aliseyyar@sosyalsiyaset.net

 

 

 

Makaleler ;

Ali Seyyar’ın Makaleleri
--  

 

Yeni Anayasamızın Sosyal Devlet Modeli Nasıl Olmalıdır?

 

 

Prof. Dr. Ali Seyyar[1]

GİRİŞ

Değerler sıralamasında sosyal devlet ilkesi, demokratik ve sivil anayasalarda ilk sıralarda yer almaktadır. Dolayısıyla sosyal devlet, katılımcı demokrasi yöntemlerle gelişmek isteyen toplumların vazgeçemeyeceği önemli bir değerdir. AB’ye katılım sürecinde dünyaya açılan Türk toplumu da, yeni bir anayasaya ihtiyaç duymaktadır. Yeni anayasada şekillenecek olan sosyal devlet modeli ise, Türk toplumunun demokratik gelişimini ve gelecekteki sosyal refah düzeyini belirleyecek en önemli unsurlardan birisi olacaktır.

Sosyal devletimizin geçmişe dönük sosyal politikalarına baktığımızda ağırlıklı olarak çalışan kesimin sosyal güvenliği ve sendikal hakları gibi işçi sorunlarının üzerinde yoğunlaştığını söyleyebiliriz. Bu yönüyle sınırlı bir sosyal model olarak “İşçilerin Sosyal Devleti" veya "Sosyal Sigortalar Devleti" ortaya çıkmıştır. Geniş kapsamlı sosyal politikalar geliştirmek adına yeni anayasa’daki sosyal devlet modelinin hem primli, hem de primsiz boyutuyla ortaya çıkması gerekmektedir. Nitekim modern sosyal devletler, felsefik yaklaşım ve uygulama biçimleri açısından birbirlerinden farklı da olsalar, sadece çalışanların (sosyal sigortalıların) değil genelde toplumun bütün sosyal kesimlerin temel sorunlarının çözümüne dönük olarak bütüncül sosyal politikalar uygulamaktadır. Makalemizin sınırlılığını göz önünde bulundurarak, yeni anayasal sosyal devlet modelinin bütün unsurlarını burada yansıtmanın zorluğu ortadadır. Bu sebepten dolayı makalemizde, bir yönüyle epey mesafe kat ettiğimiz “primli rejimi esas alan sosyal devlet modeli”nden ziyade henüz tam olarak geliştiremediğimiz “primsiz” modelin özelliklerine ağırlık verilecektir.

1. Mevcut Anayasa’nın Sosyal ve Kavramsal Dünyasına Eleştirel Bir Bakış

1982 Anayasası’na göre T.C. Devleti, sosyal bir hukuk devletidir. Başlangıç bölümünde her vatandaşın, şahsiyetli bir hayat sürdürme, maddî ve manevî varlığını bu yönde geliştirme hak ve yetkisine sahip olduğu belirtilmiş, herkesin maddî ve manevî varlığını geliştirme ve koruma hakkına sahip olduğu 17. maddede tekrarlanmıştır. Fertler açısından getirilen bu hak, 5. maddeyle devlete görev olarak verilmiştir. 5. maddeye göre; kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için, gerekli şartları hazırlamaya çalışmak, devletin temel gayesi ve vazifesidir. Sosyal devletin vazifesi, Anayasa Mahkemesi tarafından da belirlenmiştir. Buna göre sosyal devlet, bütün vatandaşları içine alacak bir şekilde sosyal adaleti, sosyal refahı ve sosyal güvenliği sağlar.[2]

Bu genel tespitlerden sonra mevcut anayasa’da belirlenen sosyal devlet modeline ilişkin eleştirilerimizi birkaç başlık altında toplamak mümkündür. İlk önce sosyal devlet ve buna bağlı olarak sosyal politika araç ve alanlara ait kavramların, karmaşık bir yapı içinde değişik maddelerde yer aldığının tespitini yapabiliriz. Anayasa’da yer alan evrensel nitelikli bazı sosyal kavramların bazen yerli yerinde kullanılmadığı, bazılarının ise gerek içerik, gerekse bilimsel yönden netleştirilmeden konulduğu izlenimini vermektedir. Eleştirilerimizi birkaç madde halinde sunacak olursak:

1.1. Dar Anlamda Sosyal Devlet Modeli

Giriş kısmında da ifade edildiği gibi, mevcut anayasanın sosyal modeli, soysal hayatın bütün alanlarını içine almak yerine ağırlıklı olarak çalışma hayatına temerküz etmiştir. Buna göre anayasanın çalışma hayatına ve dolayısıyla işçi ve işverenlere yönelik sosyal politika ile ilgili düzenlemelerin boyutu (maddeler: 48, 49, 50, 51, 52. 53, 54, 55) korunmaya muhtaç kesimlere (madde 61) göre daha geniş kapsamlı ve ayrıntılıdır.

1.2. Dar Anlamda Koruyucu Sosyal Politikalar

Mevcut anayasasının koruyucu sosyal politikaları, gerek koruma kapsamına aldığı hedef kitle, gerekse sosyal risk tür ve alanları açısından sınırlı tutulmuştur. Mesela 58. madde, bazı kötü alışkanlıklara karşı sadece gençleri koruma kapsamına almıştır. Halbuki belirlenen kötü alışkanlıklar, diğer sosyal kesimler için de birer tehlike unsurudur. Dolayısıyla bütün vatandaşların sosyal ve ahlâkî sapma tehlikelerine karşı korunmaları gerekmektedir. Diğer taraftan anayasada kötü alışkanlıklara dair “alkol düşkünlüğü, uyuşturucu madde, suçluluk, kumar” gibi somut örneklerin verilmesi de her zaman isabetli ve güncel olmamaktadır. Mesela “sigara içme” veya “pornografi” niçin kötü alışkanlık olarak zikredilmemiştir? Bunun için kötü alışkanlıkları örnekleriyle tek tek sıralamak yerine “sosyal ve ahlâkî sapma veya risklere karşı koruma” gibi ifadeler kullanıp, somut açılımlarını kanunî düzenlemelere bırakmakta fayda vardır. Ayrıca genelde kötü alışkanlığa, özelde “alkol düşkünlüğü”ne veya daha isabetli bir yaklaşımla “alkol tüketimi”ne yol açan bütün özendirici oluşumları engelleyen düzenlemelere de ihtiyaç vardır.

