aliseyyar@sosyalsiyaset.net

 

 

 

Makaleler ;

<<<Sosyal İslam Makaleleri

SOSYAL BİR KURUM OLARAK VAKFI DOĞURAN SOSYOLOJİK SEBEPLER

 

 

GİRİŞ

 

A-SOSYOLOJİK OLARAK SOSYAL KURUM

a.1. Tanım

a.2.Kurumların İşlevleri

a.3.Kurumların Sınıflandırılması

 

B-Din Ve Toplum İlişkisinin Temellendirilmesi

C- Vakfın Tanımı

c.1.İslam Dininin Vakfın Oluşumuna Direkt Olarak Etkisi

c.2.İslam’da Vakfın Kaynakları ve Ortaya Çıkışı

 

D-Vakıf Müessesesini Doğuran Sosyolojik Sebepler

d.1-İnsanın Ruhsal Yanı

d.2-İnsanın Toplumsal Yönü

d.3-Siyasi ve Sosyal Zemin

d.4.Kültürel Etki

d.5.İslam’ı Yayma Aşkı

d.6.Ekonomik Saikler

d.7.Düşünce ve İdeoloji

d.8.Devlet Halk Arası İlişkileri

 

E-Eserden Müessire Giderek İnsan İhtiyaçları Ve Vakıflar                 

e.1-Dini Hizmetler

e.2-Toplumsal hizmetler:

e.2.1-Eğitim Öğretim Hizmetleri

e.2.2-Belediye Hizmetleri ve Şehircilik:

 

Sonuç

 

SOSYAL BİR KURUM OLARAK VAKFI DOĞURAN SOSYOLOJİK SEBEPLER*

 

GİRİŞ

Vakıf düşüncesini doğuran amiller başlığı hiç şüphesiz iddialı bir başlık olur, fakat  biz  bu makalede konuyu sınırlama adına sadece vakfı doğuran sosyolojik sebeplere bakmaya ve konuya bir sosyoloji kavramı olan kurum açısından da değinmeye çalıştık.[1]Ayrıca biz bu makalede öncelikle sosyolojik kaynaklara, Türk-İslam kültür kaynaklarına ve klasik İslam medeniyeti kaynaklarına da eldeki imkanlar  nispetinde müracaat etmeye gayret gösterdik.

İnsan davranışlarının bütün yönleri ile kavranamayacak ve tahmin edilemeyecek kadar engin ve çeşitli olduğu gerçeği bizi vakıf düşüncesinin temel amillerini; soyut varsayımlar veya modeller ile yeterince açıklayamayacağımız sonucuna götürmektedir.

Vakıf ait olduğu toplumun sosyal bünyesi kültürel yapısı ve değerlerinden doğmuştur. Başka bir ifade ile vakıf bireysel ve toplumsal ihtiyaçların ve arzuların karşılanmasını sağlayan değerlerin hayata geçirilmesidir. [2]

Esasen din, milli kültüre sıkıca bağlanmış ise, orada özellikle dini olan müesseseleri diğerlerinden ayırt etmek çok güçtür. [3]

Pek çok ülkede dini ibadet mekanları mevcuttur. Bu ibadet merkezlerine ilave olarak okul, kültür merkezleri, hayır kurumları ve sosyal yardım merkezleri v.s. gibi kurumlar mevcuttur. Bu müesseselerin azlığı ve çokluğu bir toplumdaki dini tesiri tespit için önemli bir kıstastır. Diğer taraftan, bu müesseselerin ülke üzerindeki dağılışları ile o ülkenin dini gruplarının sosyal, ekonomi, kültürel, ve etnik yapıları ile yakın bir münasebeti olduğu anlaşılmaktadır. [4]

Bir topluluğun dini veya dini olmayan faaliyetlerine yön veren şey sadece sosyal hayatın içinde gizli olan elemanlar değil, aynı zamanda onların kompleks olarak birleşmiş bulunan kültürel yapı faktörleridir. [5]İnsan ihtiyaçlarının karşılanması büyük oranda kültüre dayanan değer hükümlerine bağlı olduğundan bu noktada Türk-Müslüman toplumlar için islamilik ve Türk kültürü söz konusu edilebilir. İşte İslam ve Türk medeniyetinin dini, ahlaki, sosyal, ekonomik ve kültürel ihtiyaçlara verdiği cevaplar müslümanlarda vakıf düşüncesinin doğuşunu hazırlayan temel dinamiklerdir denebilir.

Devletin, sosyal devleti oluşturmak için kullandığı önemli aygıtlardan biri de vakıf kurumudur. Aslında, vakıfların bir sosyal siyaset kurumu olarak teşvik edilip oluşturulmaları yeni değildir. Ayrıca, sadece bizim ülkemize özgü de değildir. Özellikle günümüzde, başta ABD olmak üzere, birçok Avrupa ülkesinde de bu kurumların önemli işlevler yerine getirdiğine şahit oluyoruz. Bu bağlamda böylesine önemli bir kurumun sosyolojik arka planına gözatmak bu makalenin amacıdır. [6]

 

A-SOSYOLOJİK OLARAK SOSYAL KURUM

a.1. Tanım

Genel sosyolojik bir eğilime göre kurumlar şöyle doğar: insanlar önce ihtiyaçlarını karşılamak üzere bir eylemde bulunurlar, eylemler tekrarlanır, tekrarlanan eylemler alışkanlığa dönüşür, alışkanlıklar zamanla adet halini alır. Adetler kurallaştırılır (norm), nihayet normlar kurumlaşırlar. Söz konusu edilen süreç kısaca şöyle gösterilebilir:

Eylem-tekrar-alışkanlık-adet-norm-kurum[7]

Kurum terimi günlük kullanımda ve sosyolojik manada farklı anlamları ihtiva etmektedir. Kurum sosyolojik olarak kültürün bir kısmıdır, insanların yaşam tarzlarının örüntüleşmiş bir parçasıdır. Bir başka deyişle çoğunluğun paylaştığı davranış örüntüleridir.[8] Kurum, kültür normlarının yerleşmiş, belli ve sürekli tatmin yollarıdır. Diğer bir tabirle ihtiyaçları karşılama biçimleri veya metotlarıdır. [9]Kurum, soyut olup, değişebilme özelliğine sahip olsa da zamana karşı direnen istikrarlı bir yapısı vardır.[10]

Kurumun tam bir tanımının yapılabilmesi için belli özellikleri göz önünde bulundurulmalıdır. Buna göre:

1-Kurumlar belli bir amacı gerçekleştirmeye yöneliktirler.

2-Söz konusu ihtiyacın gerçekleştiriliş biçimi oldukça süreklilik kazanmıştır.

3-Kurumlar gerek alt kurumlarıyla gerekse diğerleriyle yapılanmış, örgütlenmiş ve eşgüdümlenmiştir.

4-Her kurum diğerleriyle yakından ilişkili olmasına rağmen kendi alanında biricik bir yapıdır.

5-Kurumlar zorunlu olarak değer yüklüdürler. Çünkü kültürün normatif kodlarını ihtiva ederler. [11]

6-Sosyal davranışlar sosyal süreçlerin aracılığı ile kurum haline gelirler.

Kısaca kurum; sosyal kişilerin temel ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla ortaya çıkmış, süreklilik kazanmış, eşgüdümlenmiş oldukça onaylanmış ve yaygın sosyal örüntü, rol ve ilişki yapısıdır.[12] Bir sosyal grubu meydana getiren fertlerin bu grubu yürütebilmek, görevlerini yerine getirebilmek üzere kurulu olarak buldukları veya kurup geliştirdikleri usullere (norm/kural) kurum adı verilir. [13]Önemli bir sosyal gereksinimi ya da işlevi karşılamaya yönelik birbirleriyle ilişkili organize olmuş, normlar, sosyal ilişki ve rollerden oluşan bütün. Normlar, sosyal ilişki ve roller kurumun temel ögesidir. [14]

Başka bir açıdan; bir sosyal grubu meydana getiren fertlerin bu grubu yürütebilmek, görevlerini yerine getirebilmek üzere kurulu olarak buldukları veya kurup geliştirdikleri usullere (norm veya kurallara) kurum denir. [15]

Kültür ve toplumun sürekliliği için, temel kurumların karşılıklı bağımlı işleyişinin eşgüdümlü ağı, son derece önemlidir. Hiçbir kurum kendi başına var olamaz. Her bir kurum çeşitli derecelerde diğerlerini etkiler ve diğerlerinden etkilenir. Temel kurumlarla yan kurumların içiçe olduğu ve birbirinden ayrılmanın mümkün olmadığı durumlarda vardır.

Nitekim  vakıf üç aşamada gerçekleşen bir kurumdur: a-düşünce aşaması: hizmetin plan ve projesinin tasavvuru; b-fiziki yapılaşma aşaması; tasarlanan düşünce doğrultusunda maddi unsurların ortaya konması; c-hukuki aşama, vakfın statüsünü belirleyecek olan vakfiyenin yazılması. [16] Biz bu makalede vakfın daha çok düşünce aşamasını ele almaya gayret göstermeye çalışacağız.

a.2.Kurumların İşlevleri

Kurumlar toplumda bir ihtiyacı karşılamaktadırlar, yani bir işlevi yerine getirirler. Bu bağlamda kısaca kurumların “olumlu” [17]  işlevlerine kısaca bakmak lazımdır.

