ZONGULDAK MADEN
İŞÇİLERİNİN HAYATI, 1870-1920: BAŞLANGIÇ NİTELİĞİNDE BAZI GÖZLEMLER
Donald
Quataert
Ortadoğu'nun en zengin (petrol hariç) doğal kaynaklarını oluşturan
Ereğli-Zonguldak madenlerinde 1914 yılında 10.000'e yakın işçi çalışıyordu.
Hem özel girişimciler hem de devlet tarafından işletilen "bu madenlerde
çalışan işçiler, Osmanlı imparatorluğunda belli bir yörede ve iş kolunda
çalışan en kalabalık işçi grubunu oluşturuyordu. Zonguldak maden ocaklarının
ve işçilerinin tarihi 19. yüzyılın ilk çeyreğine dek uzanır. Söz konusu
dönemde Osmanlı donanmasında buhar gücü kullanımına geçilmiş ve Batı
Karadeniz'deki zengin kömür yatakları devletle sözleşme yapan özel
girişimciler tarafından işletilmeye başlanmıştı. 19. yüzyıl sonlarına doğru
Fransız sermayesiyle kurulan bir şirket yörede faaliyete başlamış ve kömür
madenlerinde çalışan işçi sayısında ve üretimde çarpıcı artışlar görülmüştü.
Osmanlı
dönemindeki Zonguldak kömür madenleri ve maden işçileri hakkında, Osmanlı
ekonomi tarihinin çoğu alanıyla kıyaslandığında, hayli geniş sayılabilecek
(hemen hemen tamamı Türkçe) bir literatür vardır. Buna rağmen, (yalnızca
Osmanlı dönemine ilişkin olan kendi araştırmam dışında) konuyla ilgili bütün
eserler esas olarak madenlerin 1923 sonrası tarihine ağırlık vermekte ve
imparatorluk dönemi madenleri üzerine bilgileri, temci inceleme konuları
cumhuriyet döneminde Zonguldak madenleri için bir giriş olarak sunmaktadır.
Konu
hakkında bu kadar çok eser bulunması, cumhuriyet döneminde Zonguldak
madenlerinin ve maden işçilerinin taşıdığı ekonomik ve siyasal önemi
yansıtmaktadır. Çok uzun bir süre, Zonguldak'ta çıkarılan kömürler, modern
Türkiye'nin sanayileşmesine katkıda bulunmuş, şehirlerinin ve hızla büyüyen
sanayi kapasitesinin enerji ihtiyacını karşılamıştır. Dahası, kömür madeni
işçileri, sanayileşen Türkiye Cumhuriyeti'nde tarımsal kökenli emeği sanayi
üretimine katma girişimlerinde merkezî bir yer işgal etmiştir. Avrupa'da ve
ABD'de olduğu gibi modern Türkiye'de de, madencilerin fiziksel gücü ve
çalışma koşullarının olağanüstü zorluğu konusunda efsaneler üretilmiştir.
Emek tarihçilerinin ve işçi eylemcilerin birçoğunun gözünde, madenciler
sanayi çağında işçilerin mükemmel simgesi haline gelmiştir, örneğin, George
Orwell Road to Wigan Pier adlı eserinde, Emile Zola Germinal'de, madencileri
umutsu ama asil hayatlar süren kahramanlar olarak anlatır. E.P. Thompson,
gerek anıtsal eseri Making of the English Working Class'ta gerekse sonraki
çalışmalarında madencileri tam bir isçi aristokrasisi olarak tasvir eder.
Ayrıca, İngiltere ve Fransa'da olduğu gibi Türkiye'de de madenciler siyasal
açıdan önemli bir gruptur. Bu derginin okurlarına, Zonguldak madencilerinin
ve ailelerinin 1990'ların başlarında yaptıkları yürüyüş ve gösterilerin ülke
siyasetinde oynadığı kilit rolü hatırlatmaya gerek yok.
Ahmet Naim [Çıladır] 1934 yılında Zonguldak madenleri
üzerine öncü nitelikteki çalışmasını yayınlamıştır. O günden bu yana,
belirli aralıklarla Zonguldak madenleri ve madencileri üzerine kitap ve
makaleler çıkmıştır. Bu makalede, Zonguldak madenlerinin Osmanlı dönemini
araştıran tarihçiler açısından yararlı olduğunu düşündüğüm birkaç çalışma
üzerinde duracağım. Söz konusu eserlerin yazarları, şu ya da bu şekilde
kömür madenlerinin işletilmesiyle bağlantısı olan kişilerdir. Bazıları maden
mühendisi, bazıları işletmeci, bazıları da siyasal eylemci veya işçi sınıfı
militanlarıdır. Naim'in çalışması bazı yönleriyle benzersiz bir nitelik
taşımaktadır, çünkü kullandığı manüskri kaynakların birçoğu ne yazık ki
artık elimizde bulunmamaktadır (gerçi bunlar özel kütüphanelerde hâlâ
korunuyor da olabilir). Daha sonra bu konuda eser kaleme alan yazarların
hemen hemen hepsi Ahmet Naim'in kitabını temel almışlar, kimileri de onun
araştırmasını aşan çalışmalar ortaya koymuşlardır. Bir hukukçu olan
Özeken'in kitabında, başka yerlerde rastlanmayan, son derece önemli
malzemeler sunulmaktadır. "14 yıl madencilik yapan"
Etingü'nün kitabında, madenlerle ilgili bazı önemli Osmanlı nizamnameleri
Latin alfabesine aktarılmıştır. Emekli bir maden yüksek mühendisi olan
Savaşkan'ın kitabında, önceki çalışmaların mükemmel bir özetinin yanı sıra
pek çok özgün katkı da bulunmaktadır. Ahmet Naim'in oğlu Sina Ciladır, 1970
tarihli kitabında, babasının eserini bir hayli genişletmiştir. Ciladır, 1977
yılında, bu kitabın baştan sona gözden geçirilmiş, çok daha kapsamlı bir
versiyonunu yayınlamıştır.
