SOSYAL BİR KURUM OLARAK VAKFI
DOĞURAN SOSYOLOJİK SEBEPLER
GİRİŞ
A-SOSYOLOJİK OLARAK SOSYAL KURUM
a.1. Tanım
a.2.Kurumların İşlevleri
a.3.Kurumların Sınıflandırılması
B-Din Ve Toplum
İlişkisinin Temellendirilmesi
C- Vakfın Tanımı
c.2.İslam’da Vakfın
Kaynakları ve Ortaya Çıkışı
D-Vakıf Müessesesini
Doğuran Sosyolojik Sebepler
d.1-İnsanın Ruhsal Yanı
d.2-İnsanın Toplumsal Yönü
d.3-Siyasi ve Sosyal Zemin
d.4.Kültürel Etki
d.5.İslam’ı Yayma Aşkı
d.6.Ekonomik Saikler
d.7.Düşünce ve İdeoloji
d.8.Devlet Halk Arası İlişkileri
E-Eserden Müessire
Giderek İnsan İhtiyaçları Ve Vakıflar
e.1-Dini Hizmetler
e.2-Toplumsal hizmetler:
e.2.1-Eğitim Öğretim
Hizmetleri
e.2.2-Belediye Hizmetleri ve
Şehircilik:
Sonuç
SOSYAL BİR
KURUM OLARAK VAKFI DOĞURAN SOSYOLOJİK SEBEPLER*
GİRİŞ
Vakıf düşüncesini doğuran
amiller başlığı hiç şüphesiz iddialı bir başlık olur, fakat biz bu
makalede konuyu sınırlama adına sadece vakfı doğuran sosyolojik sebeplere
bakmaya ve konuya bir sosyoloji kavramı olan kurum açısından da değinmeye
çalıştık.Ayrıca
biz bu makalede öncelikle sosyolojik kaynaklara, Türk-İslam kültür
kaynaklarına ve klasik İslam medeniyeti kaynaklarına da eldeki imkanlar
nispetinde müracaat etmeye gayret gösterdik.
İnsan davranışlarının bütün
yönleri ile kavranamayacak ve tahmin edilemeyecek kadar engin ve çeşitli
olduğu gerçeği bizi vakıf düşüncesinin temel amillerini; soyut varsayımlar
veya modeller ile yeterince açıklayamayacağımız sonucuna götürmektedir.
Vakıf ait olduğu toplumun
sosyal bünyesi kültürel yapısı ve değerlerinden doğmuştur. Başka bir ifade
ile vakıf bireysel ve toplumsal ihtiyaçların ve arzuların karşılanmasını
sağlayan değerlerin hayata geçirilmesidir.
Esasen din, milli kültüre
sıkıca bağlanmış ise, orada özellikle dini olan müesseseleri diğerlerinden
ayırt etmek çok güçtür.
Pek çok ülkede dini ibadet
mekanları mevcuttur. Bu ibadet merkezlerine ilave olarak okul, kültür
merkezleri, hayır kurumları ve sosyal yardım merkezleri v.s. gibi kurumlar
mevcuttur. Bu müesseselerin azlığı ve çokluğu bir toplumdaki dini tesiri
tespit için önemli bir kıstastır. Diğer taraftan, bu müesseselerin ülke
üzerindeki dağılışları ile o ülkenin dini gruplarının sosyal, ekonomi,
kültürel, ve etnik yapıları ile yakın bir münasebeti olduğu anlaşılmaktadır.
Bir topluluğun dini veya dini
olmayan faaliyetlerine yön veren şey sadece sosyal hayatın içinde gizli olan
elemanlar değil, aynı zamanda onların kompleks olarak birleşmiş bulunan
kültürel yapı faktörleridir.
İnsan
ihtiyaçlarının karşılanması büyük oranda kültüre dayanan değer hükümlerine
bağlı olduğundan bu noktada Türk-Müslüman toplumlar için islamilik ve Türk
kültürü söz konusu edilebilir. İşte İslam ve Türk medeniyetinin dini,
ahlaki, sosyal, ekonomik ve kültürel ihtiyaçlara verdiği cevaplar
müslümanlarda vakıf düşüncesinin doğuşunu hazırlayan temel dinamiklerdir
denebilir.
Devletin, sosyal devleti
oluşturmak için kullandığı önemli aygıtlardan biri de vakıf kurumudur.
Aslında, vakıfların bir sosyal siyaset kurumu olarak teşvik edilip
oluşturulmaları yeni değildir. Ayrıca, sadece bizim ülkemize özgü de
değildir. Özellikle günümüzde, başta ABD olmak üzere, birçok Avrupa
ülkesinde de bu kurumların önemli işlevler yerine getirdiğine şahit
oluyoruz. Bu bağlamda böylesine önemli bir kurumun sosyolojik arka planına
gözatmak bu makalenin amacıdır.
A-SOSYOLOJİK OLARAK SOSYAL KURUM
a.1. Tanım
Genel sosyolojik bir eğilime
göre kurumlar şöyle doğar: insanlar önce ihtiyaçlarını karşılamak üzere bir
eylemde bulunurlar, eylemler tekrarlanır, tekrarlanan eylemler alışkanlığa
dönüşür, alışkanlıklar zamanla adet halini alır. Adetler kurallaştırılır
(norm), nihayet normlar kurumlaşırlar. Söz konusu edilen süreç kısaca şöyle
gösterilebilir:
Eylem-tekrar-alışkanlık-adet-norm-kurum
Kurum terimi günlük kullanımda
ve sosyolojik manada farklı anlamları ihtiva etmektedir. Kurum sosyolojik
olarak kültürün bir kısmıdır, insanların yaşam tarzlarının örüntüleşmiş bir
parçasıdır. Bir başka deyişle çoğunluğun paylaştığı davranış örüntüleridir.
Kurum, kültür normlarının yerleşmiş, belli ve sürekli tatmin yollarıdır.
Diğer bir tabirle ihtiyaçları karşılama biçimleri veya metotlarıdır.Kurum,
soyut olup, değişebilme özelliğine sahip olsa da zamana karşı direnen
istikrarlı bir yapısı vardır.
Kurumun tam bir tanımının
yapılabilmesi için belli özellikleri göz önünde bulundurulmalıdır. Buna
göre:
1-Kurumlar belli bir amacı
gerçekleştirmeye yöneliktirler.
2-Söz konusu ihtiyacın
gerçekleştiriliş biçimi oldukça süreklilik kazanmıştır.
3-Kurumlar gerek alt
kurumlarıyla gerekse diğerleriyle yapılanmış, örgütlenmiş ve
eşgüdümlenmiştir.
4-Her kurum diğerleriyle
yakından ilişkili olmasına rağmen kendi alanında biricik bir yapıdır.
5-Kurumlar zorunlu olarak değer
yüklüdürler. Çünkü kültürün normatif kodlarını ihtiva ederler.
6-Sosyal davranışlar sosyal
süreçlerin aracılığı ile kurum haline gelirler.
Kısaca kurum; sosyal kişilerin
temel ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla ortaya çıkmış, süreklilik kazanmış,
eşgüdümlenmiş oldukça onaylanmış ve yaygın sosyal örüntü, rol ve ilişki
yapısıdır.
Bir sosyal grubu meydana getiren fertlerin bu grubu yürütebilmek,
görevlerini yerine getirebilmek üzere kurulu olarak buldukları veya kurup
geliştirdikleri usullere (norm/kural) kurum adı verilir.Önemli
bir sosyal gereksinimi ya da işlevi karşılamaya yönelik birbirleriyle
ilişkili organize olmuş, normlar, sosyal ilişki ve rollerden oluşan bütün.
Normlar, sosyal ilişki ve roller kurumun temel ögesidir.