1.3. Yetersiz Sosyal Teşvikler

Mevcut anayasanın, toplumun sosyo-ekonomik ve kültürel gelişimine katkıda bulunabilecek kişi ve gruplara yönelik teşvikleri yetersizdir. Madde 59’a göre devlet, sadece “başarılı sporcuyu korur”. Doğrusu, “devlet, alanında başarılı bütün vatandaşlarını korur ve ödüllendirir” olmalıdır.

1.4. Kavramsal ve Mantıksal Hatalar

 “Sosyal güvenlik bakımından özel olarak korunması gerekenler” başlığı altında yer alan 61. maddede korunmaya muhtaç değişik sosyal kesimlere yönelik koruyucu tedbir ve toplum hayatına intibaka (rehabilitasyona) yönelik uygulamalardan bahsedilmektedir. Sosyal güvenlik, maddî korumaya yönelik dar bir kavram olduğu halde madde 61’de verilen örneklerin içeriği daha geniş tutulmuştur. Doğrusu “Sosyal koruma bakımından özel olarak korunması gerekenler” olması gerekirdi. Çünkü sosyal koruma, hem sosyal güvenlik, hem de sosyal hizmetleri içeren bir kavramdır.[3] Ayrıca korumaya ve yardıma muhtaç kesimlerin kimlerden oluştuğu konusu, ayrıntılı olarak yine kanunî düzenlemelere bırakılmalıdır.

Bunun yanında anayasanın “Başlangıç” kısmında yer alan aşağıdaki cümlenin ifade biçimi de tam anlaşır değildir. “Dünya milletleri ailesinin eşit haklara sahip şerefli bir üyesi olarak, Türkiye Cumhuriyetinin ebedî varlığı, refahı, maddî ve manevî mutluluğu ile çağdaş medeniyet düzeyine ulaşma azmi yönünde”. Burada geçen “refah, maddî ve manevî mutluluk” kavramlarının somut olarak ne anlama geldiği bir yana, haddizatında kişi ve toplumun gelişimini yansıtan bu kavramlar, Türkiye’nin idare veya devlet biçimini gösteren Cumhuriyet için kullanılmıştır. Doğrusu Türkiye Cumhuriyetinde yaşayan vatandaşların refahı, maddî ve manevî mutluluğu söz konusu olmalıydı.

1.5. “Çağdaş Medeniyet Düzeyi” Hedefinin Açılımının Yetersizliği

Dünya literatüründe rastlanılmadığı halde genelde Atatürk’e atıfta bulunularak, sık sık kullanılan “çağdaş medeniyet düzeyi” kavramı, Türkiye’de hemen her alanda ve her bağlamda gelişi güzel kullanılmaktadır. Bu ve buna benzer kavramların anayasada hangi anlamda kullanıldığı konusu, modern sosyal bilimler çerçevesinde yeniden değerlendirilmesi zaruridir. Çünkü zannedildiğinin aksine “çağdaş medeniyet düzeyi” kavramı dahî zihinlerde farklı farklı anlamlar çağrıştırmaktadır. Nitekim konu ile ilgili olarak üniversite öğrencileri üzerinde yapılan bir anketin sonuçları, bu tezimizi doğrulamaktadır.

“Çağdaş medeniyet düzeyi”ni “ekonomik gelişmişlik” olarak görenler olduğu gibi (% 15), bunu “eğitim/bilim/teknoloji” (% 20), “demokrasi ve özgürlük” (% 9) ve “kültürel anlamda Batılılaşma” olarak algılayanlar da var (% 8). Ankete katılanların hemen yarısı ise bu kavrama doğru veya yanlış bir tanım bile getirememişlerdir. Anketi düzenleyen akademisyenlerimiz ise, muasır medeniyeti (çağdaş uygarlığı) her nedense sadece maddî zenginlik ekseninde değerlendirmişlerdir. Onlara göre eğitim, demokrasi ve Batılılaşma ara hedefler, yani taşıyıcı hedeflerdir. Ana hedef, ülkenin zenginleşmesidir. [4]

Meslektaşlarımız, kaleme aldıkları kitabın 10. sayfasında buna delil olarak şöyle bir açıklama getirmektedir: “Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün 17 Şubat 1923 İzmir İktisat Kongresinde yapmış olduğu konuşmada ilk defa geçen bu ifade, daha sonra siyasetçi ve üst düzey bürokratlar tarafından sürekli olarak…telaffuz edilmektedir. Atatürk’ün aşağıdaki ifadeleri çağdaş medeniyet seviyesini tanımlamaktadır”. Bu cümlelerden, “Muasır Medeniyet” kavramının ilk kez İzmir İktisat Kongresinde dile getirilmiş olduğunu anlıyoruz. O halde ilgili metni kitapta yazıldığı gibi birlikte okuyalım:

“Efendiler! Tarihimizi dolduran zaferler ve başarısızlıkların tümü, ekonomik durumumuzla yakinen ilgilidir. Yeni Türkiye’mizi, layık olduğu “Uygarlık Seviyesi”ne eriştirmek için, her ne olursa olsun ekonomimizi birinci planda tutarak, en çok bu konuya önem vermek zorundayız”.

Peki Mustafa Kemal Paşa, 1923 yılında bu şekilde bir dil mi kullanmış yoksa okuduklarımız bugünün diline çevrilmiş hali midir? Elbette yapılan konuşma farklı idi. Buyurun asıl metni yine birlikte okuyalım:

“Efendiler; Tarihimizi dolduran zaferler, yahut izmihlallerin kaffesi ahval-i iktisadiyemizle münasebettar ve alakadardır. Yeni Türkiye'mizi layık olduğu “mertebe-i resanete” isâl edebilmek için, behemehal iktisadıyatımıza birinci derecede ve en çok ehemmiyet vermek mecburiyetindeyiz”.

