YAŞAM SEYRİ TEORİSİ VE
ÖZÜRLÜLER
Hatice Osunluk*
ÖZET
Özürlülüğü ve özürlülük alanını
tanımlamak üzere bir çok model geliştirilmiş ve teoriler üretilmiştir. Son
yıllarda bu alanı daha yakından tanımak üzere yaşam seyri teorileri üzerinde
durulmaya başlanmıştır.
Kısaca bir kişinin hayatı boyunca karşılaştığı birbiriyle bağlantılı
olayların seyri olarak tanımlayabileceğimiz davranış veya deneyimlerin,
kavramsal olarak durumların birbirleriyle bağlantısının dizisi olan yaşam
seyri araştırmaları, yaşam döngüsünde alışıldık ve alışılmadık deneyimlerim
etkisini incelemek amacıyla sıklıkla kullanılmıştır. İlk yıllarda yapılan
çalışmalar özürlülüğü ve özürlülüğün kişi yaşamındaki etkilerini yok
sayarken, son yıllarda yaşamı etkileyen önemli unsurlardan biri olması
nedeniyle, özürlülüğün yaşam seyri üzerindeki etkisini incelemek üzere
çalışmalar yapılmaya başlanmıştır.
Özürlüler alanında yapılan ve yapılacak yaşam seyri araştırmaları özürlü
kültürünü sistematik bir yolla anlamamıza yardımcı olacaktır. Özürlülük
alanında yapılan çalışmalar ve çıkarılan haritalar üzerinde köprü
oluşturarak, net bir şekilde özürlülük alanını görmemizi sağlayacaktır. Bu
bakış açısı ile çağdaş toplumların nasıl organize oldukları, özürlüler
alanında yapılacak çalışmaların, götürülecek hizmetleri nasıl olması
gerektiği, özürlüler alanındaki engellerin neler olduğu, nasıl aşılabileceği
ve özürlü kişilerin yaşam seyri içinde gelişmelerinin nasıl olduğu daha net
görülebilecektir.
Anahtar kelimeler: Yaşam seyri, özürlülük, aile, çevre, etkileşim.
GİRİŞ
Özürlülüğü anlamak ve tanımlamak oldukça zor bir konudur.Özürlülük olgusunu
açıklamaya yönelik olarak çeşitli teoriler üretilmiş, modeller
geliştirilmiştir. Teorik yaklaşımların öncelikli hedefi konuya zemin
oluşturmak ve konuya hangi açıdan nasıl bakıldığını göstermektir. Bunların
yaygın olarak bilinenleri medikal, sosyal, politik, ve kültürel bakış
açılarıdır.Son yıllarda ise, özürlülük olgusunu, kültürünü ve özürlüler
alanını tanımlamak ve anlamak üzere yaşam seyri teorisi üzerinde
durulmaya başlanmıştır.
Her bir kişinin hayatına baktığımızda doğum ile ölüm arasındaki süreçte, bir
yaşam oluşmakta ve bu yaşam ise benzeri olmayan deneyimlerle
doldurulmaktadır. Hemen hemen herkes yaşamında okula gitmek, çalışmak,
evlenmek, çocuk sahibi olmak, emekliye ayrılmak gibi süreçleri yaşar. Hemen
hemen herkesin aynı süreçlerden geçmesine, benzer olaylar yaşamasına rağmen,
bunların bireylerde bıraktığı tecrübeler, duygular farklıdır. Herkes
yaşamının çeşitli yollarında seyahat eder, yalnızca kendilerine özgü
olduğunu düşündükleri çeşitli deneyimler ve duygular yaşarlar. Bazen bize
eşsiz gelen, yalnızca bize özgü olduğunu düşündüğümüz yaşantılar, yaygın bir
şakilde gerçekleşiyor olabilir ( Örneğin, boşanan eşler arasında yaşanan
tartışmalar, kavgalar vb.). Ancak, bu olayların her biri içimizde eşsiz iç
duygulara yol açmaktadır.
Elder’e (1996) göre kişilerin yaşamları, bunların getirdiği iç duygular,
tecrübeler ve bireysel özelliklerinin, sosyal çevrenin, sosyo-ekonomik
olayların, tarihsel süreçlerin ve geçmiş yaşantılarına ait tecrübelerin
etkilerini, geleceğini ve kişiliğini nasıl şekillendirdiğini araştırmak
yaşam seyri teorisinin konusunu oluşturmaktadır ( Benson ).