Başka bir açıdan; bir sosyal
grubu meydana getiren fertlerin bu grubu yürütebilmek, görevlerini yerine
getirebilmek üzere kurulu olarak buldukları veya kurup geliştirdikleri
usullere (norm veya kurallara) kurum denir.
Kültür ve toplumun sürekliliği
için, temel kurumların karşılıklı bağımlı işleyişinin eşgüdümlü ağı, son
derece önemlidir. Hiçbir kurum kendi başına var olamaz. Her bir kurum
çeşitli derecelerde diğerlerini etkiler ve diğerlerinden etkilenir. Temel
kurumlarla yan kurumların içiçe olduğu ve birbirinden ayrılmanın mümkün
olmadığı durumlarda vardır.
Nitekim vakıf üç aşamada
gerçekleşen bir kurumdur: a-düşünce aşaması: hizmetin plan ve projesinin
tasavvuru; b-fiziki yapılaşma aşaması; tasarlanan düşünce doğrultusunda
maddi unsurların ortaya konması; c-hukuki aşama, vakfın statüsünü
belirleyecek olan vakfiyenin yazılması.
Biz bu makalede vakfın daha çok düşünce aşamasını ele almaya gayret
göstermeye çalışacağız.
a.2.Kurumların İşlevleri
Kurumlar toplumda bir ihtiyacı
karşılamaktadırlar, yani bir işlevi yerine getirirler. Bu bağlamda kısaca
kurumların “olumlu”
işlevlerine kısaca bakmak lazımdır.
1-Kurumlar, kişilerin sosyal
davranışlarını kolaylaştırırlar. Toplumun düşünce ve eylem tarzları birey
topluma girmeden önce büyük ölçüde düzenlenmiş ve planlanmıştır.
2-Kurumlar toplam kültürün
istikrarlılığı ve eşgüdümü için birer ajan olarak da hizmet ederler.
Süreklilik, sağlamlık, dayanıklılık insan davranışlarını istikrarlı ve
uyumlu hale getiren kurumlar sayesinde sağlanır.
3-Kurumlar, toplumun sistemli
ve ideal düzeyde beklentilerini içerirler. Kurumlar, sadece belli bir ideal
davranışları işaretlemekle kalmazlar, sapmayı ve sosyal bir baskı ile
bunların telafisine de imkan sağlarlar.
4-Kurumlar gruplarda yüksek
düzeyde bir bütünleşmeye; işbirliği ve dayanışmaya yol açar.
5-Kurumlar fertte, sayesinde
kendi özel yetenek ve isteklerini geliştirebileceği, önceden var olan roller
temin ederler.
Toplum olarak adlandırılan
bütün içinde her kurumun varlığı bir anlamda o kurumun yerine getirmekle
yükümlü olduğu göreve dayanmaktadır. Toplumun sosyal yapısını meydana
getiren kurumlar ve bunların fonksiyonları dolayısıyla sosyal sistem ahenkli
bir şekilde işleyebilmektedir. Bu bağlamda, yerine getirdiği fonksiyonlar
itibariyle kurumlar, toplumda yüksek düzeyde bir bütünleşme ve eşgüdüme yol
açmaktadır.
a.3.Kurumların Sınıflandırılması
Kurumlar üç temel özellik
olan; “evrensellik, zorunluluk, ve önemlilik” açısından ikiye ayrılabilir:
1-Temel kurumlar 2-Yardımcı
kurumlar.
Evrensellikten amaç en
ilkelinden en gelişmişine kadar tüm toplumlarda yaygın olarak bulunmasıdır.
Zorunluluk, onun bir başka kurumla karşılanamaması; önem ise toplum
genelinde yaygın bir biçimde değer verilmesidir. İşte bu özellikleri taşıyan
kurumlar temel kurumlardır ve hemen tüm sosyologlarca bunlar; Aile, eğitim,
din, ekonomi, siyaset, ve boş zamanları değerlendirme kurumlarıdır.
İnsanlığın başlangıçlarından birisini “ana kurum” kabul edip diğerlerini
ondan türetme çabasından olanlara rağmen şimdi bunlar, biri diğerine
indirgenemeyen temel kurumlardır.
Bunların dışında kalan yüzlerce sosyal kurum, herhangi birinin alt kurumu
olarak yer alırlar.
Burada vakıf kurumunu hem temel kurumların içine hem de bilhassa bunların
bir çoğunun katkısıyla ortaya çıkan bir kurum olarak değerlendirmek pekala
mümkündür.
İslam’ın yeryüzü ölçeğinde
yayılması ve kendi nizamını oluşturmasından sonra, vakıf kurumu, toplumsal
düzen ve sistemin ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir. Hatta İslam
medeniyeti bir ölçüde bir vakıf medeniyetidir.
Bir kere hangi kurum olursa
olsun genel kültürel yapının bir parçasıdır ve birinde meydana gelen her
hangi bir değişim diğerlerini de etkiler. Mesela ekonomi kurumunda meydana
gelen bir kriz, dini ahlaki bir çöküntü diğer kurumları da kapsar. Bu
meyanda vakıf kurumun da bu sosyal yapı ve kurumlardaki değişiklikler ona
gösterilen ilgide de kendini gösterir.
Son tahlilde her toplumun
aile, din, eğitim, ekonomi, siyaset, ve boş zamanlarını değerlendirme temel
kurumları vardır. Demek bu formel yapılar evrenseldir, insanlar arasında
ortaktır. Bu şekil yönünden evrenselliğin yanında kurumlar toplumlara göre
fevkalede bir içerik çeşitliliği gösterirler. Artık burada her kurumun
içeriği farklıdır.
İnsanların yaşadığı coğrafi çevrenin büyük farklılıklar göstermesi ve bu
çevrenin insanların sosyal davranışlarını geliştirme tarzları üzerinde belli
derecelerde etkilere sahip bulunmasıdır. Bunun en açık örneği İslam
kurumlarının değişik, toplumlarda farklı özellikler göstermesidir.Abbasiler
döneminde Türklerin İslam dünyasına nüfuzuyla İslam kurumlarında bir
değişikliğin doğduğu ve bunun Selçuklu ve Osmanlı’larda doruk noktasını
ulaştığı bilinmektedir. Aynı şekilde vakıf kurumunun aldığı değişiklikler de
buna dahildir.
Toplumu oluşturan sistematik
bütün ile, bütünü oluşturan her bir yapı arasındaki ilişki toplumsal
sistemin temelini teşkil eder. Eğer bir toplumdaki bir yapı veya bir
davranış kalıbı, toplumsal sistemin bütünlüğü ve devamına katkıda
bulunuyorsa, fonksiyoneldir. Vakıf kurumu da İslam toplumlarının vucuda
getirdikleri değerler ve normlar çerçevesinde toplumsal sistemin
devamlılığını sağlayan çok yönlü bir hüviyet arzetmektedir.
B-Din ve Toplum
İlişkisinin Temellendirilmesi
Batı da özellikle Protestan
ilahiyatçı filozofların etkisi ile XVIII. Ve XIX. Yüzyıllar boyunca ortaya
çıkan aşırı sübjektivizm, dini tamamen ferdi bir olaymış gibi anlama
eğilimini doğurmuştur. Bu sonuç, genel çoğunluğun dini sadece ahlaki bir
destek ve teselli kaynağı olarak görmesini sağlamıştır.
Gerçekte her din bir toplum
içerisinde ortaya çıkıp hayatiyet bulduğu gibi üyelerini birbirine bağlayan
temel bağların din bağı olduğu sırf dini grup ve cemaatlerde görüldüğü
üzere, din bir “dini birlik” ve cemaatleşmeyi de beraberinde getirmektedir.
Tarihi süreç içerisinde dinin
hem ferdi hem sosyal olmak üzere iki yönlü bir rol üstlendiği görülmektedir.
