bırakılmalarının
gayr-i caiz olacağı gerekçesiyle söz konusu kırkta birlik oranın yalnızca
Kudüs için iki katına, yani yirmide bire, çıkartılması kararlaştırılmıştır
(MV, 57/36) Meclis-i Vükela 7 Mayıs 1893 tarihli bir başka görüşmesinde
Erzurum, Trabzon ve İşkodra vilayetlerinde belediye dairelerince işe güce
iktidarı olmayan acezeye ödenen kırkta bir oranındaki yardımın yirmide bire
çıkarılması kararını almıştır (MV 74/101). Yine taşradan, bu kez II.
Meşrutiyet sonrasına ilişkin, bir başka örnek vermek gerekirse: Trabzon
Belediye Meclisi 1909 tarihinde "erbab-ı ihtiyacdan" olan kadın ve erkek
yirmiyedi kişiye ihtiyaçlarına göre maaş bağlama karan almıştır. Sözkonusu
kişilere aylık 20 kuruş ile 40 kuruş arasında değişen maaşlar bağlanacaktır.
Belediyenin bu iş için ayırdığı toplam meblağ ise 620 kuruşu bulmaktadır
(DH.MUİ, 30-1/5). II. Meşrutiyet sonrasında İstanbul'daki fakirlere yönelik
yardım faaliyetleri hakkında daha fazla bilgiye ulaşmak mümkündür. Bu konuda
Şehremaneti tarafından Dahiliye Nezareti'ne sunulan 1916 tarihli bir rapor,
İstanbul dahilindeki fukara ahalinin iaşesi ve nafakası için neler
yapılmakta olduğu konusunda ayrıntılı bilgi içermektedir (DH.İ.UM, 8/1). Söz
konusu rapora göre, 1331 senesi bütçesinde 290.000 kuruş Aceze ve Tev'em
(ikizler) Maaşı olarak tahsis edilmiştir.
Bu miktarın 90.000 kuruşu tev'em tertibine ayrıldıktan sonra kalan 200.000
kuruş aceze maaşı olarak sarf edilmekte ve aylık 30 kuruş itibariyle 660
acezeye taksim edilmektedir. Belediye bütçesinde ayrıca "aceze ihtiyacat
yevmiyesi" ve "taşralıların memleketlerine şevki masarifi" isimleriyle
120.000 kuruşluk bir başka kalem daha bulunmaktadır. Bu meblağın 20.000
kuruşu sevkıyat masrafına ayrıldıktan sonra kalan 100.000 kuruş belediye
şubelerine dağıtılmakta ve her şube günlük ikişer, üçer ve beşer kuruştan
olmak üzere bu parayı acezeye dağıtmaktadır. Şehremaneti'nin Dahiliye
Nezareti'ne sunmuş olduğu rapordaki rakamlar 1331 tarihli matbu Şehremaneti
Bütçesi ile de paralellik göstermektedir (Şehremaneti 1331 Senesi..., 1331).
Şehremaneti'nin 1331 yılı bütçe yekûnun yaklaşık yüz milyon kuruşu bulduğu
dikkate alındığında, fukara ve aceze maaşatı olarak harcanan paranın
bütçenin binde üçü mertebesini aşamadığı ortaya çıkmaktadır. Ancak, aynı
tarihli bütçede Şehremaneti, Asker Ailelerine Yardımcı Hanımlar Cemiyeti'ne
altı aylık iane olarak 307.800 kuruşluk bir tahsisat ayırmış bulunmaktadır.
Ayrıca Hilal-i Ahmer Hanımlar Darüssınaası ve Türk Biçki Yurdu ile benzeri
kurumlara teşvik ianesi olarak 82.080 kuruş tahsis edilmiştir (Şehremaneti
1331 Senesi..., 1331).
Şehremaneti'nin yukarda bahsettiğimiz raporundaki asıl amaç, İstanbul
dahilindeki fukara ve aceze için, Dahiliye Nezareti, Şehremaneti ve Evkaf-ı
Hümayun Nezaretince yapılmakta olan yardımların tek bir idare altında
birleştirilmesi ve çeşitli fonlara ayrılan meblağların bir araya getirilerek
daha etkin kullanımının sağlanmasıdır. Bu doğrultuda Şehremaneti, Dahiliye,
Maliye ve Evkaf-ı Hümayun Nezaretlerinden birer temsilcinin katılımıyla bir
komisyon oluşturulması önerilmektedir. Bu öneriye bütün nezaretlerin olumlu
yaklaştığını ve temsilcilerin tayin edildiğini biliyoruz. Ancak komisyonun
sonraki çalışmaları hakkında şimdilik elimizde bir belge veya bilgi
bulunmamaktadır (DH.İ.UM, 8/1).