1-Kurumlar, kişilerin sosyal davranışlarını kolaylaştırırlar. Toplumun düşünce ve eylem tarzları birey topluma girmeden önce büyük ölçüde düzenlenmiş ve planlanmıştır.

2-Kurumlar toplam kültürün istikrarlılığı ve eşgüdümü için birer ajan olarak da hizmet ederler. Süreklilik, sağlamlık, dayanıklılık insan davranışlarını istikrarlı ve uyumlu hale getiren kurumlar sayesinde sağlanır.

3-Kurumlar, toplumun sistemli ve ideal düzeyde beklentilerini içerirler. Kurumlar, sadece belli bir ideal davranışları işaretlemekle kalmazlar, sapmayı ve sosyal bir baskı ile bunların telafisine de imkan sağlarlar. [18]

4-Kurumlar gruplarda yüksek düzeyde bir bütünleşmeye; işbirliği ve dayanışmaya yol açar.

5-Kurumlar fertte, sayesinde kendi özel yetenek ve isteklerini geliştirebileceği, önceden var olan roller temin ederler.[19]

Toplum olarak adlandırılan bütün içinde her kurumun varlığı bir anlamda o kurumun yerine getirmekle yükümlü olduğu göreve dayanmaktadır. Toplumun sosyal yapısını meydana getiren kurumlar ve bunların fonksiyonları dolayısıyla sosyal sistem ahenkli bir şekilde işleyebilmektedir. Bu bağlamda, yerine getirdiği fonksiyonlar itibariyle kurumlar, toplumda yüksek düzeyde bir bütünleşme ve eşgüdüme yol açmaktadır. [20]

a.3.Kurumların Sınıflandırılması

Kurumlar üç temel özellik olan; “evrensellik, zorunluluk, ve önemlilik” açısından ikiye ayrılabilir:

1-Temel kurumlar 2-Yardımcı kurumlar. [21]

Evrensellikten amaç en ilkelinden en gelişmişine kadar tüm toplumlarda yaygın olarak bulunmasıdır. Zorunluluk, onun bir başka kurumla karşılanamaması; önem ise toplum genelinde yaygın bir biçimde değer verilmesidir. İşte bu özellikleri taşıyan kurumlar temel kurumlardır ve hemen tüm sosyologlarca bunlar; Aile, eğitim, din, ekonomi, siyaset, ve boş zamanları değerlendirme kurumlarıdır. İnsanlığın başlangıçlarından birisini “ana kurum” kabul edip diğerlerini ondan türetme çabasından olanlara rağmen şimdi bunlar, biri diğerine indirgenemeyen temel kurumlardır. [22] Bunların dışında kalan yüzlerce sosyal kurum, herhangi birinin alt kurumu olarak yer alırlar. [23] Burada vakıf kurumunu hem temel kurumların içine hem de bilhassa bunların bir çoğunun katkısıyla ortaya çıkan bir kurum olarak değerlendirmek pekala mümkündür.

İslam’ın yeryüzü ölçeğinde yayılması ve kendi nizamını oluşturmasından sonra, vakıf kurumu, toplumsal düzen ve sistemin ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir. Hatta İslam medeniyeti bir ölçüde bir vakıf medeniyetidir. [24]

Bir kere hangi kurum olursa olsun genel kültürel yapının bir parçasıdır ve birinde meydana gelen her hangi bir değişim diğerlerini de etkiler. Mesela ekonomi kurumunda meydana gelen bir kriz, dini ahlaki bir çöküntü diğer kurumları da kapsar. Bu meyanda vakıf kurumun da bu sosyal yapı ve kurumlardaki değişiklikler ona gösterilen ilgide de kendini gösterir.

Son tahlilde her toplumun aile, din, eğitim, ekonomi, siyaset, ve boş zamanlarını değerlendirme temel kurumları vardır. Demek bu formel yapılar evrenseldir, insanlar arasında ortaktır. Bu şekil yönünden evrenselliğin yanında kurumlar toplumlara göre fevkalede bir içerik çeşitliliği gösterirler. Artık burada her kurumun içeriği farklıdır.[25] İnsanların yaşadığı coğrafi çevrenin büyük farklılıklar göstermesi ve bu çevrenin insanların sosyal davranışlarını geliştirme tarzları üzerinde belli derecelerde etkilere sahip bulunmasıdır. Bunun en açık örneği İslam kurumlarının değişik, toplumlarda farklı özellikler göstermesidir.[26]Abbasiler döneminde Türklerin İslam dünyasına nüfuzuyla İslam kurumlarında bir değişikliğin doğduğu ve bunun Selçuklu ve Osmanlı’larda doruk noktasını ulaştığı bilinmektedir. Aynı şekilde vakıf kurumunun aldığı değişiklikler de buna dahildir.

Toplumu oluşturan sistematik bütün ile, bütünü oluşturan her bir yapı arasındaki ilişki toplumsal sistemin temelini teşkil eder. Eğer bir toplumdaki bir yapı veya bir davranış kalıbı, toplumsal sistemin bütünlüğü ve devamına katkıda bulunuyorsa, fonksiyoneldir. Vakıf kurumu da İslam toplumlarının vucuda getirdikleri değerler ve normlar çerçevesinde toplumsal sistemin devamlılığını sağlayan çok yönlü bir hüviyet arzetmektedir.

 

B-Din ve Toplum İlişkisinin Temellendirilmesi

Batı da özellikle Protestan ilahiyatçı filozofların etkisi ile XVIII. Ve XIX. Yüzyıllar boyunca ortaya çıkan aşırı sübjektivizm, dini tamamen ferdi bir olaymış gibi anlama eğilimini doğurmuştur. Bu sonuç, genel çoğunluğun dini sadece ahlaki bir destek ve teselli kaynağı olarak görmesini sağlamıştır. [27]  

Gerçekte her din bir toplum içerisinde ortaya çıkıp hayatiyet bulduğu gibi üyelerini birbirine bağlayan temel bağların din bağı olduğu sırf dini grup ve cemaatlerde görüldüğü üzere, din bir “dini birlik” ve cemaatleşmeyi de beraberinde getirmektedir.

Tarihi süreç içerisinde dinin hem ferdi hem sosyal olmak üzere iki yönlü bir rol üstlendiği görülmektedir. Bir yandan fert fert insana nüfuz ederken onun temel problemlerine çözüm ararken, diğer yandan sosyal kurumlar ve olayları da şu veya bu biçimde etkilediğini söylemek mümkündür. Din, toplumları insanlığın başlangıcından beri etkilemesinin yanı sıra hayatın bütün alanlarında düzenleyici normlar, hükümlerde yerleştirmektedir.

“Din bir toplum olayıdır.”[28]Üstelik sosyolojik bakımdan bakıldığında din, içerisinde karmaşık toplumsal ilişkileri besleyen bir sosyal sistemdir ki, bu sistemin unsurları dini inançlar, değerler, kurumlar, pratikler, ayinler ve teşkilatlardır. Din, bağlılarına belli bir zihniyet yapısı, dünya görüşü bir değerler ve semboller sistemi kazandırdıktan sonra, onları bir cemaat şeklinde örgütlemekte ve bir sosyal organizasyonu gerçekleştirmektedir. Bu anlamda fertleri bir ortak ideal ve düşünce etrafında birleştirmesi nedeniyle dinin “birleştirici” işlevi ön plana çıkmaktadır. [29]  

 Bununla birlikte, insanları “mü’minler” ve “mü’min olmayanlar” şeklinde ikiye ayırması nedeniyle dinin “ayırıcı” bir fonksiyonu olduğundan da bahsedilebilir hatta her dinin farklı yorumlarından, sosyal ve siyasi şartlardan doğan mezhepler arasındaki mücadeleler eksik olmamıştır.

Dinin toplumla ilgili önemli fonksiyonlarından birisi de, “toplumu düzenleyici normlar sistemi” olarak ortaya çıkmasıdır. Din, müminlere nasıl hareket edeceklerini gösteren davranış kalıplarını sunmaktadır bu itibarla mümin, dinin kendisine sunduğu hazır bir haritayla karşı karşıya bulunmaktadır. Dinin bu anlamda toplum normu düzenleyici özelliğinin daha çok İslam toplumlarında belirginleştiği ve geçerli olduğu da belirtilmektedir. [30]

Sabri F. Ülgener’de dinin, toplumun örgütlenmesinde en önemli fonksiyonu ise, insanlara belli bir zihniyet yapısı, bir değerler sistemi kazandırmasıdır. Bir dine mensup olan fert, dinin dünya hakkındaki değerler manzumesini kabul etmekte ve davranışlarını buna göre ayarlamaktadır. Dinin dünya karşısındaki tavrı mü’minlerin zihniyet yapılarını şekillendirmekte ve onlara yeni bir form kazandırmaktadır. Böylece her din, sahip bulunduğu değerler ve semboller sistemi ile bir ekonomik ahlakın ve sosyal anlayışın oluşmasında önemli rol oynamaktadır. [31]

 Bundan dolayıdır ki, dinin ekonomik hayat üzerinde çok yönlü etkileri bulunduğundan bahsedilebilir. Özellikle XX. Yüzyılın başında Weber’in kalvenciliğin “aşırı tutumlu” ekonomik kazancı kişisel zevkler için harcamayı yadsıyan iş ahlakı ile hızlı kapitalist gelişme arasında bağ kurmasından bu yana dinin ekonomik gelişme ve kalkınmasıyla ilişkisi üzerinde birçok genelleme ortaya atılmıştır.

