YOKSUL AİLELERE DÖNÜK
SOSYAL POLİTİKALAR
Doç. Dr. Ali Seyyar
GİRİŞ
Bugün, gelişmiş
ülkeler de dahî, yoksul ailelerin varlığından bahsetmek mümkündür.
Ancak, bu ülkelerde SOSYAL DEVLET anlayışı ileri bir boyutta olduğundan
ve sosyal politika araçlarının da etkin bir şekilde uygulandığından,
yoksul ailelerin en azından daha da yoksullaşmasının önüne geçilmekte,
kendilerine ve bakmakla yükümlü aile fertlerine, sosyal yönden kabul
edilebilir asgari seviyede bir hayat standardını yakalama fırsatı
verilmektedir.
Türkiye Cumhuriyeti
Devleti, 1961 yılından beri anayasal anlamda SOSYAL DEVLET olmasına
rağmen, kronikleşen ve yaygınlaşan yoksulluk sorununa karşı kalıcı bir
çözüm stratejisi oluşturma bakımından yetersiz kalmıştır. Şüphesiz,
bunun böyle olmasının başında yoksul ailelere dönük çok maksatlı ve
kapsamlı sosyal politikaların geliştirilmemiş olduğu gelmektedir.
Halbuki, nüfus artışı
ile birlikte yoksul ailelerin sayısında da bir artış görülmektedir.
Nitekim, DPT’nin 2001 yılında hazırladığı bir rapora göre, Türkiye’de
toplam yoksul sayısı 14.5 milyon civarında ve bunlardan takriben 12
milyon insanımız, karnını zor doyurmaktadır, yani mutlak anlamda
yoksuldur. Çalıştığı hâlde yoksul konumunda bulunanların oranı ise,
nüfusun hemen hemen yarısıdır. Yoksulluğun âdeta başıboş bırakılmasından
dolayı da sosyal siyasetin temel hedeflerinden kabul edilen sosyal
adaletin temini de mümkün olmamaktadır. DİE ve Dünya Bankası verilerine
bakılırsa, Türkiye’nin gelir dağılımının dünya ülkeleri içinde en kötü
durumda olduğunu söyleyebiliriz.
Birleşmiş Milletler
(BM) tarafından 2002 yılında yayınlanan “İnsanî Kalkınma Endeksi”nde
Türkiye, gelişmişlik düzeyi açısından sıralanan 173 ülke arasında 85.
sırada (AB üye ülkeler ise ilk 28 içinde) yer almaktadır. İnsanî Gelişme
Endeks değeri 0,742 olan Türkiye, böylece orta insanî kalkınma
standartlarına sahip ülkeler grubuna girmektedir. BM kaynaklarına göre,
ülkemizde okur-yazar olmayan oranı % 14.9, sağlıklı içme suyuna
ulaşamayanların oranı % 17, beş yaş altında yeterli beslenemeyenlerin
oranı % 8, günde ancak bir Dolarla geçinmek durumunda olanların payı %
2.4 (mutlak yoksullar) ve günde iki Dolarla geçinebilenlerin payı ise %
18’dir (göreceli yoksullar).
Gerçi geç de olsa,
son yıllarda Türkiye Cumhuriyeti hükümetleri, yoksulluğun karşısında
sosyal politikaların önemini anlamış gibi görünmektedir.
Ancak, gözle bile görülebilen yoksulluk tablosunun karşısında sosyal
siyasetin temel esasları doğrultusunda aile odaklı ve yoksul aile dostu
sosyal politikaların geliştirilmesi ve sosyal politika yöntemlerinin
süratle uygulanması gerekmektedir.
Çalışmamızın temel
gayesi de, gelişmiş ülkelerin sosyal politika uygulamalarını da dikkate
alarak, memleketimizde yaşayan yoksul ailelerin SOSYAL KORUMA kapsamına
alınmasını sağlayan sosyal politikaları belirlemek ve uygulamaya dönük
alternatif çözüm stratejileri sunmaktır.
1. SOSYAL SİYASET
KAPSAMINDA “AİLE DOSTU” VE “YOKSUL AİLE ODAKLI” SOSYAL POLİTİKALAR
Hangi ilke veya dünya
görüşüne dayanırsa dayansın, sosyal siyaset uygulamaları, ortaya çıkan
değişik sosyal sorunların çözümünde önemli bir araçtır. Sebebe bağlı
sosyal siyaset anlayışı ve uygulamasına göre genelde sosyal
politikaların hayata geçirilmesi, makul bir sosyal gerekçe veya olgunun
bulunmasına bağlıdır (örn. yoksulluk; hastalık; malullük; sakatlık,
vb.).
Ancak, her bir sosyal
olgu, mutlak anlamda sosyal politikaların uygulanması için bir kaynak
veya zaruret teşkil etmemektedir. Asıl mesele, sosyal olgunun, kişiye ve
sosyal çevresine maddî ve(ya) mânevî bir zarar getirip getirmediğidir.
Bunun için, sosyal olgunun, netice itibariyle veya son tahlilde kişinin
sosyal hayatını ciddî anlamda olumsuz yönde etkilemelidir. Neticeye veya
daha somut bir izahla zarara bağlı sosyal siyaset anlayışı ve
uygulamasına göre, sosyal politika uygulamaları, maddî yoksulluk, sosyal
tecrit, sosyal sapma gibi kamusal anlamda sosyal korumayı gerektiren
muhtaçlığın söz konusu olması durumunda devreye girmektedir.
Yoksulluk olgusu
çerçevesinde yoksul ailelerin varlığı, maddî boyutunun yanında bir çok
psiko-sosyal sorunları da içinde barındırmaktadır. Dolayısıyla, hem bir
sosyal gerekçe, hem de maddî-mânevî kayıplara yol açması bakımından
yoksul aileler, sosyal siyaset kapsamında değerlendirilmesi ve
çözümlenmesi gereken bir konudur. Bundan dolayı da, genel anlamda aile
dostu sosyal politikalar kapsamında yoksul ailelerin özel durumlarını
dikkate alan sosyal (koruma) politikaların oluşturulması ve
geliştirilerek uygulanması gerekmektedir.
Aile dostu sosyal
politikalar, “sosyal siyaset kapsamında, huzurlu ve sağlıklı toplum
tesis etmek maksadıyla aileler ve aile fertleri için oluşturulan sosyal
program, eğitim, destek ve yardımların bütünü iken, yoksul ailelere
dönük sosyal politikalar ise, aile fertlerini, psiko-sosyal, demografik,
fizyolojik ve ekonomik durumlarına göre, geçici veya sürekli olarak
sosyal koruma kapsamına almak isteyen acil eylem programlarıdır. SOSYAL
KORUMA, yoksul kişilerin, (kamusal) sosyal yardım kapsamında hem maddî
yetersizliklerini gidermek, hem de sosyal hizmetler (sosyal pedagoji)
ekseninde kişilerin toplum ve(ya) iş hayatına katılmalarını sağlayan
uygulamalardır. ”
Kamusal sosyal yardım
ve sosyal hizmetlerin birlikte yürütüldüğü bir sosyal politika aracı
olarak SOSYAL KORUMA’nın hedef kitlesi, yetim, öksüz, fakir, aceze
(bakıma muhtaç), yaşlı, özürlü, (kronik) hasta, yoksul, işsiz gibi
sosyo-ekonomik, bedenî ve fizyolojik faktörlerin meydana getirdiği
karmaşık olumsuzluklardan ötürü, yardıma ve(ya) korunmaya muhtaç aile
fertleridir.
Sosyal korumanın uygulanmadığı bir ülkede, risk
kapsamında olan bütün sosyal grupların, toplum hayatından tecrit edilme
tehlikesinin yanında en temel maddî ihtiyaçlarını dahî
karşılayamayacaklarından dolayı açlığa ve sefalete itilmeleri söz konusu
olmaktadır.
Yalnızlığa, güçsüzlüğe, ebedî yoksulluğa ve
mutsuzluğa itilen risk grupları, içinde yaşadıkları topluma,
kültürel-manevî değerlere, tarihî mirasa ve rol dağılımına karşı da
ilgisini kaybeder ve belki de sosyo-kültürel değerleri de mânâsız
göreceklerinden ötürü bunları ya hafife almaları, ya da reddetmeleri de
mümkündür. Sosyal yabancılaşma olarak tarif edilen bu gidişatta,
yoksullar toplumun millî ve mânevî değerlerinden uzaklaşmaları sonucunda
psikolojik yönden de bir çözülmeye giderler. Bunun için, sosyal devletin
ve sosyal belediyelerin sosyal koruma politikaları önem arz etmektedir.
Gelişmiş sosyal
devletler, değişik sosyal politika yöntemleri ile, sosyo-ekonomik yönden
en zayıf ailelerden başlayarak, toplumun bütün üyelerinin sosyal refah
düzeylerinin iyileştirilmesi yönünde sosyal politikalarını uygulamaya
koymaktadır. Sosyal devletler, bunu yaparken, muhtemel yeni sosyal
sorunların daha gün ışığına çıkmasına veya mevcut sosyal sorunların daha
da girift hâle gelmesine fırsat vermeden, önleyici tedbirler ihtiva eden
koruyucu sosyal politika ve hizmetlerini sürekli olarak geliştirmek
mecburiyetindedirler.
Stratejik ve bütüncül
sosyal siyaset uygulamaları ekseninde yoksulluğa karşı verilen
mücadelede, sosyal siyaset hedeflerinin her birisinin dikkate alınması
gerekmektedir. Meselâ sosyal devlet, işsiz kalanların gelir kayıplarını
telafi edebilmek için, sosyal adalet hedefine uygun olarak, gelir
dağılımı politikaları çerçevesinde sosyal güvenlik çatısı altında
işsizlik sigortasını ve bununla birlikte veya bundan ayrı olarak Kamusal
Sosyal Yardım sistemini oluşturması gerekmektedir. Maddî kaynakların
transferi (işsizler açısından sosyal gelir, devlet açısından sosyal
harcama-transfer) neticesinde işsizlerin ortalama gelir seviyesinin
tespit edilen asgarî hayat standardının (açlık sınırı) üzerine çıkması
hâlinde sosyal devletin görevi, ilk etapta tamamlanmış sayılabilir.
Ancak, sosyal
siyasetin diğer hedeflerini de dikkate aldığımızda (sosyal
barış-bütünleşme-kaynaşma-tekâmül) sosyal devletin, maddî yoksulluğu
(açlığı) gidermenin ötesinde, özellikle göreceli yoksulluğa ve sosyal
tecride karşı sosyal hizmetler, meslekî eğitim ve istihdam alanlarında
ilave bazı tedbirler alması icap edecektir.
1.1. Yoksul
Ailelerin Ortaya Çıkmasını Engelleyen Koruyucu Sosyal Politikalar
1.1.1. Aktif
İstihdam Politikaları ve Meslekî Eğitim Programları
Aktif istihdam politikaları, devletin, işsizlik
sorununu çözmek, işsizlerin sayısını azaltmak maksadıyla, devletin iş
alanlarının açılmasına ve dolayısıyla emek talebinin artmasına yönelik
dolaylı-dolaysız bir biçimde uyguladığı sosyo-ekonomik politikaların
bütünüdür. OECD, aktif istihdam politikalarını, “iş piyasasını ve
işçilerin işle ilgili niteliklerini geliştirmek ve daha etkin bir iş
piyasasını teşvik etmeye yönelik önlemler” şeklinde tanımlamaktadır.