Bir yandan fert fert insana nüfuz ederken onun temel problemlerine çözüm
ararken, diğer yandan sosyal kurumlar ve olayları da şu veya bu biçimde
etkilediğini söylemek mümkündür. Din, toplumları insanlığın başlangıcından
beri etkilemesinin yanı sıra hayatın bütün alanlarında düzenleyici normlar,
hükümlerde yerleştirmektedir.
Bununla birlikte, insanları
“mü’minler” ve “mü’min olmayanlar” şeklinde ikiye ayırması nedeniyle dinin
“ayırıcı” bir fonksiyonu olduğundan da bahsedilebilir hatta her dinin farklı
yorumlarından, sosyal ve siyasi şartlardan doğan mezhepler arasındaki
mücadeleler eksik olmamıştır.
C- Vakfın Tanımı
İslâm hukukunda vakıf muamelesi için "Vakıf",
"Habs veya Hums" ve "Sadaka" olmak üzere üç terim kullanılmıştır. Vakf veya
vakıf (va-ka-fe) kökünden arapça bir mastar olup; sözlükte; hapsetmek ve
alıkoymak demektir. Kök anlamın kapsamı ederek genişlemiş ve bir malı;
mülkiyetin nakli sonucunu doğuran tasarruflardan menedip, gelirini sürekli
olarak yoksullara tahsis etmek anlamını kazanmıştır. Çoğulu "evkâf" ve
"vukûf 'tur. Vakıf kelimesi bir isim olarak, edilgen kök, yani "vakfedilen
mal" anlamını ifade eder. Osmanlı Devleti uygulamasında "evkif ' tabiri, bu
anlamda vakfın çoğuludur
Vakıf, bir hukukî müessese olarak şöyle tarif
edilmiştir: Vakıf; kendisinden yararlanmak mümkün ve caiz olan bir malı,
devamlı olarak Allah'ın mülkü olmak üzere temlik ve temellükten menetmek ve
menfaatini (gelirini), Allah rızası için bir hayır cihetine tasudduk
etmektir. Burada mal, vakfedenin mülkiyetinden çıkar ve Allah'ın (toplumun)
mülkü haline gelir. Böyle bir malın yönetimi artık vakıfnamedeki şartlara ve
genel esaslara göre olur
Sosyolojik olarak vakfın, toplumsal yapı içindeki
fonksiyonlarını belirleyebilmek için toplum, toplumsal kurum, ve toplumsal
sistemin bir bütün olarak değerlendirmek gerekmektedir.
Toplum, bir kurumsallaşmış davranış biçimleri bütünü ya da sistemidir.
Kurumlaşmış davranış biçimi demek, uzun zaman ve mekan dilimleri içinde
durmadan tekrarlanan, ya da modern toplumsal kuramın diliyle sosyal olarak
üretilen davranış ve inanç biçimidir.
Durdurmak, alıkoymak manalarına
gelen vakfın temeli; dünyanın faniliği, her canlının ölümü tadıcı olması,
ancak geçici olan bu dünya ve hayatının da boşuna olmadığı, dünyanın
ahirette hasadı alınacak bir tarla olduğu, dolayısıyla “geçici” olanın
“durdurulmasını”nın yani hayır ve hasenatın öbür dünyada devşirilmesine
imkan verecek olanın da hayri hizmetler yapmak ve kalıcı kurumlar açmak
olduğu düşüncesidir.
Vakıflar, toplumda sosyal
adaleti ve barışı temsil eden çağdaş sosyal organizasyonların, gönüllü
kuruluşların en eski ve en canlı örneğini oluşturmaktadır.
Maddî bir karşılık beklemeden
başkalarına yardım etmek gibi ulvî ve fevkalâde bir düşüncenin mahsûlü olan
vakıf müessesesi, yüzyıllardan beri islâm ülkelerinde büyük bir ehemmiyet
kazanmış, sosyal ve ekonomik hayat üzerinde derin tesirler icra etmiş olan
dinî ve hukukî bir müessesedir. İnsan fıtratında mevcut olan yardımlaşma
hissi, şüphesiz ki insanlık tarihi kadar eskidir. Bu his, dinî emir ve
hükümlerle birleşince daha bir kuvvet kazanır. İslâm ülkelerinde vakıfların,
asırlarca büyük bir fonksiyonu icra etmesinin sebebini burada (dinî his)
aramak lâzımdır. Çünkü "insanların en hayırlısı, insanlara faydalı olan;
malın en hayırlısı, Allah yolunda harcanan (başka bir ifade ile vakfedilen),
vakfın en hayırlısı da insanların en çok duydukları ihtiyacı karşılayandır"
prensibinin mânasını çok iyi bilen Müslümanlar, bu yolda birbirleri ile
âdeta yarışırcasına vakıf eserler kurmuşlardır.
İslâm âleminde vakıfların dinî bir mahiyet
taşıması, onların devamlılığını sağlıyordu. Nitekim, dinî inanç ve
düşüncesinin güçlü olduğu müesseseler olarak vakıflar, siyasî çalkantı ve
idarî istikrarsızlıklar dışında kalıyorlardı. Bu sayede onlar, Müslüman
toplum hayatında istikrar ve devamlılık sembolü olarak devam ediyorlardı.
Nitekim, vakfedilen gayr-i menkuller, herhangi bir sebeple müsadere
edilemeyeceği, kullanım sahası değiştirilemeyeceği ve vakfiyedeki esaslara
aykırı davranmadıkça mütevellileri değiştirilemeyeceği için bu müesseseler,
siyasî ve idarî müdahalelerin dışında kalıyorlardı.
İslâmiyet, kuruluşundan itibaren ulvî ve insanî
gayeleri hedef alan her müesseseyi geliştirmeye çalıştığı için vakıfları da
faydalı görerek onları teşriî sahasına almıştır. Sadaka, Kurban ve Zekât
gibi içtimaî müesseselerin gayesi de fakir ve yoksulları bu sıkıntılarından
kurtarmak olduğundan, İslâm'da önemli bir mevkie sahip kurumlar olarak vaz'
edilmişlerdir.
İslâm dünyasında, vakıfların geniş bir şekilde
yer edip gelişmesinde Hz. Peygamber'in biraz önce bahs ettiğimiz hadisinden
başka, bizzat kendisinin de vakıf yapması, önemli bir âmil olmuştur. Hz.
Peygamber Medine'de kendisine ait bulunan hurma bahçesini vakf edip
hâsılatını "havadis-i dehr"e yani İslâm'ın müdafaasını icab ettirecek hadise
ve mübrem ihtiyaçlara tahsis etmiştir. Kur'ân-ı Kerîm ile Hz. Peygamberin
emir ve tatbikatları Müslümanlar için uyulması gereken bir vazife telakki
edildiğinden bu konuda mü'minler aramda âdeta bir yarış sürüp gitmiştir.
Hz. Peygamber'in ashabı da O'nun yolunda yürüyerek
çeşitli vakıflar kurmak suretiyle insanlığa hizmet ettiler. Nitekim Câbir
(r.a) "Ben, Muhacir ve Ensar'dan mal ve kudret sahibi bir kimse bilmem ki
vakıf ve tasaddukta bulunmuş olmasın" diyerek bu durumu belirtmek ister.
Bunun içindir ki, Müslüman şehir, kasaba ve köylerde sayısız vakıf vücuda
getirilmiştir.