Bu
eserlerde bir dizi önemli tema ortaya çıkmaktadır: Ahmet Naim, Ciladır,
Özeken, Etingü, Tesal ve Savaşkan, madenlerin tarihine aşağı yukarı aynı
perspektifle bakmakla, Osmanlı (ve Türkiye Cumhuriyeti'nin) devlet
politikaları ile Zonguldak'taki kömür madenciliği arasındaki bağlantıyı
vurgulamaktadır. Kömür havzalarının tarihini, devletin hangi kurumunun kömür
işletmelerinden sorumlu olduğuna göre dönemlere ayırmaktadırlar. Örneğin,
Osmanlı İmparatorluğu’nda Zonguldak madencilik tarihini üç dönemde
incelerler: 1848-1865, Hazine-i Hassa idaresinde üretim; 1865-1909, Bahriye
Nezareti'nin işletmeden sorumlu olduğu dönem; 1909-1920, Ticaret
Nezareti'nin (önce Nafia, sonra Ticaret ve Ziraat ve Maadin Nezareti)
sorumlu olduğu dönem. Dönemleme yapılırken öne çıkarılan konu, -örneğin-
değişen maden çıkarma yöntemleri veya sömürü biçimleri yerine, kömür
işletmelerinden sorumlu devlet aygıtının değişmesidir. Bu eserlerde,
böylelikle, ilgili devlet biriminin hangisi olduğunun, Zonguldak
madenciliğinin gelişiminde kilit değişken olduğu ima edilir.
İkincisi,
bazı yazarlar -özellikle Ahmet Naim, Ciladır ve Etingü- maden işçilerine çok
olumlu bir yaklaşım sergilerler. Kimi zaman, örneğin Ahmet Naim'in 1934
tarihli kitabında ve Çıladır'ın 1970 yılında yayınlanan çalışmasında,
işçilerin kaygıları ve istekleri, anti-emperyalist mücadelede çok önemli
sayıldığı için, emperyalizm konusunun gölgesinde kalmış, hatta kaybolmuştur.
Yine de, bu eserlerde işçiler mevcuttur ve önemli bir araştırma konusu
olarak kabul edilir. Ciladır, kitabının 1977'de yapılan yeni basımı için
büyük bir yeniden düzenlemeye gitmiş, kitapta işçilerin faaliyetlerine çok
daha geniş bir yer vermiştir. Kitabın adındaki değişiklik de, eserin odak
noktasının emperyalizmden işçi hareketlerine kaydığını göstermektedir.
(1970'te yapılan birinci baskı Zonguldak Havzasında Emperyalizm, 1848-1940;
1977'de yapılan ikinci baskı ise Zonguldak-Havzasında işçi Hareketleri,
1848-1940 adını taşımaktadır), öte yandan, Savaşkan, esas itibarıyla devlet
denetimi, maden ocaklarının mülkiyeti ve madenlerin işletimi üzerinde durur,
işçi meselesini başlı başına bir araştırma konusu saymaz.
Genel
olarak, yazarlar Zonguldak madenlerinin tarihini 1820'lerde bölgede kömür
bulunmasından başlatırlar. Kömür madenlerinde 1890'lı yıllara dek yoğun bir
üretim yapılmamıştır. 1820'ler ile 1890'lar arasında yıllık üretim yaklaşık
50-10.0 bin ton seviyesinde kalmıştır. 1896'da, Fransız sermayesiyle kurulan
Ereğli Şirket-i Osmaniyesi faaliyete geçmiş, ardından başka önemli yabancı
şirketler ve Osmanlı şirketleri de kömür çıkarmaya başlamıştır. Bunun
sonucunda, üretim 1890'ların sonlarında 200.000 tona ulaşmış, 1911'de
900.000 tonu aşmıştır. Yukarıda anılan kaynaklarda, Fransız şirketi,
genellikle, yeni ve ileri teknolojiler getirdiği ve üretim tekniklerini
rasyonalize ettiği için övülür. Gelgelelim, millî hazine kömürü amansızca
tükettiği için de ağır bir şekilde eleştirilir.