Aktif istihdam politikaları, yoksulluğun kaynağı olan
işsizlik sorununu ortadan kaldırmak için, çalışmaya muktedir olan
yoksulların ve işsizlerin çalışma hayatına dönüşlerini
kolaylaştırmaktayken, pasif istihdam politikaları, işsizlik süresi
içinde gelirden mahrum olanlara, yoksulluğa düşmelerini engelleyici
maddî destek sağlamaktadır (işsizlik sigortası kapsamında işsizlik
ödeneği veya işsizlik sigortasından yararlanamayanlar için işsizlik
yardımı veya kamusal sosyal yardım).
Bazı gelişmiş
ülkeler, aktif istihdam politikaları çerçevesinde yeni teknolojileri de
dikkate alan (yeniden) meslekî eğitim programları, esnek (alternatif)
çalışma imkânları, sosyal sigortalar prim ve(ya) vergi oranlarının
aşağıya doğru çekilmesi gibi reel sektör yatırımlarını ve üretime dönük
yöntemlerle istihdam oranını arttırmayı hedeflemektedir.
Aktif istihdam
politikaları kapsamında genelde aşağıdaki tedbirlere başvurulmaktadır:
1.)
İşletmelere ve KOBİ’lere dolaylı-dolaysız
sübvansiyon (malî destekler veya üretim maliyetlerini düşürücü
tedbirler) ve rekabet artırıcı teknolojik destek.
2.)
Yatırımlar için ucuz arazı tahsisi veya
kredisi.
3.)
Özel şirket hisselerin hükümetçe satın
alınması.
4.)
Geçici veya koruyucu istihdam tahsisleri.
5.)
Kamu tarafından finanse edilen işletme içi
eğitim ve işe alıştırma programları
6.)
Amortisman iadesi.
7.)
İş Kurumları tarafından işsizlikten en fazla
etkilenen ve uzun süreli işsizlere, iş deneyimi kazandıracak
programların veya vasıflı işgücü yetiştirme kurslarının uygulanması.
8.)
Emek piyasasında iş bulma şansı zayıf olan
uzun dönemli işsiz genç, özürlü, kadın veya yaşlıların işverenlerce
çalıştırılmaları hâlinde işçi ücretlerinin veya sosyal sigorta prim
ödemelerinin bir kısmının devletçe karşılanması (İstihdam Sübvansiyonu).
9.)
İş Kurumları aracılığı ile çalışmaya muktedir
özürlülerin istihdamını kolaylaştıran kota sisteminin uygulanması,
istihdamı zor olan özürlüler için meslekî rehabilitasyon merkezleri veya
korumalı işyerlerinin açılması.
10.)
Emek piyasasının nitelikli eleman ihtiyacını
karşılamak üzere kayıtlı işsizlere ve işini kaybetme tehlikesi ile karşı
karşıya bulunan işgücüne mesleğe hazırlık, meslek edindirme, meslek
değiştirme ve meslek geliştirme eğitimi programlarının uygulanması..
11.)
Kendi işini kuracak işsizlere yönelik meslekî
bilgi, girişimcilik eğitimi, iş kurma danışmanlık hizmetleri ve beceri
kazandırma kurslarının açılması. Kendilerine teknik ve malî destek
sağlanması.
12.)
Toplum yararına çalışma programlarının
düzenlenmesi. Özellikle uzun süre işsiz kalan vasıfsız işgücüne, sosyal
olarak faydalı olabilecek ve sıfıra yakın sermaye yatırımıyla, daha çok
kamu hizmetine dayalı olarak örgütlenmiş alanlarda (park, bahçe, sokak
temizliği vb.) istihdam imkânı sağlayan programların tertiplenmesi.
13.)
Sosyal sigortalı olarak çalışır iken işsiz
kalanların sosyal güvenliğini temin etmek maksadıyla kendilerine
issizlik ödeneğinin verilmesi ve sosyal sigorta kapsamı dışında kalan
işsizlere KSY kapsamında işsizlik yardımının yapılması.
Bilindiği gibi,
sermaye birikiminin yetersizliği ile esas itibariyle yine bu sorundan
kaynaklanan düşük istihdam, işsizlik ve dolayısıyla yoksulluk,
gelişmekte olan bir ülkenin temel sorunlarındandır. Toplumun sosyal
yönden gelişmesi de üretim gücünün, yani üretim ve tüketim mallarının
toplamı olan toplam sermayenin büyümesine bağlıdır. Sermaye birikim
sürecini hızlandırabilmek için, girişimciliği teşvik etmek ve sosyal
politika kapsamında her türlü esnek istihdam yöntemlerine yer vermek
gerekmektedir.
Bu çerçevede yerel
İş-Kur, özerk bir şekilde aktif istihdam politikaları uygulayabilecek
konuma getirilmelidir. Yoksul kesim için gelir elde etme ve istihdam
imkânlarının arttırılması için, mikro kredi uygulamaları, meslekî
eğitim, meslekî beceri kursları, iş başında eğitim, iş dışında yeniden
eğitim, temel bilgi-beceri kursları gibi sürekli olarak üretime ve
istihdama dönük eğitim ve beceri kazandırma programları
tertiplenmelidir. İşsiz yoksulların bilgi ve becerilerini
geliştirebilmeleri için, tarım, hizmetler, inşaat, bilişim, sanayi,
turizm ve el sanatları sektörlerinde düzenlenebilecek meslekî rehberlik
ve danışmanlık programları, küçük ölçekli ve yeni kuruluşlar için
düşünülmelidir.
Mahallî bazda
düzenlenecek meslekî kurslar, özellikle yöresel el sanatlarını, yeni
mamul, yöntem, sistem ve üretim teknikleri ile evrensel açılımlara
taşıyabilecek nitelikte olması, o yörelerin hem kalkınması, hem de
tanınması açısından önemlidir. Bu programların sonucunda, kişilerin
istihdam edilebilirlikleri veya çalıştıkları işte kalma şansları
artırılmalı veya serbest meslek erbabı olmak isteyenlerin iş yönetme
yetenekleri ile girişimcilikleri teşvik edilmelidir.
1.1.2.
Küçük Müteşebbislere Malî ve Teknik Destek Hizmetleri
Belli bir beceri ve
deneyime sahip olup da kendi işini kurmak isteyen, fakat yeterli
derecede sermayeye olmadığı için işyerini kuramayan girişimci kişilere,
özellikle üretime dönük küçük işletmelerin oluşturulması için finansman
desteği sağlanabilir. Emek yoğun nitelikte olan bazı işletmeler, çok
küçük başlangıç sermayesi ile istihdam sağlayıcı bir etkinliğe sahip
olduğunu hatırlatmakta fayda vardır. Yeter ki, küçük bir işyeri kurmak
isteyenlere lojistik desteğinin yanında fizibilite çalışmaları
çerçevesinde yönetim ve organizasyon desteği de sağlanabilsin.
Kendi işini kurmak
isteyenlere, bazen nakdî yardım yerine işletme için gerekli olan makine
ekipmanı ve temel malzemeler temin edilir ve iş sahibine teslim
edilebilir. Bu makine ve ekipmanların mülkiyeti, proje süresince projeyi
destekleyen yardım kuruluşunun oluşturacağı fon yönetimine, kullanıma
ilişkin denetim ve sorumluluk da proje yönetimine ait olabilir.
İşletmede çalışacak kişiler ise, aynı zamanda işletmenin sahibi olarak
kullanım hakkına sahip oldukları makine ekipmanların kullanımından mesul
tutulmalıdırlar. İşletmenin başarılı bir şekilde yürütülebilmesi için,
iş sahiplerine pazarlama, hukuk, muhasebe, yönetim, organizasyon ve
insan kaynaklarına ilişkin her türlü destek, eğitim ve danışmanlık
hizmetleri sağlanmalıdır.
Başarılı bir şekilde işletmeyi yürüten iş sahiplerine belirli bir
süreçten sonra bütün araç-gereç bir protokolle ya hibe yoluyla
devredilmeli, ya da uzun vadeli olarak taksitle satılmalıdır.
Projelerin finansman
bakımından hayata geçirilebilmesi için, kamu ve özel sektör kurum ve
kuruluşlarının deneyim paylaşımı ve sponsorluğunun yanında uluslar arası
fonlardan da azamî derecede yararlanmalıdır. Proje çerçevesinde
oluşturulacak bazı işletmeler, bir fondan veya dış kaynaklı yardımlarla
çeşitli yardım kuruluşlarından (Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı;
Dünya Bankası; İslam Kalkınma Bankası) hibe yoluyla sağlanabilmektedir.
Örneğin, T.C.
Hükümeti, Avrupa Komisyonu ile birlikte, ülkemizdeki işsizlik sorunun
çözümüne yönelik 2004 yılında geliştirdiği aktif işgücü programları
projesi kapsamında özel olarak oluşturulan 32 milyon EURO büyüklüğündeki
hibe şeklinde verilen AB fonu, bu gibi projeler için düşünülmüştür.
Nitekim, sunulacak projelerin hedef kitlesinde İş-Kur’a kayıtlı
işsizler, gençler, kadınlar, özürlüler, eski hükümlüler, uzun süreli
işsizler, kırdan kente göç edenler gibi sosyal risk grupları yer
almaktadır.
Projeler için ayrılan
kaynaklar, İş-Kur işsizlik verileri göz önüne alınarak, belirlenen
bölgelere göre tahsis edildiğinden, belirli bir bölgeden yeterli sayı ve
nitelikte proje gelmemesi hâlinde, kaynakların daha fazla sayıda uygun
proje çıkaran diğer bölgelere aktarılması söz konusu olacaktır. Onun
için, yoksulluk ve işsizlikle mücadele edilmek isteniyorsa,
Kahramanmaraş İlinde teklif yapabilen bütün kurum ve kuruluşlar, farklı
sektörler için birden fazla proje üretip, bunları en geç Haziran 2004’e
kadar ilgili mercilere teklif etmelidir.
Proje üretmede resmî ve yarı resmî kurumlarının
yanında sivil toplum örgütleri de aktif rol alabilirler. Kâr amacı
gütmeyen eğitim kuruluşları, araştırma enstitüleri, kooperatifler,
üniversiteler, işçi ve işveren sendikaları, sanayi, ticaret, ziraat,
meslek oda ve kuruluşları, vakıflar, dernekler ve yerel yönetimler, ayrı
ayrı olarak veya birlikte ciddî projeler üretebilirler. Her bir projeye
verilebilecek hibe miktarı, 10 bin ile 375 bin EURO arasında
değişmektedir. Malî boyutuyla aranan tek şart, verilecek hibenin, teklif
edilen projenin toplam maliyetinin % 90’ını aşmamasıdır. Bir başka
ifadeyle, başvuru sahibinin projenin en az % 10’unu kendi kaynaklarıyla
karşılayabilmesi gerekmektedir.
1.1.3. Sosyal Konut Politikaları
Bilindiği gibi,
barınma ihtiyacı, insanların temel sosyal ihtiyaçlarından sayılmaktadır.
Sosyal konut politikaları, özellikle muhtaç insanların sağlıklı bir
ortamda barınma ihtiyaçlarını, mümkünse kendi bütçelerine uygun bir
biçimde karşılayabilmek için, oluşturulan politikaların bütünüdür.
Sosyal konutun hedefi, her aileyi, ailenin ekonomik durumuna uygun,
ödeyebileceği fiyatta, sağlık, güvenlik ve huzur sağlayacak meskenlere
kavuşturmaktır.
Gelişmiş sosyal
devletler tarafından gelir seviyesi düşük olan aileler için inşa
ettirilen sosyal konutların özellikleri genelde şunlardır:
1.)
Kira veya satış bedeli konut piyasasının
altındadır.
2.)
Barınma şartları, iç ve dış mimarî özellikleri
standartlara uygundur (Tuvalet, banyo, su, elektrik, lavabo, ısıtma
sistemi normlara uygundur).
3.)