Görüldüğü gibi “Muasır Medeniyet” yerine “Mertebe-i Resanet” ifadesi kullanılmıştır. Yani “muhkem bir mertebeye” veya “sağlam bir seviyeye” gelebilmek için, iktisat bilimine önem verilmesi gerektiğine vurgu yapılmıştır. Modern bir izahla ekonomi, yani sağlam ve sürdürebilir kalkınma (mertebe-i resanet) hamleleri ile sosyal barış ve sosyal adalet (gelir dağılımdaki adalet) gibi sosyal politika hedeflerine de ulaşmak mümkündür. O halde İzmir İktisat Kongresinde “Muasır Medeniyet” kavramı kullanılmadığına göre bu kavram nerede ve hangi bağlamda kullanılmıştır? “Muasır Medeniyet” kavramını Atatürk, “Onuncu Yıl Nutku”nda ekonomiden ziyade millî kültür bağlamında kullanmıştır.

Yurdumuzu dünyanın en mamur ve en medenî memleketleri seviyesine çıkaracağız. Milletimizi en geniş refah, vasıta ve kaynaklarına sahip kılacağız. Millî kültürümüzü, muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkaracağız”.

Sağlıklı şehir(li)leşme ve çevre dostu sanayileşme ile sosyal refah, toplumda güzel ahlâk ve karşılıklı sevgi ve saygının hâkim olması, insan haklarının ve özgürlüklerinin yanında yüksek bilgi ile donanmış sivil toplumun varlığı gibi hedeflerimizi gerçekleştirebilirsek, insanî (medenî) gelişmişlik seviyemiz de birçok ülkenin daha da ilerisine ulaşabilir. Kısacası medeniyetlerin gelişmesinde zahirî yönleriyle, her ne kadar iktisadî kalkınma önemli bir rol oynuyorsa da, hakikî tezahüründe millî kültüre ait unsurların ağırlığı vardır. Merkezinde ise, medeniyetin kalbi olan hür, bilgili, (sosyal) sorumlu ve ahlâklı insan vardır.[5] Özetleyecek olursak; Ne “Mertebe-i Resanet”, ne de “Muasır Medeniyet”, kendi başına ekonomik gelişmedir. Mertebe-i Resanet, daha doğrusu “Muasır Medeniyet”, iktisadiyatın veya ekonomik gelişmenin de üzerinde ve daha kapsamlı, kalıcı ve ideal bir hedeftir.

O halde (mevcut anayasamızın Başlangıç kısmında yapıldığı gibi) Atatürk’ün vecizelerinden yola çıkılarak, yeni bir anayasa hazırlanmak isteniyorsa bu durumda Atatürk’ün ifadeleri yerli yerinde ve belki de yeni bilimsel açılımlarla yorumlanarak kullanılmalıdır. Bu cümleden yola çıkarak, “refah artışı ile birlikte millî kültürümüzü dünya medeniyetlerinin seviyesinin üstüne çıkartmak”, anayasanın genel hedefi olarak gösterilebilir. Belki de bugünün modern dili ile bu hedef, “İnsanî Gelişmişlik” [6] hedefi olarak gösterilebilir. Başlangıç kısmında yer alan “çağdaş medeniyet düzeyine ulaşma azmi” ifadesi, tam olarak Atatürk’e ait bir söz olmadığı ortadadır. Türk milletinin ana hedefi, kültürel boyutuyla “muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkma azmi” ve sosyal politika boyutuyla da “İleri Bir Seviyede İnsanî Gelişmişlik Hedefi” olmalıdır. İdeolojik yaklaşımlardan uzak olan bu ideal hedef, toplumsal değerlerimiz ve köklü medeniyetimizle de uyum içindedir.

2. Sosyal Devlet Modeline Yönelik Yeni Anayasal Öneriler

İşçi kesimin temel sorunlarını çözmüş olan gelişmiş sosyal devletler, diğer sosyal kesimlerin temel sorunlarına da aynı ciddiyetle yönelmektedirler. Bu boyutuyla sosyal politikaların yeni ilgi alanları her geçen gün değişmektedir. Bu gelişmeler sayesinde özellikle dezavantajlı sosyal gruplar olarak tanımlayabileceğimiz özürlüler, yaşlılar, dullar, yetimler, yoksullar, işsizler, göçmenler, azınlıklar, çocuklar gibi korunmaya ve yardıma muhtaç insanlar, devletin himayesi altına alınmaktadır.

Türkiye’de bu sosyal kesimler, uzun dönem ihmal edilmiştir ve sosyal hayata eşit vatandaş olarak tam katılım açısından fırsat eşitliğine izin veren aktif sosyal politikalar da halen üretilmiş değildir. Yeni oluşturulacak anayasanın sosyal devlet modelinde toplumun bütün fertlerine sosyal refah sağlayacak temel esasların belirlenmesi bundan dolayı önem arz etmektedir. Sosyal devletimizin gelişimine katkı sağlaması düşüncesiyle hazırladığımız önerilirimiz, anayasa metni olacak tarzda kısa maddeler halinde verilmiş ve açıklamalarla zenginleştirilmiştir.

2.1. Sosyal Devletin Ana Gayesi ve Görevleri

Madde 1: Sosyal devletin gayesi, TC vatandaşlarının sosyal barış ve (ileri bir seviyede) refah içinde yaşayabilmelerini sağlamaktır. Sosyal devlet, bu gayeye ulaşabilmek için, bilimsel, kurumsal ve sosyal altyapının yanında koruyucu ve müdahale edici sosyal politika araçları geliştirir. Sosyal devlet, sosyal politika araçları olarak herkesi içine alacak bir sosyal güvenlik ve sosyal hizmetler sistemi oluşturur. Sosyal güvenlik sistemi, sosyal sigortalar ve kamusal sosyal yardımlardan oluşur.