Üç yazarın
daha eserleri üzerinde durmak gerekir, ilk olarak, eski bir maden işçisi
olan Erol Çatma'yı analım. Çatma, kitabında, işçiler ve çalışma koşullan
konusuna, özellikle Osmanlı ve cumhuriyet dönemlerinde kömür madenlerinde
çalışma zorunluluğuna ağırlık verir. Kitap boyunca, okur, uzak bir
gözlemcinin değil, madenlerde çalışmış bir işçinin bakış açısıyla karşı
karşıyadır. Üzerinde duracağım ikinci yazar ise, madencilerin 1990'lardaki
hayatını inceleyen Erol Kahveci'dir. Ben, Kahveci'nin, aynı konudaki doktora
tezinden yararlanarak yazdığı bir makaleyi kullanıyorum. Osmanlı tarihçisi,
görece uzak bir geçmişi incelerken yakın dönem üzerine yapılmış bu çalışmada
zengin bir karşılaştırma malzemesi bulabilir. Kahveci'nin kaydettiği
tecrübelerin birçoğu 19. yüzyıldaki benzer gelişmeleri hatırlatmaktadır.
Son olarak,
İmer'in 1944 ve 1973'te yayınlanmış iki eserini değerlendireceğim. Hüseyin
Fehmi İmer (1871-1960), 1910-1921 yıllan arasında Ereğli'de kömür
madenlerinde müdür olarak görev yapmış, üst-orta kademe bir yöneticidir, ilk
eser, yazarın savaş yıllarında hazırladığı bir makaledir. Makalede, kömür
madenlerinin keşfinden başlanarak o döneme kadar yaşanan gelişmelerin
tarihçesi sunulur. Yazar, tarihçesinde, birçok açıdan, Ahmet Naim gibi,
(sorumlu devlet birimine göre) bir dönemleme ve düzenleme yapmış, madencilik
hakkında daha fazla teknik ayrıntı vermiştir. Pek çok yararlı bilgi içeren
makalede, "bîçare" işçileri kayırıp kollayan, onların bakış açısını
önemseyen bir hava vardır. Yazar, genel olarak, 1908'den sonra Osmanlı
devletinin ve Türkiye Cumhuriyeti'nin Zonguldak işçileri lehine getirdiği
pek çok olumlu değişiklik üzerinde durur, örneğin, 1908 öncesi dönemin
Osmanlı idarecilerini, işçiler için sağlıklı gıda, barınma ve tıbbî hizmet
sağlayacak düzenlemeler yapmadıkları için sert bir dille suçlar. Makalede
daha sonra, kendi müdürlüğü sırasında 1920'li ve 1930'lu yıllarda çalışma
koşullarının iyileştirilmesi için yapılanları dikkatlice sıralar. 1944'te,
(bu derginin okurlarının gayet iyi bildiği üzere) Türkiye ekonomisi ve
toplumu, uzun süren savaş ve seferberlikten dolayı derin bir kriz yaşıyordu.
Devlet, kömür üretimini sürdürmek için çok sert ve acımasız tedbirlere
başvurmuştu. Bu açıdan, devletin işçiler yararına yaptıklarını vurgulayan
makale, savaş döneminin kriz ortamında maden işçilerini itaatkâr kılmaya
yönelik bir girişim sayılabilir.
Hüseyin
Fehmi İmer'in anıları, Kerim Yund tarafından yazarın sağlığında yayına
hazırlandığı halde, ölümünden ancak 13 yıl sonra yayınlanmıştır. 1944
tarihli makale ile 1973'te basılan Hayatı-Hatıraları adlı kitap, çarpıcı
vurgu farklılıklarıyla çok değerli bir karşılaştırma olanağı sağlar.
Hatıralar, İmer'in maden müdürlüğü döneminde, yani Birinci Dünya Savaşı
yıllan ile bu savaşın öncesinde ve sonrasında kömür madenleri üzerine çok
önemli bilgiler sunmaktadır, öte yandan, bu kitap sessiz kaldığı konular
açısından daha da ilginçtir. Müdürlüğü döneminde yer altında ve yer üstünde
çalışan, sayıları aşağı yukarı 10.000'e ulaşan maden işçilerinden söz
edilmesi dikkate değerdir. İmer, hatıralarında, örneğin, müdürlüğe tayini
üzerine, İstanbul'dan 1910da maden işletme müdürlüğünün bulunduğu Kozlu'ya
deniz yoluyla yaptığı yolculuğun büyüleyici bir hikâyesine yer verir.
Kozluda o tarihte vapurun yanaşacağı bir iskele yoktur, o yüzden bir
sandalla kıyıya ulaşır. İmer, nasıl karşılandığını, çeşitli şirketlerin
görevlileriyle, devlet yetkilileri ve memurlarla, Fransa ve İtalya
konsolosluklarının temsilcileriyle, önde gelen "madenci"lerle (madenci,
Osmanlı döneminde, "maden işçisi" değil, "maden işletmecisi" anlamına
geliyordu) yaptığı görüşmeleri anlatır. Gelgeldim, bu hatıralardaki Kozlu
âdeta maden işçilerinin yaşamadığı bir yöredir. Osmanlı Devleti'nin kömür
işletmeleri müdürlüğü makamında bulunduğu yılları anlattığı altmış küsur
sayfada, işçilere hemen hemen hiç rastlanmaz. Bu birinci el tanıklıkta
işçilere yer verilmeyişi, yukarıda anılan bazı yazarların kömür işletmeleri
tarihini, sorumlu devlet birimine göre kurgulamalarıyla paralellik gösterir:
ilgi odağı devlet, devlet elitleri ve aynı sınıftan kişilerdir. İmer'in 1944
tarihli makalesinde işçilere verdiği önemli yer düşünülünce, hatıralarında
işçilerin iyiden iyiye görünmez kılınması daha da çarpıcı hale gelmektedir.