Yukarda
yerel yönetimlerle ilgili incelediğimiz kanun ve yönetmelikler ve uygulama
örnekleri Osmanlı 19. yüzyılında belediye meclislerinin kendi bölgelerindeki
yoksulların korunmasına yönelik sorumluluklar taşıdıklarına işaret
etmektedir. Merkezî yönetim açısından bu durum bir yandan yoksulların
korunmasının getireceği mali külfetin bir kısmının taşraya havale edilerek
Maliye Hazinesine fazla yüklenilmesini engellemek, diğer yandan da
yoksullara yardım sorununu yerinde çözerek İstanbul'a ve büyük kentlere göç
olasılığını ortadan kaldırmak amaçlarına hizmet etmektedir. Yerel
yönetimlerin bu doğrultudaki hizmetlerinin Belediye Meclislerinde yer alan
taşra elitinin ve merkezden atanan yöneticilerin ahali nezdindeki politik
itibarlarım güçlendirme potansiyeli taşıdığı açıktır. Taşradaki nüfuzlu
kişilerin mahalli düzeydeki politik konumlarının ve bu kesimlerin merkezle
ilişkilerinin, mahalli düzeyde sosyal yardım alanını nasıl
şekillendirdiğinin belirlenmesi için daha ayrıntılı çalışmaların yapılmasına
ihtiyaç vardır. Ancak bu yazı açısından önemli olan, 19. yüzyıl boyunca
taşrada da sosyal yardım alanına modern devletin nüfuz çabalarının artışı ve
bu alanda yeni araçların ve ilişkilerin şekilleniyor olduğunun
vurgulanmasıdır.
II.
Meşrutiyet ve sosyal yardım alanında yeni yaklaşımlar
Abdülhamid
iktidarının siyasal bir devrimle yıkılması ve yerine meşruti bir rejimin
kurulması refah politikaları alanında nasıl bir kırılmaya yol açmıştır?
Abdülhamid rejimini yıkan ittihatçı muhalefetin her şeyden önce sultanın
siyasal hayatı daraltıcı uygulamalarına son verip parlamenter bir sistem
kurmak hedefleriyle şekillenmiş olduğu iyi bilinmekle birlikte bu dar
siyasal gündemin II. Meşrutiyet dönemindeki uygulamaları sınırladığını
söylemek zordur. Refah politikaları alanında yeni rejimin açık ve net bir
programı olduğu söylenemezse de, II. Meşrutiyet dönemiyle birlikte siyasal
alanın özellikle ilk başlarda ve en azından Balkan Harpleri'ne kadar görece
genişlemiş olması, Abdülhamid rejimine muhalefetin belkemiğini oluşturan
'bürokratik entelijensiyaya, yani 19. yüzyılın son çeyreğinde şekillenen
yeni bürokratik/politik elite, geniş bir hareket, alanı sunmuştur.
Cemiyetleşmenin artışı, parlamenter hayatın dinamizmi ve devletin sosyal
fonksiyonlarındaki artışın doğurduğu hizmet alanlarının çeşitliliği,
özgürlükleri yeni kazanmış olan bu elite siyasal ve toplumsal kimliğini
kurması doğrultusunda geniş imkanlar sağlamıştır.
Bu yeni
konjonktürde refah uygulamaları, önceki döneme kıyasla daha 'bürokratik' bir
eksene oturacak ve yoksulların korunması işi sultanın bir lütfü veya ihsanı
olmaktan çıkıp, modern devletin görevleri arasında yer edinmeye
başlayacaktır. II. Abdülhamid'in rejimine muhalefet eden 'bürokratik
entelijensiya', sultanın devrilmesinin ardından sosyal yardım alanında da
eski rejimin izlerini silip, yeni bir sistem kurma arzusunda olacaktır.
Abdülhamid dönemindeki sosyal yardım ve sağlık hizmetleri alanındaki
gelişmelere yönelik bir kötüleme kampanyasının da eşlik etmesiyle birlikte
bu alanda adı konulmamış bir taaruzun başlatıldığı söylenebilir.
II.
Meşrutiyet döneminde öncelikle Darülaceze ve Etfal Hastahanesi gibi
İstanbul'daki bir çok sağlık ve sosyal yardım kurumları yeni oluşturulan
Müessesat-ı Hayriye-i Sıhhiye Müdüriyeti idaresi altında birleştirilmiştir.