Açıklama:

Sosyal devlet, bütün bürokratik imkân ve idarî gücünü seferber ederek, değişik sosyal kesimlerin maddî ve manevî yönden iyi hâl üzere olmalarını ve kişilerin birbirleriyle sosyo-kültürel yönden kaynaşmasını sağlar. Sosyal devlet, sadece meydana gelecek sosyal risklerden doğan zararların telafisine yönelik sosyal politika uygulayan bir devlet değildir. Koruyucu ve önleyici sosyal politikalarla sosyal devlet, sosyal riskleri önlemeye azami derecede özen gösterir, ahlâkî ve sosyal sapmalara meydan vermeyecek şartları, ortamı ve kurumları oluşturur. Sosyal devlet, toplumsal faydası yüksek olan sosyal politikalar üretirken, bir taraftan toplumun iktisadî ve sosyo-kültürel gelişimini temin eder, diğer taraftan da topluma zarar verebilecek sosyal risklerle ve kötülüklerle mücadele eder. Sosyal devlet, toplumun menfaatini ve özellikle (korunmaya ve yardıma) muhtaç vatandaşların sosyal haklarını korumak ve dolayısıyla sosyal vatandaşlık[7] anlayışını yaygınlaştırmak maksadıyla uygun sosyal politika araçlarıyla gerektiğinde toplum hayatına müdahale eder.

Katılımcı demokrasiyi benimseyen sosyal devlet ise, sosyal politikalarını STK’larla birlikte uygular. Başlangıçta sosyal haklar, maddî yönden zayıf olan yardıma muhtaç kişilere devletçe yapılan (kamusal) sosyal yardımlar olarak kabul görmüştür. Bu anlamda yardımlar, liberal devlet anlayışına (piyasa ekonomisine) dokunmadan, STK’lar yoluyla da yapılması düşünülebilir. Ancak böyle bir sosyal yardımlaşma sisteminin sadece zenginlerin merhamet ve hayırseverlik duygularına dayandırılması, yardımların sınırlı ve dolayısıyla etkisiz kalmasına yol açabilmektedir. Bugün sosyal hak, topluma karşı bir alacak hakkı gibi kabul edildiğinden, insanlık haysiyetine ve şerefine daha uygun düşmektedir. İnsan hakları temel alındığında, modern devletin sosyal politika alanındaki girişimi, bir hayırseverlik veya yoksullara refah götürme aracı olmaktan ziyade herkes için aynı olan hakların kesin olarak herkese verilmesidir.

2.2. Sosyal Politikaların Ana Gayesi

Madde 2: Sosyal politikaların hedefi, sosyal adaleti tesis etmek ve herkese asgari hayat standardı hakkı tanıyan bir sosyal güvenlik (koruma) sistemi oluşturmaktır.

Açıklama

Sosyal devletin somut şekli, sosyal politikalarla hayat bulmaktadır. Siyasî eylem ve müdahalelerden oluşan sosyal politikalar, sorun olarak gördüğü birçok alana yönelmektedir. İlgi alanlarını sınırlandırmak, hayli güçtür. Değişik sosyal alanlarda kişilerin hayat şartlarının iyileştirilmesini ve fırsat eşitliğinin tesisi ile hayat kalitesinin yükseltilmesini isteyen sosyal politikalar, netice itibariyle sosyal adaleti amaçlamaktadır. Sosyal adalet, değişik toplum kesimleri arasındaki gelir dağılımı, hayat standardı, refah düzeyi vb. gibi ölçütler açısından belirli bir dengenin sağlanmış olması; kamplaşmalara yol açabilecek gelişme farklılıklarının, uçurumların ortadan kaldırılmış olması ve sosyal sınıflar arasındaki çelişkilerin en aza indirilmiş olmasıdır. İktisadî bir yaklaşımla sosyal adalet, gelir ve servetin âdil dağılımı ile ancak sağlanabilmektedir. Bir başka ifadeyle, milli gelirden herkese, bilhassa emeği ile geçinenlere, hayatı anlamlı kılan önemli bir payın aktarılması ile mümkündür.

Sosyal adalet ilkelerinin başında “Hak Etme ve Fırsat Eşitliği” gelmektedir. Bu ilke, toplumda din, dil, ırk ve cinsiyet ayırımı yapmaksızın insanlara, yeteneklerini değerlendirebilecekleri eğitim ve çalışma imkânlarının sağlanması, onlara istedikleri yerde yaşama ve çalışma fırsatının tanınması ve çalışmaları karşılığında hak ettikleri ücretin verilmesini öngörmektedir. Diğer ilkesi ise “İhtiyaç, Eşitlik ve Hürriyet” kavramlarıyla özetlenebilir. Burada sosyal imkânların ve iktisadî kaynakların dağıtımında, bütün toplum fertlerini yararlandıracak şekilde eşit muamelenin yapılması esastır. Eşit imkânların tanınması ile fertler, hürriyet ve bağımsızlık ortamında özgürce yaşayabileceklerdir. Kamusal alanda bütün fertlerin eşit vatandaş statüsünde muamele görebilmeleri ve toplumda saygın kişiliklerini koruyabilmeleri için, sosyal hukuk sisteminin, toplumsal gerçeklere ve değerlere uygun olarak düzenlenmesi gerekmektedir. Görüldüğü üzere, sosyal adaletin kavramsal açılımı, nihaî şekli ile hiçbir zaman tam olarak yapılamaz. Sosyal adaletin teorik açılımları ve pratik sonuçları, sosyo-ekonomik gelişme ve toplumsal bilinçlenmeye göre farklılıklar göstermesi, sürekli değişim süreci içinde olan sosyal hayatın dinamik özellikleri ile yakından ilgilidir.