İmer,
yalnızca bir yerde, işçilerden söz açar, hem de çok dikkat çekici bir
şekilde. Anılarında, Zonguldak'ın Ruslar tarafından ilk bombalanışını
anlattıktan hemen sonra, işçilerin önemli rol oynadığı olaya değinir. O
sırada, Zonguldak'a altı kilometre uzaklıktaki Gelik madenlerinden yüzlerce
işçi, ellerinde ateşli ve kesici silahlarla Zonguldak üzerine yürüyüşe
geçmiştir. İmer'e göre, savaş nedeniyle Zonguldak yöresinde bulunan asker ve
jandarma sayısı yetersizdi. Bunun üzerine Hüseyin Fehmi İmer, Zonguldak
ahalisini bir araya toplayıp silahlandırmış; silah zoru ve İstanbul'dan
gelen irade-i seniyyeyi de kullanarak işçileri madenlere dönmeye zorlamış.
Kitapta, Zonguldak üzerine yürüyen işçilerin amaçları pek net ortaya
konmamaktadır. İmer, dolaylı bir şekilde, bu işçileri, I. Dünya Savaşı'nda
Osmanlı Devleti'nin düşmanı kampta yer alan Fransız ve İtalyan maden
işletmecilerine öfkelenen, kandırılmış vatanseverler olarak gösterir. İmer'e
göre, kendisi, Zonguldak ahalisiyle birlikte, aslında iyi niyetli olan bu
işçilerin aşırılıklarım dizginlemiştİL Kitapta, işçi hareketi için hiçbir
sınıfsal veya ekonomik açıklama bulunmamaktadır. İmer'in anlatısında,
-kendisinin ve yanma çektiği kişilerin temsil ettiği- sermaye ile işçiler,
Osmanlı Devleti'nin düşmanı haline gelen bir grup Fransız ve İtalyan’a
karşı, aslında aynı safta yer almaktadır. İmer, hatıralarında, işçilerin,
madenlerin büyük bir çoğunluğunu işleten Fransız ve İtalyan kapitalistlere
karşı tepki gösterip sınıfsal taleplerle harekete geçmiş olabileceklerini
hiç dikkate almaz. Ona göre, bu hareket, vatansever işçilerin (haklı)
milliyetçi tepkisinin (hiç de yerinde olmayan) bir dışavurumundan başka bir
şey değildir.
Osmanlı
imparatorluğumun son dönemlerindeki işçi tarihini ortaya çıkarmaya
çalışırken, Zonguldak maden işçilerine dair birincil kaynaklar bulmak için
uzun bir zaman çaba harcamıştım. 1983 yılında Social Disintegration and
Popular Resistance in the Ottoman Empire adıyla yayınlanan kitabım için
yürüttüğüm araştırma sırasında, İstanbul'daki Başbakanlık Arşivi'nde
(şimdiki Başbakanlık Osmanlı Arşivi) ve Fransız maden şirketini finanse eden
(merkezi Paris'te bulunan) Credit Lyonnais bankasının arşivlerinde bütün
kaynakları taramıştım. O araştırmada, Sırbistan, Karadağ, İngiltere, Fransa,
Avusturya gibi pek çok ülkeden Osmanlı topraklarına gelen, büyük bir
çoğunluğu -ama hepsi değil- erkeklerden oluşan işgücünün büyüleyici öyküsü
ortaya çıkmıştı, işçilerin asıl ağırlıklı kesimi, nüfus yoğunluğu düşük olan
bu bölgenin köylerinden getirilmişti. Osmanlı dönemi boyunca, işgücü
sıkıntısı bu madenlerden tam anlamıyla yararlanılmasını engelliyordu. Bu
kronik sorunu hafifletmek için, 1867 tarihli Dilâver Paşa Nizamnamesi,
yöredeki 14 kazada yaşayan köylülere yılın belli günlerinde rotasyon
temelinde madenlerde çalışma yükümlülüğü getirmişti. Civar 14 kazadan üç
grup işçi -kazmacı, küfeci, kiracı- temin edilmişti. Kazmacılar madeni kazan
işçilerdi; küfeciler kömürü küfelerle yerin üstüne çıkarıyorlardı. Kiracılar
ise, körükleri çalıştırmakta kullanılan ve çeşitli malzemeler (örneğin
destekler) taşıyan hayvanlarla ilgileniyordu. Köylüler, bu hizmetlerine
karşılık, askerlikten muaf tutuluyor ve nakit ücret alıyordu. Kısacası,
devlet, kömür madenlerini işletmek için dolaysız şekilde zorlama gücünden
yararlanmıştır. Ne var ki, madenlerde çalıştırılan bu işçiler pek çok
bakımdan yetersiz bulunmuş ve bundan dolayı 1906 yılında (madenlere yatırım
yapan yüksek bir Osmanlı bürokratının ısrarlı talebiyle) başka vilayetlerden
kazmacıların ve diğer işçilerin kömür madenlerinde çalışmalarına izin
verilmiştir. Böylelikle, Trabzon'dan ve başka yörelerden çok sayıda işçi
madenlerde çalışmaya başladı. Yine de, Dilâver Paşa Nizamnâmesi'nin
getirdiği çalışma yükümlülüğü değişmedi ve Zonguldak maden işgücünün önemli
bir kesimini zorunlu hizmet yapan işçiler/köylüler oluşturdu, ilk
araştırmalarım, gerek rotasyon esasına göre çalışanların, gerekse yöre
dışından gelen daimî işçilerin ücretleri ve iş koşulları hakkında -çok kaba
ve yetersiz de olsa- birtakım bilgiler ortaya çıkarmıştır. Bu ilk bulgulara
göre, ikinci grup (daimî işçiler) daha iyi koşullarda çalışıyor ve daha
yüksek ücretler alıyordu.