Kısa ömürlü olan bu idari düzenlemenin önemli bir amacının yoksulların
korunması alanında Abdülhamid'in özenle oluşturduğu kurgunun yapıtaşlarını
yıkmak okluğuna hiç şüphe yoktur. Hamidiye Etfal Hastahanesi'nin ismi Şişli
Etfal Hastahanesi'ne dönüştürülecek, Abdülhamid'in Müslüman yetim erkek
çocuklar için İstanbul'da kurmuş olduğu Darülhayr-ı Âlî isimli yetimhane
kapatılacak ve Abdülhamid'in Darülaceze'nin kuruluşundaki asli rolü gözardı
edilecektir. Devr-i sabıkı kötülemenin geçer akçe olduğu genel siyasi
ortamdan, bir çok sağlık ve hayır kurumu da payını alacak ve Abdülhamid'i
gözden düşürücü kampanyaların malzemesi olacaktır. Ayrıca, Abdülhamid'in
devrilmesinin ardından Hazine-i Hassa'nın tasfiyesine, ya da büyük ölçüde
tırpanlanmasına yönelik operasyon sultanın ihsanlarının mali temelini
oluşturan sistemi de kolayca yok edecektir.
Sosyal yardım alanında yukarıdaki çerçevede
değerlendirilebilecek bir başka önemli adım 22 Haziran 1910 tarihli "
Muhtâcîn Maaşatı Hakkında Nizamname"dir.
Yukarda açıklandığı üzere Tanzimat dönemine uzanan bu maaşa yönelik yeni
düzenlemedeki amaç muhtacın tertibinin kullanımındaki özellikle II.
Abdülhamid döneminde yaygınlaşan keyfiyetin giderilmesi olarak sunulmuştur.
Nizamnameye göre, muhtacın maaşı alabilmek için ''tebaa’i Devlet-i
Aliyye'den olmak ve hiç bir rnedar-ı maişeti (geçim aracı) ve şer’en
iaşesiyle mükellef mütealikatı (geçimini sağlamakla yükümlü yakını,
akrabası) bulunmamak ve kâr ve kisbden (kazanç) mahrum derecede müsinn
(yaşlı) ve malul yahut yetim bulunmak şarttır." Muhtacın maaşı kişi başına
asgari 50 kuruş ve azami 150 kuruştur ve bir aileye toplam beş yüz kuruştan
fazla maaş tahsis edilemez. Muhtacın maaşı kapsamı hakkında bir fikir vermek
gerekirse: örneğin, Nisan ve Mayıs 1326/1910 tarihleri için düzenlenen
defterlerden 258 kişiye toplam 51.911 kuruş maaş verildiğini anlıyoruz
(ML.MSF, 18765). Eylül 1326/1910 tarihli defterden ise 235 muhtâcîne 27.000
kuruş verilmiş olduğu anlaşılmaktadır (ML.MSF, 18770).
II. Meşrutiyet yıllarında Meclis-i Mebusan tarafından
gerçekleştirilen bir başka önemli atılım, geleneksel sosyal yardım
kurumlarının izlerinin tamamen ortadan kaldırılması olmuştur. Burada temel
kaygının, refah politikaları alanında, Fransa'daki 'assistance publigue'
(sosyal yardım) örneğinden esinlenerek oluşturulan Müessesat-ı Hayriye-i
Sıhhiye Müdüriyeti İdaresi'nin kuruluşunda olduğu gibi, 'modern' olduğu
düşünülen yeni bir yapının oturtulması çabası olduğu açıktır. Bu doğrultuda
ilk olarak, Evkaf-ı Hümayun Nezareti'nin sosyal yardım işlevlerinin kökten
budanmasına girişilecek ve çıkartılan kanunlarla Evkaf Nezareti idaresinde
bulunan Dersaadet'teki 20 imaretten ikisi hariç tamamı kapatılacak ve yine
vakıflarla ilgili 'duagu fodulaları' ve 'duagu vezaifliği' lağv edilecektir.