Sosyal politikaların bir diğer önemli hedefi olan asgari hayat standardı, kişinin, hayatını insanlık haysiyetine yaraşır bir biçimde devam ettirebilmesi, sağlıklı bir ortamda, huzurlu ve gelecek endişesi duymadan yaşayabilmesi, temel insanî ihtiyaçlarının ötesinde sosyo-kültürel ihtiyaçlarını da karşılayabilecek seviyede gelir elde edebilmesidir. Yoksulluk sınırı üzerinde bir hayatı amaçlayan hedefler, sosyal politika amaçlı olamaz. Yoksulluk sınırı, mutlak yoksulluğun (açlık sınırının) üstündedir ama yine de asgarî hayat standardının çok altında sürdürülen sefil bir hayattır. Kişinin, içinde yaşadığı hayat şartlarından hareketle maddî ve manevî istek ve ihtiyaçlarını tatmin edici bir seviyede karşılayabilmesi, gelişmiş sosyal devletlerin ana gayesidir.

2.3. Merkezî ve Yerel Sosyal Politikalar

Madde 3: Sosyal politikalar, uygunluk ve etkinlik durumuna göre, merkeziyet veya adem-i merkeziyet esasları doğrultusunda uygulanır. Bu iki esasa göre belirlenecek merkezî ve yerel sosyal politikaların birbirleriyle uyumlu ve koordineli olması sağlanır.

Açıklama:

Geleneksel merkeziyetçi yapının değişmesi ile birlikte sosyal devlet modeli içinde merkezî ve yerel sosyal politikaların temel esasları, uygulama alanları ve yöntemleri yeniden belirlenmelidir. Merkezî sosyal politikaların eksik bıraktığı veya ulaşamadığı yerlerde yerel yönetimler, tamamlayıcı bir fonksiyon icra etmekte ve toplumda var olan sosyal dayanışma dinamiklerini harekete geçirebilecek potansiyellere sahiptirler. Yerel sosyal politika aktörleri, merkezî yönetimin sosyal politikaya dönük olarak belirleyeceği çalışma alanları, yetki ve görev taksimi gibi temel esaslar ekseninde aralarında işbirliği de yaparak, yerel sosyal sorunlara kalıcı çözümler üretebilecek konuma getirilmelidir. Yerel kalkınma, halkın sosyal politika kararlarına ve programlarına katılarak sağlanması hâlinde sosyal dayanışma mekanizmaları da harekete geçecektir.

2.4. İnsan Şahsiyetinin Dokunulmazlığı

Madde 4: İnsanın maddî ve manevî varlığı dokunulmazdır. Sosyal devlet, insan şahsiyetinin saygı içinde korunmasına yönelik her türlü tedbiri alır.

Açıklama:

Maddî sosyal haklar içermeyen şahsî özgürlükler, özellikle muhtaç ve(ya) dezavantajlı sosyal gruplar için bir şey ifade etmediği gibi onların toplum hayatından uzaklaşmalarına ve dışlanmalarına bile yol açabilmektedir. Demokratik hukuk devleti, geniş halk kitlelerine yönelik siyasî hakların hayatiyet bulmasını sağlarken sosyal devlet, sosyo-ekonomik özgürlüklerle ilgili hakların gerçekleştirilme şansını iyileştirmektedir. Asgarî hayat standardının altında ekonomik yetersizlikler içinde yaşayan insanların sadece maddî varlıkları değil manevî varlıkları da olumsuz yönde etkilenebilmektedir. Kendi özel çabalarıyla bu durumdan kurtulamayan fertler, bundan dolayı devletten hem sosyal yardım, hem sosyal hizmet talep etme hakkına sahiptir. Özellikle muhtaç ve(ya) dezavantajlı sosyal gruplar için uygulanan pozitif ayrımcılık, sosyal hayatta fırsat eşitliğinin tesisi için gerekli görülmektedir. Demek oluyor ki, hukuk devletinin demokrasisi, sosyal niteliklere ve insanî değerlere göre şekillenmektedir.

2.5. Yardıma Muhtaç Sosyal Kesimlerin Sosyal Güvenliği

Madde 5: Sosyal devlet, kamusal sosyal yardım yöntemleriyle mahremiyetleri ihlâl edilmemek ve onurları incitilmemek şartıyla yardıma muhtaç sosyal kesimlerin maddî ihtiyaçlarını karşılar. Sosyal devlet, vatandaşların (yoksulluk sınırından ziyade) asgarî hayat standartlarının üzerinde bir hayat sürmelerini sağlar. Yardıma ve korunmaya muhtaç sosyal kesimler, sosyo-kültürel hayattan nasibini alır. Devlet, yoksulluğun ortadan kaldırılmasında sivil sosyal yardım organizasyonlarla işbirliği yapar.

Açıklama:

Kamusal sosyal yardımların miktarı, kişinin hayatını insan haysiyetine yaraşır bir şekilde idame ettirebilecek boyutta belirlenmelidir. AB ülkeleri, kamusal sosyal yardımların miktarını, şahsî muhtaçlık kriterlerinin ötesinde (fert başına düşen) millî gelire bağlı bir oran (% 40 - % 60) üzerinden tespit etmektedir. Sosyal devlet, kamusal sosyal yardımların istismarını önlemek maksadıyla millî gelire endeksli asgarî hayat standardını belirler ve hakiki anlamda yardıma muhtaç olanları sosyal koruma kapsamına alır.

2.6. Korunmaya Muhtaç Sosyal Kesimlere Sosyal Hizmet Desteği

Madde 6: Korunmaya muhtaç sosyal kesimler, devletin ve(ya) devletçe yetkilendirilmiş kuruluşların sosyal himayesi ve desteği altındadır. Sosyal hizmetler, korunmaya muhtaç sosyal kesimlerin toplum hayatına tam katılımını sağlayıcı tedbir ve sosyal içerme uygulamalarıyla dışlanmayı ve ayrımcılığı önler.