Çevre ile uyumludur: Konutlar tabiî ve sosyal
çevreye uygun olarak inşa edilir ve aile fertlerinin sağlıklı bir
ortamda hayat sürdürebilmelerine imkân tanınır.
Almanya'da sosyal
konutların yapımı iki yöntemle gerçekleşmektedir:
1.)
Merkezî idarenin malî desteği ile çoğu kez
mahallî idarelerin girişimi neticesinde yapılan toplu sosyal konutlar.
2.)
Özel sektörün veya şahısların mülkiyeti
altında bulunan konutların tadilatı ve restorasyonu için mahallî
idarelerce sağlanan nakdî yardımın karşılığı olarak bu konutların,
sosyal konut olarak belirli bir süre için mahallî idarelerin denetimi
altına alınması ve ihtiyaç sahibi yoksullara düşük kira bedeline
verilmesi.
Sosyal konutların
dağıtımında ilk önce yardıma muhtaç ve çok çocuklu aileler, bebek
bekleyen aileler, genç ve yoksul evliler, tek ebeveynli aileler
(genellikle babasız çocuklu anneler), yaşlı ve özürlülere bakmak
mecburiyetinde olan aileler tercih edilmelidir.
1.2. Yoksul
Ailelere Dönük Sosyal Koruma Politikası Olarak Kamusal Sosyal Yardım
(KSY) Programları
Yoksul ailelerin
ortaya çıkmasını önleyen koruyucu sosyal politikaların etkilerini orta
ve uzun vadede görmek mümkün olacağından mevcut yoksul ailelerin, zaman
kaybedilmeksizin derhal sosyal koruma kapsamına alınması gerekmektedir.
Yoksullukla bir mücadele yöntemi olarak sosyal koruma
politikaları, sosyal siyaset anlamı ve kapsamında değerlendirilmelidir.
Sosyal koruma politikaları, merkezî veya mahallî yapı ve idare içinde
kamusal bir nitelik taşıyabileceği gibi, bireysel ve toplumsal bir
davranış biçimi olarak da kendisini gösterebilir. Bir başka ifadeyle,
sosyal yardım ve sosyal hizmetler, kamu kurumları aracılığı ile
gerçekleştirilebileceği gibi, sosyal gelişmişlik yönünden ileri bir
noktada olan batı ülkelerinde olduğu gibi, sivil toplum örgütleri ve
dinî cemaatler vasıtasıyla da hayata geçirebilir.
Muhtaç bir insan denilince, genellikle kişinin yoksul
ve dolayısıyla maddî yönden yardıma muhtaç olduğu anlaşılmaktadır. Bu
durumda, kendisine her hangi bir yerden veya kurumdan ekonomik yönden
destek sağlanmalıdır. Bu ekonomik destek, devlet kurumları aracılığı ile
sağlanıyorsa, sosyal siyaset literatüründe buna KAMUSAL SOSYAL YARDIM
denmektedir.
KSY, kendi ellerinde olmayan sebeplerden dolayı fakir
olarak doğan veya sonradan yoksulluğa düşen ve dolayısıyla mutlak veya
nispî olarak yardıma muhtaç hâle gelen kişilere, insanlık haysiyetine
yaraşır düzeyi sağlamak maksadıyla, çoğu kez devlet bütçesinden
(fonlardan) tek taraflı olarak yapılan karşılıksız (veya kişinin
durumunun iyileşmesi hâlinde daha sonra geri ödeme şartına bağlı olarak
yapılan) maddî desteklerdir.
Sosyal güvenlik yöntemini ifade eden kavramların en
eskisi olan KSY, sosyal güvenliğin tarihî oluşum ve gelişim süreci
içinde, bir başka ifadeyle daha sosyal sigortalar sistemi kurulmadan çok
daha evvel değişik tedbir ve vasıtalarla hayata geçirilmiş, özellikle
dinî kurumlar ve vakıflar tarafından uygulanmıştır.
Bugün, bir devletin sosyal sigorta sistemi ne kadar
gelişmiş olursa olsun, ortaya çıkabilecek olağanüstü ve plân dışı sosyal
riskler karşısında yeterli olamamaktadır. KSY, temelde diğer sosyal
güvenlik sistemlerinin boşluklarını ve(ya) eksikliklerini doldurmakta ve
tamamlayıcı bir rol üstlenerek, genellikle sadece münferit hallerde
devreye girmektedir. Dolayısıyla, sosyal sigortalı olsun veya olmasın,
gelir seviyesi düşük ve(ya) bununla birlikte değişik sebeplerden dolayı
(çocuk, yüksek kira gibi) sosyal giderleri yüksek olan muhtaç
yoksullara, yoksulluk derecelerine göre, aynî ve nakdî yardım yapılması
kaçınılmazdır.
Sosyal güvenliğin, sosyal sigortalar sisteminin
dışında da sağlanmasında KSY’nin büyük bir katkısı vardır. Sosyal
güvenlik yöntemlerinden sayılan KSY’nin finansman biçimi ve yararlanma
şartları, primli sisteme dayanan sosyal sigorta yönteminden farklıdır.
Şöyle ki, dağıtılan sosyal yardımlar, devlet bütçesinden (vergilerden)
karşılanmakta ve karşılığında muhtaçlık dışında çoğu kez bir şart
aranmamaktadır.
Bir ülkede (maddî)
yoksulluğun varlığı, o ülkede sosyal koruma ve sosyal yardım sisteminin
yetersiz olduğunun ve sosyal politikaların etkin bir şekilde
uygulan(a)madığının önemli bir işaretidir. Birincil gelir dağılımının
olumsuz tezahürlerini ortadan kaldırabilmek için, gelir seviyesi düşük
veya bundan tamamen mahrum olan sosyal kesimlere KSY’de bulunmak, sosyal
adaleti tesis etmek bakımından önemli bir vasıtadır. Bütçe açıkları
sebebiyle yeteri derecede KSY’de bulunamayan ülkelerde gelir
dağılımındaki adaletsizlik gittikçe daha büyümektedir.
İktisadî sosyal
siyaset doktrinine göre, birincil gelir dağılımının meydana getirdiği
yoksulluk riskinin ortadan kaldırılması, mevcut kaynakların (yeniden)
dağıtıma tâbi tutulması ile mümkündür. Bu görev de, sosyal devlete
düşmektedir. Sosyal politika çerçevesinde oluşturulması gereken dağıtım
enstrümanları ile (KSY, Devletçe Bakılma, Sosyal Tazminat,
Sübvansiyonlar vb.) ikincil gelir dağılımı sağlanmaktadır. Bu şekilde
elde edilen sonuç, birincil gelir dağılımına göre çok daha âdildir ve bu
yöntemle fakir ile zengin arasındaki uçurum gittikçe azalmaktadır.
Ancak, sosyal siyaset
enstrümanları ile maddî kaynakları yeniden dağıtmak, yoksulluğun bütün
boyutlarını bertaraf etmek ve özellikle insan şahsiyetini korumak
açısından yeterli değildir. Alternatif ve(ya) geniş anlamda sosyal
siyaset, örneğin sosyal hizmetler aracılığıyla, sosyal tecrit gibi
tehlikeleri ortadan kaldırmak ve toplumsal şartları iyileştirmek için,
sosyal hayatın bütün alanlarında fırsatların da eşit bir şekilde
dağılımını öngörmektedir.
İktisadî sosyal
siyaset ekseninde geliştirilen dağıtım politikaları, yoksulluğu veya
yoksulluk riskinin doğurabileceği maddî zararları, kayıpları veya
imkânsızlıkları ortadan kaldırmayı hedeflemektedir. Toplumsal politika
anlamında sosyal siyaset ise, geliştirilmiş farklı enstrümanlar ile
sosyal tecrit riskinin önüne geçilmesi yönünde tedbirlere müracaat
etmektedir. Her ülke, sosyo-ekonomik gelişmişlik seviyesine ve sosyal
siyaset anlayışına göre, yoksulluk ile mücadele noktasında farklı
uygulamalar tercih etmektedir.
1.2.1. KSY
Kapsamına Giren Muhtaç Aileler
Muhtaçlık, genelde
kişinin, çalışma imkânı bulamaması (işsizlik), çalışamayacak derecede
özürlü-malul-yaşlı-hasta olması, gelir getiren bir mal varlığına-kaynağa
sahip olmaması neticesinde ortaya çıkan bir durumdur. Ülkemizde
muhtaçlık, "kendisi, eşini ve bakmakla yükümlü olduğu çocuklarını, anne
ve babasını bulunduğu mahallin hayat şartlarına göre asgarî seviyede
geçindirmeye yetecek geliri, malı veya kazancı bulunmama" hâli olarak
tanımlanmaktadır.
Bu tanım, daha çok
maddî (mutlak) yoksulluğu izah etmektedir. Geniş anlamda muhtaçlık
kategorisine, göreceli yoksulluk ile sosyal hizmetler kapsamına
girebilen unsurlar da girmektedir. Şu bir gerçek ki, özellikle ülkemizde
çalışmasına, bir mal varlığına veya gelire sahip olmasına karşılık, bir
çok insan, yine de geçimini tam olarak sağlayamamaktadır. Dolayısıyla,
kişinin eline geçen gelir, onu zaruretten kurtarmada yetersiz ise kişi,
yardıma muhtaç sayılmalıdır. Elbette muhtaçlığın kendi içinde dereceleri
ve türleri bulunmaktadır. Sağlanacak sosyal yardımın muhtevası, türü,
süresi ve miktarı da buna göre farklı ve esnek bir biçimde
düzenlenmelidir.
Genel anlamda
muhtaçlık ve dolayısıyla sosyal koruma (KSY ve sosyal hizmetler)
kapsamına girebilmek için, kişide aşağıdaki dört şart aranmaktadır:
1.)
Yoksulluk, yani gelir yokluğu veya
yetersizliği.
2.)
Sosyal hizmetler kapsamında değerlendirilen
psiko-sosyal risk unsurlarının varlığı.
3.)
Kronik Hastalık, yaşlılık, malullük,
özürlülük.
4.)
Kimsesizlik, terk edilmişlik ve yalnızlık.
Sosyal koruma programlarından yararlanması
gerekenler, gerçekten yardıma, bakıma ve(ya) diğer sosyal hizmetlere
ihtiyaç duyan kişilerdir. Muhtaç kişiler, geçimini kendi başına ya hiç,
ya da yeterince sağlayamayan ve bu sebeple de hayat boyu veya geçici bir
süre için, şu veya bu şekilde yardıma muhtaç hâle gelmiş kimselerdir.
Daha detaylı olarak açıklayacak olursak, yardıma muhtaç aileleri,
aşağıdaki kriterlere göre belirleyebiliriz:
1)
Her hangi bir yerden gelir
kaynağı olmayan işsizler.
2)
Çalıştığı ve kazancı olduğu
hâlde kendi zarurî ihtiyaçlarını ve(ya) bakmakla yükümlü olduğu aile
fertlerinin temel ihtiyaçlarını karşılayamayan aile fertleri.
3)
Yardıma muhtaç çok çocuklu
aileler, dul ve(ya) boşanmış çocuklu kadınlar.
4)
Yardıma ve(ya) bakıma muhtaç
âciz yaşlılar ve özürlüler (acezeler).
5)
Herhangi bir kazaya uğramış veya
meslek hastalığına yakalanmış ve bundan dolayı da tamamen veya kısmen ya
da geçici olarak malul duruma düşmüş yardıma ve(ya) bakıma muhtaç
kişiler.
6)
Kendileri veya aile fertleri
hapiste olan ve bundan dolayı da yardıma muhtaç hâle gelen aile
fertleri.
7)
Özellikle sosyal sigortalar
kapsamı dışında kalan ve sağlık hizmetlerinden yararlanması gereken
yoksul aileler ve hamile bayanlar.