Özet olarak din-toplum ilişkilerinde “dini hayatı” sosyal yapının gölgesi durumuna indirgemeden muhtelif dini tecrübelerin sosyal muhtevası incelenebilir. Sosyal tezahürü olmayan saf bir din olayından bahsetmenin zorluğu açıktır. Din olayının sadece en önemli yönlerini zikretsek bile, onun aynı zamanda tarihi, sosyolojik, kültürel ve psikolojik bir olay olduğunu da belirtmek gerek. [32]

 

C- Vakfın Tanımı

İslâm hukukunda vakıf muamelesi için "Vakıf", "Habs veya Hums" ve "Sadaka" olmak üzere üç terim kullanılmıştır. Vakf veya vakıf (va-ka-fe) kökünden arapça bir mastar olup; sözlükte; hapsetmek ve alıkoymak demektir. Kök anlamın kapsamı ederek genişlemiş ve bir malı; mülkiyetin nakli sonucunu doğuran tasarruflardan menedip, gelirini sürekli olarak yoksullara tahsis etmek anlamını kazanmıştır. Çoğulu "evkâf" ve "vukûf 'tur. Vakıf kelimesi bir isim olarak, edilgen kök, yani "vakfedilen mal" anlamını ifade eder. Osmanlı Devleti uygulamasında "evkif ' tabiri, bu anlamda vakfın çoğuludur [33]

Vakıf, bir hukukî müessese olarak şöyle tarif edilmiştir: Vakıf; kendisinden yararlanmak mümkün ve caiz olan bir malı, devamlı olarak Allah'ın mülkü olmak üzere temlik ve temellükten menetmek ve menfaatini (gelirini), Allah rızası için bir hayır cihetine tasudduk etmektir. Burada mal, vakfedenin mülkiyetinden çıkar ve Allah'ın (toplumun) mülkü haline gelir. Böyle bir malın yönetimi artık vakıfnamedeki şartlara ve genel esaslara göre olur [34]

Sosyolojik olarak vakfın, toplumsal yapı içindeki fonksiyonlarını belirleyebilmek için toplum, toplumsal kurum, ve toplumsal sistemin bir bütün olarak değerlendirmek gerekmektedir. [35] Toplum, bir kurumsallaşmış davranış biçimleri bütünü ya da sistemidir. Kurumlaşmış davranış biçimi demek, uzun zaman ve mekan dilimleri içinde durmadan tekrarlanan, ya da modern toplumsal kuramın diliyle sosyal olarak üretilen davranış ve inanç biçimidir. [36]

Durdurmak, alıkoymak manalarına gelen vakfın temeli; dünyanın faniliği, her canlının ölümü tadıcı olması, ancak geçici olan bu dünya ve hayatının da boşuna olmadığı, dünyanın ahirette hasadı alınacak bir tarla olduğu, dolayısıyla “geçici” olanın “durdurulmasını”nın yani hayır ve hasenatın öbür dünyada devşirilmesine imkan verecek olanın da hayri hizmetler yapmak ve kalıcı kurumlar açmak olduğu düşüncesidir. [37]

Vakıflar, toplumda sosyal adaleti ve barışı temsil eden çağdaş sosyal organizasyonların, gönüllü kuruluşların en eski ve en canlı örneğini oluşturmaktadır.[38]

c.1.İslam Dininin Vakfın Oluşumuna Direkt Olarak Etkisi

Maddî bir karşılık beklemeden başkalarına yardım etmek gibi ulvî ve fevkalâde bir düşüncenin mahsûlü olan vakıf müessesesi, yüzyıllardan beri islâm ülkelerinde büyük bir ehemmiyet kazanmış, sosyal ve ekonomik hayat üzerinde derin tesirler icra etmiş olan dinî ve hukukî bir müessesedir. İnsan fıtratında mevcut olan yardımlaşma hissi, şüphesiz ki insanlık tarihi kadar eskidir. Bu his, dinî emir ve hükümlerle birleşince daha bir kuvvet kazanır. İslâm ülkelerinde vakıfların, asırlarca büyük bir fonksiyonu icra etmesinin sebebini burada (dinî his) aramak lâzımdır. Çünkü "insanların en hayırlısı, insanlara faydalı olan; malın en hayırlısı, Allah yolunda harcanan (başka bir ifade ile vakfedilen), vakfın en hayırlısı da insanların en çok duydukları ihtiyacı karşılayandır" prensibinin mânasını çok iyi bilen Müslümanlar, bu yolda birbirleri ile âdeta yarışırcasına vakıf eserler kurmuşlardır.

İslâm âleminde vakıfların dinî bir mahiyet taşıması, onların devamlılığını sağlıyordu. Nitekim, dinî inanç ve düşüncesinin güçlü olduğu müesseseler olarak vakıflar, siyasî çalkantı ve idarî istikrarsızlıklar dışında kalıyorlardı. Bu sayede onlar, Müslüman toplum hayatında istikrar ve devamlılık sembolü olarak devam ediyorlardı. Nitekim, vakfedilen gayr-i menkuller, herhangi bir sebeple müsadere edilemeyeceği, kullanım sahası değiştirilemeyeceği ve vakfiyedeki esaslara aykırı davranmadıkça mütevellileri değiştirilemeyeceği için bu müesseseler, siyasî ve idarî müdahalelerin dışında kalıyorlardı.[39]

İslâmiyet, kuruluşundan itibaren ulvî ve insanî gayeleri hedef alan her müesseseyi geliştirmeye çalıştığı için vakıfları da faydalı görerek onları teşriî sahasına almıştır. Sadaka, Kurban ve Zekât gibi içtimaî müesseselerin gayesi de fakir ve yoksulları bu sıkıntılarından kurtarmak olduğundan, İslâm'da önemli bir mevkie sahip kurumlar olarak vaz' edilmişlerdir.

İslâm dünyasında, vakıfların geniş bir şekilde yer edip gelişmesinde Hz. Peygamber'in biraz önce bahs ettiğimiz hadisinden başka, bizzat kendisinin de vakıf yapması, önemli bir âmil olmuştur. Hz. Peygamber Medine'de kendisine ait bulunan hurma bahçesini vakf edip hâsılatını "havadis-i dehr"e yani İslâm'ın müdafaasını icab ettirecek hadise ve mübrem ihtiyaçlara tahsis etmiştir. Kur'ân-ı Kerîm ile Hz. Peygamberin emir ve tatbikatları Müslümanlar için uyulması gereken bir vazife telakki edildiğinden bu konuda mü'minler aramda âdeta bir yarış sürüp gitmiştir.

Hz. Peygamber'in ashabı da O'nun yolunda yürüyerek çeşitli vakıflar kurmak suretiyle insanlığa hizmet ettiler. Nitekim Câbir (r.a) "Ben, Muhacir ve Ensar'dan mal ve kudret sahibi bir kimse bilmem ki vakıf ve tasaddukta bulunmuş olmasın" diyerek bu durumu belirtmek ister. Bunun içindir ki, Müslüman şehir, kasaba ve köylerde sayısız vakıf vücuda getirilmiştir.[40]

Vakıflar, İslâm ülkelerinin tamamında sayılamayacak kadar çok ve önemli hizmetler ifa ediyorlardı. Hz. Peygamber ve halifelerinin kurdukları vakıflardan sonra, imkânı olan her Müslüman, böyle bir tesis kurmak için büyük bir gayretle çalışıyordu. Bu durum, sadece zengin Müslümanları değil, aynı zamanda devlet başkanlarını ve devletleri de harekete getiriyordu. İslam dünyasında insanlara faydalı olan her hizmetin ibadet telakki edilmesinin neticesi olarak vakıflar, toplumun yararına olan her sağlam birer teminat ve sigorta vazifesi görmüşlerdir. Vakfın ifa ettiği fonksiyon sadece ferdi hayırseverlik duygusundan neş’et eden yardımlaşma değildir. Ayrıca günümüzde devletin yerine getirmekle yükümlü birçok kamu hizmetleri de, özellikle Osmanlı döneminde, vakıf yoluyla ifa edilmiştir.[41] Öyle ki şu söz darbı mesel gibi bir gerçeği en güzel şekilde ortaya koyar “vakıflar sayesinde, bir adam, vakıf bir evde doğar, vakıf beşikte uyur, vakıf mallardan yer içer, vakıf kitaplardan okur, vakıf bir okulda hocalık eder, vakıf idarelerinden ücret alır, öldüğü zaman vakıf bir tabuta konur ve vakıf bir mezarlığa gömülürdü.”