Vakıflar, İslâm ülkelerinin tamamında sayılamayacak kadar
çok ve önemli hizmetler ifa ediyorlardı. Hz. Peygamber ve halifelerinin
kurdukları vakıflardan sonra, imkânı olan her Müslüman, böyle bir tesis
kurmak için büyük bir gayretle çalışıyordu. Bu durum, sadece zengin
Müslümanları değil, aynı zamanda devlet başkanlarını ve devletleri de
harekete getiriyordu. İslam dünyasında insanlara faydalı olan her hizmetin
ibadet telakki edilmesinin neticesi olarak vakıflar, toplumun yararına olan
her sağlam birer teminat ve sigorta vazifesi görmüşlerdir. Vakfın ifa ettiği
fonksiyon sadece ferdi hayırseverlik duygusundan neş’et eden yardımlaşma
değildir. Ayrıca günümüzde devletin yerine getirmekle yükümlü birçok kamu
hizmetleri de, özellikle Osmanlı döneminde, vakıf yoluyla ifa edilmiştir.
Öyle ki şu söz darbı mesel gibi bir gerçeği en güzel şekilde ortaya koyar
“vakıflar sayesinde, bir adam, vakıf bir evde doğar, vakıf beşikte uyur,
vakıf mallardan yer içer, vakıf kitaplardan okur, vakıf bir okulda hocalık
eder, vakıf idarelerinden ücret alır, öldüğü zaman vakıf bir tabuta konur ve
vakıf bir mezarlığa gömülürdü.”
Vakfiyelerde sıkça geçen ahiret
telakkisi bu çerçevede cennete nail olma ümidi, cehennem azabından korunma
kaygısı, dünya hayatının faniliği fikri vakfın zihni arka planını kısmen
göstermektedir.Dünya
hayatını fani ve ahiretin tarlası gören müslüman geleceğe hazırlık niyetiyle
vakıf yapmaktadır
Bizim kültürümüzde kul hakkına
girdiği için, ''velayet'' ''vasiyet'' ve “vakfı” kasdederek;
''İtteku'l-voveyn''; "şu üç ''vav'dan sakınınız denmiştir.
Ve bunlara zarar verilmesi dini bir temele oturtularak kültür haline
getirilmiştir.
c.2.İslam’da Vakfın
Kaynakları ve Ortaya Çıkışı
İslam’ın ortaya çıkışıyla,
kendi dinamikleri ve değerler silsilesi yoluyla oluşturulan toplum modeli,
kendi kurumlarını üreterek, evrensel bir sistem örmüştür. Toplumun dikey ve
yatay ilişki sistemi neticesinde ortaya çıkan farklılıklar ya da toplumsal
şartların dayattığı farklılaşmalardan doğan zorunluluklar, toplumun yedek
veya özel kurumları tarafından normalize edilmiştir. Yani toplumsal sistemin
üzerinde şekillendiği “dünya görüşü”, yerine getirilmesi gereken işlevleri
icra edecek kurumları üretebilmiştir. İslam dışı toplumsal düzenlerde
görülen, sosyal, ekonomik ve kültürel yapıların ürettiği dengesizlikler ve
çelişkiler, ilgili toplumlarda doğal bir durum ve “olgu” olarak ele alınıp,
problemin “tarihsel süreçleri” ya da “diyalektik” sorumluluklara havale
edilmesi, benzer kurumların ortaya çıkışını engellemiştir.
Vakıf müessesesinin tarihi çok eskilere dayanır.
İslâm'dan önce Arabistan'da bilinen en eski vakıf Mekke'deki Kâbe'dir. Kâbe,
yeryüzünde ilk mabed olarak kabul edilir ve yapının temelleri Hz. Âdem'e
kadar dayandırılır. Bu günkü Kâbe şeklinin İbrahim Peygamber ve oğlu İsmail
tarafından inşa edildiği Kur'ân-ı Kerîm'de bildirilir
İslâm'da vakıf Kur'ân, Sünnet ve İcmâ' (İslâm
bilginlerinin görüş birliği) delillerine dayanır. Kur'ân'da doğrudan vakıfla
ilgili görülen âyet şudur: "Sevdiğiniz şeylerden Allah için harcamadıkça tam
hayra erişemezsiniz".
Ashab-ı Kiram'dan Ebu Talha (ö. 34/654) bu âyet inince; "Rabbimiz bizden
mallarımızı kendi yolunda harcamamızı istiyor. Ey Allah'ın elçisi, en
sevdiğim "Beyruhâ" arazimi Allah için tasattuk etmek istiyorum" dedi. Hz.
Muhammed'in, araziyi en yakın hısımlarına vermesini tavsiye etmesi üzerine
de, onu amcasının oğulları ve diğer bazı hısımları arasında taksim etti.
Tefsir bilginlerinin çoğu ve hadisçiler bu âyeti vakıfla açıklamışlardır.
Hz. Muhamed'in şöyle dediği nakledilmiştir:
"Ademoğlu öldüğü zaman, amel defteri kapanır. Üç kimse bundan müstesnadır.
Devamlı sadaka (sadaka-i câriye) meydana getirenler, topluma yararlı bir
ilim (eser) bırakanlar ve kendisine hayır dua eden hayırlı çocuk bırakanlar".
Hadiste geçen "sadaka-i câriye" nin vakfı da kapsamına aldığında şüphe
yoktur. Hz. Âişe'den (ö. 57/676) nakledildiğine göre, Allah'ın elçisi
Medine'deki yedi parça mülkünü vakfetmiştir. Bu mülkler: A'vaf, Sâfiye,
Delâl, Müseyyeb, Bürka, Hismâ ve Meşrebe'dir. Nadiroğuları'ndan Muhayrîk
isimli bir şahıs şöyle bir vasiyette bulunmuştu: "Ben ölünce, tüm mallarım
Allah elçisine ait olsun, O dilediği yere sarfetsin." Muhayrîk'in Hicret'in
2.nci yılında ölmesi üzerine tüm malları, Hz. Muhammed'e kalmış, o da bu
malları, bir görüşe göre Abdulmuttalib ve Hâşimoğulları'na, başka bir
rivayete göre, ise, İslâm'ın ve Müslümanların acil ihtiyaçlarına
vakfetmiştir. İslâm'da ilk vakfın bu olduğu kabul edilir.
Hz. Ömer (ö. 23/643) çok sevdiği bir araziyi
vakfedişini şöyle anlatır: "Allah'ın elçisine; Hayber topraklarının taksimi
sonucu, ömrümde sahip olmadığım güzel ve değerli bir arazi bana isabet etti,
bu konuda ne buyuruyorsunuz? dedim. Hz Peygamberde: İstersen malın
mülkiyetini elinde tut, semere ve gelirini ise yoksullara tasadduk et"
buyurdu. Hz. Ömer, arazisini; satılmamak, bağışlanmamak ve mirasla da
geçmemek üzere, yoksullara, yakın hısımlara, miskinlere, yolda kalmışlara,
Allah yolunda savaşanlara ve azatlık anlaşması yapan kölelere vakfetti.
Mütevellinin de bundan örfe göre yiyebileceğini şart koştu. Bu konuda bir
vakıfnâme düzenleyerek kızı Hafsa'ya (ö. 41/244), sonra da nesline teslim ve
vasiyet etti..
Ashâb-ı kiramın pek çoğu mallarım
vakfetmişlerdir. Hâlid bin Velid'in (ö. 21/641) zırhını ve savaş atlarını
vakfetmesi
,
Hz. Ali'nin (ö. 40/660) Yenbu'daki bir arazisini ve çeşmesini vakfetmesive
Hz. Osman'ın (ö. 35/655) susuzluk çekildiği bir sırada, Medineli bir
Yahudi'den Rume kuyusunu satın alıp, suyunu ebedi olarak topluma bağışlaması
bunlar arasında sayılabilir.
Câbir bin Abdillah'tan şöyle dediği nakledilmiştir: "Ben Mekkeli ve Medineli
Müslümanlardan mal ve mülk sahibi olup da, vakıf yapmamış bir kimse
bilmiyorum"
.