Çeşitli alanlarda yapılacak yaşam teorisi çalışmaları bu teorinin
güçlenmesini sağlayacaktır. Bu teorinin özürlüler üzerinde yapılacak
çalışmaların da özürlüler alanına bakıştan, bu alana götürülecek hizmetlere
kadar, her alanda yapılacak çalışmalar büyük katkısı olacaktır ( Slota ve
Martin, 2003 ).
Yaşam Seyri Teorisi Nedir?
Tüm yaşam seyri teorisi birey ve çevresi
arasında dinamik değişme ve etkileşim olduğunu varsayar. Bu
kavramsallaştırma dört yapıyı gerektirir; yerleşim ( coğrafi ve tarihi
özellikleri içerir), sosyal bağlar ( sosyal ilişkileri ); kişisel kontrol;
ve zamanlama ( bireysel gelişim ile ilgili geçişleri kapsar) (Giele ve
Elder, 1998). Örneğin, herhangi bir yaşam, tarihi örnekler, sosyal
ilişkiler, bireysel gelişim ve durumsal kontrolün yegane karşılıklı
etkileşimi yoluyla incelenebilir. Bu hem bireyi, hem de çevresinin daha
derinlemesine anlaşılmasını sağlayabilir. ( Slota ve Martin , 2003 ).
Kişilerin yaşam deneyimleri ve bunların etkilerini araştırmak üzere
kurgulanan yaşam seyri teorisi; multidisipliner entellektüel bir
yaklaşımdır. Tarih, biyoloji, psikoloji, sosyoloji gibi bir çok disiplinin
deneysel gözlemlerini ve fikirlerini içerir. Herhangi bir şeyin açık bir
teorisi değildir. Ama insanların yaşamları ve gelişimleri hakkında çalışma
ve düşünmenin bir yoludur.
Benson (2001)’e göre, yaşam seyri, en basit şekliyle bir kişinin anne
karnından mezara uzanan bir yaşam süreci ve bu süreçte yer alan
deneyimleridir. Glen ve Elder, (2002) yaşam seyrini, bir kişinin hayatı
boyunca karşılaştığı birbiriyle bağlantılı olayların seyri olarak
tanımlanmaktadır. Bir sürecin, davranış veya deneyimlerin, kavramsal olarak
durumların, birbiriyle bağlantısının dizisidir. Ömür üzerinde kariyer yada
başarıya giden bir yoldur.
Bununla birlikte, kişinin ömür süreci farkla olmayan zaman ve deneyimin
sürekli bir akışıyla oluşacak kadar basit değildir.Hayat bundan daha farklı
olarak yapılandırılmıştır. Hayatımız birinden diğerine farklı olan toplum ve
bireyler tarafından etkilenen ve sosyal olarak inşa edilmiş aşamaların,
safhaların bir dizisini içerir.
Yaşam seyri üzerindeki zamanlama aşamaları yaşam seyri üzerinde yer alan
belli bir durumdan başka bir duruma uzantıları olan hareketleri içerir. Bu
aşamalar, safhalar yaşam seyri araştırmacıları tarafından durumlar ve
durumlar arasındaki değişmelerde geçişler olarak ifade edilmektedir (
Hareven, 2000 ). Örneğin, bir kişinin eğitim seyrini (eğitim için ilişkili
durumların bir serisi üzerine konuşulabilir) örnekleyecek olursak; bir çok
kişi için standart eğitim seyri, ilkokul, ortaokul, lise, yüksekokul
arasındaki geçişleri kapsar. Genellikle bir üniversite derecesine ulaşmak
için bu eğitim seyri ortalama 22-23 yaş civarında kesilir. Her bir öğrenim
kademesi durum, her bir mezuniyet derecesi durumundaki bir değişme, yani
geçiş olarak isimlendirilir. Geçişler seyirlerde daima görülür ve seyirler
birinden diğerine geçişlerle bağlanmıştır. Durumlar geçişler tarafından
birinden diğerine bağlanan seyirleri düzenler (Benson 2001) .