Social Disintegration kitabımın yayınlanmasından sonra,
Başbakanlık Arşivi'nde ve başka arşivlerde bu konuyla ilgili çeşitli
araştırmalara giriştim, ama pek bir bilgi bulamadığım için madenciler
projesini bir yana bıraktım. Ne var ki, 1995 yılında gelişmeye başlayan bir
dizi olay sayesinde, maden işçilerine ilişkin belgelerin hâlâ mevcut
olduğunu öğrendim. Bu belgeler İstanbul veya Paris'te değil,
Zonguldak'taydı. 1997 yazında hangi belgelere ulaşabileceğimi öğrenmek
amacıyla Zonguldak'a gittim. Zonguldak'ta gerçekten olağanüstü bir belge
yığını buldum: Osmanlı Devleti'nin son yarım yüzyılında çalışan maden
işçilerine ilişkin on binlerce belge vardı. Belgeler, (bugün) devlete ait
olan kömür işletmeleri şirketinde. Karaelmas Üniversitesi'nde ve özel
kişilerde bulunuyor.
Kanımca, bu
belgeler, Osmanlı imparatorluğu’nu n son döneminin emek tarihine ilişkin en
önemli veri grubunu oluşturmaktadır. Önemleri yalnızca hacimlerinden değil
(gerçekten inanılmaz ölçüde çok belge karşımıza çıkmıştır), ayrıca
niteliklerinden de kaynaklanmaktadır. Osmanlı döneminden kalan diğer
belgelerin neredeyse tamamı, merkezî devletin görüşünü yansıtır ve Osmanlı
ekonomi ve toplumunun devlet-merkezli bir bakış açısıyla tutulmuş
kayıtlarıdır. Zonguldak'ta bulunan kaynaklar ise, tersine, olayların
yaşandığı yer ve zamanda kaydedilmiş belgelerdir, dolayısıyla tam anlamıyla
benzersiz bir nitelik taşırlar.
Ben, şu
anda, bu belgeleri düzenlemeye ve çevirmeye çalışıyorum, araştırma
projesinin ortasındayım. Dolayısıyla, aşağıdaki satırlar, devam eden bir
araştırmanın ilk bulgularını sunan bir gelişme raporu olarak okunmalıdır.
Kaynaklar arasında, maden müfettişlerinin madenlerdeki koşullar hakkındaki
günlük raporları önemli bir yer tutmaktadır. Bu raporlar sayesinde, Osmanlı
tarihi araştırmalarında ilk kez, elit olmayan grupların günlük hayatlarını
yeniden inşa etmek mümkün olmaktadır. Raporların birçoğunda, kaza, iş
güvenliği veya çalışma koşullan gibi çeşitli konularda işçilerin kendi
sözleri kaydedilmiştir. Pek çok cilt oluşturan başka kaynaklarda ise,
binlerce madencinin adları, doğum yerleri, yaşları, meslekleri, medenî
halleri, çocuklarının sayısı ve ücretlileri listeler halinde sıralanmıştır.
Daha başka ciltlerde de, Zonguldak'ta başmüfettişlik ile gerek yörenin
çeşitli yerlerindeki idarî görevliler, gerekse devlet merkezi arasındaki
yazışmalar bulunmaktadır. Şu anda, elimizde, geçici (rotasyon usulü çalışan)
işçiler üzerine, daimî işçiler hakkında olduğundan daha fazla veri var. Bazı
köylerden maden işçisi sağlan mis, bazı köylere maden payandası olarak
kullanılacak ağaçları kesme işi veril mis, bazı köyler de yük hayvanları
temin etmiştir. Bir köyden bir grup, düzenli olarak belli bir madende
çalışmış, aynı zamanda başka köylerden gelen başka gruplar da aynı işi
yapmıştır. Köylülere/işçilere madenlerde 15 günlük vardiyalarda kalma
yükümlülüğü getirilmiştir. Vardiya düzenini, köy muhtarları ve/veya mahalle
ileri gelenleri belirlemiştir. Madenlerde çalışan köylülerin yerini ala çak
öteki vardiya gelmezse, çalışanlar, işlerine devam etmek zorundaydılar.
Üstelik, işçilerin büyük bir çoğunluğunun, köylerine yakın madenlerde
çalışmadığı anlaşılıyor. Çalışacakları madenlere gitmek için kışın karla
kaplı yollarda günlerce yürümek zorunda kalan işçilere ilişkin bilgilere sık
sık rastlanıyor, işçilerin günde 12 saat çalışmaları öngörülmüştü (günde iki
vardiya), ama kayıtlardan iş saatlerinin uzatılmasının çok yaygın bir
uygulama olduğu anlaşılıyor. Kayıtlara göre, işçiler 1.5, hatta 2 vardiya
boyunca çalışıyordu (yani aralıksız 18 saat, bazen 24 saat), işçiler, 15
günlük yiyeceklerini köyden kendileri getiriyordu. Ayrıca, barınma sorununu
çözmek de işçilerin yükümlülüğüydü (muhtemelen Ereğli Şirket-i Osmaniyesi,
Osmanlı "madenci"lerinden Ragıp Paşa ve belki başka işverenler barakalar
inşa edene dek durum değişmemiştir). Bir köyden gelen grup birlikte yemek
yiyor, birlikte uyuyor; kimi zaman da, iş kazalarında birlikte can
veriyordu.