D-Vakıf Müessesesini
Doğuran Sosyolojik Sebepler
d.1-İnsanın Ruhsal Yanı
Vakıflar başlangıçta ferdi ihtiyaçların
giderilmesi amacıyla ortaya çıkmışken daha sonraları, bu müesseseye ilgi
gösteren milletlerin sosyo kültürel yapısı, ihtiyaçları, eğilimleri ve
zenginliklerine göre gelişerek hayatın her safhasında yerini almıştır. Bu
sayede, eğitim, sağlık, sosyal güvenlik, bayındırlık, ulaşım ve güzel
sanatlar gibi, bir toplumun insani hasletlerini geliştirerek, onu, başarıya
ulaştıracak bir çok sektörün kurucusu ve işleticisi olmuştur.
İnsanlığın ilerlemesini sağlayan bilim sevgisi ve
öğrenme merakı tarihin her döneminde saygı, sevgi, güç ve iktidar aracı
olmuştur. Bu niteliklere sahip olmak isteyen kişi kendisi bilim yapmak için
vakıf kurabileceği gibi başkalarının çalışmasını destek de verebilir. Bunun
en açık örneklerinden biri vakıf kütüphaneleridir.
Vakıf, insan psikolojisi ile, dini inançlarla,
iktisadi ve sosyal hayatın birleştiği noktada yer almaktadır. Toplumsal,
kültürel şartlara ve beklentilere göre insanlarda zaman zaman çok önemli bir
güdü haline gelen ve önplana çıkan, hayatında ve ölümünden sonra hayırla
yad edilme, iyi bir kişi olarak bilinme gibi psikolojik motiflerin, vakıf
sistemi yoluyla, iktisadi, mali ve sosyal yönden arzulanan bazı hizmetleri
gerçekleştirmede ne derece etken olabildiği tarihteki örnekleriyle
ortadadır.
Vakıf, yani vakıf yapan, malını vakfetmese idi,
servetini zevk ve sefa için harcıyacak veya şuna buna sadaka yahut hibe
yoluyla verecek ve bu suretle servetinden bir iki kişi muayyen bir devir
için faydalanacaktı. Böylece servet dağılıp gidecekti. İşte bu sebeplere
binaendir ki, İslam dini ve bu dinin telkin ettiği daimi yardımlaşma ve
devlete yardım elini uzatma ve bu suretle en geniş biçimde toplumsal
yardımlaşma zihniyeti, ta hz. Peygamber zamanından bu güne kadar fertlerin
vakıflara önem vermesini emir ve teşvik etmiştir.
Vakıfları doğuran amiller derken hatıra gelen bir
hususta: insan, öldükten sonra arkasından insanlığın kendisini iyilikle yad
etmesini, hayırla anmasını arzu eder. Bu, büyüklenme hissi değildir; insanın
fıtraten bu suretle, bu meyil ve haslette yaratılmış olmasının nişanesidir.
Böylece arkasında vakıf bırakan kişileri halkta unutmayacağı gibi onlar için
de aynı durum teşvik edici olmaktadır. Bu toplumsal birlik için bulunmaz bir
motivasyondur.
Bugün, belki vakıf kurma fikrinde yatan temel
düşünce, artık materyal olarak –yani maddi muhteva olarak- dini bir vecibe
değildir. Fakat formel olarak yani içeriği devamlı değişen bir temel çerçeve
olarak asırlardır insan tabiatında yaşayan “iyilik” ve “adalet” ideleridir.
Bunun yanında tarihi ve toplumsal bir hayat vakıası olarak insanı bunu
yaratmaya hazırlayan bir gerçeklik halinde görmek lazımdır. Bu iki ve zıt
görünümlü özellik vakıf müessesine formel bir devamlılık kazandırmıştır.
Çünkü insan bir yandan iyilik, adalet, hakkaniyet değerleri ile bezenmiş bir
varlık iken diğer taraftan içinde bulunduğu tarihi ve toplumsal hayat
gerçekliğinde egosunu tatmine çalışan, ölüm korkusunu giderme çabasında bir
canlı vasfını korumaktadır. İnsandaki bu varlık antinomisi kendini bütün
kültür alanlarında gösterir. Bu düşünce ve ruh insanın varlığında
mevcuttur; sadece tarih boyunca dayandığı en yüksek kriterler olarak
insanoğlu “dini” ve “aklı” seçmiştir. İşte vakıf kurmak düşüncesinde de bu
değişen en yüksek kriterler, değişmez bir formel temelde oluştukları için,
dini menşeden çağdaş sınai ticari ve iktisadi yararlar alanına kolaylıkla
geçmişlerdir.
İnsan psişik bakımdan çelişkilerle dolu bir varlıktır.
Hayrı da şerri de; kendini de başkalarına da düşünür. İnsanın ihtiyaçları
arasında yer alan mutluluk, bireysel tatmin, kendini gerçekleştirme,
kendisinden sonra iyi ad bırakma, ölümsüzleşme/ebediyen yaşama gibi ruhi
arzular vakıf kurma düşüncesinin temel dinamikleri arasında sayılabilir.
d.2-İnsanın Toplumsal Yönü
Vakıf, karşılıklı yardımlaşma esasına dayanan ve
insanlığın tarih boyunca iftihar edeceği bir müessesedir. Bilindiği gibi,
insanlar gerek fikri ve gerekse bedeni kabiliyetleri açısından, birbirinden
farklı olarak yaratılmışlardır. Kuvvetlileri de vardır, zayıfları da vardır;
zengini de vardır, fakiri de vardır. Zayıflarda daima bir sığınma hissi
mevcut oyduğu gibi kuvvetlilerde de himaye etme hissi ve sahip çıkma duygusu
görülür. Bu duygular sayesinde toplum hayatı düzenli devam eder. O halde
karşılıklı yardımlaşma, medeni hayatın esası ve temelidir. En güzel
yardımlaşma ise bir şey beklemeden yapılan yardımlaşmadır ki insanoğlu da
bu ihtiyacını vakıflar yoluyla sağlamıştır.Ayrıca
sosyolojik açıdan toplum hayatında güven ve huzurun asgari şartı da budur.
Bu sağlandığı takdirde; zayıflardan kuvvetlilere hürmet ve itaat;
kuvvetlilerden zayıflara ise iyilik ve merhamet duyguları artar. Aksi halde
zayıflardan ihtilal sesleri, kıskançlık bağırtıları yükselir; kuvvetlilerden
ise zulüm ve hakaretler fışkırır.
Vakfı doğuran amiller derken onun gördüğü
hizmetlerden de yola çıkılabilir yani insan ve yaşayan her canlının
ihtiyaçları bu müesseseyi doğurmuştur. Örneğin camiler sadece namaz kılma
yerleri değil, dine müstenit ahlak, ilim ve irfan kürsülerinin bulunduğu,
içinde yüzlerce talebeye ilim öğreten tedris halkalarının bulunduğu
yerlerdir. Vakıflar bilhassa bütçesi, mali ve iktisadi kudret kapasitesi
amme hizmetlerini gereği gibi görmeye müsait olmayan memleketlerde halkın
amme hizmetlerine sürekli ve en müessir şekilde iştirakini sağlar. Devlet
işlerinde hükümetlerle milletin mali ve iktisadi bakımdan el ele vermesini
temin eder.
Gelir dağılımı adaletsizliğinin sonucu olarak
ortaya çıkan sınıfsal çatışmaları önlemek ve sosyal barışı sağlamak büyük
ölçüde kişisel serveti toplumsallaştırmakla mümkündür. Bu ihtiyacı gören
zenginlerden bir kısmı vakıflar kurmuşlardır.