Yaşam seyri araştırmalarının temelinde, bireysel ve çevresel dinamik
değişkenler bulunur. Burada dört madde ortaya çıkar;
·
Tarihsel ve
coğrafi yaşam örnekleri,
·
Sosyal bağ ve
arkadaşlıklar,
·
Bireysel irade,
bireysel görüşlerini açıklama,
·
Bireysel gelişim
ve zaman belirleme (Giele ve Elder, 1998).
Her yaşamın bunlar ile test edilme olanağı vardır. Bu hem bireyi hem de onun
çevresini derinlemesine anlamamızı sağlayabilir.
Herven’e (2000) göre yaşam seyri paradigması gelişimsel ve tarihseldir.Onun
özünde bireysel zamanın, aile zamanının ve tarihsel zamanın senkronizasyonu
(eşgüdümü) bulunur. Bu paradigmanın altı çizilen üç boyutu vardır:
1.
Tarihsel değişim içersinde kişinin yaşam seyri üzerinde yer alan yaşam
geçişlerinin zamanlanması.
2.
Ailedeki diğer bireylerle birlikte bireysel yaşam geçişlerinin
senkronizasyonu.
3.
Tarihsel döngü içinde evvelce karşılaşılan ve takip den olaylar tarafından
şekillenen, önceki yaşam olaylarının etkileri.
Yaşam
Seyri Teorisinin Bakış Açısı Nedir?
Yaşam seyri teorisinin bakış açısı, kişinin sağlığı, aile yaşantısı,
ilişkileri, iş hayatı, eğitimdeki statüleri, sosyal çevrelerindeki
değişimler için düzenlemeyi yapmayı içeren yaşam alanlarında meydana gelen
geçişleri yansıtarak, yaşam seyrinin anlaşılmasını sağlar (Bynner, 2001).
Ancak bu süreçte yapılan değerlendirmelerde bazı güçlükler yaşanmaktadır.
Bunlardan biri yaşam seyrinde gerçekleşen olaylar ve bunların etkilerinin
kısmen doğrusal olmasıdır.Hayatımızda sonradan yaşanan deneyimler
davranışlarımızı yalnızca sonradan etkilemez. Olabildiğince erken dönemde
etkilemesiyle bir dereceye kadar dairesel hissedilir. Örneğin; işsizlik
mantıksal yeteneklerde gerilemeye yol açar, bu da bir kısır döngü yaratır.
Yaşam seyri teorisi bakış açısının bir diğer eleştirel yönü, farklı
alanlardaki gelişme ve deneyimlerin birbiri içindeki etkisidir. Bir alandaki
geçişi anlamak için, örneğin; iş alanındaki geçişi ve süreci anlayabilmemiz
için, bizim diğer alanlardaki, örn. Ailedeki geçişleri de hesaba katmamız
gerekmektedir. Elder, bunu yaşam bağları olarak ifade etmektedir (Bynner,
2001).
Diğer taraftan yaşam seyri, biyolojik yatkınlık, kişisel yapı ve sosyal
çevre arasındaki etkileşimlerin bir ürünüdür. Sosyal değişimler bu ilişkinin
etkilediği geçişlerin hem yapısını hem de geçişlerin tamamlanması için
gereken zamanın uzunluğunu etkiler. Geçişlerdeki başarı ve başarısızlık iş
ve aile hayatındaki pozisyonların ortaya çıkmasındaki rolleri belirler.
Kişinin iş kapasitesi erken iş deneyimlerinden elde edilen yetenek ve
bilgilerden oluşur.
Sosyal kapasite, içinde ailenin de yer aldığı toplum temelli sosyal
ilişkilerin gücünü içerir.
Kültürel
kapasite, hayat sürecindeki fırsatların temelini oluşturan aileden geçen
kültürel mirası içerir.
Kimlik kapasitesi, modern dünyada yer almak için gerekli olan esneklik, uyum
yeteneği gibi psikolojik özellikleri içerir (Bynner, 2001).
Benson’ın Elder’den (1985) aktardığına göre; yaşam seyri teorisinin bakış
açısının dört temel tapısı vardır:
1.
Yaşlanma ve gelişimsel değişme hayatı içinde olan sürekli süreçler olarak
izlenmelidir.
2.
Hayatın
farklı alanlarındaki seyirlerin bir diğeri üzerinde iki taraflı etkisi ve
birbiriyle bağlantısı vardır.
3.