Açıklama:

Şahsî güvenlikleri açısından bedenen, ruhen, zihnen ve(ya) ahlâken tehlikede bulunan, sosyo-kültürel yönden yoksunluk içinde ve sosyal sapmalara meyilli olan bütün insanlar, sosyal hizmetlerin koruyucu ve rehabilite edici programlarına ihtiyaç duyarlar. Özellikle sosyal sapma eğilimleri göstren insanların sosyal rehabilitasyonu önemlidir. Çünkü bu kesim, değişik sebeplerden dolayı toplumsal norm ve değerlere uymakta güçlük çeker ve toplumsal hoşgörü sınırlarını zorlayan tutum ve davranışlarda bulunurlar. Kısacası korunmaya muhtaç sosyal gruplar, sosyal hizmetlerin desteğini almadan sosyal hayatın icaplarını tam olarak yerine getiremezler. Bu yönüyle ekonomik sorunu olmayan madde bağımlısı bir insan, mutlak anlamda kamusal sosyal yardıma ihtiyaç duymasa da tıbbî ve sosyal rehabilitasyon hizmetlerine ihtiyaç duyar.

Sosyal içerme programları da zaten hem gelir düzeyleri toplum ortalamasının çok altında olduğu için, hem de etnik veya dinî kökenleri, toplumsal cinsiyetleri, eğitim durumları, fiziksel veya zihinsel engelleri dolayısıyla topluma eşit vatandaşlar olarak katılmakta zorluk çeken insanların psiko-sosyal ve ekonomik sorunlarına sosyal koruma ve rehabilitasyon hizmetleri sunmaktadır. Sosyal içermenin ana gayesi, sosyal dışlanmaya maruz kalan birey veya grupların ekonomik ve sosyal hayatta yer almalarına engel olan faktörlerin ortadan kaldırılarak, hayat seviyelerinin toplumda kabul edilebilir bir düzeye getirilerek, toplumla bütünleşmelerinin sağlanmasıdır. Millî birlik ve sosyal dayanışmayı tesis etmek açısından sosyal içermeye dönük politikaların önemi büyüktür.

2.7. Millî Birlik ve Sosyal Dayanışma

Madde 7: Değişik sosyal kesimler ve nesiller arasında sosyal dayanışma ve yardımlaşmanın tesisi ve teşviki için, sosyal devlet gerekli tedbirleri alır.

Açıklama:

Sosyal devlet, toplumun bütün fertlerinin devlete ve topluma karşı sorumluluklarının da bulunduğunun şuuruna ermelerinin ve sosyal hayatta dayanışma ve yardımlaşma duygularının en yüksek seviyede muhafazası için, uygun eğitim ve kültür politikaları uygular. Millî birliğin sürekli olarak canlı tutulması için, her devlet, kendi toprakları üzerinde sosyal çatışmaların yerine sosyal barışın ve hatta gelişiminin hâkim olmasını ister. Bununla birlikte sosyal devlet, toplumdaki her ferdin sosyal sorumluluk bilinci ile hareket etmesini sağlayıcı uygun bir ortamın oluşmasına yönelik gerekli tedbirleri alır. Böylece sevgi ve saygıya dayanan karşılıklı yakınlaştırıcı bağlar ve sağlıklı sosyal münasebetler sayesinde toplumsal dayanışma dinamikleri de harekete geçmiş olur.

Sosyal nitelikli bir devlet modelinde toplumsal dinamiklerin gün ışığına çıkması ile sosyal sermayenin oluşumu da mümkün olacaktır. Sosyal dayanışma, bir başka ifadeyle insanlar arasında gelişen aktif bağlantılar sayesinde sürdürebilir kalkınma ve sosyal gelişmeyi mümkün kılan güven, sadakat, karşılıklı anlayış, hoşgörü, yardımseverlik, sosyal ahlak, sosyal fedakârlık, müşterek değer ve davranışlar da tesis edilecektir. Böylece sağlıklı ve huzurlu bir toplum meydana gelir ve sosyal barış içinde sosyal gelişmeyi sürdürecek değerler ve normlar somut olarak şekil alır.

2.8. Sosyal Haklar ve Sorumlulukların Birlikteliği

Madde 8: Sosyal devlet, kişilerin, sosyal haklarını bütün genişliğiyle kullanmaları için, gerekli tedbirleri alır. Kişilere tanınan sosyal haklar ile toplumun genel menfaati, bir sosyal denge içinde korunur. Vatandaşların kanunlar önünde eşit olduğu ve aralarında hiçbir ayrım yapılamayacağı ilkesi doğrultusunda sosyal haklar, cinsiyet, ırk, dil ve inanç farklılığı gibi sebeplerden dolayı sınırlandırılamaz.

Açıklama:

Yürürlükteki anayasanın 65. maddesi, sosyal hakların hayata geçirilmesi açısından bir sınır getirmektedir. Buna göre sosyal devlet, sosyal ve ekonomik alanlardaki görevlerini yerine getirirken, malî kaynaklarının yeterliliği ölçüsünde hareket etme yetkisine sahiptir. Bir başka ifadeyle, vatandaşlara tanınan sosyal hakların gerek maddî, gerekse içerik (alan) boyutuyla genişletilmesi yerine daraltılması mümkündür. Sosyal devletten talepte bulunma haklarının teorik bir çerçevede kalmaması arzu ediliyorsa, devlet, sosyal hakların gerçekleştirilmesinde insan onurunu zedeleyen sınırlamalar yerine asgarî ölçüde bir sosyal güvence (koruma) sistemi oluşturmalıdır.

2.9. Sosyal ve Ekonomik Politikaların Birlikteliği

Madde 9: Sosyal politikalar, iktisadî politikaların etkinliklerini destekleyici mahiyette uygulanır. Mülkiyet hakkını, tüketici haklarının korunmasını ve özgür teşebbüsü esas alan rekabetçi bir sosyal piyasa ekonomisi çerçevesinde fiyat istikrarı, tam istihdam, sosyal adalet, dengeli iktisadî ve sosyo-kültürel kalkınma sağlanır. Sosyal devlet, her türlü tekelcilik ve sömürücülükle mücadele eder.