Zonguldak
köylüleri, yani rotasyon usulü madenlere gelen işçiler, daha yüksek
ücretlerle daha vasıflı işlerde çalıştırılmak üzere yöre dışından getirilen
daimî işçilerle birlikte çalışıyordu. Maden işçiliğinde deneyim kazandıkça,
muhtemelen, yöre dışından gelen işçilerin yaptıkları daha vasıflı işlere
geçiyorlardı. Bu konu, çok verimli bir araştırma alanı olacaktır.
Dolayısıyla, rotasyon usûlü çalışan Zonguldaklı işçiler ile başka
vilayetlerden ve yurtdışından gelen işçiler arasındaki ilişki araştırmada
önemle üzerinde durulacak bir konudur. Bu üç farklı grup, birçok iş
tecrübesini ve boş zaman faaliyetini paylaşıyordu, bu durum aralarında bir
dayanışma ve birlik duygusu geliştirmiş olmalıdır. Belgelerin sunduğu eşsiz
ayrıntı zenginliğinden yararlanarak, hem dayanışma bağlarının oluşumunu, hem
de etnik, bölgesel, dinsel, belki de vasıflı olup olmamayla ilgili
farklılıkların etkili olduğu noktalan ortaya çıkaracağımı umuyorum.
Şu ana
kadar inceleyebildiğim belgelerden belli başlı birtakım temalar belirmeye
başladı. Madenlerde çalışmanın getirdiği inanılmaz tehlikeler sürekli olarak
vurgulanıyor. Osmanlı döneminde Zonguldak madenlerinde, aynı dönemde
ABD'deki madenlere kıyasla çok daha sık kaza meydana geldiği
anlaşılmaktadır. Örneğin 1912-1913 yıllarında, 11 haftalık bir dönemde
Zonguldak madenlerindeki kazalarda 20 kişi hayatını kaybetmiştir. Maden
kazalarının çok sık yaşanmasının bir dizi sebebi vardı: Dönemin sonlarına
dek değişmeyen çok kötü çalışma koşulları, iş saatlerinin uzunluğu, maden
çıkarmanın doğasında yer alan tehlikeler ve dikkatsizlik. Birçok kazanın
altında yatan neden, uzun çalışma saatlerine ve ağır iş yüküne, olsa olsa
duyarsızlık olarak tanımlanabilecek bir işletmecilik tavrının eşlik
etmesiydi. Örneğin, Birinci Dünya Savaşı'ndan önce, Ereğli Şirket-i
Osmaniyesi'nin Üzülmez'deki madenlerinde çalışan, ama 3-4 kilometre
uzaklıktaki Zonguldak şehrinde oturan işçilerin durumunu ele alalım. O
sırada, şirket memurları ve görevlileri (memurin ve müstahdemin)
Zonguldak-Üzülmez hattından geçen kömür trenlerine eklenen özel yolcu
vagonlarında seyahat edebiliyordu. Ama işçilere bu hak tanınmamıştı ve söz
konusu mesafeyi yürümek zorundaydılar. Zaman kazanmak, yol yorgunluğu
çekmemek isteyen pek çok işçi (kurallara aykırı olarak) kömür taşınan
vagonlara atlayıp binmeye çalışıyordu. Bundan dolayı, zaman zaman ölüm veya
yaralanmayla sonuçlanan kazalar meydana geliyordu. İşçiler vagonun üstünde
uyuyup kalıyor veya trene atlarken veya atlayarak trenden inerken
düşüyorlardı. Bir başka kaza türünü, madenciliğin ayrılmaz bir parçası olan
kazalar oluşturuyordu. Madenlerde bacayı desteklemek için bağ bağlamak çok
tehlikeli bir işti. Bir kalasın yatay şekilde iki dikey kütüğün üzerine
yerleştirilmesi gerekiyordu. Yani, kömür veya taş tavan üzerine bir kalas
konuyor, sağlam olması için iyice çakılıyordu. Böylece oluşturulan yapı
madencilere destek ve güvenlik sağlıyordu, ama bağ bağlama işi büyük bir
risk taşıyordu. Bu iş yapılırken kayaların düşmesi çok sık rastlanan bir
olaydı. Bağ bağlamak, yaralanmalara yol açan maden kazalarının belki de en
önemli nedeniydi.