Kişinin
gelişimi savaşlar, büyük ekonomik krizler gibi sosyal ve tarihsel
koşullardan, durumlardan etkilenir.
4.
Önleyici ve düzeltici müdahaleler kişinin gelişiminin en iyi şekilde olması
için çabalar. Eğer bu çabalar kişinin gelişimsel ihtiyaçlarına ve ömürdeki
belirli yaş periyotlarının kapasitelerine duyarlı olursa daha etkili
olacaktır.
Burada sözü edilen ilk olguya göz attığımızda; çocuklar ve adolesanlarda
yaşam seyri değerlendirmesi öncelikli olarak gelişme ve büyüme olarak
düşünülmekle birlikte, yaşam seyri teorisi yaşlanmayı hayattaki bazı
gelişigüzel noktaların ötesinde basitçe yaşın büyümesi olarak ele almaz.
Bununla birlikte yaşlanma ve gelişim sürekli süreçlerdir. Yetişkinlik
statik, değişmeyen bir durum değildir. Çocuk ve adolesanlardan daha yavaş
gelişim gösterseler de, onlar da biyolojik, psikolojik ve sosyal değişimlere
uğrarlar (Benson, 2001). Yaşlanma ve gelişim ana rahminden, son nefese kadar
sürekli bir gelişim gösterir. Biz yaşam sürecinde biyolojik, sosyal ve
psikolojik olarak değişir ve gelişiriz.
İkinci olarak sözü edilen temel yapıya bakarsak, ilk yaşam seyri
araştırmacıları insan davranışlarını biyolojik, psikolojik ve sosyal olmak
üzere üç alanda düşünürlerken, daha sonraki çalışmalarda bu üç alanın
birbirinden bağımsız olmadığı, birbiriyle bağlantılı ve birbirini etkileyen
süreçler olduğu belirlenmiştir. Biyolojik gelişimler bizim sosyal ve
psikolojik süreçlerimizi etkileyebilmektedir. Örneğin, üreme yeteneğimiz
olmadan dünyaya geliriz ve bu yeteneği ergenlik çağında elde ederiz.
Ergenlik önemli bir biyolojik geçiş dönemidir. Psikolojik ve sosyal süreçler
üzerinde bu dönemin etkileri vardır. Kızlar ergenliğe ulaştığında,
özgüvenlerinde azalma gibi psikolojik yapılarında ileri derecede deneyimler
yaşarlar. Böylece ergenlik genç kızların psikolojik süreçlerinde geçişlere,
kişilik değişimlerine yol açabilir. Aynı şekilde eğitim süreçlerindeki
potansiyellerinde değişimlere ve okul performanslarında değişikliklere yol
açabilir. Yani biyolojik süreçteki bir geçişin, sosyal ve psikolojik
süreçlere dallanmaları mevcuttur. İnsan davranışı ve fonksiyonlarının
süreçler arasında karşılıklı ve iç içe interaktif etkileşimleri vardır.
Örneğin, araştırmacılar erken dönemde adet gören kızların, genç yaşta adet
gören kızlardan davranışsal açıdan farklı olduklarını tespit etmişlerdir
(Benson, 2001).
Yaşam seyri teorisinin üçüncü terimi ilk ikisinden daha karışık ve daha
genişletilmiş bir bakış açısını gerektirmektedir. Buna göre insan gelişimi
sosyal ve tarihi durumlar ve değişimler tarafından etkilenir ve çok
yönlüdür. Bizler bir çok faktör ve deneyimlerle şekilleniriz; yaşam seyri
üzerinde gelişiriz. Örneğin, geçmiş yıllarda tarıma dayalı toplumda bir işe
girmek için çok fazla bilgi ve yeteneğe ihtiyaç duyulmamaktaydı. Bu nedenle
kişiler erken dönemde bir iş sahibi olabilmekte, para kazanabilmekte, aile
içinde söz sahibi olabilmekte ve erken yaşta evlenerek, kendi ailesini
kurabilmekteydi. Ancak sanayi toplumunun ve teknolojinin gelişmesiyle
birlikte, bilgi ve yeteneğe daha fazla ihtiyaç duyulmaya başlanmış,
böylelikle eğitim süreci uzamış ve kişilerin bir işe girme süreci de
uzamıştır. Bu durum diğer sosyal konumları da etkilemiştir (Benson 2001).