8)
Eğitim gören veya göremeyen
fakir ailelerin çocukları.
9)
Uygun meskeni olmayanlar,
elverişsiz ve sağlıksız ortamlarda barınanlar veya kira bedellerini
ödemekte güçlük çeken aileler.
10)
Yeteri derecede maddî imkânı
olmayan ve evlenmek isteyen gençler.
11)
Değişik tabiî âfetlerden dolayı
yardıma muhtaç hâle gelen aileler.
12)
Tabiî âfetlerden dolayı zarara
uğrayan çiftçi aileler.
13)
Borçlarından kurtulamayan ve
bundan dolayı da geçim sıkıntısı çeken aileler.
1.2.2.
Türkiye’de Yoksul Ailelere Dönük
KSY Uygulamaları
Türkiye’de, sosyal
yardım amaçlı kanunî düzenlemelere rağmen resmî olarak tanımlanmış bir
yoksulluk sınırı olmadığından, hangi gelir seviyesi altında kalanlara
KSY yapılması gerektiği hususunda ortak bir uygulama yöntemi
bulunmamaktadır.
Bunun yanında bütün
muhtaçları veya belirli muhtaç grupları içine alan KSY niteliği taşıyan
sosyal koruma uygulamaları, gelişmiş sosyal yardım sistemlerinden farklı
olarak, yoksulluk sınırını son derece düşük gelir seviyesinde
tutmaktadır. Dolayısıyla muhtaçlara geçici ve sürekli olarak sağlanan
aynî ve(ya) nakdî yardımlar da, çoğu kez kifayetsiz kalmakta ve aile
fertlerinin sosyal refah seviyesine bir katkı yapamamaktadır.
Diğer taraftan
Türkiye’de sosyal sigortalı olarak çalışanlar, aile fertleri ile
birlikte genelde sosyal güvenlik kapsamında sayıldıklarından dolayı,
gelir durumlarının sosyal ihtiyaçlarını karşılayıp karşılamadıklarına
bakılmaksızın, genelde KSY programlarına dâhil edilmemektedirler. Bu
itibarla Türk sosyal güvenlik sistemi çerçevesinde oluşturulan ve koruma
karakteri taşıyan KSY’den sadece mutlak mânâda yoksullar, yani gelirden
tamamen mahrum olan yoksul aileler yararlanabilmektedir.
Özetleyecek olursak,
Türkiye’de dağınık ve karışık bir görünüme sahip olan KSY programları
çerçevesinde birbirinden farklı kriterlere göre yapılan hemen hemen
bütün maddî destekler, maddî bakımdan geçim sıkıntısı çekenlere (nispî
yoksullara) yönelik olmaktan çok genelde ekonomik şartlar yönünden
toplumun normal geçim düzeyinin çok altında bulunan ve âdeta açlıkla
mücadele edenlere yönelik programlanmış bir yapı sergilemektedir. Bunun
yanında, maddî yönden toplumun en alt katmanlarında yaşayan yoksul
ailelere yapılan maddî yardımlar da çoğu kez, temel sosyo-ekonomik
ihtiyaçları karşılamak açısından da yetersiz kalmaktadır.
1.2.3. KSY Programlarının
Etkinliğini Sağlayan Yeni Bir Model Önerisi: “Ortalama Net Gelirin
Eşdeğerliliği” Uygulaması
Sosyal siyaset
ekseninde yoksul ailelere dönük sosyal politikaların uygulanmasında
yoksul ailelerin muhtaçlık durumu ve derecesinin tespiti önem arz
etmektedir. Yardıma muhtaç ailelerin belirlenmesinde bir kriter olarak
ortaya çıkan muhtaçlık durumu ve derecesi ise, objektif, bilimsel, âdil
ve hakkaniyet esaslarına uygun olarak düzenlenmesi gerekmektedir.
Muhtaçlık kriterlerinin içine, dolaylı (gizli) veya dolaysız olarak
muhtaçlık kriterleriyle ilgisi olmayan başka şartların konulması (örn.
dinî-etnik bir gruba mensup olma, siyasî-dinî görüş, cinsiyet, yaş,
azınlık, soy, lisan gibi faktörler), sosyal hukuk ilkelerine ve sosyal
devlet anlayışına tamamen terstir.
KSY uygulamalarının standardını ve miktarını
belirleyebilmek ve yoksul aileleri, muhtaçlıktan kurtarabilmek için,
belirli kriterlere ihtiyaç vardır. Türkiye’de değişik kurum ve
kuruluşlar, açlık ve yoksulluk sınırını bir muhtaçlık ölçüsü olarak
tespit etmektedir. Tespit edilen her iki sınır da, özellikle yoksulluk
sınırı, bütçe imkânlarını ve makro-ekonomik potansiyeli dikkate almadan
ve tüketim boyutuyla ele alındığı için, asgarî ücretin bile çok üstünde
seyretmektedir.
Türkiye’de belirlenen asgarî geçim veya muhtaçlık
sınırları, KSY programlarının uygulanabilirliği açısından bir sorun
teşkil etmektedir. Yoksul aile fertlerine yönelik KSY miktarının, asgarî
ücretin üzerinde uygulanması, gelişmiş ülkeler için bile söz konusu
değildir. Devletin ekonomik imkânları bir yana, böyle bir uygulamada,
ücretlilerin yarısından fazlasını teşkil eden asgarî ücretle çalışanlar,
âdeta cezalandırılmış olurlar. Bundan dolayı da, KSY amaçlı yoksulluk
(açlık) sınırı, uygulanabilir, gerçekçi ve nispî verilere dayandırılarak
elde edilmelidir.
AB’nin KSY çerçevesinde asgarî hayat standardının
(yoksulluk sınırının) tespiti ile ilgili önerdiği “Ortalama Net
Gelirin Eşdeğerliliği” ilkesi, Türkiye için de bir model olabilecek
niteliktedir. Buna göre, kişinin kendisi ve bakmak zorunda olduğu
kimselerin geçimini, insan haysiyetine yaraşır bir şekilde sağlayıp
sağlamayacağının esasları, ülkelerin genel refah ölçülerine ve ekonomik
gücüne endekslenerek belirlenmektedir. AB prensibi doğrultusunda, asgarî
hayat standardının (KSY’nin) parasal boyutu, bir ülkede fert başına
düşen ortalama gelirin % 40 ile % 60 arasındadır. Bir çok AB ülkesi,
yardıma muhtaç yetişkin bir insanın ihtiyaç duyacağı KSY miktarını, fert
başına düşen ortalama millî gelirin asgarî % 50’sini esas alarak, tespit
etmektedir.
Bu şekilde belirlenen asgarî hayat standardı, KSY
miktarının temelini oluşturmaktadır. Bu miktar üzerinden yapılan KSY,
hem yardıma muhtaç kişilerin asgarî hayat standartlarını temin etmekte,
hem de diğer gelir gruplarının ortalama refah seviyelerine önemli bir
derecede yaklaştırmakta ve âdeta eşdeğerli bir duruma getirmektedir.
Dolayısıyla, bu miktar üzerinden yapılan maddî destekler neticesinde,
muhtaç kesimlerin psiko-sosyal ve ekonomik durumları, diğer sosyal
kesimlerle aynı olmasa da, eş değer olarak kabul edilmektedir.
Yardıma muhtaç kişilerin evli ve(ya) çocuk sahibi olmaları durumunda,
kendilerine tahsis edilen KSY miktarı da, buna orantılı olarak kısmî
artmaktadır.
Tablo 1:
AB ülkelerinde “Ortalama Net Gelirin Eşdeğerliliği” İlkesine Göre Tespit
Edilen KSY’nin, Aile Fertlerinin Sayısına Göre Artış Oranı.
|
Birinci Yetişkin Muhtaç |
İkinci Yetişkin Muhtaç (Eş) |
Çocuk |
AB |
1,0 |
0,5, |
0,3 |
Kaynak:
http://www.gewi.kfunigraz.ac.at./edu/
Türkiye’de KSY
kaynaklarının dağınık ve belki de bundan dolayı yetersiz gibi
görünmesinin yanında aynî ve nakdî yardım miktarlarının da çok düşük
olduğu bir gerçektir. Bu miktarlar, yoksulluğu giderici bir nitelik
taşımamaktadır. Bunun için muhtaçlık kriterleri çerçevesinde objektif
kriterlerin tespit edilmesi ve bu esaslar üzerinden maddî yardımın
yapılması faydalı olacaktır. Sosyal yardım miktarları, yardıma
muhtaçların asgarî sosyo-ekonomik düzeye kavuşturacak bir şekilde
belirlenmesi gerekmektedir. Bunun için de, ülke şartlarına uygun bir
biçimde ortalama asgarî hayat standardının belirlenmelidir.
Türkiye’de fert
başına düşen millî gelirin 3.300 USD olduğunu varsayacak ve “Ortalama
Net Gelirin Eşdeğerliliği” oranının da % 40 olarak tespit edecek
olursak, yılda 1.320 USD’nin (ayda 150 milyon TL’nin) altında bir gelire
sahip olanların değişik derecelerde muhtaç olduğunu söyleyebiliriz. Buna
göre, bekar veya dul bir kişinin ayda sadece 70 milyon TL gelire sahip
olduğunu varsayacak olursak, KSY’den sorumlu kurumun bu durumda
kendisine her ay en az 80 milyon Tl üzerinden bir yardımda bulunması
gerekmektedir. Ekonomik imkânların genişlemesi ile birlikte “Ortalama
Net Gelirin Eşdeğerliliği” oranının da zamanla % 60’lara doğru
yükseltilmesi de mümkündür.
Dolayısıyla, ister
2022 sayılı kanun çerçevesinde bağlanan aylıklar, isterse diğer
kurumlarca ödenen sosyal yardım miktarlarının en az fert başına düşen
ortalama net gelire eşdeğer düzeye yükseltilmesi gerekmektedir.
KSY miktarının asgarî ücrete çok yakın ve hatta bunun
üzerinde olması durumunda, çalışan kesimin cezalandırılması ve
çalışmayanların da mükafatlandırılması söz konusudur. Böyle bir durumda
çalışmamak veya KSY’nin yanında kaçak (kayıt dışı) çalışmak teşvik
edilecektir. Uzun vâdede, asgarî ücretle KSY miktarı arasında ahenkli ve
kabul edilebilir bir oranı tesis edebilmek için, KSY miktarını aşağı
doğru (% 40’ının altına) çekmek yerine, asgarî ücreti, sosyal ücret
konumuna getirmek gerekmektedir. Bunu sağlamanın, yani asgarî ücreti
yukarıya doğru çekebilmek için de, asgarî ücretlilerden vergi
alınmayabilir, sosyal sigorta prim oranları düşürülebilir ve(ya)
istihdam (kalkınma) politikaları çerçevesinde işgücü verimliliği
artırılabilir.
1.3. Yoksul
Ailelere Dönük Sosyal Koruma Politikası Olarak Sosyal Hizmet ve Pedagoji
Programları
Sosyal hizmetler,
kişi, grup ve toplulukların yapı ve şartlarından doğan ya da kendi
denetimleri dışında meydana gelen bedenî, zihnî ve ruhî eksikliği,
fakirlik ve eşitsizliği gidermek veya azaltmak, toplumun değişen
şartlarından doğan sosyal sorunları çözümlemek, insan kaynaklarını
geliştirmek, hayat standartları iyileştirmek ve yükseltmek, fertlerin
birbirleriyle ve sosyal çevresi ile uyum sağlamasını kolaylaştırmak
maksadıyla insan şeref ve haysiyetine yaraşır eğitim, danışmanlık,
bakım, tıbbî ve psiko-sosyal rehabilitasyon alanlarında devlet veya
gönüllü-özel kuruluşlar tarafından sistemli bir şekilde ifa edilen
hizmet programlarının bütünüdür.