Vakfiyelerde sıkça geçen ahiret telakkisi bu çerçevede cennete nail olma ümidi, cehennem azabından korunma kaygısı, dünya hayatının faniliği fikri vakfın zihni arka planını kısmen göstermektedir.[42]Dünya hayatını fani ve ahiretin tarlası gören müslüman geleceğe hazırlık niyetiyle vakıf yapmaktadır

Bizim kültürümüzde kul hakkına girdiği için, ''velayet'' ''vasiyet'' ve “vakfı” kasdederek; ''İtteku'l-voveyn''; "şu üç ''vav'dan sakınınız denmiştir.[43] Ve bunlara zarar verilmesi dini bir temele oturtularak  kültür haline getirilmiştir.

c.2.İslam’da Vakfın Kaynakları ve Ortaya Çıkışı

İslam’ın ortaya çıkışıyla, kendi dinamikleri ve değerler silsilesi yoluyla oluşturulan toplum modeli, kendi kurumlarını üreterek, evrensel bir sistem örmüştür. Toplumun dikey ve yatay ilişki sistemi neticesinde ortaya çıkan farklılıklar ya da toplumsal şartların dayattığı farklılaşmalardan doğan zorunluluklar, toplumun yedek veya özel kurumları tarafından normalize edilmiştir. Yani toplumsal sistemin üzerinde şekillendiği “dünya görüşü”, yerine getirilmesi gereken işlevleri icra edecek kurumları üretebilmiştir. İslam dışı toplumsal düzenlerde görülen, sosyal, ekonomik ve kültürel yapıların ürettiği dengesizlikler ve çelişkiler, ilgili toplumlarda doğal bir durum ve “olgu” olarak ele alınıp, problemin “tarihsel süreçleri” ya da “diyalektik” sorumluluklara havale edilmesi, benzer kurumların ortaya çıkışını engellemiştir. [44]

 Vakıf müessesesinin tarihi çok eskilere dayanır. İslâm'dan önce Arabistan'da bilinen en eski vakıf Mekke'deki Kâbe'dir. Kâbe, yeryüzünde ilk mabed olarak kabul edilir ve yapının temelleri Hz. Âdem'e kadar dayandırılır. Bu günkü Kâbe şeklinin İbrahim Peygamber ve oğlu İsmail tarafından inşa edildiği Kur'ân-ı Kerîm'de bildirilir[45]

İslâm'da vakıf Kur'ân, Sünnet ve İcmâ' (İslâm bilginlerinin görüş birliği) delillerine dayanır. Kur'ân'da doğrudan vakıfla ilgili görülen âyet şudur: "Sevdiğiniz şeylerden Allah için harcamadıkça tam hayra erişemezsiniz"[46]. Ashab-ı Kiram'dan Ebu Talha (ö. 34/654) bu âyet inince; "Rabbimiz bizden mallarımızı kendi yolunda harcamamızı istiyor. Ey Allah'ın elçisi, en sevdiğim "Beyruhâ" arazimi Allah için tasattuk etmek istiyorum" dedi. Hz. Muhammed'in, araziyi en yakın hısımlarına vermesini tavsiye etmesi üzerine de, onu amcasının oğulları ve diğer bazı hısımları arasında taksim etti[47]. Tefsir bilginlerinin çoğu ve hadisçiler bu âyeti vakıfla açıklamışlardır[48].

Hz. Muhamed'in şöyle dediği nakledilmiştir: "Ademoğlu öldüğü zaman, amel defteri kapanır. Üç kimse bundan müstesnadır. Devamlı sadaka (sadaka-i câriye) meydana getirenler, topluma yararlı bir ilim (eser) bırakanlar ve kendisine hayır dua eden hayırlı çocuk bırakanlar"[49]. Hadiste geçen "sadaka-i câriye" nin vakfı da kapsamına aldığında şüphe yoktur. Hz. Âişe'den (ö. 57/676) nakledildiğine göre, Allah'ın elçisi Medine'deki yedi parça mülkünü vakfetmiştir. Bu mülkler: A'vaf, Sâfiye, Delâl, Müseyyeb, Bürka, Hismâ ve Meşrebe'dir. Nadiroğuları'ndan Muhayrîk isimli bir şahıs şöyle bir vasiyette bulunmuştu: "Ben ölünce, tüm mallarım Allah elçisine ait olsun, O dilediği yere sarfetsin." Muhayrîk'in Hicret'in 2.nci yılında ölmesi üzerine tüm malları, Hz. Muhammed'e kalmış, o da bu malları, bir görüşe göre Abdulmuttalib ve Hâşimoğulları'na, başka bir rivayete göre, ise, İslâm'ın ve Müslümanların acil ihtiyaçlarına vakfetmiştir. İslâm'da ilk vakfın bu olduğu kabul edilir[50].

Hz. Ömer (ö. 23/643) çok sevdiği bir araziyi vakfedişini şöyle anlatır: "Allah'ın elçisine; Hayber topraklarının taksimi sonucu, ömrümde sahip olmadığım güzel ve değerli bir arazi bana isabet etti, bu konuda ne buyuruyorsunuz? dedim. Hz Peygamberde: İstersen malın mülkiyetini elinde tut, semere ve gelirini ise yoksullara tasadduk et" buyurdu. Hz. Ömer, arazisini; satılmamak, bağışlanmamak ve mirasla da geçmemek üzere, yoksullara, yakın hısımlara, miskinlere, yolda kalmışlara, Allah yolunda savaşanlara ve azatlık anlaşması yapan kölelere vakfetti. Mütevellinin de bundan örfe göre yiyebileceğini şart koştu. Bu konuda bir vakıfnâme düzenleyerek kızı Hafsa'ya (ö. 41/244), sonra da nesline teslim ve vasiyet etti. [51].

Ashâb-ı kiramın pek çoğu mallarım vakfetmişlerdir. Hâlid bin Velid'in (ö. 21/641) zırhını ve savaş atlarını vakfetmesi [52], Hz. Ali'nin (ö. 40/660) Yenbu'daki bir arazisini ve çeşmesini vakfetmesi[53]ve Hz. Osman'ın (ö. 35/655) susuzluk çekildiği bir sırada, Medineli bir Yahudi'den Rume kuyusunu satın alıp, suyunu ebedi olarak topluma bağışlaması bunlar arasında sayılabilir[54].  Câbir bin Abdillah'tan şöyle dediği nakledilmiştir: "Ben Mekkeli ve Medineli Müslümanlardan mal ve mülk sahibi olup da, vakıf yapmamış bir kimse bilmiyorum" [55].

 

 

 

D-Vakıf Müessesesini Doğuran Sosyolojik Sebepler

d.1-İnsanın Ruhsal Yanı

Vakıflar başlangıçta ferdi ihtiyaçların giderilmesi amacıyla ortaya çıkmışken daha sonraları, bu müesseseye ilgi gösteren milletlerin sosyo kültürel yapısı, ihtiyaçları, eğilimleri ve zenginliklerine göre gelişerek hayatın her safhasında yerini almıştır. Bu sayede, eğitim, sağlık, sosyal güvenlik, bayındırlık, ulaşım ve güzel sanatlar gibi, bir toplumun insani hasletlerini geliştirerek, onu, başarıya ulaştıracak bir çok sektörün kurucusu ve işleticisi olmuştur.

İnsanlığın ilerlemesini sağlayan bilim sevgisi ve öğrenme merakı tarihin her döneminde saygı, sevgi, güç ve iktidar aracı olmuştur. Bu niteliklere sahip olmak isteyen kişi kendisi bilim yapmak için vakıf kurabileceği gibi başkalarının çalışmasını destek de verebilir. Bunun en açık örneklerinden biri vakıf kütüphaneleridir. [56]

Vakıf, insan psikolojisi ile, dini inançlarla, iktisadi ve sosyal hayatın birleştiği noktada yer almaktadır. Toplumsal, kültürel şartlara ve beklentilere göre insanlarda zaman zaman çok önemli bir güdü haline gelen ve önplana çıkan, hayatında  ve ölümünden sonra hayırla yad edilme, iyi bir kişi olarak bilinme gibi psikolojik motiflerin, vakıf sistemi yoluyla, iktisadi, mali ve sosyal yönden arzulanan bazı hizmetleri gerçekleştirmede ne derece etken olabildiği tarihteki örnekleriyle ortadadır.[57]

Vakıf, yani vakıf yapan, malını vakfetmese idi, servetini zevk ve sefa için harcıyacak veya şuna buna sadaka yahut hibe yoluyla verecek ve bu suretle servetinden bir iki kişi muayyen bir devir için faydalanacaktı. Böylece servet dağılıp gidecekti. İşte bu sebeplere binaendir ki, İslam dini ve bu dinin telkin ettiği daimi yardımlaşma ve devlete yardım elini uzatma ve bu suretle en geniş biçimde toplumsal yardımlaşma zihniyeti, ta hz. Peygamber zamanından bu güne kadar fertlerin vakıflara önem vermesini emir ve teşvik etmiştir.

Vakıfları doğuran amiller derken hatıra gelen bir hususta: insan, öldükten sonra arkasından insanlığın kendisini iyilikle yad etmesini, hayırla anmasını arzu eder. Bu, büyüklenme hissi değildir; insanın fıtraten bu suretle, bu meyil ve haslette yaratılmış olmasının nişanesidir. Böylece arkasında vakıf bırakan kişileri halkta unutmayacağı gibi onlar için de aynı durum teşvik edici olmaktadır. Bu toplumsal birlik için bulunmaz bir motivasyondur.[58]

Bugün, belki vakıf kurma fikrinde yatan temel düşünce, artık materyal olarak –yani maddi muhteva olarak- dini bir vecibe değildir. Fakat formel olarak yani içeriği devamlı değişen bir temel çerçeve olarak asırlardır insan tabiatında yaşayan “iyilik” ve “adalet” ideleridir. Bunun yanında tarihi ve toplumsal bir hayat vakıası olarak insanı bunu yaratmaya hazırlayan bir gerçeklik halinde görmek lazımdır. Bu iki ve zıt görünümlü özellik vakıf müessesine formel bir devamlılık kazandırmıştır. Çünkü insan bir yandan iyilik, adalet, hakkaniyet değerleri ile bezenmiş bir varlık iken diğer taraftan içinde bulunduğu tarihi ve toplumsal hayat gerçekliğinde egosunu tatmine çalışan, ölüm korkusunu giderme çabasında bir canlı vasfını korumaktadır. İnsandaki bu varlık antinomisi kendini bütün kültür alanlarında gösterir.  Bu düşünce ve ruh insanın varlığında mevcuttur; sadece tarih boyunca dayandığı en yüksek kriterler olarak insanoğlu “dini” ve “aklı” seçmiştir. İşte vakıf kurmak düşüncesinde de bu değişen en yüksek kriterler, değişmez bir formel temelde oluştukları için, dini menşeden çağdaş sınai ticari ve iktisadi yararlar alanına kolaylıkla geçmişlerdir. [59]