Hareven (2000)’de bu konuya farklı bir açıdan yaklaşmış ve sosyal
değişimlerin incelenmesinde ve açıklanmasında tarihi perspektifin yanı sıra
yaşam seyri paradigmalarının büyük öneminin bulunduğunu belirtmiştir.
Yaşam Seyri Araştırmaları Özürlüler Alanında Yapılan
Çalışmalara Ne Kazandırabilir?
Yaşam seyri teorisi araştırmaları hem
özürlüleri farklı bir açıdan görmemizi, hem de özürlülüğün etkilerini daha
iyi anlamamızı sağlayacaktır.
Bu model yaşam döngüsünde alışıldık ve alışılmadık deneyimlerin etkisini
incelemek amacıyla sıklıkla kullanılmıştır. Bunun gibi, yaşam seyri teorisi
özürlülük ve hastalıkların etkisini incelemek ve özürlüler alanında
deneyimlerin etkisini araştırmak için bir
Giriş noktası olarak fonksiyon görebilir.
Örneğin, Amerika Birleşik Devletleri’nde yaşlı nüfusundaki kronik
hastalıklar ve özürlülük üzerinde yoğunlaşmak, tipik bir deneyim olarak
gösterildi. Buna karşın özürlülüğün ve hastalıkların gelişimsel ve sosyal
etkilerinin, çocuklar, adolesanlar ve genç yetişkinler arasında olağandışı
olarak nitelenen bozukluklar nedeniyle büyük farklılıklar söz konusu
olabilir. Özürlü sorunlarına odaklanmayan yaşam seyri araştırmacıları,
özürlü gençlerin olağandışı deneyimlerini analiz ediyorlarsa, kendilerini
normal deneyimler hakkındaki varsayımlarını sorgularken bulabilirler (Slota
ve Martin,2003).
Bilindiği gibi özürlülük ile kültürel-sosyal yapı arasında çok önemli
bağlantılar vardır. Özürlüler üzerinde yapılan çalışmaların en önemli
değişkenlerinden biri bireyin kültürel şartları (çevresi) dir. Bu, aynı
zamanda yaşam seyri metodunun da en önemli değişkenlerinden biridir.
Özürlülükteki gibi genel yapı hem sosyal olarak üretilmiş hem de kültürel
olarak inşa edilmiştir (Slota ve Martin, 2003).
Yaşam seyri yaklaşımının teorik çatısı sosyal model yaklaşımı içerisindeki
özürlülük çalışması için önemli ilişkisi olan iki bakış açısı sunar
(Priestley 2003). Kişinin bireysel biyografisi, özel yaşam tecrübeleri ile
yaşam seyri teorisini kurgulayabiliriz. Bu yaklaşım sayesinde özürlü
bireylerin yaşamlarının nasıl baskı altına alındığı anlaşılabilir;
geçmişteki anılar ve sosyal konularda inceleme imkanı bulunabilir. Sosyal
model açısından, bu yaklaşım sayesinde özürlülerin yaşadıkları tecrübelerin
özürlü bireyleri nasıl engellediğini öğrenme şansını elde edebiliriz
(Priestley, 2003).
Genel kimliklendirme ve geçişler, kişisel reflekslerle ve bireyin kendisi
tarafından yönlendirilebilir; ancak bunlar aynı zamanda sosyal politikalar
ve kurumlar (aile, okul, iş ve sosyal yardım gibi) tarafından yönetilmekte
ve normal yaşam gelişimi kaynakları tarafından da düzenlenebilmektedir. Bu
anlayış bize özürlülüğün analiz edilmesini ve genel yapı içerisinde
özürlülüğün farklı yönlerini görmemizi sağlar. Yaşam seyri yaklaşımları
genel sistem ve politikaların etkisi üzerine daha dikkatli düşünmemizi
sağlayabilir (Priestley, 2003).
Bir başka yaşam seyri teorisi bakış açısının getirisi ise,
özürlüler üzerindeki çalışmalarda sadece özürlülüğü ve yalnızca bir alana
ait anıların üzerine odaklanmayı değil, özürlünün bütün hayatındaki anların
ele alınmasını ve kişinin yaşamına tüm yönleri ile bakılmasını sağlamasıdır.