Dersaadet'teki selâtîn imaretleri fukara ve aceze için yüzyıllardır bir tür
aşevi işlevi görmüş olmakla birlikte, II. Meşrutiyet dönemine gelindiğinde
bu kurumlar sosyal işlevlerini büyük ölçüde kaybetmişlerdir. Meclis-i
Mebusan'da imaretlerin lağvıyla ilgili kanun layihasının görüşülmesi
sırasında bu konu enine boyuna tartışılacaktır. Evkaf Encümeni azasından
Esad Tevfik Efendi ve Ankara mebusu ulemadan ilacı Mustafa Efendi
İstanbul'daki bir çok imarethaneyi gezdiklerini ve buralarda yıllardır çorba
ve pilav pişmediğini, imarete nadiren gelen tek tuk fukaranın da ellerine üç
beş kuruş para tutuşturularak gönderildiğini tespit ettiklerini
belirtmişlerdir (M.M.Z.C, i:24, c:2, 24 Mart 1327).
‘Duagu
fodulası’ uygulaması ise din ve devletin selameti için dua okuyan kişilere
bağlanmış olan bir tür maaştır. Selâtîn imaretlerinin vakıfnamelerinde yer
almamakla birlikte, sonradan kurumsal bir nitelik kazanan 'duagu fodulası'
uygulamasının en azından başlangıçta sosyal yardım işlevi görmüş okluğu
doğrudur. Ancak yirminci yüzyıla gelindiğinde 'duagu fodulası
sertifikasının' bir tür alınıp satılabilen hazine bonosuna, faiz.geliri
getiren bir yatırım aracına dönüştüğü iddia edilmiştir. Yine Mebusan'daki
tartışmalarda belirtildiğine göre, yüklü miktarda 'fodula senedine' sahip
paşalar bile bulunmaktadır (M.M.Z.C. i:62, c:1, 8 Mart 1327). Ayrı bir
çalışmayı gerektirecek önemde ve kapsamda olan imaretler ve duagu fodulası
meselesinin ayrıntılarına girmek bu yazının sınırları içinde mümkün değil.
Burada vurgulanması gereken nokta, Meşrutiyet rejiminin bir tür eski rejim
kalıntısı olarak gördüğü bu kurumların tasfiyesine yönelik girişimleridir.
Ancak, Meclis-i Mebusan'ın, fonksiyonlarını yitirdiği iddia edilen, fakat
sembolik önemini koruduğundan hiç şüphe edilmeyen bu kurumların kaldırılması
girişiminde son derece dikkatli olduğu görülmektedir. Meclis'de bu konuda,
görece radikal bir tutum sergileyen Evkaf Encümeni ile, daha tutucu olduğu
görülen ilmiye Encümeni'nin ihtilafı anlamlıdır. Ayrıca Encümenlerin
hazırladıkları layihalar için fetva makamının görüşünü alma gereği
hissetmeleri dikkat çekicidir. Yine duagu fodulası için Evkaf bütçesinden
harcanmakta olan tahsisatın (fodula senedleri sahiplerine faiz ödemesi
olarak yıllık 12.000 lira), duagu fodulasının kaldırılması ve imaretlerin
kapatılması ardından, ilmiye talebesinin eğitimine aktarılacak olması,
Meclis'in son derece temkinli hareket ettiğinin bir başka göstergesidir.
II.
Meşrutiyet rejiminin, yoksulların korunması ve sosyal yardım alanlarında
bütün bu girişimlerle 'seküler' ve 'bürokratik' bir sistem kurma arzusunda
olduğu açıktır. Bu anlamda, devr-i sabıkın izlerini silme kaygısının yanı
sıra, modern görünümü gölgelediği düşünülen vakıflarla ilgili kurumsal
kalıntılara da savaş açılmıştır. Ancak II. Meşrutiyet dönemi Trablusgarb ve
Balkan Savaşları ile başlayıp, I. Dünya Savaşıyla devam eden bir tür
kesintisiz savaş dönemidir, imparatorluğun sonunu da getirecek bu olağanüstü
savaş koşullarında sosyal yardım alanında söz konusu yeni yaklaşımlarının
ardının gelmesi mümkün olamamıştır.
Bu yeni
koşullarda devletin ilgisi, muinsiz (yardımcısız) asker aileleri, evlad-ı
şüheda (şehit aileleri) ve yetimler üzerinde odaklanacaktır. Savaş
yoksulları olarak niteleyebileceğimiz bu kesimlere mültecileri de eklemek
gerekmektedir. Bu yeni koşullarda Darüleytam Müdüriyet-i Umumisi, Aşair ve
Muhacirin Müdüriyet-i Umumisi gibi oluşumlar önem kazanacaktır. Devlet
bütçesinden harp yoksullarına yapılan yardımlar kadar, Hilal-i Ahmer,
Müdafaa-i Milliye ve Donanma Cemiyetleri gibi yarı resmi kuruluşlar
aracılığıyla örgütlenen sayısız iane (yardım) kampanyaları hem cephelere
yönelik hem de cephe gerisi için ahaliden kaynak aktarımı da belirleyici
olacaktır. Böylece, bir yandan ahalinin milliyetçi motifler etrafında
politizasyounu, diğer yandan da savaş gereksinimlerinin finansmanına katkı
sağlanacaktır.