İnsan psişik bakımdan çelişkilerle dolu bir varlıktır. Hayrı da şerri de; kendini de başkalarına da düşünür. İnsanın ihtiyaçları arasında yer alan mutluluk, bireysel tatmin, kendini gerçekleştirme, kendisinden sonra iyi ad bırakma, ölümsüzleşme/ebediyen yaşama gibi ruhi arzular vakıf kurma düşüncesinin temel dinamikleri arasında sayılabilir.[60]

 d.2-İnsanın Toplumsal Yönü

Vakıf, karşılıklı yardımlaşma esasına dayanan ve insanlığın tarih boyunca iftihar edeceği bir müessesedir. Bilindiği gibi, insanlar gerek fikri ve gerekse bedeni kabiliyetleri açısından, birbirinden farklı olarak yaratılmışlardır. Kuvvetlileri de vardır, zayıfları da vardır; zengini de vardır, fakiri de vardır. Zayıflarda daima bir sığınma hissi mevcut oyduğu gibi kuvvetlilerde de himaye etme hissi ve sahip çıkma duygusu görülür. Bu duygular sayesinde toplum hayatı düzenli devam eder. O halde karşılıklı yardımlaşma, medeni hayatın esası ve temelidir. En güzel yardımlaşma ise bir şey beklemeden yapılan  yardımlaşmadır ki insanoğlu da bu ihtiyacını vakıflar yoluyla sağlamıştır.[61]Ayrıca sosyolojik açıdan toplum hayatında güven ve huzurun asgari şartı da budur. Bu sağlandığı takdirde; zayıflardan kuvvetlilere hürmet ve itaat; kuvvetlilerden zayıflara ise iyilik ve merhamet duyguları artar. Aksi halde zayıflardan ihtilal sesleri, kıskançlık bağırtıları yükselir; kuvvetlilerden ise zulüm ve hakaretler fışkırır.

Vakfı doğuran amiller derken onun gördüğü hizmetlerden de yola çıkılabilir yani insan ve yaşayan her canlının ihtiyaçları bu müesseseyi doğurmuştur. Örneğin camiler sadece namaz kılma yerleri değil, dine müstenit ahlak, ilim ve irfan kürsülerinin bulunduğu, içinde yüzlerce talebeye ilim öğreten tedris halkalarının bulunduğu yerlerdir. Vakıflar bilhassa bütçesi, mali ve iktisadi kudret kapasitesi amme hizmetlerini gereği gibi görmeye müsait olmayan memleketlerde halkın amme hizmetlerine sürekli ve en müessir şekilde iştirakini sağlar. Devlet işlerinde hükümetlerle milletin mali ve iktisadi bakımdan el ele vermesini temin eder. [62]

Gelir dağılımı adaletsizliğinin sonucu olarak ortaya çıkan sınıfsal çatışmaları önlemek ve sosyal barışı sağlamak büyük ölçüde kişisel serveti toplumsallaştırmakla mümkündür. Bu ihtiyacı gören zenginlerden bir kısmı vakıflar kurmuşlardır.[63] İşte belki de Türk-İslam medeniyetinde Marksist manada bir sınıfın oluşmamasında vakıfların bu toplumsal fonksiyonunun büyük rolu olmuştur.

d.3-Siyasi ve Sosyal Zemin

Ülken’in dikkat çektiği vakfın yoğun olarak ortaya çıktığı dönemdeki siyasi ve sosyal zemini de unutmamak gerekiyor şöyle ki: Beylikler döneminde Anadolu’da görülen her türlü imar hareketlerinin en güzel şekilde korunması söz konusudur. Bu yeni kurulan ilim kurumlarını, “hayrat” binalarını göçebe başkanlarının baskısından koruyacak sağlam bir sosyal kurum hazırlamış bulunuyordu ki bu da batıda olduğu gibi evkaf idi bir anlamda medeniyetin tapusu görevini görüyordu bu süreç. [64]

Özellikle Osmanlı da, vezirlerin öldürülmesi, malların müsadere edilmesi adet haline geldi. Bu yönetim şeklinde servet birikmesine, kuvvetli ailelerin kurulmasına, devamlı bir konak eğitiminin ve geleneğinin doğmasına imkan yoktu. Anadolu beylikleri de ortadan kalktığı için devlet idaresi başında “kapı kulu” denen sınıftan geçici aileler bulunuyor, toprak tasarrufu aynı suretle toprağa bağlanması ve onu tam anlamı ile işletmesi mümkün olmayan yine bu sınıftan kimselerin elinde toplanıyordu. Kapıkulundan beylerbeyi, vali, has ve zeamet sahibi olanlar, yerlerine ısındıktan ve nüfuz kazanmaya başladıktan sonra ellerinden bu gücün alınması, hayatlarının tehlikeye düşmesi onları da merkeze karşı uyanık bulundurmağa sevk etti. Siyasi bütünlüğü sağlama maksadıyla tutulan bu yolun zararı ortada olmakla beraber, buna karşı tek koruma çaresi vakıf sistemi idi. Çünkü mülk, akar, toprak, hatta serveti Allah adına kamu hizmetine vakf etmek servet dağılmasını koruyacak başlıca tedbirdi. Bir müessese, ortaya çıktığı çevrenin dışına taştığında, varlığını sürdürebiliyorsa, bunda kendisini destekleyen başka unsurların da varlığı bahis konusudur. Buradan hareketle servet birikmesinin ikinci engeli mülkü çocuklar arasında bölen veraset sistemi idi. Türklerde İslamlıktan önce de adetler hukuku bu bölümü yapmakta idi. Yani eşit miktarda mirasa hak kazanma için bu yol azda olsa tutulmuştur. [65]

Türk toplumunda bir kısım aydınlar; Batı alemine hayran oldukları için, oradan gelen her şeyi iyi, İslam dünyasına ait her müesseseyi fena gören –müstakil görüş ve tenkit kabiliyetinden mahrum- ilk Avrupalılaşma taraftarları, özellikle Türkiye’de vakıf müessesesi aleyhine bir cereyan uyandırmaya çalıştılar. Tanzimat devrinde bir aralık vakıfların tamamıyla kaldırılması hakkında epey kuvvetli bir cereyan mevcut olduğu görülmektedir. Vakıf müessesinin xıx.asırdaki perişan vaziyetine bakarak bu müesseseyi mahkum etmek, sübjektif ve doğmatik bir telakkidir. [66]

İslam fütuhatının süratli gelişmesi sonucunda İslam toplumu birdenbire büyük bir servet ve  refah derecesine yükselmiştir. Bu durum aynı zamanda bir takım sosyal ihtiyaçları da beraberinde getirmekte idi ki bunlardan biri de can ve yol güvenliğidir. Kervansaray vakıfların nereden neşet ettiği bir yönüyle bu şekilde ortaya çıkmaktadır. Fetihler yoluyla vakıf müessesesinin vücut bulması için gereken iktisadi şartlar hazırlanmış ve benzer Hıristiyan tesisleri, İslam fakihlerine, vakfın hukuki esaslarını ve şekillerini meydana getirmek için lazım olan örnekleri vermişti. Bu dış etkenlere, İslam dininin hayır ve yardım hakkındaki ahlaki prensiplerini, uhrevi mükafat vaatlerini, dini ve Hayri müesseseler vücuda getirmek için Müslüman zenginlerin tabii eğilimlerini ilave edecek olursak İslam vakıf müessesesini doğuran çeşitli etkenleri kolayca anlamış oluruz. [67]

d.4.Kültürel Etki

Türk hayatında evvela örf ve teamül hukuku ile teessüs eden, sonradan yazılmış hukuk ile teyit olunan yardımlaşma ve dayanışma hareketleri milli geleneklerin başında gelir. Geniş bir coğrafi sahaya yayılmış olan Türk topluluklarının hepsinde sevgi, şefkat, merhamet, misafirperverlik, yardım….gibi hasletler tarihin her devrinde kendini gösterir. Zaten bunun delilide Türklerin yaşadığı yerlerde ki vakıf eserlerinin diğer islami beldelerdekinden kat kat fazla olduğu görülecektir.[68]

d.5.İslam’ı Yayma Aşkı

Genelde kabul edilen maddi ve manevi bu sebeplerin yanında, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde, tamamen Hayri amaçla birçok vakıflar kurulmasında şüphesiz başka amillerde vardır. Bize göre bunların başında, nihai hedeflere ulaşmada, toplumla devlet arasında hiçbir ihtilaf ve uyumsuzluğun olmaması geliyordu. Her iki kesimde bu dünyada varolma gayesini, İslam’ı daha çok insana ulaştırmada onun daha çok insan tarafından kabul edilmesinin sağlanmasında, dünyanın imar ve ihyasında görüyordu. Bu anlayıştır ki, dervişleri ordulardan önce fethedilecek ülkelere sevk ediyordu. [69], oralarda inşa edilen zaviyelerle coğrafya vatanlaşıyor ve insanlar toprağa bağlanıyordu. Fetihlerden sağlanan servetler, fethedilen beldelerin İslam mimarisi esaslarına göre imarına sarf ediliyor, böylece islamı benimseyen insanlara fiziki ve sosyal alt yapı sağlanmış oluyordu. Bu aynı zamanda halka hizmetle hakka gitmenin ve vakıfta esas olan “kurbet kasti”ni elde etmenin en güzel yoluydu. [70]

d.6.Ekonomik Saikler

Ekonomik durumu zayıf olanlara yardım etme düşüncesi, kimi insanlardaki çok mal kazanma hırsı, servet artırma arzusu, servet teşhiri ve harcama duygusu da vakfı doğuran sosyolojik sebeplerdendir.[71]