Bu, özürlülüğün bireyler ve yaşamları üzerindeki etkilerini daha iyi analiz
etmemizi, özürlüye götürülen hizmetlerin ve rehabilitasyonun planlanmasında
farklı bakış açıları kazanmamızı sağlayabilir.
Yaşam seyri araştırmaları, özürlüler alanındaki çalışmaların
alışılageldik çalışmaların ötesine geçmesine, eski ve/veya yeni oluşan
deneyimlerin ortaya çıkmasına yardımcı olabilir. Bu araştırmalar aynı
zamanda noksanlık, konum ve kişisel irade arasındaki bağlantıyı da
keşfedebilir.
Diğer açıdan, yaşam seyri teorisi çalışmaları, özürlülük çalışmalarının
yalnızca özürlülük deneyimleri üzerinde değil, toplum yaşam deneyimleri
üzerinde odaklanmasının gerekliliğini gösterebilir. 1988’lerden önce yaşam
seyri araştırmacıları özürlülüğün ağır basan bir değişken değil, yaşam
içerisindeki diğer değişkenlerle aynı öneme sahip bir değişken olduğu
üzerinde fikir birliğine vardılar. Yaşam seyri yaklaşımlarına göre özürlülük
bir odak değil, yaşamın bir yüzüne dönüşebilir. Yaşam seyri araştırmaları
aynı zamanda özürlüler için uzunlamasına geniş desenli bir tarihçe çalışması
sağlayabilir (Bynner, 2001).
Özürlüler Üzerine yapılan Çalışmalar Yaşam Seyri
Teorisine Ne
Kazandırabilir?
Özürlülük çalışmaları, özürlü bireyin
kültürünü ve kültürel durumunu da bir nesne olarak ele alıp incelemektedir.
Özürlüler üzerine yapılan çalışmalar ile yaşam seyri teorisinin birleşmesi
sonucunda bir “engelli kültürü” ortaya çıkarmak mümkün olacaktır.
Özürlülük çalışmaları ile yaşam seyri teorisi arasındaki benzer olan nokta
bireyi kendi kültürel bağlamı içinde ele almasıdır. Bununla birlikte
özürlülük çalışmaları yaşam seyri teorisine bir kaç önemli katkıda
bulunabilir. Birincisi, her iki alanda kültürün önemli olması nedeniyle,
özürlülük kültürünün bireylerin yaşamı üzerinde etkili olup olmadığını
incelemek amacıyla özürlülük araştırmaları yaşam seyri üzerinde
araştırmasını özürlü kültürü kavramı içerisine alabilir. Bu durum, söz
konusu kültürel kavramların bireyler arasında nasıl kullanıldığına ilişkin
farkındalığı arttırabilir ve yaygın özürlülük kültürüne yönelik müdahalelere
yol açabilir. (Slato ve Martin 2003).
İkinci olarak özürlülük çalışmaları, geçici olarak
sağlıklılık durumunun özürlülüğün sürekliliğiyle birlikte gittiğini
varsaymaktadır. Bu nedenle, yaşam seyri araştırmaları, çoğunluğun yaşam
seyrinin bir parçası olarak, özürlülük ve hastalıkların araştırılması için
bozukluk ve hastalıkların sınıflandırılmasının ötesine gidilmesine ihtiyaç
olduğunu tartışabilir (Slato ve Martin 2003).
Son olarak; özürlüler üzerine çalışmalar özürlülük deneyimini merkez olarak
algılamanın iyi yanlarını öğretebilir. Yaşam seyri araştırmaları, alışıldık
ve alışıldık olmayan deneyimler olarak ikiye ayrılmıştır. Kulağa çok fark
yokmuş gibi gelse de aslında ikisi arasında büyük farklılıklar vardır.
Özürlülüğü alışılmadık deneyimlerle eşitlersek, özürlülüğün negatif ve
dayanılmaz bir şey olarak görülmesine sebep oluruz. Karşıt olarak
özürlülüğün merkezinde özürlü olmayan kültürün varsayımları sorgulanabilir
ve özürlü kültürünün pozitiflikleri vurgulanabilir (Slato ve Martin 2003).
Sonuç
Yaşam seyri teorisi gelecekte özürlüler ve araştırmacılar arasında daha
büyük ve geniş bir örgütlenme ve bağlaşım olmasını sağlayacaktır. Özürlülük
deneyiminin merkez olarak alınması ile bu deneyim araştırmacılar tarafından
daha kolay anlaşılacak ve özürlü insanlara konuların önemini anlatacaktır.