Sonuç
Bu yazıda
19. yüzyılın ortalarından imparatorluğun çöküşüne değin ve özellikle II.
Abdülhamid ve II. Meşrutiyet dönemlerinde Osmanlı Devleti'nin yoksullara
yönelik koruyucu politikalarının gelişimi siyaset düzleminin kendi
dinamiklerinin belirleyiciliğine önem atfedilerek açıklanmaya çalışılmıştır.
Vakıfların merkezileştirilmesi ve kaynaklarının büyük oranda maliye
hazinesince tırpanlanması 19. yüzyıl boyunca geleneksel sosyal yardım ve
hizmet kurumlarının işlevlerini sınırlamıştır. Böylece daha önceleri
vakıflar ve imaretler gibi geleneksel kurumların yerine getirdiği sosyal
yardım işlevleri, zamanla merkezî devlet aygıtının görevleri arasında yer
edinmeye başlamıştır. Bu çerçevede, Maliye Hazinesi tahsisatları arasında
yer alan muhtâcîn maaşı, atiyye-i seniyye ve sadaka-i seniyye tertipleri,
vilayetlerde kapualtı hasılatından ve mal sandıklarından yoksullara yapılan
ödemeler ve belediye gelirlerinden yoksullara maaş bağlanması, 19. yüzyıl
Osmanlı toplumunda şekillenen 'seküler' sosyal yardım araçları olmuşlardır.
Bu
'seküler' gelişmeyle birlikte, II. Abdülhamid döneminde sultanın şahsını ön
plana çıkarmak ve Yıldız merkezli politik iktidarın meşruiyetini
güçlendirmek kaygısı sosyal yardım sistemine rengini veren unsur olmuştur.
Modern devlet aygıtının oluşumu süreciyle tezat oluşturur gibi görünen, ve
hatta klasik dönem siyasal meşruiyet motiflerini de çağrıştırdığı
söylenebilecek bu sistemde II. Abdülhamid, yoksulların, muhtâcînin ve
zarurete düşenlerin yegane koruyucusu olarak ön plandadır. Bu dönemde
atiyye-i seniyyelcr, sadaka-i seniyyeler ve muhtâcîn maaşı gibi uygulamalar,
bürokratik bir devletin tebaasına yönelik yükümlülükleri olmaktan çok,
fukara ahalinin koruyucusu sultanın lûtufları ve ihsanları olarak anlam
kazanmışlardır. Bununla birlikte, II. Abdülhamid'in imzasını taşıyan
Darülaceze, Hamidiye Etfal Hastahanesi ve Darülhayr-ı Âlî gibi sosyal yardım
kurumlan, 'fukara ahalinin yegane koruyucusu sultan' görüntüsünü tahkim etme
işlevlerinin yansıra, daha da önemli olarak 'terakkinin temsilcisi sultan'
imajının taşıyıcısı olacaklardır. II. Abdülhamid'in, sosyal yardım alanında
görünür olmak doğrultusunda yoğun bir çabası olmuştur. Bu çabayı, 19. yüzyıl
boyunca modern devletin gelişim sürecinin ürünü olan ve sosyal ve siyasal
konumunu daha çok modern-bürokratik devlet işlevlerinden alan yeni bir
politik elitin sarayın ve sultanın siyasi konumuna karşı yarattığı
potansiyel tehlikeyle açıklamak mümkündür.
II.
Meşrutiyet'le birlikte sosyal yardım alanında daha 'bürokratik' bir vurgu ön
plana geçecektir. Abdülhamid yönetimine savaş açan yeni bürokratik
entelijensiya, yoksulların himayesi alanında Abdülhamid'in izlerini yok
etmeye çalışırken, 'modern' olduğunu düşündüğü yeni bir sistemin temellerini
atmaya girişecektir. Bu çerçevede sosyal yardım alanındaki uygulamalar,
sultanın lütuf ve ihsanları olmaktan çıkartılıp, modern devletin ahaliye
karşı yükümlülükleri görünümünü kazanacaktır. Aynı süreç içinde yoksullara
yardım alanı, sağlık gibi diğer sosyal hizmet alanları ile birlikte, modern
eğitim görmüş Osmanlı elitinin toplumsal kimliğini kurduğu zeminlerden
birisi olacaktır.