İşte belki de Türk-İslam medeniyetinde Marksist manada bir sınıfın
oluşmamasında vakıfların bu toplumsal fonksiyonunun büyük rolu olmuştur.
d.3-Siyasi ve Sosyal Zemin
Ülken’in dikkat çektiği vakfın yoğun olarak
ortaya çıktığı dönemdeki siyasi ve sosyal zemini de unutmamak gerekiyor
şöyle ki: Beylikler döneminde Anadolu’da görülen her türlü imar
hareketlerinin en güzel şekilde korunması söz konusudur. Bu yeni kurulan
ilim kurumlarını, “hayrat” binalarını göçebe başkanlarının baskısından
koruyacak sağlam bir sosyal kurum hazırlamış bulunuyordu ki bu da batıda
olduğu gibi evkaf idi bir anlamda medeniyetin tapusu görevini görüyordu bu
süreç.
Özellikle Osmanlı da, vezirlerin öldürülmesi,
malların müsadere edilmesi adet haline geldi. Bu yönetim şeklinde servet
birikmesine, kuvvetli ailelerin kurulmasına, devamlı bir konak eğitiminin ve
geleneğinin doğmasına imkan yoktu. Anadolu beylikleri de ortadan kalktığı
için devlet idaresi başında “kapı kulu” denen sınıftan geçici aileler
bulunuyor, toprak tasarrufu aynı suretle toprağa bağlanması ve onu tam
anlamı ile işletmesi mümkün olmayan yine bu sınıftan kimselerin elinde
toplanıyordu. Kapıkulundan beylerbeyi, vali, has ve zeamet sahibi olanlar,
yerlerine ısındıktan ve nüfuz kazanmaya başladıktan sonra ellerinden bu
gücün alınması, hayatlarının tehlikeye düşmesi onları da merkeze karşı
uyanık bulundurmağa sevk etti. Siyasi bütünlüğü sağlama maksadıyla tutulan
bu yolun zararı ortada olmakla beraber, buna karşı tek koruma çaresi vakıf
sistemi idi. Çünkü mülk, akar, toprak, hatta serveti Allah adına kamu
hizmetine vakf etmek servet dağılmasını koruyacak başlıca tedbirdi. Bir
müessese, ortaya çıktığı çevrenin dışına taştığında, varlığını
sürdürebiliyorsa, bunda kendisini destekleyen başka unsurların da varlığı
bahis konusudur. Buradan hareketle servet birikmesinin ikinci engeli mülkü
çocuklar arasında bölen veraset sistemi idi. Türklerde İslamlıktan önce de
adetler hukuku bu bölümü yapmakta idi. Yani eşit miktarda mirasa hak kazanma
için bu yol azda olsa tutulmuştur.
Türk toplumunda bir kısım aydınlar; Batı alemine
hayran oldukları için, oradan gelen her şeyi iyi, İslam dünyasına ait her
müesseseyi fena gören –müstakil görüş ve tenkit kabiliyetinden mahrum- ilk
Avrupalılaşma taraftarları, özellikle Türkiye’de vakıf müessesesi aleyhine
bir cereyan uyandırmaya çalıştılar. Tanzimat devrinde bir aralık vakıfların
tamamıyla kaldırılması hakkında epey kuvvetli bir cereyan mevcut olduğu
görülmektedir. Vakıf müessesinin xıx.asırdaki perişan vaziyetine bakarak bu
müesseseyi mahkum etmek, sübjektif ve doğmatik bir telakkidir.
İslam fütuhatının süratli gelişmesi sonucunda İslam
toplumu birdenbire büyük bir servet ve refah derecesine yükselmiştir. Bu
durum aynı zamanda bir takım sosyal ihtiyaçları da beraberinde getirmekte
idi ki bunlardan biri de can ve yol güvenliğidir. Kervansaray vakıfların
nereden neşet ettiği bir yönüyle bu şekilde ortaya çıkmaktadır. Fetihler
yoluyla vakıf müessesesinin vücut bulması için gereken iktisadi şartlar
hazırlanmış ve benzer Hıristiyan tesisleri, İslam fakihlerine, vakfın hukuki
esaslarını ve şekillerini meydana getirmek için lazım olan örnekleri
vermişti. Bu dış etkenlere, İslam dininin hayır ve yardım hakkındaki ahlaki
prensiplerini, uhrevi mükafat vaatlerini, dini ve Hayri müesseseler vücuda
getirmek için Müslüman zenginlerin tabii eğilimlerini ilave edecek olursak
İslam vakıf müessesesini doğuran çeşitli etkenleri kolayca anlamış oluruz.
d.4.Kültürel Etki
Türk hayatında evvela örf ve teamül hukuku ile
teessüs eden, sonradan yazılmış hukuk ile teyit olunan yardımlaşma ve
dayanışma hareketleri milli geleneklerin başında gelir. Geniş bir coğrafi
sahaya yayılmış olan Türk topluluklarının hepsinde sevgi, şefkat, merhamet,
misafirperverlik, yardım….gibi hasletler tarihin her devrinde kendini
gösterir. Zaten bunun delilide Türklerin yaşadığı yerlerde ki vakıf
eserlerinin diğer islami beldelerdekinden kat kat fazla olduğu görülecektir.
d.5.İslam’ı Yayma Aşkı
Genelde kabul edilen maddi ve manevi bu
sebeplerin yanında, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde, tamamen Hayri amaçla
birçok vakıflar kurulmasında şüphesiz başka amillerde vardır. Bize göre
bunların başında, nihai hedeflere ulaşmada, toplumla devlet arasında hiçbir
ihtilaf ve uyumsuzluğun olmaması geliyordu. Her iki kesimde bu dünyada
varolma gayesini, İslam’ı daha çok insana ulaştırmada onun daha çok insan
tarafından kabul edilmesinin sağlanmasında, dünyanın imar ve ihyasında
görüyordu. Bu anlayıştır ki, dervişleri ordulardan önce fethedilecek
ülkelere sevk ediyordu.,
oralarda inşa edilen zaviyelerle coğrafya vatanlaşıyor ve insanlar toprağa
bağlanıyordu. Fetihlerden sağlanan servetler, fethedilen beldelerin İslam
mimarisi esaslarına göre imarına sarf ediliyor, böylece islamı benimseyen
insanlara fiziki ve sosyal alt yapı sağlanmış oluyordu. Bu aynı zamanda
halka hizmetle hakka gitmenin ve vakıfta esas olan “kurbet kasti”ni elde
etmenin en güzel yoluydu.
d.6.Ekonomik Saikler
Ekonomik durumu zayıf olanlara yardım etme
düşüncesi, kimi insanlardaki çok mal kazanma hırsı, servet artırma arzusu,
servet teşhiri ve harcama duygusu da vakfı doğuran sosyolojik
sebeplerdendir.
Para Vakfı Ekonomik faaliyetlerin özü ve itici
gücü kâr unsurudur. Üretim, dolaşım, paylaşım veya tüketim safhalarından
herhangi birisinde kâra hak kazanabilmek için, İslâm hukuku önce, yapılacak
ticaret işinin meşrû olmasını ister. İkinci olarak da şu üç unsurdan en az
birisinin bulunmasını şart koşar: Emek, sermaye ve tazmin etme riski.