Daha önce, araştırmacı ve özürlü arasında böyle bir etkileşim ve birliktelik
içinde olmamasına rağmen teori bunun için büyük bir şanstır.
Yaşam seyri yaklaşımları özürlülerin en önemli güncel
sorunlarının ve tartışmaların bir çoğunun kolaylıkla anlaşılmasını
sağlayacaktır. Her yaştaki özürlülerin yaşadıkları sorunların çözümünde yol
gösterici haritaların oluşturulmasında, ilişkilerin kurulmasında rehber
olabilecektir. Bu özürlülük sorununa ve özürlülük kültürüne sistemetik
olarak bakışımızı sağlayacaktır
Bu bakış açısı ile çağdaş toplumların nasıl organize olacakları, kuşaklar
arasındaki sınırların kontrolünün ve özürlü kişilerin yaşam seyri içinde
gelişmelerinin nasıl olabileceği daha net görülebilir.
Yaşam seyri araştırmalarının özürlüleri ve ihtiyaçlarını anlamamıza, bu
alana bakışımıza, özürlülere götürülecek hizmetlerden, yapılacak
çalışmaların planlanmasına kadar her alana büyük katkısı olacaktır.
Yapılacak olan çalışmalar özürlü bireyin sosyal hayatıyla özürlü olmayan
bireyin yaşamı arasındaki ayrılığı görmemizi sağlayacaktır.
Bu teori, bizim, özürlülüğün nasıl yapılandığını, sosyal olarak nasıl
yapılandırdığını, politikalar ve sosyal kurumlar yoluyla nasıl
düzenlendiğini daha net anlamamıza yardım edecek, aynı zamanda,
pozitif değişikliğe yönelik olarak katılımdaki strateji ve güçleri
paylaşmaya ve anlamaya yol açacak, kişilerin yaşamına gerçek katkıda
bulunan, pozitif değişikliği sağlayan fırsatlar ve çeşitli temsilcileri
ortaya çıkarmamıza yardımcı olacaktır.
Zorlukları yenme gücü ve direnme hikayeleri özürlü kültürünün yapılanmasına
katkıda bulunacaktır. Yaşam seyri araştırmaları bize bu imkanı verecektir.
KAYNAKLAR
-
BENSON, M.L., Crime and The Life Course,
Chapter I,
http://www.roxbury.net/clcwebch1.pdf, (2001), Pp:1-29.
-
BYNNER, J., Interdisciplinary
Perspectives on Analysing the Life Course, Seminar 2, Theorising Across
Disciplines, “Life Course Change and Social Change. Insinghts from
Cohort Comparisons.” Centre for Longitudinal Studies, Institute of
Education, University of London, Cambridge, July, (2001).
-
GIELE, J., and Elder, G. H., Jr Life
course research: Developmend of a field. In J. Giele and G. Elder (Eds),
Methods of life course research:Qualitative and quantitative
approaches (pp5 27), Thousand Oaks, CA: Sage, (1998).
-
GİLSON, S.F., Depoy, E.,
Multiculturalism and Disability: A Critical Perspective, Disability and
Society, 15(2),207-218,(2000).
-
HAREVEN, T.K., Families,History,and
Social Change,Westview Pres,A Member of the Perseus Boks Group, United
States of America, (2000), Pp:128-132.
-
POWELL, J.J.W., Constracting Disability
and Social Inequality Early in the Life Course:the Case of Special
Education in Germany and The United States, Disability Studies Quarterly
Spring 2003, Volüme 23,No:2,57-75, (2003).
-
PRİESTLEY, M., Symposium on disability
and the Life Course: Introduction to the Symposium Disability Studies
Quarterly Spring 2003, Volüme 23,No2, 1-5, (2003).
-
SLOTA, N.E.P., Martin, D.,
Methodological Considerations in Life Course Theory Research,Disability
Studies Quarterly Spring 2003, Volüme 23, No:2, 19-29, (2003).
-
OSUNLUK, H., “Yaşam Seyri Teorisi ve
Özürlüler”, Öz-veri Dergisi,cilt:1,sayı:1,s.1-10,Eylül (2004).
|