Sosyal hizmetler,
herhangi bir sebeple sosyal veya ekonomik muhtaçlıklarla karşılaşan
kişilere ve ailelere fayda sağlamak, psiko-sosyal yönden destek olmak,
insan haysiyetine uygun yaşayış düzeyinin gerçekleşmesine katkıda
bulunmak hedefine yönelmektedir.
Muhtaçlık durumunun
kaynağı her zaman yoksulluk, yani maddî yetersizliklerle ilgili
olmayabilir. Muhtaçlık, yalnızlık, yaşlılık, hastalık, özürlülük ve(ya)
sosyo-kültürel yoksunluk gibi maddî boyutu olmayan sebeplerden dolayı da
ortaya çıkmaktadır. Bu durumda kişiye, ekonomik olmayan SOSYAL
HİZMETLER’in [non-economic (social) services] götürülmesi gerekmektedir.
Çoğu kez, sosyal yardıma muhtaç olanlar, ayna zamanda sosyal hizmetlere
de ihtiyaç duyarlar.
Örneğin, kalıcı ve
ileri derecede bir fakirliğin kişide oluşturduğu psikolojik bunalımlar
ve sosyo-kültürel uyum sorunlarından dolayı muhtaç kişiye ciddî anlamda
psiko-sosyal destek de verilmesi gerekmektedir. İşte, sosyal hizmetler
de en geç bu aşamada devreye girmektedir. Modern sosyal siyasetin maddî
yönü olmayan ve önemli vasıtalarından kabul edilen sosyal hizmetler,
insanî münasebetler ve sosyal dayanışma ekseninde kamu (toplum) yararına
özellikle toplum hayatına intibak sağlamakta zorlanan ve sorunlar
yaşayan muhtaç insanlar için yürütülen psiko-sosyal ve manevî
danışmanlık, rehberlik ve destek hizmetlerin bütünüdür.
Her toplumda
yoksulluğa itilen insanlar olacaktır. Bunların önemli kısmı, kendi
iradeleri dışında korunmaya muhtaç duruma düşmektedir. Bazıları ise,
özürlülerde olduğu gibi, doğuştan itibaren başkalarının sürekli
yardımına ve(ya) sakatlık derecesine göre belirli oranda bakımına ve
himayesine muhtaçtırlar. Bu kişilerin maddî olmasa da, sosyal yönden
dışlanmamaları için, sosyal hizmetler alanında desteğe ihtiyaçları
vardır.
Sosyal hizmetlerin kapsamı ve ilgi alanları
şunlardır:
1.)
Tıbbî destek ve sağlık hizmetleri.
2.)
Psiko-sosyal danışmanlık hizmetleri.
3.)
Kurumsal ıslah ve rehabilitasyon hizmetleri.
4.)
Çocuk koruma ve kurumsal yetiştirme
hizmetleri.
5.)
Gençliğe ve yetim çocuklara eğitsel destek
hizmetleri.
6.)
Yaşlılara kurumsal barınma ve psiko-sosyal
destek hizmetleri.
7.)
Tabiî afetlerde kişilere psiko-sosyal destek
hizmetleri
8.)
Sorunlu ailelere mânevî destek hizmetleri.
9.)
Özürlülere yönelik meslekî ve psiko-sosyal
rehabilitasyon hizmetleri.
10.)
Bakıma muhtaç yaşlı, hasta veya özürlü
insanlara psiko-sosyal ve bakım hizmetleri.
11.)
Sokak çocukların ve hayat kadınlarının (fuhşa
itilen kadınların) psiko-sosyal rehabilitasyonu.
12.)
Şiddet gören (görmüş olan) insanlara
psiko-sosyal destek hizmetleri.
13.)
Borçlu ve işsiz kalanlara psiko-sosyal
danışmanlık hizmetleri.
Sosyal hizmetlerin
nihaî hedefi, sağlıklı, sosyal uyumlu, ümitli ve her şeye rağmen pozitif
enerji ile donanmış insanların varlığını korumak ve sayılarını artırmak
sûretiyle hem sosyal barışı ve dayanışmayı (millî birliği) tesis etmek,
hem de kendisi ve sosyal çevresiyle barışık, bilinçli, kültürlü,
kısacası kaliteli insan yetiştirmek sûretiyle SOSYAL SERMAYE
oluşturmaktır.
Sosyal sermayenin iktisadî, sosyal, psikolojik ve
kültürel faydaları, hem ülke, hem yerel, hem de işletme bazında
sayılmayacak kadar çoktur. Bunlardan en önemlilerini, burada kısaca
belirtelim:
1.)
Yerleşik güven münasebetleri, müşterek
referans çerçeveleri ve müşterek hedefler sâyesinde daha iyi bilgi
paylaşımı.
2.)
Toplum içinde yüksek düzeyde güven ve
işbirliği ruhu sâyesinde toplumsal dayanışma ve ekonomik faaliyetlerin
artması.
3.)
İşten çıkarma, işe alma ve eğitim giderlerini
azaltan, sık personel değişiklerinin sebep olduğu kopukluklara meydan
vermeyen ve çok kıymetli örgüte ait bilgiyi koruyan düşük işgücü devir
oranları.
4.)
İstikrar ve anlayış birliği sâyesinde
mahallede, işyerinde, okulda, devlet dairelerinde daha büyük bir
kenetlenme.
5.)
Toplumda sosyal dayanışmanın artması
(zenginlerin daha sosyal duyarlı olması ve komşuların birbirlerine karşı
yaptıkları yardım, destek ve fedakarlık).
6.)
Sosyal hizmetlerde kalitenin artması.
7.)
Devlete ve onun kurumlarına duyulan güven ve
saygının artması.
8.)
Siyasi katılımcılığın ve sivil toplum
örgütlerinin etkinliğinin artması.
1.3.1. Sosyal Hizmet Programlarında Toplam
Kalite Anlayışı
Sosyal duyarlılık şuurunu geliştirmek ve sosyal
koruma hizmetlerinin etkinliğini sağlamak maksadıyla başta resmî ve özel
(gönüllü) nitelikte olan sosyal kurumlarda görevli kişilere sosyal
içerikli hizmet içi eğitim programları (Üniversite-Diyanet-SHÇEK_Sivil
Toplum Kuruluşları işbirliği ve koordinatörlüğü altında) düzenlenmesi
gerekmektedir. Sosyal kurumlarda kaliteyi, hizmet performansını ve
etkinliğini artırabilmek için, “Toplam Kalite” eğitim programlarının
düzenlenmesi gerekmektedir.
İşlevselliğini tam olarak sergileyemeyen “İl Sosyal
Hizmetler Kurulu”, 2828 sayılı SHÇEK Kanun gereğince yeniden aktif hâle
getirilmelidir. Bu kurulun, il ve ilçelerin stratejik sosyal koruma plân
ve programlarını düzenleyebilecek, tâkip edebilecek ve koordinatörlük
görevini üstlenebilecek nitelikte olması gerekmektedir. Bunun için de,
kurulda bu alanda ihtisas görmüş uzmanların, hayırsever vatandaşların ve
etkili Sivil Toplum Örgütlerinin temsilcilerinin yer alması
gerekmektedir.
Merkezî nitelikte olan resmî sosyal hizmetler
kurumlarının etkinliği yetersizdir. Bunlardan bazılarının, yerel
yönetimlere devredilmesi düşünülmelidir. Gerekirse hizmetlerin
özelleştirilmesi ve bu alanda tecrübe ve güven açısından yeterlilik arz
eden Sivil Toplum Örgütlerine, uygun sosyal şartlar ve denetim anlayışı
çerçevesinde teslimi de bir alternatif olarak değerlendirilmelidir.
Fakat, her halükârda mahallî (özel, gönüllü, beledî) ve merkezî
nitelikte olan sosyal kurum ve kuruluşlar arasında görev taksimi ve(ya)
uzmanlaşma alanlarının tespitine ihtiyaç vardır.
Resmî sosyal kurumların maddî yetersizliklerini
giderebilmek için, halka açılabilmeleri ve özellikle hayırsever
vatandaşların güvenini kazanmaları gerekmektedir. Bunun için de, sosyal
hizmetlerdeki temel anlayış ve yaklaşım, halkın örf, din ve âdetlerine
uygunluk arz etmesi zaruridir.
İdarî, malî ve görev
paylaşımı açısından yerel yönetimler özerk hâle getirilerek,
güçlendirilmeli ve sosyal hizmet uygulamalarında yerellik ilkesi esas
alınmalıdır. Yerinden yönetim ve yerelleşme, bölge insanın özelliklerini
dikkate alacak bir biçimde hayata geçirilmelidir. Bu çerçevede
demokratik katılım, birlikte karar verme ve sivil destek anlayışı ile
sosyal hizmetlerde stratejik plân ve programların belirlenmesi
gerekmektedir: Örn.: 2006 yılına kadar her mahallede ve(ya) her ilçede
en az bir “Gençlik Merkezi”, “Özürlüler Rehabilitasyon Merkezi” veya
“Toplum Merkezi”nin açılması hedeflenmelidir.
1.3.2. Sosyal Hizmet Eğitiminin Yeniden Yapılandırılması
Ülkemizde 1959'da
çıkarılan 7355 sayılı Sosyal Hizmetler Enstitüsü kurulmasına dair
kanunun ilgili maddeleri uyarınca, ilk kez sosyal eğitimi veren Sosyal
Hizmetler Akademisi, Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığına bağlı olarak
lise öğrenimi üzerine 4 yıllık öğretim ve eğitim yapan yüksek bir
öğrenim ve araştırma kurumu olarak 1961 yılında hizmete açılmıştır. 1982
yılında 2547 sayılı Yüksek Öğretim Kanunu ile Hacettepe Üniversite
bünyesinde yer almış, Rektörlüğe bağlı olarak Sosyal Hizmetler Yüksek
Okulu adında ülkemizde faaliyet gösteren tek sosyal hizmet eğitim
kurumudur. .
Son olarak Başkent
Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesinde de Sosyal Hizmetler Bölümü
açılmıştır. Bunun dışında sosyal hizmetler eğitimi veren başka bölümler
bulunmadığından sosyal hizmet uzmanlarının sayısı son derece
yetersizdir. Oysa bu alanda sosyal hizmetlere ihtiyaç duyan riskli
sosyal grupların ve aile fertlerinin sayısı hızla artmaktadır.
Bundan dolayıdır ki
hem üniversiteler bünyesinde, hem de ara eleman temin etmek maksadıyla
meslek liselerinde sosyal hizmetler bölümlerinin veya uygulamalı
derslerinin açılması gerekmektedir. Bunun yanında, İlahiyat
Fakültelerinde de sosyal hizmetler bölümlerinin açılması ve entegreli
bir biçimde hem ilahiyat, hem de sosyal hizmetlerle ilgili dersler
birlikte sunulabilmelidir. Batı dünyasında sosyal hizmetler ve
psiko-sosyal rehabilitasyon programları kapsamında dinî-manevî telkin
çalışmaların da yapıldığını unutmamak gerekir. Ayrıca, sivil faaliyetler
çerçevesinde sosyal hizmetler alanında gönüllü olarak sosyal hizmet
yardımcı elemanı olarak görev almak isteyen öğretmen, imam, liseyi veya
üniversiteyi bitirmiş ev hanımlarına da sosyal-pedagojik eğitim
imkânları sunulmalı, pratik tecrübe kazanmaları ve aktif rol almaları
için, yoksul ailelerin psiko-sosyal sorunlarına yardımcı
olabilmelidirler.
