İŞ GÜVENCESİ VE DÜNYA
UYGULAMALARI ÇERÇEVESİNDE TÜRK ÇALIŞMA YAŞAMINDA ESNEKLİK GEREKSİNİMİ
(Prof. Dr. Tankut CENTEL)
Türk çalışma yaşamında iş güvencesinin, yoğun bir
biçimde tartışıldığı günleri yaşıyoruz. Bu bağlamda, Çalışma ve Sosyal
Güvenlik Bakanlığı tarafından Bakanlar Kurulu’na sunulan ve oradan da TBMM
gündemine taşınan yasa tasarısı, 90’lı yıllardan itibaren yeni arayış içine
giren Türk çalışma yaşamının esnekliğe olan gereksinimini göz ardı
etmektedir. Esneklik ise, ülkemiz için olduğu kadar, dünya uygulamaları
bakımından da önemli bir gereksinim olarak ortadadır. Gerçekten, çalışma
yaşamında esneklik, sadece Türkiye’de değil, tüm küresel dünyada
gündemdedir.
Küresel dünyada esneklik gereksiniminin birçok ülkede
hem zaman biçimde duyulması, son derece doğaldır. Çünkü, küreselleşme, tüm
dünya ülkelerini aynı anda bağlantı içinde tutmaktadır. Gerçekten, günümüz
dünyasında bir mal veya hizmetin tek bir ülkede üretilmesi veya sermaye ile
emeğin tek bir ülkede sıkışıp kalması, söz konusu olmaktan çıkmıştır. İşte,
böyle bir ortamdan Türkiye’nin, kendisini soyutlaması da mümkün
olamamaktadır.
Tüm bu gerçeklerin ışığında, aşağıda ilkin, Türk
çalışma yaşamının esneklik gereksinimi ve sonra da, iş güvencesinin katı
niteliği üzerinde durulup, bu uğurda getirilebilecek olası düzenlemeler ele
alınacaktır. Esneklik gereksinimiyle ilgili tespitlerde ise, temel olarak,
Avrupa Birliği normları ile tüm dünyadaki esneklik uygulamaları göz önünde
bulundurulmaya çalışılacaktır.
I. TÜRK ÇALIŞMA YAŞAMININ ESNEKLİK GEREKSİNİMİ
Türk çalışma yaşamı, 90’lı yıllardan itibaren, yeni
bir arayış içine girmiştir. Bu arayışa yol açan temel neden ise, Türk
çalışma mevzuatının katı nitelikte olduğunun artık anlaşılmış bulunmasıdır.
Gerçekten, Türk çalışma mevzuatının yeterince esnek olmayışı,
işletmelerimizin gelişen gereksinimlerini karşılayamaz duruma düşmeleri
sonucunu yaratmıştır. İşletmelerde ortaya çıkan bu değişime yanıt verecek
bir çözüm yolu ise, günümüz çalışma yaşamında esnekliğin kabulünden
geçmektedir.
1. Rekabet Gücünün Yükseltilmesi
Türkiye, uluslararası pazarlardan soyutlanmış
değildir. Nitekim, korumacılık sayesinde Türk sanayii, 80’li yıllara kadar
belli bir düzeye gelmiş; ancak, bu tarihten sonra, uluslararası pazarlara
açılmak zorunda kalmıştır. Çünkü, bu dönemde artık Türkiye, korumacı modelin
kalkınmasına hizmet edemeyeceğini görmüştür.
Uluslararası pazarlara açılacak bir ülkenin ise,
kıyasıya rekabetin hüküm sürdüğü bu ortamda, öncelikle rekabet gücünü
artırması gerekmektedir. Bu bağlamda, Türk işletmelerinin rekabet gücü;
yüksek işsizlik oranı ve işçilik maliyetleri gibi etmenlerin yanı sıra,
çalışma mevzuatının katılığından olumsuz etkilenmektedir. Nitekim, Türk
çalışma mevzuatı; gerek istihdam ve gerekse çalışma süreleri yönünden,
gerekli esneklikten yoksundur. Buna göre de, Türk çalışma yaşamında esneklik
uygulamaları, günümüzde rekabet gücümüzü artırıcı etkenler arasında yer
almakta ve rekabet gücünü yükseltmenin yolunun, önemli ölçüde esnek
hükümlerden geçtiği görülmektedir.