Para Vakfı Ekonomik faaliyetlerin özü ve itici gücü kâr unsurudur. Üretim, dolaşım, paylaşım veya tüketim safhalarından herhangi birisinde kâra hak kazanabilmek için, İslâm hukuku önce, yapılacak ticaret işinin meşrû olmasını ister. İkinci olarak da şu üç unsurdan en az birisinin bulunmasını şart koşar: Emek, sermaye ve tazmin etme riski. İslâm'da bu üçüncüsü "Vücûh Şirketi"nde ortaya çıkar. Bu da, iki veya daha çok kişinin sermayesiz, borç para kullanmak veya vadeli mal alıp satmak suretiyle elde edecekleri kân, borçların riskini üstlendikleri orana göre paylaşması esasına dayanır

İslâm toplumlarında finans sorunu, İslâm'ın çıkışından 14. yüzyıl başlarına kadar, karz-ı hasen, zekat, sadaka dışında büyük ölçüde risk esasına ve kâr-zarar ortaklığı prensibine dayalı olarak çözümlenmiştir. Mudarebe (emekle sermayenin işbirliği yapılarak, kân aralarındaki anlaşmaya göre paylaşması ve zarar sermayenin katlanması yöntemi), Müşareke (sermaye ortaklığı, kârın paylaşılması anlaşmaya göre, zarara katlanma ise kural olarak sermaye oranlarına göre olan ortaklık), Sanâyi' (taahhüd işleri yapma), Ziraat Ortakçılığı (emek ve toprak sahibi ortaklığı ve kiralama (leasing) bunlar arasında sayılabilir. 13.cü yüzyıldan itibaren giderek büyüyen para vakıflar da önemli bir fınans kaynağı oluşturmuştur. Büyük vakıflar, daima geniş servet kaynaklarına sahip ve iktisadi-mali seviye bakımından kudretli imparatorluklar zamanında tesis edilmiştir. [72] Ancak vakıf paraların kullanımında temelde islâmî olmayan bazı uygulamaların da vuku bulduğunu ve bunu mütevellilerin işi bilmeyişine hamletmek gerektiğini belirtelim. Diğer yandan vakıfnâmelerde yer alan bazı hukuk terimlerinin, yanlış yorumlanmasının da bu uygulamalarda etkili olduğunu söylemek mümkündür.

Şunu da hatırlatmak da fayda var ki kişiyi vakıf yapmaya yönelten ekonomik amillerinden birinin de kazancını toplum önünde meşrulaştırma ihtiyacı olduğu düşünebilir. Kazanç yolları bazen meşru bazen gayri meşru olabiliyordu.[73] Özellikle gayri meşru kazancın sürdürülebilir olması ve halk gözünde meşrulaştırılmasında, bugünün deyimiyle paranın aklanmasında vakıflar önemli araçlardan biri olmuştur. Varlıklı kişiler özellikle aile vakfı veya yarı-ailevi vakıflar yoluyla hem geleceklerini teminat altına almışlar, hem de varlıklarını meşrulaştırmışlardır.[74]

Kısaca İslam, hem yeni gelir yaratan ham de adil paylaşımı temin eden bir harcama tutumu öngörmektedir. Yine burada islamın üretmeyi teşvik etmesini de unutmamak gereken, sosyolojik ve dini bir gerçektir. Bu bile vakfın doğuşuna etki etmiştir denebilir.

d.7.Düşünce ve İdeoloji

Siyasal iktidarlar benimsedikleri ideoloji, meslek, mezhep veya meşrebi halka benimsetmek karşı akımları zayıflatmak için vakıf kurmak ihtiyacını duymuşlardır.

İnsanın gönül verdiği ideoloji de onu bir takım ekonomik, sosyal vb. hususlarda  fedakarlığa götürebilir yani bu onun için bir değer ifade eder. İşte bu şekille oluşan vakıflara da rastlamaktayız. Örneğin Rıza Nur’un vakfının şartı gelirlerinin sadece “Turan” davasına harcanmasıdır. [75]  

d.8.Devlet Halk Arası İlişkileri

Vakıflar, devlet-halk kaynaşmasının sağlanması veya sağlanma sorununda vakfın doğuşuna etki etmiştir. Halkın hiçbir zorlama olmaksızın devlete olan desteğini bu kurumlar aracılığıyla yerini getirdiğini görmekteyiz. Aynı zamanda, yalnız devlete desteği bakımından değil, zengin ve hali vakti yerinde olan kimselerin halk içinde kazandıkları statülerini korumak düşüncesiyle veya içinde yaşayıp sayesinde zengin ve mevki sahibi oldukları topluma karşı bir vicdan borcunu yerine getirmek niyetiyle yaptıkları sosyal hizmetlerle, toplumda karşılıklı sevgi ve saygı bağlarını güçlendirdiği gibi, insanların birbirleri ile kaynaşmalarına vesile olur. [76]

Böylece, toplumun sosyal dayanışma açısından önemli bir fonksiyonu olduğunu gördüğümüz vakıfların, iyi işlediği ve korunduğu zamanlarda; insan şahsiyetinin ve hayatının korunması, kurtarılıp geliştirilmesi, insanların hayatta karşılaşabilecekleri maddi ve manevi zorlukların, ıstırap ve sıkıntıların giderilmesi, hayatın güzelleştirilip insan haysiyetinin korunması, sosyal düzenin her türlü tehlike ve sarsıntılardan kurtarılmasına yardım ettiği görülür. [77]

 

E-Eserden Müessire Giderek İnsan İhtiyaçları Ve Vakıflar                 

Vakıf bilindiği gibi toplum hayatının ve devletin devamında, istikrarında mühim rol oynamış, içtimai, kültürel, iktisadi, siyasi ve ahlaki, bedii vazifeler görmüş bir müessesedir. Diğergamlığın, maddi fedakarlığın, mal ve madde esaretine düşmemenin en güzel örneklerini teşkil eden vakıf müessesinin tarihimizde oynadığı role bakarak da onun ne gibi amillerin neticesinde vücut bulduğunu anlayabiliriz.

Osmanlı’da dini hizmetler, eğitim, sağlık, bayındırlık, şehircilik hizmetlerinin yanısıra, askeri hizmetlerin bir bölümü vakıflar tarafından yerine getirilmektedir. Devlet iç ve dış güvenliğin yanısıra adli hizmetlerin haricinde hiçbir hizmetin yerine getirilmesine karışmıyor. Bütün özel hizmetler ve bugünkü modern devletin yerine getirmesi gereken kamu hizmetler özel sektör olarak adlandırabileceğimiz vakıflar tarafından yerine getirilmektedir. Günümüzde zaten vakıflar 3. sektör olarak yani özel ve kamu müesseseleri haricinde üçüncü sektör olarak adlandırılmakta. Vakıflar eliyle yerine getirilmiştir. Devlet sadece iç ve dış güvenliği sağlayıcı faaliyetlerini yerine getirmiş, onun haricindeki bütün alanı, bütün hizmetleri vakıflara terketmiş. Kendini o alandan çekmekle de daha çok elde ettiği gelirleri veya kamuya aktarmadığı harcamaları daha çok iç ve dış güvenliğin tesisine harcamıştır.[78]

e.1-Dini Hizmetler

ilahi veya beşeri dinlere mensup bütünü topluluklarda vakıf niteliğinde ibadethaneler görülmektedir. İslam’ın hayatın her alanıyla ilgilendiği düşünülürse dini olanla olmayanı, dünyevi olanla uhrevi olanı ayırmanın güçlüğü daha iyi anlaşılır. İktisadi bir değer olan Zekat’ın, Fıtra’nın nereye kadar dünyevi, nereye kadar uhrevi olduğunu ayırmanın güçlüğü ortadadır.