Türkiye’deki sosyal hizmet uzmanı açığını gidermek
için, ayrıca şu girişimlerde bulunabilir:
a)
Orta veya uzun vadede üniversitelerde “Sosyal
Hizmetler (Faaliyetler) Yüksek Okulu”nun veya bir fakülte çatısı altında
sosyal hizmetler bölümünün açılması sağlanmalıdır. Müfredat, Avrupa’da
olduğu gibi, çağdaş ihtiyaçları karşılayacak bir biçimde dizayn edilmesi
gerekmektedir (Örn.: Sosyal Siyaset; Sosyoloji; Sosyal Pedagoji; Özel
Eğitim, Sosyal Psikoloji ve Sosyal Hizmetler bilim dalları arasında
mevcut organik bağı esas alan sosyal eğitim sistemi).
b)
Kısa vadede, gerek Sivil Toplum
Kuruluşlarının, gerekse resmî kurumların sosyal eleman ihtiyacını
karşılamak maksadıyla İş-Kur’un öncülüğünde “Yardımcı Sosyal Eleman”
yetiştirme kurslarının açılması gerekmektedir.
1.4. Aile Dostu Sosyal Politikaların
Etkinliğini Artırıcı Yeniden Yapılandırma Girişimleri
1.4.1. Sosyal Koruma Kapsamında Olan
Merkezî ve Yerel Kurumların Yeniden Yapılandırılması
Türkiye’de
yoksullukla mücadelede etkin rol alma durumunda olan bir çok kurum ve
kuruluş, farklı bakanlıklara bağlı olarak faaliyet göstermektedir.
Örneğin Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Fonu, bir Devlet Bakanlığına ve
buna bağlı olarak İl ve İlçelerdeki Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma
Vakıfları da Valiliklere ve Kaymakamlara idaresindedir. Diğer taraftan
Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu ise,
Genel Müdürlüğü ve İl Müdürlükleri ile başka bir Devlet Bakanlığına
bağlı olarak faaliyet göstermektedir. Hiç bir sosyal güvenliği olmayan
yoksulların sağlık sorunlarına yardımcı olmak maksadıyla tanzim edilen
Yeşil Kartlar ise İl Sağlık Müdürlükleri aracılığı ile verildiği için,
Sağlık Bakanlığı bünyesindedir. Diğer taraftan İş-Kur aracılığı ile
istihdam ve çalışanların sosyal güvenliği ile ilgilenen Bakanlık ise,
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığıdır. Karmaşık bir idarî yapı ve
anlayış ile yoksullukla ciddî anlamda mücadele edilemeyeceğinden, söz
konusu kamusal sosyal yardım ve sosyal hizmetlerden sorumlu iki
Bakanlığın lağvedilmesi ve Sağlık ile Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanlıkların da birleştirilmesinden sonra “Sağlık ve Sosyal Güvenlik
Bakanlığı” veya kısaca “Sosyal İşler Bakanlığı” çatısı altında entegre
edilmesine yönelik çalışmaların yapılması gerekmektedir.
Mevcut dağınıklığı
ortadan kaldırmak ve hizmet bütünlüğünü sağlayabilmek maksadıyla yeni
oluşturulacak bu Bakanlık, çalışan ve çalış(a)mayan bütün sosyal risk
gruplarının (aile, kadın, çocuk, özürlü, yaşlı, emekli, göçmen, mülteci,
hasta, evsiz, alkol ve madde bağımlısı, yoksul vb.) sağlık ve sosyal
güvenliğinin (kamusal sosyal yardımının) yanında istihdam, sosyal konut
ve sosyal hizmetleri ile ilgilenmeli ve İl-İlçe bazında aynı çatı
altında organize olmalıdır. Sosyal siyaset, bütün enstrümanlarıyla
(kamusal sosyal yardım, sosyal hizmetler vb.) bütünlükçü bir hizmet ve
örgütlenme modeli ile tek bir resmî makamın yetkisi veya denetimi
altında etkili bir şekilde uygulanmalıdır. Dolayısıyla ister, merkezî,
ister yerel bazda olsun, yoksullara yönelik sosyal koruma hizmetlerinin
mutlaka belirli bir standart çerçevesinde eşgüdümlü olarak yürütülmesi
gerekmektedir.
1.4.2. Belediyelerin ve Sivil Toplum Kuruluşlarının Sosyal Koruma
Uygulamalarına Aktif Katılımı
Şehir ve kasabalarda
yaşayan yoksul ve zengin insanların sosyal barış içinde yaşamalarını ve
toplumsal uzlaşmayı temin etmekte sorumlu olan şüphesiz yerel
yönetimlerdir. Sosyal belediyecilik anlayışına uygun olarak kentin
özelliğine uygun olarak sosyal politika üretmek isteyen yerel
yönetimler, sosyal yardım ve sosyal hizmetlerin yerine getirilmesi
yönünde aktif rol almaları gerekmektedir. Etkin bir yerel sosyal
faaliyetin gerçekleştirilebilmesi için, demokratik ve sivil katılıma da
önem vermek aynı derecede önemlidir. Dolayısıyla, yerel sosyal sorunlar,
yerel ölçekte ele alınması gerekmektedir. Sosyal koruma programları da
mahallelerden başlayarak, daraltılmış projelerle yürütülmelidir.
Özellikle sosyal
faaliyet, sosyal dayanışma ve yardımlaşma maksadıyla kurulmuş olan yerel
sivil toplum örgütleri, KSY uygulamalarının etkinliğini artırabilecek ve
niteliğini zenginleştirecek konumdadır. Özellikle aynî yardım hizmetleri
konusunda gönüllü kuruluşların, üyelerinden ve hayırseverlerden
topladıkları fazlalıklarla oluşturdukları giysi bankası, araç-gereç
bankası veya gıda bankası gibi kuruluşlarla ve uygulamalarla yoksul
ailelerin önemli ihtiyaçlarını karşılayabilmektedirler. Sivil
kuruluşlardan sürekli olarak aynî yardım alanların listeleri, merkezî
bir denetim sistemine tâbi tutulmalı ve yapılan KSY miktarı da buna göre
yeniden belirlenmelidir. Bir başka ifadeyle, KSY uygulamalarında yer
alan aynî ve nakdî yardım miktarının toplam değeri, muhtaçlık kriterleri
doğrultusunda tespit edilen asgarî yardım miktarını aşamamalıdır. Âdil
bir yardım sisteminin oluşturulması ve yoksul ailelerin sosyo-ekonomik
durumlarının kayıt altına alınabilmesi ve tâkip edilebilmesi için,
sosyal amaçlı sivil istihbaratın yanında tek çatı altına toplanması
gereken sivil ve kamu kurum ve kuruluşların işbirliği kaçınılmazdır.
Yerel sosyal yardım
sistemlerinin oluşumunda dikkat edilmesi gereken bazı hassas konular
vardır. Örneğin, coğrafî, etnik veya dinî köken eksenli sosyal dayanışma
anlayışı, “benim olsun, çamurdan olsun” mantalitesine
ve bir risk unsuru olarak “biz ve ötekiler” şeklinde bir ayrımcılığa yol
açabileceğinden, özellikle hemşehri dernekleri, bütün yoksullara aynı
yakınlıkta olmalarına dikkat etmelidirler. Yoksullara sosyal yardım
uygulamalarında, particilik, hemşehricilik, bölgecilik, tarikatçılık,
mezhepçilik, aşiretçilik, arkadaşlık gibi unsurlara asla yer
verilmemelidir. Sosyal yardımlardan yararlanma şartı olarak sadece
muhtaçlık kriteri geçerli olmalıdır.
Mükerrer yardım ve
farklı eller aracılığı ile aynı veya benzer sosyal faaliyetlerden dolayı
kaynak israfına yol açmamak için, bölgede aktif olan sosyal kurum ve
kuruluşlar arasında koordinasyonun ve işbirliğinin sağlanması da
zaruridir. Yerel yönetimler, merkezî yönetim ve üçüncü sektör olarak
adlandırılan vakıf, dernek gibi sivil toplum kuruluşları ile uzlaşma ve
işbirliği sâyesinde sosyal yardım ve sosyal hizmetleri yerine getirmesi
sağlanmalıdır.
1.4.3.
KSY’nin Şarta Bağlı Olarak Uygulanması ve Sosyal-Pedagojik Hizmetlerle
Desteklenmesi
Sosyal Yardımlaşma
ve Dayanışmayı Teşvik Fonu’ndan başta mutlak yoksulları hedef alan bir
sosyal güvenlik ağının oluşturulması elzemdir. Krizlerden etkilenen en
yoksul sosyal kesimlere acil gelir desteği sağlamak üzere KSY
programlarının hayata geçirilmesi şarttır. Bunun için de İl bazında
yoksul kesime sosyal yardım temin eden Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma
Vakıflarının kapasitesinin güçlendirilmesi ve daha etkin hâle
getirilmesi gerekmektedir.
Sosyal hizmetlere yer
vermeyen maddî destek anlamında tek taraflı bir sosyal yardım anlayışı
ve uygulaması, yoksul fertlerin bireysel ahlâk ve kimliğini
yozlaştırabileceğinden, yoksulları bağımlı hâle getirebileceğinden,
belki de psiko-sosyal bir çok sorunun (aile içi şiddet; yabancılaşma;
tembellik, kültürel yozlaşma vb.) ortaya çıkmasına yardımcı
olabileceğinden çok yönlü sosyo-kültürel programların devreye sokulması
şarttır. Aksi taktirde, yoksulluk giderilmiş olsa dahî, yoksulluk
kültüründen kaynaklanan alışkanlıklar, sosyal uyum sorunları ve davranış
bozuklukları da devam edebilmektedir. Bundan dolayıdır ki, kentleşme
sürecinde köy kültürü ve yoksulluğun yol açtığı bazı sosyal sapmaları
önlemek veya gidermek maksadıyla yoksul aile fertlerine eğitim, kültür,
bilinçlendirme ve sosyal ahlâk ekseninde bireysel ve(ya) kolektif
sosyal-pedagojik hizmetlerin sunulması da elzemdir.
Bunun için kamusal veya özel sosyal yardım, mutlaka (koruyucu) sosyal
hizmetler ile desteklenmesi gerekmektedir.
Örneğin,
yoksulluk sebebiyle çocuklarını
okula gönderemeyen veya okul öncesi çocuklarını düzenli sağlık
kontrollerine götüremeyen veya çocuklarına şiddet uygulamada temayül
gösteren aileler, kamusal sosyal yardımlarla ekonomik yönden
desteklenirken, sosyal uyum amaçlı bazı eğitim programlarına tâbi
tutulmalıdır. Bu maksatla, ailelerde ve çocuklarda olumlu davranış
değişikliği oluşturmak ve devam ettirmek için, yerel kurumlar (Millî
Eğitim Müdürlüğü, Sağlık Müdürlüğü; Sosyal Hizmetler Genel Müdürlüğü;
Halk Eğitim Merkezi; Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı; İş-Kur)
koordineli çalışılarak, ailelerin çocuklarına düzenli olarak sağlık
kontrolü yaptırıp yaptırmadıkları, çocukların okula devam edip
etmedikleri ve aile içi barışın ve huzurun temin edilip edilmediği
kontrol edilmesi gerekmektedir. Kamusal sosyal yardımlar da bu şarta
bağlı olarak ya devam etmeli ya da kesilmelidir.
Özellikle sağlığı
yerinde olan, ileride çalışabilir ve ekonomik güvenceye kavuşabilir
durumda olan yoksullar için yapılan KSY, hibe anlayışından uzak olarak
faizsiz kredi olarak, yani taksitler hâlinde bile olsa geri ödemeli bir
şekilde düzenlenmelidir. Böylece ileride gerçek anlamda maddî durumu
düzelen kişilerin geliştirdikleri sosyal sorumluluk anlayışı
çerçevesinde kaynakların iadesi de söz konusu olacaktır. Ancak, sosyal
refah devleti anlayışı doğrultusunda aile ödenekleri, bu uygulamanın
dışında tutulması gerekmektedir.