Genellikle
metan gazının (grizu) ve zaman zaman da kömür tozunun sıkışmasından meydana
gelen patlamalar çalışanların korkulu rüyasıydı. 1894 yılında devletin
madencilerin hayatını hiçe saydığını gösteren ünlü bir olay meydana
gelmişti. İşçiler, çalıştıkları madenin metan gazıyla dolduğunu görünce
işlerini bırakıp köylerine kaçmışlardı. Buna karşılık, maden nazırı jandarma
yollayıp, işçileri/köylüleri evlerinden ve tarlalarından zorla getirtmiş,
işbaşı yaptırmıştı. İlk dönemlerde kullanılan, açık gaz lambaları ve
havalandırma bacaları çok büyük tehlikeler oluşturuyordu. Ama giderek, büyük
ocaklarda, hızlı hava sirkülasyonu sağlayan mekanik körükler giderek bu
bacaların yerini aldı. Ayrıca, metan gazının veya kömür tozunun tutuşması
ihtimalini büyük ölçüde azaltan kapalı lambalar da, riskli yerlerde yaygın
olarak kullanılmaya başlandı. Yine de, maden kazalarının bir türlü ardı
kesilmedi.
Örneğin, Mayıs 1913'te, kapalı lambaları bulunan işçiler,
(Kilimli yöresindeki) Çamlı ocağında yeni bir kuyu açıyorlardı. Bu ocakta
elektrikle işleyen modern bir havalandırma sistemi vardı ve o güne kadar
hiçbir grizu sorunu yaşanmamıştı. Kazmacılar, taşları kırıp yeni bir kuyu
açarken, birdenbire bir grizu boşluğuyla karşılaştılar. O kapalı alandaki
gaz basıncı aniden arttı ve emniyetli lambalar söndü. Madenin başka
taraflarındaki işçiler arkadaşlarının yardımına koştular, ama bu işçiler
metanla dolu mekâna açık lambalarıyla gelmişlerdi. Bir yerde grizu patlaması
oldu, çıkan yangın madenin başka bir yerine sıçradı, kömür çıkarılırken
ortaya çıkan kömür tozunu tutuşturdu. Tam 11 kişi -bir çavuş, iki kazmacı,
sekiz amele- öldü, 19 amele yaralandı.
Neredeyse
bütün dönem boyunca yaralılar hiçbir malî yardım sağlanmadan köylerine,
gönderilip kaderlerine terk ediliyorlardı. 19. yüzyıl sonlarına doğru,
birkaç hastane kuruldu, sağlık hizmetleri iyileştirildi. Ne var ki, Osmanlı
dönemi boyunca, işçiler sağlık harcamalarım kendi ceplerinden karşıladılar.
Bir ikinci
önemli tema da, kamu sağlığı meselelerinin dönem içinde giderek devletin
ilgilendiği bir alana dönüşmesidir. Maden müfettişleri sık sık kazalara ve
iş güvenliği sorunlarına değindikleri için, bu konuda daha fazla bilgi
edinebileceğimi sanıyorum. 19. yüzyılın ikinci yarısına dek, çalışanların iş
güvenliği açısından korkunç bir durumda olduğu anlaşılıyor. Hem yörenin
jeolojik yapısı, hem de maden işletmecilerinin ve devletin konuya yeterince
önem vermemeleri bu duruma yol açmıştır. Sonraları, devlet müfettiş
tayinlerinin gösterdiği üzere iş güvenliğine ilişkin nizamnameler
çıkarmıştır. Osmanlı Devleti'nin genel olarak kamu sağlığına daha büyük önem
vermesinin bu gelişmede payı olduğu açıktır. Tabiî bu politika da, Osmanlı
Devleti'nin modern, rasyonel, teknolojik bir devlet olma yolundaki uzun
evriminin bir parçasıdır. Sağlık sorunlarıyla bağlantılı bir başka konu da
kömür madenlerinde iş disiplininin (inzibat) sağlanmasıdır. Devletin
gittikçe daha çok ilgi gösterdiği bu konu, maden müfettişlerinin
raporlarında giderek ağırlık kazanmıştır.
Maden işçilerinin iş güvenliği ve inzibat tedbirlerine
gösterdikleri tepkiler son derece ilgi çekicidir ve araştırmanın bir başka
önemli temasını oluşturmaya başlamıştır. Dekovillere atlayıp yolculuk etme
konusunda işçilerin sergilediği ısrarlı tavra yukarıda değinmiştik. Bir
başka örnek olarak, işçilerin üretim kotalarını karşılama istekleri ile
müfettişlerin tünelleri destekleyecek yeni yerler kazdırma talepleri (bu,
bazı işçilerin bir süre ücretsiz çalışmaları anlamına geliyordu) arasındaki
çelişkiden bahsedebiliriz. Kimi zaman da, işçiler, patlama olması riskine
aldırmadan, madenlere -gizli gizli- tütün ve kibrit sokuyorlardı. Kazalarda
yaralananların ve görgü tanıklarının olay sonrasında anlattıkları, çalışma
arkadaşlarının, (görünüşte güvenliğe önem vermemekten kaynaklanan) bu tür
'özensiz' davranışlarına nasıl bir gözle baktıklarını ortaya koyabilir, iş
disipliniyle ilgili bir başka örnek daha verelim. Ereğli Şirket-i
Osmaniyesi'nin işlettiği bir ocağın ana galerilerinden birindeki bir işçi,
çürümüş destekleri değiştirirken, lambasının sönmesi sonucu karanlıkta
kalmış, baltası bacağına çarparak hafif şekilde yaralanmıştı. Şirketin
işçilere ayda belli miktarda gaz yağı ve fitil verdiği anlaşılıyor. Ne var
ki, işçiler, evlerinde kullanmak amacıyla sürekli olarak gazyağı ve fitil
çalıyorlardı.