Bu sebeple,vakfın bu alanda doğması ve gelişmesi direkt olarak dinin bir emri ve toplumsal hayatın bir zorlayıcı unsurudur. Toplu ibadet ihtiyacı, temeli vakıf özelliği taşıyan ibadethaneyi doğurmuştur.[79] Bir de o zaman ibadethanelerin gördüğü çok yönlü işlev akla getirilirse sorun daha iyi anlaşılır. Şöyle ki cami etrafında kümelenen binalar ve hizmetler grubu, sosyal teşkilatlar bütünlüğü olarak, bilginin üretildiği ve yayıldığı, ilmin geliştiği, köy veya şehrin nüvesini teşkil eden müesseseler vazifesini görmüştür. İnsanın sosyal bir varlık olarak ihtiyaçları ile paralel bu müesseselerin doğmasına etki etmiştir.

e.2-Toplumsal hizmetler:

e.2.1-Eğitim Öğretim Hizmetleri

Eğitim ve öğretime tahsis edilen vakıflar ve vakıf müesseseleri her gün örgün eğitim denilen teşkilatlı eğitim-öğretim faaliyetleri ile yaygın eğitim denilen her çeşit halk eğitimi ve öğretimi faaliyetlerini deruhte ediyordu. Daimi ve güvenilir bir gelir kaynağına kavuşan medreseler ve mektep öğretimi ilmi ve idari bakımdan muhtar olduğu için siyasi müdahalelerden korunduğu gibi mali bakımdan da muhtar oluyordu: dolayısıyla harpler, ihtilaller ve benzeri içtimai ve siyasi sarsıntılar bu faaliyetleri engellemiyordu. Ve yine sapık fikirlerin karşısına burada üretilen ilmi birikimlerle ümmetin birliği korunuyordu.

e.2.2-Belediye Hizmetleri ve Şehircilik

vakıflar Türk şehirlerinin kurulup gelişmesinde büyük rol oynamıştır. Fethedilen şehirlerin yenileştirilmesi ve Türk şehri haline getirilmesinde, özellikle de yeni kurulan şehirlerde vakıf kurumu ve hizmet binalarının rolü büyük olmuştur.[80]

vakıf müesseseleri ferdin ıslahı ve huzuru, cemiyetin nizamı ve sükunu, şehirlerin kurulması, ihyası ve imarı, bunun için belediye hizmetlerinin götürülmesi gibi geniş ve şümullü meseleleri halletmek hususunda da çeşitli ve kalıcı hizmetler vermişlerdir.

Şehirlerde su ihtiyacının temini için su kuyuları, su bentleri, çeşmeler, su yolları, su kemerleri, halka su dağıtmak kasdıyla sebillerin inşası, sokakların aydınlatılması, temiz tutulması, bahçeler açılması, temiz tutulması, tükürük ve balgamların örtülmesi için kül serpilmesi gibi, mahallenin ve şehrin emniyetini temini gibi pek çok hususlar vakıfların gördüğü belediye hizmetlerinden bazılarıdır.

Bunlara yol, geçit ve köprülerin güvenliği, yabancı tüccarların ticaret yollarının milletlerarası ulaşımın emniyet içinde yapılması, bunun için kervansaraylar kurulması ve işletilmesi, bir kısım köylerin bu hususta vazifelendirilmesi, şehirde açlık çekilmemesi için uzak diyarlardan zahire vs.’nin temini, kulelerin inşası ve muhafazası, deniz fenerlerinin inşası ve muhafazası, ruh hastalarının tedavisi, harplerde harap olan iskan yerlerinin imar ve ihyası, kuşları barındırmak için kuş evlerinin kurulması gibi akla hayale gelebilen her hususta vakıfların verdiği hizmetleri de ilave etmek lazımdır.[81]

 

Sonuç

Vakıf müessesesi, her ne kadar benzeri müesseselere, başka millet ve devletlerde de rastlamak mümkün olsa da, esas formatını İslam hukukuna ve Müslüman Türk milletine borçludur ve bize özgü bir müessesedir. Toplum hayatında tek gerçeğin menfaat olduğuna inananlar ve menfaati esas kabul edenler, yardımlaşmanın ve bireyler arası münasebetlerin tek bir şeklini bilirler; o da bir menfaat karşılığı olan yardımlaşmadır. Bu anlayışta olanlar, taraflardan sadece birine yararlı olan şartı bile kabul edemezler. İşte hayatın gayesinin sadece menfaat değil, kurbet yani sevap, ibadet ve fazilet olduğuna inanan Müslümanlar ve Müslüman ecdadımız, bir diğer yardımlaşma şeklini daha kabul etmektedirler ki, bu tamamen fedakarlığa, Allah rızasına ve fazilet anlayışına dayanmaktadır.

Vakfın menşei ile ilgili olarak İslam vakfının, diğer bir çok kültürlerden bazı unsurlar almış olması muhtemeldir. Şurası bir gerçek ki, menşei ve iktisabı ne olursa olsun vakıf, yeni bir terkip halinde ortaya çıkışından itibaren, bir İslam müessesesi şeklinin almış ve İslam ülkelerinde meydana gelen toplumsal değişmelerde müspet olduğu kadar bazı devrelerde de menfi izler bırakmıştır. Önemli olan, vakfın menşeini tespitten ziyade, ortaya çıkışını kolaylaştıran ve asırlar boyunca varlığını korumasını sağlayan, kültüre, topluma ve yaşanan İslam tarihine bağlı içteki sebeplerin neler olduğunu dikkate almaktır. Bundan sonrası sadece bir takım spekülasyondan ibarettir.

Bir çok sebep saymakla beraber bütün bunlar gösteriyor ki, vakfın varlığını ve asırlar boyu değişik bölgelerde hayatını sürdürebilmiş olmasını sadece birkaç sebebe bağlamak mümkün değildir. Her devrede ve her bölgede onu ayakta tutan değişik sebepler bulmak mümkündür.

Bu kurumların sosyal ve psikolojik bakımdan en büyük etkisi sosyal dayanışmayı ve bütünleşmeyi güçlendirmesidir. Belki de bu sistem bazılarının dediği gibi servet birikimini ve dolayısıyla kapitalist gelişmeyi engellemiştir, ama insanları kapitalist gelişmenin bütün dehşetlerinden de uzak yaşatmayı mümkün kılmıştır.

Toplumun çeşitli zümrelere, kastlara ve sınıflara ayrıldığı toplumsal yapılarda, bir biriyle “barışık” olmanın, insancıl bir toplumsal düzen kurmanın imkanının olması mümkün değildir. Batı toplumlarında ortaya çıkan ve her sınıfın ya da kesimin “hakları”nı korumak ve kollamak üzere ihdas edilen kurumlar, sonuçta barışın, huzurun, ve güvenin tesisi yerine, çatışmaların ve sıkıntıların temel sebebi olmaktadır. Çünkü mevcut anormal durumun oluşmasını ve çelişkilerin doğallığını ilgili toplumların “dünya görüşü” beslemektedir. Çünkü modern toplumlarda sosyal ilişkileri düzenleyen temel öğe, “bireysel çıkar” ilişkisidir. İşte vakıfların Müslüman insanlarda uyandırdığı duygular onların varlığının da sebebidir.

Yaratandan dolayı yaratılanı hoş görme ilkesi Allah sevgisinin sosyal boyutudur. İşte bu zihniyet insanlara hizmet etmeyi de bir ibadet olarak değerlendirmiş ve her alanda vakıfların doğmasına sebep olmuştur.

Günümüzde de vakıflar, devletin sosyal devlet olarak üstlenmesi gereken görevlerden birçoğunu az veya çok üstlenmiş bulunmaktadırlar .

Sonuç olarak, her şeyi ile bize özgü bir dünya görüşünün ürettiği insan, tabiat ve toplum anlayışının yansımaları olan ve başka hiçbir toplumun hayatında bu denli geniş ve etkili görülmeyen vakıflar ve hizmet alanları, İslam’ın toplumumuza kazandırdığı gönül genişliği ve Allah rızası için, bu gönüle, tüm insanlığı sığdırma idealinin tezahürleridir.


Google

* Özcan GÜNGÖR, Ank.Üni.Sos.Bil.Ens. Fels.Din Bil. Din Sosyolojisi DR Öğrencisi (Batıkent Mimar Sinan Cami Din Görevlisi)

[1]  Vakfı doğuran amiller hususuna eğilenlerin izah tarzlarını şöyle sıralayabiliriz. Sosyolojik-Psikolojik izah tarzı (B. Yediyıldız, “Türk kültür Sistemi İçinde Vakfın Yeri”, Vak. Der., S.20.; “Müessese Toplum Münasebetleri Çerçevesinde XVIII.Asır Türk Toplumu ve Vakıf Müessesesi”, Vak., Der., S.10); Hukuki-Tarihi izah tarzı; (A. Akgündüz, İslam Hukukunda ve Osmanlı Tatbikatında Vakıf Müessesesi, Ank., 1988); Ekonomik izah tarzı; (E. Kozak, Bir Sosyal Siyaset Müessesesi Olarak Vakıf, İst., 1985); dini izah tarzı olarak (Klasik Müslüman müellifler); Felsefi izah tarzı;(E.M. Yazır, Ahkamu’l-Evkaf, Yay, N.Öztürk, Ank., 1995); tarihi-hukuki ve sosyal izah tarzı; (F. Köprülü, İslam ve Türk Hukuk Tarihi Araştırmaları ve Vakıf Müessesesi, İst.,1983); dini ve ahlaki izah tarzı; (S.Erşahin, Vakıf Düşüncesini Doğuran Temel Dinamikler Üzerine, İslami Araştırmalar, C.16, S.2, 2003): nakleden: Seyfettin ERŞAHİN, “Vakıf Düşüncesini Doğuran Temel Dinamikler Üzerine”, İslami Araştırmalar, C.16, S.2, 2003, s.322

[2]  ERŞAHİN, a.g.m., s.323

[3]  Par Herve CARRİER, Bir Ülkenin Kıymet Hükümleri ve Dini Müesseseleri Nasıl incelenir, çev. Münir Koştaş, A.Ü.İ.F.D, C.XXIX, Ank., 1987, s.338

[4]  CARRİER, a.m., s.341

[5]  CARRİER, a.m., s.346

[6]  İslam EMİROĞLU, “Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıfları ve Sosyal Devlet” http.www.siyasalvakfi.org.index