Tanzimat
sonrasına bir bütün olarak bakıldığında, sosyal yardım alanındaki
gelişmelerin, siyaset alanındaki dinamiklerin, bir başka ifadeyle modern
devletin oluşumu sürecinin izlerini taşıdığı söylenmelidir. Bu anlamda,
özellikle II. Abdülhamid döneminin kurumsal atılımları, bir yandan
Abdülhamid İktidarının meşruiyetini güçlendirmiş, ancak aynı zamanda,
Abdülhamid'in izleri silindiğinde muhalif bürokratik sınıfın kolayca
benimseyebileceği bir sosyal yardım altyapısının oluşumunu da sağlamıştır.
Gerek Abdülhamid dönemindeki atılımlar, gerekse II. Meşrutiyet rejiminin
açılımları, farklı siyasi gündemlerin ve söylemlerin izini taşıyor olmakla
birlikte, tek bir sürecin, yani, devletin 'sosyal alana tedrici olarak nüfuz
etmesi sürecinin ifadeleri olarak değerlendirilmelidir.
KAYNAKÇA
"Altıncı
Daire-i Belediye Nizamatı", Fi 11 Cemaziyelevvel sene 1274/1857, Osman Nuri
Ergin, Mecelle-i Umur-ı Belediye, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür
İşleri Daire Başkanlığı Yayınları, İstanbul 1995, c.4, s.1601-1604.
Arıkan,
Zeki (1994) "Tanzimat Döneminde Eğin ve Yöresinden İstanbul'a Göçler",
Tanzimat'ın 150. Yılı Uluslararası Sempozyumu, Ankara, 31 Ekim-3 Kasım 1989,
467.481.
Aslanoğlu,
Mehmet (1999), "II. Abdülhamid'in İktisadi ve Mali Politikalar Üzerindeki
Etkisi", Toplumsal Tarih, 11 (63), 25-32.
BOA
(Başbakanlık Osmanlı Arşivi), Bab-ı Ali Evrak Odası-Sadaret Evrakı-Mektubi
Kalemi Meclis-i Vala Kısmı, 127/17,1277.L.21. (2 Mayıs 1861).
BOA, Cevdet
Belediye, 3440, 24.C.1229. (13 Haziran 1814).
BOA, Cevdet
Belediye, 3490,28.Za.1264 (26 Ekim 1848).
BOA,
DH.İ.UM (Dahiliye Nezareti, İdare-i Umumiye), 8/1,6.C.1334 (10 Nisan 1916).
BOA, DH.MUİ
(Dahiliye Nezareti, Muhaberat-ı Umumiye idaresi), 30-1/5, 19 Şevval 1327 (3
Kasım 1909).
BOA,
DH.MUİ,104/46,1328.C.9 (18 Haziran 1910).
BOA, İrade
Dahiliye, 41095,16 Muharrem 1286 (28 Nisan 1869).
BOA, İrade
Dahiliye, 75091,7 Receb 1302 (22 Nisan 1885).
BOA, İrade
Dahiliye, 7/RA.1311,10 Rebiülevvel 1311 (21 Eylül 1893).
BOA, İrade
Hususi, 19/N.1315,10 Ramazan 1315 (2 Şubat 1898).
BOA, İrade
Hususi, 30/N.1315,14 Ramazan 1315 (6 Şubat 1898).
BOA, İrade
Hususi, 106/S.1317, 29 Safer 1317 (6 Temmuz 1899).
BOA, İrade
Hususi, 31/C.1319, 13 Cemaziyelahir 1319 (27 Eylül 1901).
BOA, İrade
Hususi, 16/B.1326,17 Receb 1326 (15 Ağustos 1908).
BOA, İrade
Hususi, 62/Ş.1326, 26 Şaban 1326 (23 Eylül 1908).
BOA, İrade
Hususi, 79/Ş.1326, 30 Şaban 1326 (26 Eylül 1908).
BOA, İrade
Hususi, 96/N.25, 25 Ramazan 1326 (21 Ekim 1908).
BOA, İrade
Maliye, 12/Ş.1312, 14 Şaban 1312 (10 Şubat 1895).
BOA, İrade
Meclis-i Vala, 26130,8.Ş.1284 (5 Aralık 1867)
BOA, İrade
Meclis-i Vala, 26154,18.Ş.1284 (15 Aralık 1867).