Osmanlı
işçilerinin güvenliğinden sorumlu müfettişlerin yabancı uyruklu olması,
işçilerin alıştıkları, çalışma şeklini değiştiren iş güvenliği tedbirlerine
ilişkin zaten karmaşık olan pazarlık sürecini daha da zorlaştırmış olabilir.
Üstelik, belgeler açıkça gösteriyor ki, işçiler, kazalardan kimin sorumlu
olduğunu müfettiş ve şirket yetkilileriyle tartışırken iş güvenliği dilini1
kullanmaya başlamıştır.
Özetlersek,
Osmanlı döneminde Zonguldak maden işçilerinin incelenmesi çeşitli açılardan
önem taşımaktadır. Her şeyden önce, böyle bir inceleme, Osmanlı işçilerinin
hayatını tam anlamıyla gün ışığına çıkarma imkânı sağlamaktadır. Böylelikle,
işçiler, Osmanlı tarihi araştırmalarında bugüne kadar mümkün olmayan ölçüde
merkezî bir yer kazanmaktadır. Yeni ortaya çıkarılan birincil kaynakların
-pek çok yönden- en önemli katkısı kanımca budur, ikincisi, bu araştırma
sayesinde, klasik proleterleşme modeline uymayan bir emek ordusunun
gelişimini yakından tanıma ve değerlendirme fırsatı bulacağız. Gerek kömür
gerekse de kömür madeni işçileri sanayi çağının can damarıdır. Oysa,
Zonguldak yöresinde, binlerce işçi mülksüz, topraksız, 'özgür' işgücü haline
gelmemiştir. Köyle bağlarını korumuş, madenlerde çalıştıktan sonra köylerine
dönmüşlerdir. Bu işçi-köylülerin varlığı, dünyanın farklı bölgelerindeki
toplumlar ve ekonomiler üzerinde sanayileşmenin etkisini anlamamız açısından
önemlidir. Üçüncüsü, bu araştırma, bize, (yerli ve yabancı) emek, (yerli ve
yabancı) sermaye ve devlet arasındaki etkileşimi görmemizi sağlayacak bir
bakış açısı kazandırabilir. Dördüncüsü, böyle bir araştırmayla, hem farklı
etnik gruplardan ve bölgelerden Osmanlı uyrukları arasındaki, hem de Osmanlı
uyrukları ile yabancılar arasındaki ilişkilere yakından bakma imkânına
kavuşuyoruz. Nihayet, bu inceleme, Osmanlı Devleti'nin son dönemlerinde
geçirdiği dönüşümü anlamak için çok değerli bir örnek sunmaktadır.
İngilizce’den çeviren TANSEL DEMİREL (Çevirideki katkılarından dolayı Yavuz
Selim Karakışla'ya teşekkür ederiz)
KAYNAKÇA
Çatma, Erol
(1998) Asker işçiler, Ceylan Y., İstanbul.
Ciladır,
Sina (1970) Zonguldak Havzasında Emperyalizm, 1848-1940, Ankara.
— (1977)
Zonguldak havzasında İşçi Hareketlerinin Tarihi, 1848-1940, Ankara,
Etingü,
Turgut (1976) Kömür Havzasında ilk Grev, İstanbul.
[İmer],
Hüseyin Fehmi (Nisan 1944) "Ereğli Maden Kömürleri Havzası," İş, Cilt 10,
Defter 2, # 38, 33-69.
İmer,
Hüseyin Fehmi (1973) hazırlayan Kerim Yunt, Hayatı-Hatıraları (1871-1960),
İstanbul.
Kahveci,
Erol (1996) "The Miners of Zonguldak", Erol Kahveci, Nadir Sugur ve Theo
Nichols, (der.), Work and Occupation in Modern Turkey içinde, Londra, ss.
172-207.
Naim, Ahmet
(1934) Zonguldak Havzası. Uzun Mehmet'ten Bugüne Kadar, İstanbul.
— (1985)
Bir Yudum Soluk, İstanbul, 2. Basım.
Özeken,
Ahmet Ali (1944) Ereğli Kömür Havzası Tarihi Üzerine Bir Deneme, 1840-1940,
İstanbul.
Quataert,
Donald ve Nadir Özbek (1999) "Ereğli Kömür Madenleri" Tarih ve Toplum, Ocak
ss. 11-18.
Quataert,
Donald (1983) Social Disintegration and Popular Resistance in the Ottoman
Empire, 1881-1908, NewYork.
Roy, Delwin
A., (1976) "Labour and Trade Unionism in Turkey: the Ereğli Coal Mines"
Middle Eastern Studies, 12, No. 3, ss. 125-172.
Savaşkan,
Bahri (1993) Zonguldak Maden Kömürü Havzası Tarihçesi, 1829-1989, Zonguldak.
Tesal,
Necip D. (1957) Zonguldak Vilayetinin İktisadî Ehemmiyeti, İstanbul.
Yersel,
Kadri (1989) Madencilikte Bir Ömür Anılar-Görüşler, İstanbul.
Bu revizyonun bîr açıklaması için bkz. Ciladır, 3 977; 9-10.
Quataert ve Özbek (1999).
Kaynakların bir açıklaması için bkz. ED 10, ss. 142-147 ve ED 16,
ss. 55-59. Bkz. Quataert ve Özbek (1999).
|