[7]  Nurettin Ş. KÖSEMİHAL, Sosyoloji Tarihi, Remzi Kit., İst., 1955, s.259

[8]  Mustafa AYDIN, Kurumlar Sosyolojisi, Vadi Yay., Ank., 1997, s. 13

[9]  David KRECH, Cemiyet İçinde Fert, C.2., Çev. Mümtaz TURHAN, MEB Yay., İst., 1983, s.127

[10] M. Ali KİRMAN, Din Sosyolojisi Terimleri Sözlüğü, Rağbet Yay., İst., 2004, s.134

[11]  AYDIN, a.e., s. 14

[12]  Zeki ARSLANTÜRK-Tayfun AMMAN, Sosyoloji, Kaknus Yay., İst., 2000, s.299

[13]  Joseph FİCHTER, Sosyoloji Nedir?, Çev. Nilgün ÇELEBİ, Attila Kit., Ank., 1996., s.115

[14]  Sezgin KIZILÇELİK-Yaşar ERJEM, Açıklamalı Sosyoloji Sözlüğü, Saray Kitabevleri, İzmir, 1996,s.334

[15] Amiran K.BİLGİSEVEN, Genel Sosyoloji, Filiz Kit., İst., 1995, s.13

[16]  ERŞAHİN, a.g.m., s.324

[17]  FİCHTER, a.g.e., s.121

[18]  AYDIN, a.e., s. 16-17

[19]  ARSLANTÜRK-AMMAN, a.g.e., s.303

[20]  Mustafa ERKAL, Sosyoloji (Toplumbilim), Der Yay., İst., 1993, s.88

[21]  Tom BOTTOMORE, Toplumbilim, Çev., Ünsal OSKAY, Der Yay., İst., t.y., s.19-20; Mustafa ERKAL, Sosyoloji (Toplumbilim), Der Yay., İst., 1993, s.88

[22]  FİCHTER, a.e., s.115

[23]  AYDIN, a.e., s.20

[24]  Erol GÜNGÖR, Türk Kültürü ve Milliyetçilik, Ötüken Yay., İst., 1987, s.161-162

[25]  AYDIN, a.e., s.18

[26]  FİCHTER, a.e., s.124

[27] Ünver GÜNAY, Din Sosyoloji, E.Ü.Yay., Kayseri , 1996, s.161

[28] Şerif MARDİN, “Din Sorunu Yeni Bir Düzeye Ulaşırken”, Türkiye’de Din ve Siyaset, İst., 1991, s.328

[29] Hans FREYER, Din Sosyolojisi, Çev.T.KALPSÜZ, A.Ü.İ.F.Y., Ankara, 1964, s.32

[30] MARDİN, a.e, s.67-68

[31] Sabri F. ÜLGENER, Zihniyet ve Din, İslam, Tasavvuf ve Çözülme Devri İktisat Ahlakı, Der Yay., İst., 1981, s.9-45

[32] bkz, Mircae ELİADE, Dinin Anlam ve Sosyal Fonksiyonu, Çev.Mehmet AYDIN, Ank., 1990, s.19-20

[33]  İbn MAHZUR, Lisanu'l-Arab, Beyrut, t.y., C.III, s.969-970

[34]  EL-KUBEYSİ, Ahkâmü'l-Vakf, Bağdat, 1977, C.I, s.75-78; Himmet BERKİ, “Hukuki ve İctimai Bakımdan Vakıf”, Vakıflar Dergisi, S.V, s.9

[35]  Mehmet AKGÜL, “Sosyo-Kültürel Bir Kurum Olarak Vakıf”,  Diyanet İlmi Dergi, C.31., S.1., s.105

[36]  Anthony GİDDENS, Sosyoloji, İhtar Yay., Erz., 1993, s.18-19; nakleden M. AKGÜL, a.g.m., s.105

[37]  Mehmet BAYYİĞİT, “Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Kurumu Olarak Vakıflar”, Selçuk Üni. İlahiyat Fak., 2001 Bahar, S.XI., Konya, 2001, s.60

[38]  KİRMAN, a.g.e, s.244

[39] Açıklamalar hakkında geniş bilgi için bk. Ziya KAZICI, İslami ve Sosyal Açıdan Vakıflar, Maarif Yay., İst., 1985, s. 37-38

[40] DÖNDÜREN-KAZICI, a.g.m., s.301

[41] Ahmet AKGÜNDÜZ, Belgeler Gerçekleri Konuşuyor 2, Nil Yay., İzmir, 1990, s.76

[42]  İbrahim ATEŞ, “Ölüm Ya da Ölümsüzlüğe Göç”, Vakıflar Der., S.XIX, s.11-24; ERŞAHİN, a.g.m., s.328

[43] Nazif VELİKAHYAOĞLU, Vakıf Ve Manevi Sorumluluk, www.osmanli.org.tr

[44] AKGÜL, a.g.m.,  s.106

[45] BAKARA, 2/125; ALİ İMRAN, 3/96-97; MAİDE, 5/97; HAC, 22/26

[46] ALİ İMRAN, 3/92

[47] BUHARİ, Zekat, 44

[48] KURTUBİ, el-Câmi'li Ahkâmi'l-Kur'ân, Beyrut, t.s, C.IV, s.132-134; EL-CASSAS, Ahkâmü'l-Kur'ân, 1335, C.II, s.18

[49] MÜSLİM, Vasıyye, 14; EBU DAVUD, Vesâyâ, 14; TİRMİZİ, Ahkâm, 36

[50] MÜSLİM, Fezâilü's-Sahâbe, 196; A. B., HANBEL, Müsned I, 45

[51] BUHARİ, Vesâyâ, 22, 28, Eymân, 33; MÜSLİM, Vasiyye, 15, 16

[52] BUHARİ, Cihad 89, Zekat, 49; MÜSLİM, Zekat, 11; EBU DAVUD, Zekât, 22

[53] KÜBEYSİ, a.g.e., C.I, s.101

[54] MÜSLİM, Şirb, 1; TİRMİZİ, Menâkıb, 18

[55] İBN KUDAME, el-Muğnî, Mısır, 1970, C.IV, s.4

[56]  ERŞAHİN, a.g.m., s.334

[57] İ. Erol KOZAK, Bir Sosyal Siyaset Müessesesi Olarak Vakıf, Akabe Yay., İst., 1985, s.54-55

[58] Şakir BERKİ, “Vakfın Lüzumu, Faydaları ve Vakıfları Teşvik”, Vakıflar Dergisi, S.V, s.19-21

[59] Ömer YÖRÜKOĞLU, “Vakıf Müessesesinin Hukuki, Tarihi, Felsefi Temelleri”, 1.Vakıf Haftası, Ank., 1985, s.115

[60]  ERŞAHİN, a.g.m., s.329

[61] Ahmet AKGÜNDÜZ, Belgeler Gerçekleri Konuşuyor 1, Nil Yay., İzmir, 1990, s.119

[62] BERKİ, a.g.m., s.19-21

[63] YEDİYILDIZ, “Türk kültür Sistemi İçinde Vakfın Yeri”, s.406

[64] H. Ziya ÜLKEN , “Vakıf Sistemi ve Türk Şehirciliği”, Vakıflar Dergisi, S.9, s.13

[65] ÜLKEN, a.m., s.19

[66] Fuat KÖPRÜLÜ, “Vakıf Müessesinin Mahiyeti ve Tarihi Tekamülü”, Vakıflar Dergisi, S.2., s.24-25

[67] Ömer YÖRÜKOĞLU, “Vakıf Müessesesinin Hukuki,Tarihi, Felsefi Temelleri”, 1.Vakıf Haftası, Ankara, 1985,s.119

[68] H.Baki KUNTER, “Türk-İslam Sanat Eserlerine Vücut Veren Manevi Amiller”, Vakıflar Dergisi, S.8, s. 9

[69] Ö. Lütfi BARKAN, “İstila Devirlerinin Kolonizatör Türk Dervişleri ve Zaviyeler”, Vakıflar Dergisi S.2., s.279-304

[70] Nazif ÖZTÜRK, Türk Yenileşme Tarihi Çerçevesinde Vakıf Müessesesi, TDV Yay, Ank., 1995, s.20

[71]  ERŞAHİN, a.g.m., s.330; KOZAK, a.g.e., s.60; BERKİ, a.g.m., s.20

[72] Hamdi DÖNDÜREN-Ziya KAZICI, “Vakıf Mad”., Şamil İslam Ans., Şamil Yay., İst., 2000, s.175-185

[73] YEDİYILDIZ, “Müessese Toplum Münasebetleri Çerçevesinde XVIII.Asır Türk Toplumu ve Vakıf Müessesesi”, s.47-49

[74]  ERŞAHİN, a.m., s.333

[75]  KUNTER, “Türk-İslam Sanat Eserlerine Vücut Veren Manevi Amiller”, s.10; nakleden, ERŞAHİN, a.g.m., s.334

[76] BAYYİĞİT, a.g.m., s.64

[77]  Mehmet ŞEKER, İslam’da Sosyal Dayanışma Müesseseleri, DİB Yay., Ank., 1991, s.139

[78]  Adnan ERTEM, Tarihte ve Günümüzde Vakıf Müessesesi,  http.www.siyasalvakfi.org.index

[79]  ERŞAHİN, a.g.m., s.327

[80]  ÜLKEN , “Vakıf Sistemi ve Türk Şehirciliği”, s.31

[81] S.Hayri BOLAY, “Vakıfların Dünkü ve Yarınki Rolleri”, 1.Vakıf Şurası, Ank., 1986, s.17-23