BOA, İrade
Meclis-i Vala, 26284, 2 Zilkade 1284 (25 Şubat 1868).
BOA, ML.MSF
(Maliye Nezareti Mesarifat), 8024,1263.10.5. (16 Eylül 1847)
BOA, ML.MSE
9847,1268.7.21-1269.6.1. (11. Mayıs 1852 - 10 Nisan 1853).
BOA,
ML.MSF, 18617,1314.8.15-1316-9.22.
BOA, ML.MSE
18670,1318.8.27. (3 Eylül 1910).
BOA,
ML.MSF, 18765,1328.6.5 (14 Haziran 1910).
BOA, MLMSF,
18770,1325.
BOA, MV
(Meclis-i Vükela Mazbataları), 49/52,17 Rebiülahir 1307 (l l Aralık 1889).
BOA, MV,
50/35,16 Cemaziyelevvel 1307 (8 Ocak 1890).
BOA, MV,
57/36,29 Muharrem 1308 (14 Eylül 1890).
BOA, MV,
74/101,20 Şevval 1320 (20 Ocak 1903).
BOA, MV,
207/31,20 Cemaziyelevvel 1335 (14 Mart 1917).
BOA, Y.MTV
(Yıldız Mütenevvi Maruzat), 8/71,29.3.1299 (18 Şubat 1882).
BOA,Y.MTV,
36/20,10.3-1306 (14 Kasım 1888).
Cavallo,
Sandra (1989) "Charity, Power, and Patronage in Eighteenth Century Italian
Hospitals; The Case of Turin", Lindsay Granshaw ve Roy Poerter (der.), The
Hospital in History içinde, Routledge,. Londra & New York, ss. 63-92.
Çadırcı,
Musa (1993) "Tanzimat Döneminde Çıkardan Men'-i Mürur ve Pasaport
Nizamnameleri", Belgeler 15/13,169-181.
Deringil,
Selim (1991) "19. Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu'nda Göç Olgusu Üzerine Bazı
Düşünceler", Bekir Kütükoğlu'na Armağan içinde, İstanbul, ss. 435-442.
Deringil,
Selim (1998) The Well Protected Domains, Ideology and the Legitimation of
Power in the Ottoman Empire 1876- 7909, I.B.Tauris, Londra-New York.
"Dersaadet
Belediye Kanunu", 27 Ramazan 1294/1877 ve 23 Eylül 1293, Ergin, Mecelle-i
Umur-ı Belediye, c.4, s.1628.
"Dersaadet
İdare-i Belediye Nizamnamesi", 18 Cumadelahire 1285/1868 (1294 Tarihli
Dersaadet Belediye Kanunu ve bu nizamnamenin hükmü feshedilmiştir.), Ergin,
Mecelle-i Umur-ı Belediye, c.4,8.1617
"Dersaadet'teki İmaretlerin Lağvı Hakkında Kanun", Düstur, 2. Tertip, 3,
353.
Dersaadet
ve Bilâd-ı Selâse'de Fukara ve Muhtâcînin Kömür ve İhtiyacat-ı Sairesinin
Temini için Abdülhamid II. Tarafından Verilen Binbeşyüz Liraya Mahsus Bilet,
İstanbul 1883. (İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi Nadir Eserler Bölümü,
n.89974)
"Duagu
Fodulalarının Suret-i İlgası Hakkında Kanun", Düstur, 2. Tertip, 3, 254.
"Duagu Vezaifinin İlgası Hakkında Kanun", Düstur. 2. Tertip, 3, 352.
Ergin,
Osman Nuri (1995) Mecelle-i Umur-ı Belediye, (9 cilt) İstanbul Büyükşehir
Belediyesi Kültür İşleri Daire Başkanlığı Yayınları, İstanbul.
Gouda,
Frances (1995) Poverty and Political Culture, The Rhetoric of Social Welfare
in the Netherlands and France. 1815-1654, Roüman & Littlefield Publishers,
Inc.
Güran,
Tevfik (1989) Tanzimat Döneminde Osmanlı Maliyesi: Bütçeler ve Hazine
Hesapları (1841-1661), Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara.
İpşirli,
Mehmet (1991) "Osmanlılarda Cuma Selamlığı (Halk- Hükümdar Münasebetleri
Açısından önemi), Prof. Dr. Bekir Kütokoğlu'na Armağan, İÜ Edb. Fak. Tarih
Araştırma Merkezi, İstanbul, 459-471.
Jones,
Colin (1996) "Some recent trends in the history of charity", Martin Daunton
(der.), Charity, Self-Interest and Welfare in the English Post içinde,
St.Martin's Press, New York, ss. 51-63.