İslâm'da bu üçüncüsü "Vücûh Şirketi"nde ortaya çıkar. Bu da, iki veya daha
çok kişinin sermayesiz, borç para kullanmak veya vadeli mal alıp satmak
suretiyle elde edecekleri kân, borçların riskini üstlendikleri orana göre
paylaşması esasına dayanır
İslâm toplumlarında finans sorunu, İslâm'ın
çıkışından 14. yüzyıl başlarına kadar, karz-ı hasen, zekat, sadaka dışında
büyük ölçüde risk esasına ve kâr-zarar ortaklığı prensibine dayalı olarak
çözümlenmiştir. Mudarebe (emekle sermayenin işbirliği yapılarak, kân
aralarındaki anlaşmaya göre paylaşması ve zarar sermayenin katlanması
yöntemi), Müşareke (sermaye ortaklığı, kârın paylaşılması anlaşmaya göre,
zarara katlanma ise kural olarak sermaye oranlarına göre olan ortaklık),
Sanâyi' (taahhüd işleri yapma), Ziraat Ortakçılığı (emek ve toprak sahibi
ortaklığı ve kiralama (leasing) bunlar arasında sayılabilir. 13.cü yüzyıldan
itibaren giderek büyüyen para vakıflar da önemli bir fınans kaynağı
oluşturmuştur. Büyük vakıflar, daima geniş servet kaynaklarına sahip ve
iktisadi-mali seviye bakımından kudretli imparatorluklar zamanında tesis
edilmiştir.
Ancak vakıf paraların kullanımında temelde islâmî olmayan bazı uygulamaların
da vuku bulduğunu ve bunu mütevellilerin işi bilmeyişine hamletmek
gerektiğini belirtelim. Diğer yandan vakıfnâmelerde yer alan bazı hukuk
terimlerinin, yanlış yorumlanmasının da bu uygulamalarda etkili olduğunu
söylemek mümkündür.
Şunu da hatırlatmak da fayda var ki kişiyi vakıf yapmaya
yönelten ekonomik amillerinden birinin de kazancını toplum önünde
meşrulaştırma ihtiyacı olduğu düşünebilir. Kazanç yolları bazen meşru bazen
gayri meşru olabiliyordu.
Özellikle gayri meşru kazancın sürdürülebilir olması ve halk gözünde
meşrulaştırılmasında, bugünün deyimiyle paranın aklanmasında vakıflar önemli
araçlardan biri olmuştur. Varlıklı kişiler özellikle aile vakfı veya
yarı-ailevi vakıflar yoluyla hem geleceklerini teminat altına almışlar, hem
de varlıklarını meşrulaştırmışlardır.
Kısaca İslam, hem yeni gelir yaratan ham de adil
paylaşımı temin eden bir harcama tutumu öngörmektedir. Yine burada islamın
üretmeyi teşvik etmesini de unutmamak gereken, sosyolojik ve dini bir
gerçektir. Bu bile vakfın doğuşuna etki etmiştir denebilir.
d.7.Düşünce ve İdeoloji
Siyasal iktidarlar benimsedikleri ideoloji,
meslek, mezhep veya meşrebi halka benimsetmek karşı akımları zayıflatmak
için vakıf kurmak ihtiyacını duymuşlardır.
İnsanın gönül verdiği ideoloji de onu bir takım ekonomik,
sosyal vb. hususlarda fedakarlığa götürebilir yani bu onun için bir değer
ifade eder. İşte bu şekille oluşan vakıflara da rastlamaktayız. Örneğin Rıza
Nur’un vakfının şartı gelirlerinin sadece “Turan” davasına harcanmasıdır.
d.8.Devlet Halk Arası İlişkileri
Vakıflar, devlet-halk kaynaşmasının sağlanması
veya sağlanma sorununda vakfın doğuşuna etki etmiştir. Halkın hiçbir zorlama
olmaksızın devlete olan desteğini bu kurumlar aracılığıyla yerini
getirdiğini görmekteyiz. Aynı zamanda, yalnız devlete desteği bakımından
değil, zengin ve hali vakti yerinde olan kimselerin halk içinde kazandıkları
statülerini korumak düşüncesiyle veya içinde yaşayıp sayesinde zengin ve
mevki sahibi oldukları topluma karşı bir vicdan borcunu yerine getirmek
niyetiyle yaptıkları sosyal hizmetlerle, toplumda karşılıklı sevgi ve saygı
bağlarını güçlendirdiği gibi, insanların birbirleri ile kaynaşmalarına
vesile olur.
Böylece, toplumun sosyal dayanışma açısından
önemli bir fonksiyonu olduğunu gördüğümüz vakıfların, iyi işlediği ve
korunduğu zamanlarda; insan şahsiyetinin ve hayatının korunması, kurtarılıp
geliştirilmesi, insanların hayatta karşılaşabilecekleri maddi ve manevi
zorlukların, ıstırap ve sıkıntıların giderilmesi, hayatın güzelleştirilip
insan haysiyetinin korunması, sosyal düzenin her türlü tehlike ve
sarsıntılardan kurtarılmasına yardım ettiği görülür.
E-Eserden Müessire
Giderek İnsan İhtiyaçları Ve Vakıflar
Vakıf bilindiği gibi toplum
hayatının ve devletin devamında, istikrarında mühim rol oynamış, içtimai,
kültürel, iktisadi, siyasi ve ahlaki, bedii vazifeler görmüş bir
müessesedir. Diğergamlığın, maddi fedakarlığın, mal ve madde esaretine
düşmemenin en güzel örneklerini teşkil eden vakıf müessesinin tarihimizde
oynadığı role bakarak da onun ne gibi amillerin neticesinde vücut bulduğunu
anlayabiliriz.
Osmanlı’da dini hizmetler,
eğitim, sağlık, bayındırlık, şehircilik hizmetlerinin yanısıra, askeri
hizmetlerin bir bölümü vakıflar tarafından yerine getirilmektedir. Devlet iç
ve dış güvenliğin yanısıra adli hizmetlerin haricinde hiçbir hizmetin yerine
getirilmesine karışmıyor. Bütün özel hizmetler ve bugünkü modern devletin
yerine getirmesi gereken kamu hizmetler özel sektör olarak
adlandırabileceğimiz vakıflar tarafından yerine getirilmektedir. Günümüzde
zaten vakıflar 3. sektör olarak yani özel ve kamu müesseseleri haricinde
üçüncü sektör olarak adlandırılmakta. Vakıflar eliyle yerine getirilmiştir.
Devlet sadece iç ve dış güvenliği sağlayıcı faaliyetlerini yerine getirmiş,
onun haricindeki bütün alanı, bütün hizmetleri vakıflara terketmiş. Kendini
o alandan çekmekle de daha çok elde ettiği gelirleri veya kamuya aktarmadığı
harcamaları daha çok iç ve dış güvenliğin tesisine harcamıştır.
e.1-Dini Hizmetler
ilahi veya beşeri dinlere
mensup bütünü topluluklarda vakıf niteliğinde ibadethaneler görülmektedir.
İslam’ın hayatın her alanıyla ilgilendiği düşünülürse dini olanla olmayanı,
dünyevi olanla uhrevi olanı ayırmanın güçlüğü daha iyi anlaşılır. İktisadi
bir değer olan Zekat’ın, Fıtra’nın nereye kadar dünyevi, nereye kadar uhrevi
olduğunu ayırmanın güçlüğü ortadadır.
Bu sebeple,vakfın bu alanda
doğması ve gelişmesi direkt olarak dinin bir emri ve toplumsal hayatın bir
zorlayıcı unsurudur. Toplu ibadet ihtiyacı, temeli vakıf özelliği taşıyan
ibadethaneyi doğurmuştur.