Şartlı sosyal koruma
politikaları, insan kaynağının geliştirilmesi, çocukların korunması ve
geleceklerine bir imkân sağlanması açısından çok önemli bir mekanizma
olduğu kadar, yoksulluğun nesiller arası transferini ve yoksulluk
kültürünü de engellenmesini sağlamaktadır.
Özetlemek gerekirse,
yoksulluktan kaynaklanan psiko-sosyal, ekonomik ve sıhhî sorunlar,
kalıcı hâle gelmesi durumunda YOKSULLUK KÜLTÜRÜ denilen bir alt kültür,
yaşama biçimi hatta bir dünya görüşü oluşturmaktadır. Bu “kültür”, sürü
hâlinde yaşama, madde bağımlılığı, kötü alışkanlıklar, aile içi şiddet,
davranış bozukluları, savurganlık, tembellik, aylaklık, günü birlik
yaşama, sosyal çevreye duyarsızlık, iletişim bozuklukları, kendine ve
başkalarına güvensizlik, ahlakî ve sosyal sapma gibi bir çok
psiko-sosyal riski içinde barındırmaktadır.
Tarihî süreç içinde
âdeta kurumlaşan yoksulluk kültürünü, yoksulluğu ortadan kaldırmaktan
daha zordur. Özellikle sosyal-pedagojik anlamda her hangi bir sosyal
müdahale olmadığı müddetçe, yoksulluk giderilebilse dahî yoksulluk
kültürünün kalıcı olması muhtemeldir. Her ne kadar maddî nitelikli
sosyal politika araçları (istihdam politikaları, vergi indirimleri, aile
ödenekleri veya KSY) ile yoksulluk giderilebilse de, (maddî)
yoksulluktan farklı bir kimlik veya görüntü sergileyen yoksulluk
kültürünü aynı araçlarla bertaraf etmek, o kadar kolay olmamaktadır.
Dolayısıyla, yoksulluk sorununun giderilmesinde KSY kendi başına yeterli
olmamaktadır. KSY’nin yanında özellikle sosyal-pedagojik hizmetler
alanında da bir çok yenilikçi ve etkili projelerin geliştirilmesi,
Türkiye’nin sosyal gelişimi için hayatî önem arz etmektedir.
1.4.4. Gelir
Dağılımı ve Gelirin Yeniden Dağılımı Politikaları
Müdahaleci bir
karaktere sahip olan Sosyal Devlet, birincil gelir dağılımını, sadece
âdil vergi politikalarıyla elde etmek için çaba göstermemektedir.
Fonksiyonel bir şekilde dağılan gelirin, sosyal neticeler açısından
yeterince âdil olmadığı düşünülerek, vergi gelirleri devlet eliyle
yoksul ailelerin lehine yeniden dağıtılır. Devlet müdahalesi, millî
gelirden vergi gibi gelirlerin bir kısmını, sosyal transferler olarak
kullanması ile gerçekleşmektedir. Bu müdahale sonucunda devlet,
üretimden elde edilen ilk gelirle nihaî gelir arasında arzu edilen farkı
meydana getirmektedir. Yeniden dağıtım politikalarıyla gelir dağılımının
düzeltilmesinde, kamu gelirlerinin sağlanması sırasında özellikle
varlıklı ve zengin grup ve kişilere değişik malî yükler getirilirken,
kamu harcamalar sırasında özellikle sosyal yönden zayıf kesimlere ve
muhtaç ailelere değişik isimler altında malî transferler sağlanmaktadır.
Düşük gelir gruplarına veya geliri olmayan yoksul ailelere dolaysız veya
dolaylı olarak aktarılan sosyal gelirler ve menfaatler, bu kesimin alım
gücünü ve hayat kalitesini artırmaktadır.
Gelirin birincil ve
ikincil dağılımını sağlamak maksadıyla kullanılan vasıtalar ikiye
ayrılmaktadır:
a)
Vergi Politikaları:
(müterakkî vergi tarifesi uygulaması; servet vergisi oranının
artırılması; asgari ücretin vergi dışında bırakılması veya asgari
ücretlilerden daha az vergi alınması, muafiyetler vb.)
b)
Aile
Ödenekleri (Aile Yardımları; Sosyal Transferler):
Aile dostu sosyal politikalar kapsamında herhangi bir geliri olmayan
yoksul aileler değil, sosyal refah devletinin bir çözüm önerisi olarak
özellikle gelir seviyesi düşük ve(ya) sosyal giderleri nispeten fazla
olana aileler de, ihtiyaçları oranında maddî yönden desteklenmektedir
(kira yardımı; evlenme yardımı; doğum yardımı; çocuk parası; çocuk bakım
parası, burs). Sosyal transferler, aile yükümlülüklerinin normalinden
fazla olduğu varsayılan kişiler için gelir artırıcı bir etkiye sahip
olduğundan, aile fertlerinin ihtiyaçları daha kolay
karşılanabilmektedir. Aile yardımları ve KSY, bazen birbirinden ayrı
olarak, bazen de birlikte uygulanmaktadır. Örneğin, mutlak anlamda
yoksul aileler, hem KSY’den, hem de aile ödeneklerinden
yararlanabilirken, gelir seviyesi yetersiz olan aileler daha çok aile
ödenekleri kapsamında olan değişik yardım uygulamalarından istifade
edebilirler.
1.4.5. Sosyal
Piyasa Ekonomisinin Tesisi
Sosyal Piyasa
Ekonomisi, sosyal devletin, sosyal adaleti ve serbest rekabette fırsat
eşitliğini temin etmek maksadıyla, ekonomi ve sosyal politikaları
birleştirerek, iktisadî hayata müdahale etmesini öngören, mevcut
iktisadî sistemlerin dışında sentezci bir modelidir. Serbest piyasa
ekonomisi modeline "sosyal" kelimesinin eklenmesi ile, sağlıklı rekabet
ortamı, tüketici hakların korunması, iş sağlığı ve güvenliği, iş
güvencesi ve aktif istihdam politikaları ile işsizliğin azaltılması
hedeflenmektedir.
Piyasa ekonomisinin
serbestleştirilmesinden ve sosyal yönden de kabul edilmeyecek sapmaların
kontrol altına alınmasından ve dolayısıyla ekonomiye devlet müdahalesini
gerekli gören bu sistemde düzenleyici ve iyileştirici olarak dört ana
ilke bulunmaktadır:
1.)
Tam rekabeti sağlamak için monopol denetimi
(Kartel Yasağı).
2.)
Piyasa gelir dağılımının, maliye (vergi)
politikaları ile düzenlenmesi ve desteklenmesi [Devletin, belli
piyasalara (Örn. tarım sektörü) destekleyici mâhiyette alıcı olarak
girmesi ve kaynak transferinde bulunması; Âdil bir vergi sistemi olarak
müterakkî vergi sistemi uygulaması].
3.)
Üretim faktörlerinin ve kaynaklarının
korunması (Sosyal Güvenlik; İş Güvencesi).
4.)
Asgarî sosyal ücret belirlenerek, işgücünün
konjonktürel dalgalanmalardan korunması.
Türkiye’de
girişimciliği artırmak ve dolayısıyla işsizliği azaltmak için, piyasa
ekonomisini güçlendirerek ve vergi oranlarını düşürerek, üretimin ve
dolayısıyla istihdamın artırılması sağlanmalıdır. Serbest ve-fakat
sosyal nitelikli bir piyasa ekonomisinin tesisi, yolsuzlukların ve
kaynak israfının önlenmesinin dışında kamu ekonomisinin ve idaresinin
küçültülmesine, etkinleştirilmesine, şeffaflaştırılmasına ve hesap
verilebilirliğine bağlıdır.
Bir başka ifadeyle,
piyasa şartlarına ayak uyduramayan ve bundan dolayı da zarar eden bütün
KİT’lerin, bir sosyal plân duyarlılığı ile özelleştirilmeli ve bütün mal
ve hizmetlerin üretimi, serbest piyasanın kendi iç dinamiklerine ve özel
müteşebbislere, sosyal devletin denetimine verilme üzere,
bırakılmalıdır.
Kürselleşen
ekonomilerde sosyal piyasa ekonomisinin etkin olabilmesi için, ayrıca
bazı ilave tedbirlerin de alınması gereklidir. Örneğin:
1.)
Emek piyasasını esnekleştirmek ve esnek
çalışma imkânları sunmak.
2.)
Bütün sektörlerde ve istihdam alanlarında emek
seyyaliyetini artırmak.
3.)
Verimliliği ve istihdam oranını veya hacmini
artıran âdil bir vergi sisteminin oluşturulmasını sağlamak.
4.)
Sosyal alandaki suiistimalleri, bir başka
ifadeyle sosyal devletin sunduğu sosyal transferlerden haksız bir
şekilde yararlanmak isteyenleri önlemek ve gerçek anlamda muhtaç olan
aileleri korumakta kararlı olmak.
5.)
“Herkese Sosyal Refah” hedefini, “herkese,
yani çalışan ve çalışmayan herkese devletçe garanti edilmiş yüksek bir
sosyal gelir”, yani “Sosyal Yardım Devleti” anlamından ziyâde “meslekî
eğitim, istihdam ve ihtiyaçlar doğrultusunda maddî imkânları elde etme
bakımından herkese fırsat eşitliği” şeklinde algılamak ve bu yönde
alternatif sosyal politikalar geliştirmek.
6.)
Çalışma azmini, hür teşebbüsü ve çalışma
hayatında risk alma cesaretini geliştiren tedbirlerin ve imkânların
sunulması yönünde teşvik edici politikalar oluşturmak ve rekabeti
canlandırmak.
7.)
İsrafı ve yolsuzlukları önlemek, sosyal ahlâka
uygun davranışları özendirmek, şahsî tasarruf potansiyeli geliştirmek,
bireysel emeklilik sigortasını teşvik etmek ve sosyal dayanışma için
sivil inisiyatifi güçlendirmek.
8.)
Varlıklı kesimlerin yardımlaşma duygularını ve
sosyal dayanışma temayüllerini sürekli olarak canlı tutabilmek, sosyal
barışı temin etmek ve devletin sosyal harcamalarına maddî destek
bulabilmek için, sivil toplum örgütlerinin ve hayır kuruluşlarının
sosyal faaliyetleri her yönüyle teşvik edilmelidir.
SONUÇ
·
Yoksul
ailelere dönük sosyal politika ve sosyal hizmetlerin türü, süresi ve
boyutunun belirlenebilmesi için, başta mutlak yoksulluk kapsamına giren
ailelerin ve aile fertlerinin sayı ve durumları hakkında ayrıntılı
istatistikî bilgilerin bilgisayar ortamında elde edilmesi gerekmektedir.
Ayrıca, ilgili kurum ve kuruluşlarla ortak veri tabanı oluşturmak,
suiistimalleri önlemek ve etkinliği artırmak maksadıyla sosyal koruma
programlarından yararlanma hakkına sahip olanlarla ilgili merkezî bilgi
sistemi oluşturulmalıdır. Yoksullukla mücadelede tâkip edilecek en
isabetli yöntem, sosyal siyasetin genel esas ve hedefleri doğrultusunda
yoksul ailelerin ekonomik sorunların yanında psiko-sosyal profilleri ile
ilgili verileri doğru olarak ortaya çıkartmak, değerlendirmek ve
bütüncül sosyal politika kapsamında çözüm stratejileri geliştirmek
olmalıdır.