Krieger,
Joel (1987) "Social Policy in the Age of Reagan and Thatcher", Scialist
Register 1987, London.
Meclis-i
Mebusan Zabıt Cerideleri (M.M.Z.C.), i:62, c:1, 8 Mart 1327.
M.M.Z.C..,
1:24, c:2, 24 Mart 1327.
Özbek,
Nadir (1999a) "II.Abdülhamid ve Kimsesiz Çocuklar: Darülhayr-ı Âlî", Tarih
ve Toplum, 31(182), ss. 11-20.
Özbek,
Nadir (1999b) "İkinci Meşrutiyet İstanbul'unda Serseriler ve Dilenciler",
Toplumsal Tarih, 11 (64), ss. 34-43.
Özbek,
Nadir (1999c) "Vakıf Tarihi Çalışmaları Üzerine Notlar", Tarih ve Toplum, 32
(187), ss. 60-62.
Öztürk,
Nazif (1995), Türk Yenileşme Tarihi Çerçevesinde Vakıf Müessesesi, Türkiye
Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara.
Pakalın, M.
Zeki (1983) Osmanlı Tarih Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, (3 cilt) Milli
Eğitim Bakanlığı; İstanbul.
Sabah,
n.2941, 29 Ocak 1898.
Sabah,
n.4811, 21 Mart 1903.
Sabah,
n.6043, 4 Ağustos 1906.
Şehremaneti
1331 Senesi Büdcesi Esbab-ı Mucibe Layihası, Arşok Garoyan Matbaası,
Dersaadet.
Terzi-Tozduman, Arzu (1998), "Hazine-i Hassa", İslam Ansiklopedisi,
İstanbul, 17, 137-141.
"Vilayat
Belediye Kanunu" 27 Ramazan 1294 / 1877 ve 23 Eylül 1293, Ergin, Mecelle-i
Umur-ı Belediye, c.4, s.1659.
Yıldırım,
Nuran (1996) İstanbul Darülaceze Müessesesi Tarihi, Darülaceze Vakfı Yayını,
İstanbul.
Son demem Osmanlı imparatorluğunda dilenci ve serserilere yönelik
politikalar için bkz. Özbek, 1999b.
Mürur tezkeresi uygulaması ve 19. yüzyıldaki kentlere yönelik nüfus
hareketleri için bkz. Arıkan, 1994; Çadırcı, 1993; Deringil, 1991
Abdülhamid donemi maliyesi ve hazine-i hassa için bkz. Aslanoğlu,
1999; Terzi-Tozduman, 1998.
Bir başka örnek için bkz. Dersaadet ve Bilâd-ı Selâse'de Fukara ve
Muhtâcînin Kömür ve İhtiyacat-ı Sairesinin Temini için Abdülhamid
II. Tarafından Verilen Binbeşyüz Liraya Mahsus Bilet, İstanbul 1883.
(İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi Nadir Eserler Bolümü, n.89974).
İkiz doğan çocuklara yapılan yardım Osmanlı'da hayli eski bir
uygulamadır. Örneğin 1814 tarihinde bir batında doğarı üç çocuğa
İstanbul gümrüğü malından günlük beşer akçe tahsisiyle ilgili bîr
irade için bkz. (Cevdet Belediye, 3440). Başka bir örnek de 1838
yılındandır: Kasımpaşa'da Cami'-i Kebir mahallesinde bir batında,
iki erkek çocuk doğuran Ayşe Hanıma çocuk başına günde elli akçeden
yüz akçe bağlanmıştır. Bkz. (Cevdet Belediye, 3490).
Nizamnamenin uygulanmasından Maliye Nezareti sorumludur. Bu
nizamname küçük değişikliklerle 29 Aralık 1917 tarihinde Meclis-i
Mebusan'da ikinci görüşmenin ardından onaylanacak ve kanun hükmü
kazandırılacaktır. Meclis-i Mebusan Zabıt Cerideleri, i;24, c:l, 29
Kanunuevvel 1333, s.416.
Bu konudaki kanunlar için bkz. "Dersaadet'teki imaretlerin Lağvı
Hakkında Kanun", Düstur, 2, Tertip, c.3, s.353; "Duagu Fodulalarının
Suret-i İlgası Hakkında Kanun", Düstur, 2- Tertip, c.3, s,254;
"Duagu Vezaifinin İlgası Hakkında Kanun", Düstur, 2. Tertip, c,3,
,s.352.
|