Bir de o zaman ibadethanelerin gördüğü çok yönlü işlev akla getirilirse
sorun daha iyi anlaşılır. Şöyle ki cami etrafında kümelenen binalar ve
hizmetler grubu, sosyal teşkilatlar bütünlüğü olarak, bilginin üretildiği ve
yayıldığı, ilmin geliştiği, köy veya şehrin nüvesini teşkil eden müesseseler
vazifesini görmüştür. İnsanın sosyal bir varlık olarak ihtiyaçları ile
paralel bu müesseselerin doğmasına etki etmiştir.
e.2-Toplumsal hizmetler:
e.2.1-Eğitim Öğretim
Hizmetleri
Eğitim ve öğretime tahsis
edilen vakıflar ve vakıf müesseseleri her gün örgün eğitim denilen
teşkilatlı eğitim-öğretim faaliyetleri ile yaygın eğitim denilen her çeşit
halk eğitimi ve öğretimi faaliyetlerini deruhte ediyordu. Daimi ve güvenilir
bir gelir kaynağına kavuşan medreseler ve mektep öğretimi ilmi ve idari
bakımdan muhtar olduğu için siyasi müdahalelerden korunduğu gibi mali
bakımdan da muhtar oluyordu: dolayısıyla harpler, ihtilaller ve benzeri
içtimai ve siyasi sarsıntılar bu faaliyetleri engellemiyordu. Ve yine sapık
fikirlerin karşısına burada üretilen ilmi birikimlerle ümmetin birliği
korunuyordu.
e.2.2-Belediye Hizmetleri ve
Şehircilik
vakıflar Türk şehirlerinin
kurulup gelişmesinde büyük rol oynamıştır. Fethedilen şehirlerin
yenileştirilmesi ve Türk şehri haline getirilmesinde, özellikle de yeni
kurulan şehirlerde vakıf kurumu ve hizmet binalarının rolü büyük olmuştur.
vakıf müesseseleri ferdin
ıslahı ve huzuru, cemiyetin nizamı ve sükunu, şehirlerin kurulması, ihyası
ve imarı, bunun için belediye hizmetlerinin götürülmesi gibi geniş ve
şümullü meseleleri halletmek hususunda da çeşitli ve kalıcı hizmetler
vermişlerdir.
Şehirlerde su ihtiyacının
temini için su kuyuları, su bentleri, çeşmeler, su yolları, su kemerleri,
halka su dağıtmak kasdıyla sebillerin inşası, sokakların aydınlatılması,
temiz tutulması, bahçeler açılması, temiz tutulması, tükürük ve balgamların
örtülmesi için kül serpilmesi gibi, mahallenin ve şehrin emniyetini temini
gibi pek çok hususlar vakıfların gördüğü belediye hizmetlerinden
bazılarıdır.
Bunlara yol, geçit ve
köprülerin güvenliği, yabancı tüccarların ticaret yollarının milletlerarası
ulaşımın emniyet içinde yapılması, bunun için kervansaraylar kurulması ve
işletilmesi, bir kısım köylerin bu hususta vazifelendirilmesi, şehirde açlık
çekilmemesi için uzak diyarlardan zahire vs.’nin temini, kulelerin inşası ve
muhafazası, deniz fenerlerinin inşası ve muhafazası, ruh hastalarının
tedavisi, harplerde harap olan iskan yerlerinin imar ve ihyası, kuşları
barındırmak için kuş evlerinin kurulması gibi akla hayale gelebilen her
hususta vakıfların verdiği hizmetleri de ilave etmek lazımdır.
Sonuç
Vakıf müessesesi, her ne kadar
benzeri müesseselere, başka millet ve devletlerde de rastlamak mümkün olsa
da, esas formatını İslam hukukuna ve Müslüman Türk milletine borçludur ve
bize özgü bir müessesedir. Toplum hayatında tek gerçeğin menfaat olduğuna
inananlar ve menfaati esas kabul edenler, yardımlaşmanın ve bireyler arası
münasebetlerin tek bir şeklini bilirler; o da bir menfaat karşılığı olan
yardımlaşmadır. Bu anlayışta olanlar, taraflardan sadece birine yararlı olan
şartı bile kabul edemezler. İşte hayatın gayesinin sadece menfaat değil,
kurbet yani sevap, ibadet ve fazilet olduğuna inanan Müslümanlar ve Müslüman
ecdadımız, bir diğer yardımlaşma şeklini daha kabul etmektedirler ki, bu
tamamen fedakarlığa, Allah rızasına ve fazilet anlayışına dayanmaktadır.
Vakfın menşei ile ilgili olarak
İslam vakfının, diğer bir çok kültürlerden bazı unsurlar almış olması
muhtemeldir. Şurası bir gerçek ki, menşei ve iktisabı ne olursa olsun vakıf,
yeni bir terkip halinde ortaya çıkışından itibaren, bir İslam müessesesi
şeklinin almış ve İslam ülkelerinde meydana gelen toplumsal değişmelerde
müspet olduğu kadar bazı devrelerde de menfi izler bırakmıştır. Önemli olan,
vakfın menşeini tespitten ziyade, ortaya çıkışını kolaylaştıran ve asırlar
boyunca varlığını korumasını sağlayan, kültüre, topluma ve yaşanan İslam
tarihine bağlı içteki sebeplerin neler olduğunu dikkate almaktır. Bundan
sonrası sadece bir takım spekülasyondan ibarettir.
Bir çok sebep saymakla beraber
bütün bunlar gösteriyor ki, vakfın varlığını ve asırlar boyu değişik
bölgelerde hayatını sürdürebilmiş olmasını sadece birkaç sebebe bağlamak
mümkün değildir. Her devrede ve her bölgede onu ayakta tutan değişik
sebepler bulmak mümkündür.
Bu kurumların sosyal ve
psikolojik bakımdan en büyük etkisi sosyal dayanışmayı ve bütünleşmeyi
güçlendirmesidir. Belki de bu sistem bazılarının dediği gibi servet
birikimini ve dolayısıyla kapitalist gelişmeyi engellemiştir, ama insanları
kapitalist gelişmenin bütün dehşetlerinden de uzak yaşatmayı mümkün
kılmıştır.
Toplumun çeşitli zümrelere,
kastlara ve sınıflara ayrıldığı toplumsal yapılarda, bir biriyle “barışık”
olmanın, insancıl bir toplumsal düzen kurmanın imkanının olması mümkün
değildir. Batı toplumlarında ortaya çıkan ve her sınıfın ya da kesimin
“hakları”nı korumak ve kollamak üzere ihdas edilen kurumlar, sonuçta
barışın, huzurun, ve güvenin tesisi yerine, çatışmaların ve sıkıntıların
temel sebebi olmaktadır. Çünkü mevcut anormal durumun oluşmasını ve
çelişkilerin doğallığını ilgili toplumların “dünya görüşü” beslemektedir.
Çünkü modern toplumlarda sosyal ilişkileri düzenleyen temel öğe, “bireysel
çıkar” ilişkisidir. İşte vakıfların Müslüman insanlarda uyandırdığı duygular
onların varlığının da sebebidir.
Yaratandan dolayı yaratılanı
hoş görme ilkesi Allah sevgisinin sosyal boyutudur. İşte bu zihniyet
insanlara hizmet etmeyi de bir ibadet olarak değerlendirmiş ve her alanda
vakıfların doğmasına sebep olmuştur.
Günümüzde de vakıflar, devletin
sosyal devlet olarak üstlenmesi gereken görevlerden birçoğunu az veya çok
üstlenmiş bulunmaktadırlar .
Sonuç olarak, her şeyi ile bize
özgü bir dünya görüşünün ürettiği insan, tabiat ve toplum anlayışının
yansımaları olan ve başka hiçbir toplumun hayatında bu denli geniş ve etkili
görülmeyen vakıflar ve hizmet alanları, İslam’ın toplumumuza kazandırdığı
gönül genişliği ve Allah rızası için, bu gönüle, tüm insanlığı sığdırma
idealinin tezahürleridir.
İslam EMİROĞLU, “Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıfları ve
Sosyal Devlet” http.www.siyasalvakfi.org.index
Ünver GÜNAY, Din Sosyoloji, E.Ü.Yay., Kayseri , 1996, s.161
Adnan ERTEM, Tarihte ve Günümüzde Vakıf Müessesesi,
http.www.siyasalvakfi.org.index
|