·
Yoksul
ailelere dönük bütüncül sosyal politikalar, korunmaya, yardıma ve(ya)
bakıma muhtaçlık derecesi, temel sosyo-ekonomik ihtiyaçları karşılayan
KSY miktarı, istihdam edilebilirlik ve sosyal hayata intibak gibi bir
çok faktörü dikkate alarak hazırlanmalıdır. Yardıma muhtaç ailelerin
sosyal koruma kapsamına alınabilmesi ve KSY’nin sağlıklı, etkili ve âdil
bir biçimde yapılabilmesi, yoksulluğun isabetli tanımının yanında
yoksulluk sınırının ortak bir standarda göre belirlenmesine bağlıdır.
·
Nitelik ve
nicelik bakımından birbirinden farklı KSY uygulamalarına son verebilmek
için, AB’ye uyum süreci çerçevesinde “Ortalama Net Gelirin
Eşdeğerliliği” ilkesinin hayata geçirilmesi yönünde çalışmalar
yapılmalıdır. Özellikle çalışmaya muktedir olmayan yoksul özürlü, malul
ve yaşlıların, asgarî hayat standardının altında yaşamaktan
kurtulabilmeleri ve ömür boyu maddî güvence içinde yaşayabilmeleri için,
gerekli kanunî düzenlemeler yapılmalıdır. Bunun yanında, KSY
kaynaklarının maksadına uygun olarak kullanımını sağlamak için, fonların
bağımsız kuruluşların denetimine açık olmalıdır.
·
Yoksullukla
mücadelede en etkili yöntem, koruyucu sosyal politika kapsamında aktif
istihdam politikaları üretmek ve yoksul ailelerin sayısını azaltmaktır.
Bunun için de çalışmaya muktedir olan yoksullarım üretken hâle
getirilmesi zaruridir. Örneğin çalışabilir durumda olan özürlülerin
dahî, gerek normal emek piyasasında, gerek korumalı işyerlerinde,
gerekse ev ortamında çalışabilmelerini sağlayabilmek için, alternatif
istihdam modellerinin geliştirilmesi gerekmektedir. Meslekî eğitim
programları ve aktif istihdam politikaları, yoksulların istihdamını
kolaylaştıracak en etkili enstrümanlardandır.
·
Yoksullukla
mücadelede ortaya konulacak kanunî düzenlemelerin başarılı olarak
uygulanabilmesi için, bütün düzenlemelerin, birbiriyle bağlantılı ve
bütünsel olması gerekmektedir. Bütünsel sosyal politika uygulamalarının
etkinliğini sağlayabilmek için, bütün muhtaç kesimleri içine alacak bir
“YOKSULLUK KANUNU” ihdas edilmelidir. Ayrıca, tedbirlerin ve kararların,
özellikle yetkili ve yükümlü kurum ve kuruluşların sosyal hizmet
uzmanları ve diğer elemanları tarafından sosyal dayanışma ve sorumluluk
şuuru çerçevesinde uygulanması önemlidir. Bürokratik engellerden
arındırılmış ve yoksulların spesifik ihtiyaçları doğrultusunda esnek ve
kalıcı çözümler hayata geçirilmelidir. KSY sisteminin oluşturulabilmesi
ve kaynak israfına son verebilmek için, ayrı ayrı sosyal koruma
programları uygulamak yerine, bunların koordineli ve tek bir idarî çatı
altında yürütülmesi gerekmektedir.
·
Sosyal koruma
programlarının, etkili ve verimli bir şekilde muhtaç yoksullara
ulaşabilmesi için, sosyal bürokrasiyi mümkün mertebe asgarî seviyede
tutmak ve sosyal kurumların toplam kalite yönetimi anlayışına uygun bir
biçimde hizmet etmelerini temin etmek gerekmektedir. Verimlilik ve
etkinlik esaslarına göre işlemeyen bürokratik ve hantal bir sosyal
devlet, topluma ek malî yükler getireceği gibi, elde edilen gelirlerin
de ancak belirli bir oranını muhtaçlara aktarabilecek ve kaynak israfına
sebebiyet verecektir. Yoksullukla beslenen ve bundan dolayı da
alternatif politikalar (aktif istihdam politikaları) üretemeyen sosyal
bürokrasi, yoksullukla mücadelede de başarı olamaz.
·
Sosyal devlet,
yoksullukla mücadelede ve yoksulların sosyal tecrit veya sapma
tehlikelerine karşı sivil toplum örgütleri ile işbirliğine gitmelidir.
Katılımcı demokrasi anlayışı çerçevesinde, gönüllü kuruluşların sosyal
faaliyetlerine kanunî ve organizasyonel destek ve mevcut kaynakların da
en verimli şekilde kullanılması sağlanmalıdır. Gönüllü kuruluşlar,
sosyal devletin teşviki ve denetimi altında toplam kalite anlayışını
hayata geçirebilecek nitelikte olan bazı standart ve esaslara bağlı
olarak sosyal koruma (sosyal yardım ve sosyal hizmet) faaliyetlerini
sürekli olarak düzenleyebilmelidirler.
·
Psiko-sosyal
rehabilitasyon hizmetleri kapsamında aile hayatından kopmuş sokak
çocuklarına, okul dışında kalmış, okuma yazma bilmeyen çalışabilir
durumda olan işsiz özürlülere ve diğer yoksul yetişkinlere, ya okul
eğitimi verilmeli, ya da okuma yazma kurslarına katılmaları
sağlanmalıdır. İşsiz ve yoksul (özürlü) yetişkinler için, ayrıca yaygın
bir şekilde beceri kazandırma kursları verilmelidir. Sosyal koruma
faaliyetleri, muhtaç durumda olan aile fertlerinin en kısa sürede kendi
beceri ve imkânları ile geçinebilecek bir duruma gelmelerini, bir iş
veya meslek sahibi olmalarını sağlayacak bir şekilde plânlanmalı ve
düzenlenmelidir.
·
Koruyucu
sosyal politikalar vasıtasıyla yoksulluğa kökten çözmek, sosyal devletin
temel hedeflerinden olmalıdır. Bunun için de yoksulluğa yol açan
işsizlik, göç gibi yapısal sorunların üzerine gidilmelidir. Meslekî ve
teknik eğitim, kısa yoldan beceri kazanma veya meslek edinme
fırsatlarının, işsiz ve yoksul kitleler için ücretsiz ve kolay
erişilebilir olmalıdır. Aktif istihdam politikalarının belirlenmesinde
ve uygulanmasında endüstriyel demokrasi anlayışı çerçevesinde sosyal
tarafların katılımı söz konusu olmalıdır.
·
Sürdürülebilir
kalkınma stratejileri çerçevesinde özellikle yüksek ölüm riski taşıyan
hastalıklarla yoksulluğa bağlı olarak oluşan yoksulluk kültürüne karşı
sosyal-pedagojik hizmetlerin yanında psiko-sosyal ve sağlık
problemlerine (bebek ölümleri, bulaşıcı hastalıklar, madde bağımlılığı,
çevre riskleri, stres, depresyon, intihar) karşı koruyucu sağlık
politikaları ve tıbbî sosyal hizmetler uygulanmalıdır. Sosyal güvenlik
şemsiyesi altında olmayan ve dolayısıyla sağlık güvencesinden mahrum
olan yoksul aileler, sosyal koruma kapsamında ücretsiz sağlık
hizmetlerinden yararlanmalıdır.
·
Meslekî ve
teknik eğitim, istihdam oluşturma, işsizlikle ve dolayısıyla yoksullukla
mücadele etmede kullanılan en önemli ve etkin vasıtalardan birisidir.
Bundan dolayıdır ki, gerek örgün eğitim, gerekse vasıfsız ve işsiz
yetişkinlere yönelik halk eğitim alanında yapı ve işleyiş yönünden çok
yönlü olarak geliştirilmesi gereken meslekî ve teknik eğitimin,
stratejik sosyal siyaset ve teknolojik gelişim boyutu açısından daha
fonksiyonel ve etkin bir konuma getirilmesi gerekmektedir. Meslekî ve
teknik eğitimin, emek piyasası şartlarına uygun ve sosyo-ekonomik
gelişmelerle uyumlu olarak esnek ve örgütlü bir sistem içinde değişik
sosyal grupların ihtiyaçlarına binaen sağlanmasında fayda vardır.
İstihdam imkânlarını kolaylaştıran meslekî eğitim programlarının etkin
bir biçimde yürütülebilmesi için, gerek merkezî, gerekse mahallî
boyutuyla, değişik resmî ve sivil toplum kuruluşları arasında bir
işbirliğinin sağlanması zarurîdir.
·
Genel
sosyal-refah seviyesini yükseltebilmek için, sosyal sigortalı ve-fakat
asgarî ücretle çalışanların nispî yoksulluklarını giderici aile
politikalarının (ödeneklerinin) uygulanmasına ihtiyaç vardır. Bu
kapsamda meselâ yeterli düzeyde gelir elde edemeyen veya gelirleriyle
temel ihtiyaçlarını karşılayamayan çocuklu ailelere aylık kira ve(ya)
çocuk parası desteği sağlanmalıdır. Bir başka ifadeyle, aile dostu
sosyal politikalar kapsamına sadece gelirden bütünüyle yoksun olanlar
değil, gelirlerine rağmen asgarî hayat standardının altına düşenler de
dâhil edilmelidir. Böyle bir uygulama, işgücü maliyetlerini artırmadığı
için, hem istihdamı korumakta-geliştirmekte (kayıt dışı çalışmayı
önlenmekte), hem de kişilerin satın alma gücünü artırmaktadır.
·
Sosyal konut
politikaları kapsamında, aile içinde şiddet gören kişilerin yanında
özellikle evsiz ve kimsesiz olup, sokaklarda yaşamak mecburiyetinde
olanlara geçici veya sürekli yurt hizmetleri sunulmalıdır. Barınma
merkezlerine veya sığınma evlerine alınan kişiler, profesyonel sosyal
meslek elemanları tarafından desteklenmelidir. Barınma hizmetlerinden
yararlananlar, sosyal koruma kapsamına alınmalıdır. Yeni barınma
merkezlerinin veya sığınma evlerinin inşaatı yerine devletin elinde
ve-fakat sosyal niteliğini yitirmiş olan “sosyal tesisler”, gerçek
anlamda sosyal fonksiyonlu hâle getirilmeli ve bu maksatlar için
kullanılmalıdır. Sosyal barınma merkezlerinin olmaması veya yatak
kapasitesinin yetersizliği gibi durumlarda, düzenleme ve denetim
fonksiyonları devletin uhdesinde kalmak kaydıyla alternatif haricî
barınma hizmetlerinin geliştirilmesi gerekmektedir (Örneğin, barınma
hizmetleri, anlaşmalı otel veya özel yurtlardan satın alınabilir).
KAYNAKLAR
Badelt, Christoph ve
Österle, August; Grundzüge der Sozialpolitik – Allgemeiner Teil:
Sozialökonomische Grundlagen; Wien; 1998.
Liefmann-Keil
Elisabeth; Ökonomische Theorie der Sozialpolitik; Berlin; 1961.
Meselâ 58’inci Hükümet Programında aynen şu ifadeler yer
almaktadır: “Resmî verilere göre, nüfusumuzun yüzde 15’i açlık
sınırının altındadır. Hükümetimiz, insan haklarına ve Anayasaya
aykırı olan bu acı tabloya kayıtsız kalmayacaktır. Hükümetin
uygulayacağı sosyal politikalar çerçevesinde bu acil sorunun
çözümüne öncelik verecektir.”
Liefmann-Keil Elisabeth; Ökonomische Theorie der Sozialpolitik;
Berlin; 1961.
Badelt, Christoph ve Österle, August; Grundzüge der
Sozialpolitik – Allgemeiner Teil: Sozialökonomische Grundlagen;
Wien; 1998.
|