Açıklama:

Refahın yaygınlaştırılması, bir toplumun kalkınması için tek başına yeterli değildir Sosyal devlet, maddî kalkınma hedefini, toplumun temel değerlerini, ahlakî ve manevî yapısını koruyarak, sosyal adalet ilkesini gözetleyerek gerçekleştirir. Sosyal devlet, serbest rekabette fırsat eşitliğini temin etmek maksadıyla, ekonomi ve sosyal politikalarını birleştirerek, gerektiğinde iktisadî hayata müdahale edebilmelidir. Mevcut iktisadî sistemlerin dışında sentezci bir model olan sosyal piyasa ekonomisinin ana gayesi, ekonominin rekabet edebilirliğini ve hür teşebbüsü tehdit etmeden bir taraftan piyasa şartlarının serbestçe oluşumuna ve gelişimine imkân tanımak, diğer taraftan da sosyal adalet ilkesine sadık kalarak, sosyo-ekonomik yönden zayıf olanları korumaktır.

Sosyal piyasa ekonomisi, dört ana ilke üzerine bina edilir: 1.) Tam rekabetin sağlaması için monopol denetimi (Kartel Yasağı). 2.) Piyasa gelir dağılımının maliye politikaları ile düzenlenmesi ve desteklenmesi. Bir başka ifadeyle, devletin, belli piyasalara (Örn. tarım sektörü) destekleyici mâhiyette alıcı olarak girmesi ve kaynak transferinde bulunması veya aile fertlerini dikkate alan âdil bir vergi sistemi olarak müterakkî vergi sistemi uygulaması. 3.) Sosyal güvenlik, iş sağlığı ve güvenliğinin olduğu bir ortamda üretim faktör ve kaynaklarının korunması. 4.) Asgarî geçim (sosyal gelir) ve ücret belirlenerek, işgücünün konjonktürel dalgalanmalardan korunması.

2.10. Aktif İstihdam Politikaları

Madde 10: İşsizliği azaltabilmek ve tam istihdam hedefine ulaşabilmek için, sosyal devlet, aktif istihdam politikaları uygular.

Açıklama:

Aktif istihdam politikaları, emek piyasasındaki arz ve talep münasebetlerini, hem kantitatif (sayıca), hem de kalitatif (nitelik) açısından değişik yöntemlerle dengeli bir biçimde düzenlemek ve istihdam oranını artırmak maksadıyla oluşturulan tedbirlerdir. Aktif istihdam politikaları kapsamında işletmelere doğrudan sübvansiyon, yatırımlar için ucuz arazı tahsisi veya kredisi, kamu tarafından finanse edilen işletme içi meslekî eğitim programları, İş Kurumu tarafından işsizlikten en fazla etkilenen ve uzun süreli işsizlere iş deneyimi kazandıracak programların veya vasıflı işgücü yetiştirme kurslarının uygulanması gibi tedbirler uygulanabilmektedir.

2.11. Aile Fertlerine Dönük Sosyal Politikalar

Madde 11: Aile fertleri ve özellikle anne ve çocuk, devletin sosyal koruması altındadır. Sosyal devlet, aile fertlerinin maddî ve manevî sağlığının korunması yönünde aile destek hizmetleri geliştirir. Çocuk ve gençler, her türlü sosyal risk, sosyal ve ahlâkî sapma ve davranış bozukluklarına karşı korunur.

Açıklama:

Sosyal devlet, huzurlu ve sağlıklı toplum tesis etmek maksadıyla özellikle sosyal sorunlu aile ve aile fertlerine yönelik psiko-sosyal eğitim, destek, bakım ve intibak programları geliştirir. Sosyo-ekonomik sıkıntılar içinde olan ailelere dönük özel sosyal yardım hizmetleri sunulur. Aileye dönük sosyal refah hizmetleri kapsamında aile danışmanlığı hizmetleri, bakıma muhtaç aile fertlerinin evde bakımına yönelik destek hizmetleri akla gelebilir. Sosyal devlet, vatandaşlarının millî birlik inancı içinde yetişmeleri için, çocukluklarından itibaren, aile politikaları kapsamında akraba, komşu ve topluma yönelik sosyal içerme ve kaynaşma projeleri uygular.

2.12. Sosyal Konut

Madde 12: Sosyal devlet, tabiî âfet veya maddî imkansızlık gibi olağanüstü sebeplerden dolayı evsiz kalan vatandaşlarının insan haysiyetine yaraşır bir şekilde hayatlarını idame edebilmeleri için, sosyal konutlarda barınmalarına imkânı sağlar. Sosyal konutların yetersiz olduğu durumlarda sosyal devlet, vatandaşlarına kira yardımında bulunur.

Açıklama:

Sosyal devlet, muhtaç insanların barınma ihtiyaçlarını (bedelli-bedelsiz) karşılamak üzere, bütün illerde tabiî ve sosyal çevre ile uyumlu, kira veya satış bedeli konut piyasasının altında olan sosyal meskenler inşa eder veya ettirir.

NİHAÎ DEĞERLENDİRMELER

Anayasal çerçevede oluşturulan bir sosyal devlet ve buna bağlı olarak geliştirilen bir sosyal politika modeli, içerik olarak ne kadar sağlam görünürse görünsün, gerçek sosyal hayata idealize edildiği şekliyle tam olarak yansıtılamadığı müddetçe sadece kâğıt üzerinde anayasalı bir sosyal devlet olmaya mahkûmdur. Devletin temel yapı taşlarını, bürokrasinin güç ve yetkilerini ve insan haklarını, demokrasi ve sosyal hukuk kurallarına göre düzenlemeyen bir devlet, gerçek anlamda sosyal hukuk devleti de olamaz.

Anayasal anlamda sosyal hukuk devleti, temsil ve katılıma dayalı, hukukun üstünlüğünün geçerli olduğu, insan haklarının uygulandığı, din ve vicdan hürriyetinin güvence altına alındığı, parlamentonun ve siyasî iktidarın güç ve yetkilerinin sınırlandırıldığı ve özellikle muhtaçların sosyal haklarının güvence altına alındığı bir devlet modelinde ancak ortaya çıkabilmektedir. Aktif bir sosyal devletin ortaya çıkabilmesi ise, hukuk devletinin birey ve gruplara tanıdığı sosyal hakların varlığına ve uygulamaya dönük sosyal politika yöntemlerinin açıkça belirtilmesine bağlıdır.

Zengin bir sosyal politika geleneğine sahip olan ülkelerin anayasalarında sosyal devlet ile ilgili hükümler, hem çok basit, hem de çok kısadır. Mesela Almanya anayasası, “Federal Almanya Cumhuriyeti’, demokratik ve sosyal bir federal devlettir” (Grundgesetz; m. 20/1) demek suretiyle sosyal politika uygulamalarını kanunî düzenlemelere ve hükümetlerin icraatlarına havale etmektedir. Alman anayasasında bunun dışında iş hukuku, iş güvenliği, çalışma hakkı, mülkiyet hakkı, sosyal sigortalar ve ailenin korunması gibi sosyal ve iktisadî nitelikli hükümler de elbette yer almaktadır. Ancak, ifade edildiği gibi, bunlar son derece kısa ve ilkesel biçimde yansıtılmıştır.

Detaylı anayasal hükümler belirleyip de bunları hayata geçirecek mekanizmaları oluştur(a)mamaktan ziyade zengin bir sosyal politika geçmişi olan Alman modelinden yola çıkarak, istikrarlı bir ekonomik kalkınmışlığın yanında sosyal politikaların akademik (teorik) ve pratik (tecrübî) tabanın güçlendirilmesine yönelik girişimlerde bulunmak belki de daha isabetli olacaktır. Bu bağlamda üniversitelerimizde sosyal politika bölümlerinin açılması ve daha çok sosyal (hizmet) kurumların hizmete sokulması, sosyal devletin gelişimine katkıda bulunacaktır. Zaten sosyal hayatın bütün sorunlarını öngören ve hazır çözüm önerileri sunan kapsamlı bir anayasanın oluşturulması fevkalade zordur. Ancak demokratik bir sosyal devlet kültürünün ve toplumsal dayanışma şuurunun geliş(tiril)mesi ile birlikte, toplumsal sorunların çözümü de o nispette kolay olacaktır.


[1] Sakarya Üniversitesi; İİBF; Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü; Sosyal Siyaset ve Sosyal Güvenlik Ana Bilim Dalı Başkanı.

[2] Anayasa Mahkemesi Kararı 1991/ 43.

[3] Sosyal koruma, çoğu zaman sosyal politika ile eş anlamlı tutulmaktadır. Sosyal koruma, genel bir sistemi nitelerken, sosyal güvenlik bu genel sistemin bir alt unsuru olarak görülebilir. Genel bir tanımla sosyal koruma, yetim, öksüz, yoksul, aceze, yaşlı, özürlü, hasta, işsiz gibi sosyo-ekonomik faktörlerden ötürü, yardıma ve(ya) bakıma muhtaç kişilere yönelik sunulan kamusal sosyal yardım ve hizmetlerin bütünüdür. Dünya Bankası’nın tanımı göre sosyal koruma, “fertlere, hane halklarına ve topluluklara sosyal riskleri daha iyi yönetebilmeleri için sağlanan yardımlar ve aşırı fakirler için destek sağlanması maksadıyla insan sermayesini geliştirmeye yönelik kamu müdahaleleridir”. Uluslar Arası Çalışma Teşkilatına göre ise, “emel risk ve ihtiyaçlardan kaynaklanan düşük yaşam standartlarına veya yaşam standartlarındaki azalmaya karşı koruma maksadıyla kamu veya toplu düzenlemeler yoluyla fertler ve ailelere sosyal yardımların ve hizmetlerin sunulmasıdır”. Bkz. Seyyar, Ali; Sosyal Siyaset Terimleri; Sakarya Yayıncılık; II. Baskı; Adapazarı; 2008; s. 465.

[4] Sarıbaş; Hakan ve Sekmen, Fuat “Büyüme Maceramız: Yetişebiliyor Muyuz? - Türkiye’nin Muasır Medeniyete Ulaşma Çabası”. Değişim Yayınları; 2008; ss.1-20.

[5] Seyyar, Ali; Adapazarı Gazetesi; “Sosyal Hayata Bakış”; 24.07.2008.

[6] İnsanî Gelişmişlik (human development), iktisadî gelişmişliğin yanında ülkelerin insan hakları, kültürel, sosyal, hukukî ve demokratik kalkınmışlık seviyesini de esas alan BM-Kalkınma Programı çerçevesinde geliştirilmiş uluslar arası bir ölçüdür. İnsanî kalkınma endeksinin göstergeleri, kısaca şunlardır: 1.) Doğuşta hayat beklentisiyle ölçülen ömür uzunluğu. 2.) Yetişkin okuryazarlığı (15 yaş ve üstü nüfus). 2.1.) İlk, orta ve yüksek öğrenime devam oranlarının bileşimiyle ölçülen eğitim elde etme (Okullaşma Oranı). 3.) Kişi başına gerçek Gayri Safi Milli Hasıla (yurt içi GSMH) ile ölçülen hayat standardı. Bkz. Seyyar, Ali; Sosyal Siyaset Terimleri; Sakarya Yayıncılık; II. Baskı; Adapazarı; 2008; s. 190.

[7]Sosyal vatandaşlık, sivil ve siyasî hakların (düşünce-ifade-inanç özgürlüğü, mülk edinme hakkı ve seçme ve seçilme hakkı vb.) yanında sosyal haklarla donanmış bir vatandaşlık anlayışıdır. T.H. Marshall’e göre sosyal vatandaşlık, bir parça ekonomik refah ve güvenliğe sahip olma hakkı, sosyal mirastan pay alma ve toplumda hâkim olan standartlar çerçevesinde modern bir hayat sürmeyi öngören bir yaşama biçimidir. Sosyal haklar, sosyal politikaların uygulanması ile sağlanmaktadır. Bkz. Seyyar, Ali; Sosyal Siyaset Terimleri; Sakarya Yayıncılık; II. Baskı; Adapazarı; 2008; s. 526.

 

 

Google