2. Zorunlu Esneklik Düzenlemeleri
Türk sanayiinin dışa açılmasıyla birlikte
işletmelerin, önlerine dikilen katı mevzuat hükümlerinden kurtulmaları ve
esnekliğe kavuşturulmaları gerekmektedir. Ancak, çalışma yaşamında
sağlanacak esneklik; hemen belirtmek gerekir ki, iş hukukunun temelinde
yatan işçiyi koruma işlevini yok edecek bir işleve sahip değildir. Bu
anlamda, çalışma yaşamında esneklik, kuralsızlaştırmayı değil,
kurallaştırmamayı beraberinde getirecektir.
Zorunlu esneklik düzenlemeleri içinde, ilkin,
işletmelere işin ve çalışma saatlerinin düzenlenmesi konusunda, daha geniş
yetkiler tanınmalıdır. Bu sayede işletmeler, talebe ve pazara bağlı daralma
ve genişlemelere karşı, gereken esnekliği gerçekleştirebilir duruma
kavuşacaklardır.
Sonra, çalışılacak iş saatlerinin haftanın belli bir
veya birkaç işgünü üzerinde yoğunlaşmasına ya da çalışma açığının zaman
içinde denkleştirilmesine ilişkin bir esnekliği gerçekleştirecek esnek
çalışma süresi düzenlemelerinin kabulü zorunludur. Bu tür bir esneklik;
hafta tatilinin öncesine veya sonrasına rastlayacak bir bayram arifesinde
çalışılmayıp bu sürenin tatil sonrasındaki günlerde fazladan çalışmak
suretiyle telafisine, fazla çalışanın daha çok tatil yapmasına, işletme
taahhütlerinin birikmesi karşısında personel açığının çağrı üzerine
çalışmayla kapatılmasına olanak tanıyacaktır.
Diğer yandan, ekonomik kriz dönemlerinde yaşanan
tıkanmalar, ancak esnek hükümlerle aşılabilir. Gerçekten, artık geleneksel
(klasik) iş hukuku kalıpları, ekonomik kriz dönemlerinde çözümsüz
kalmaktadır. Nitekim, talep düşüklüğü ya da yokluğu durumlarında başvurulan
zorunlu izin uygulamaları, mevzuata ters düşmektedir. Piyasadaki
dalgalanmalara karşı gerekli duyarlıkta olacak esnek çalışma düzenlemeleri
ise, bu tür güçlüklerin üstesinden gelebilecektir.
II. İŞ GÜVENCESİNİN NİTELİĞİ
1. Yasal İş Güvencesinin Özü
İş güvencesi hükümleri; işçinin, çalışma düzeninin
kurallarına uyduğu sürece, işini muhafaza etmesine yarar. Böylelikle, keyfi
işten çıkarmalar, önlenmiş olur. Ancak, bu amacın gerçekleştirilmesi, büyük
ölçüde buyurucu, yani katı nitelikteki kuralların kabul edilmiş olmasını
zorunlu kılar. Çünkü, yasal iş güvencesi, özü itibariyle katı özelliğe
sahiptir. Nitekim, yasal düzenlemelere buyurucu nitelik kazandırılmadığı
sürece, bunlara uyulmasını sağlamak son derece güç ve hatta olanaksızdır.
Gerek 158 sayılı ILO-Sözleşmesi ve gerekse değişik
ülkeler tarafından öngörülen iş güvencesi düzenlemeleri, kendi içlerinde de
katılık yönünden belli ayırımlara tabi tutulabilmektedir. Nitekim, mutlaka
işe iadenin öngörülmediği ya da işyerinin büyüklüğü veya işçinin kıdemine
göre belli çalışan gruplarının dışlandığı bir sistem de, yasal iş güvencesi
gereklerini gerçekleştirmiş sayılabilmektedir. Bu açıdan, özü itibariyle
katı olan iş güvencesi kurumu; esnek bazı olanaklarla, göreceli (nisbi) de
olsa, katı olmaktan çıkarılabilmektedir.
2. İş Güvencesinin Diğer Kurumlarla İlişkisi
İş güvencesi, kıdem tazminatı/kıdem tazminatı fonu ve
işsizlik sigortası gibi kurumlarla içiçe olup, bunlardan soyutlanması mümkün
değildir. Nitekim, iş güvencesi düzenlemeleri, kıdem tazminatı ve işsizlik
sigortası hükümleriyle birlikte alınmak ve düşünülmek zorundadır. Bu açıdan,
kıdem tazminatı kurumunun aksayan ve yük doğuran yanlarına dokunulmaksızın,
mevcut fesih hükümlerinde iş güvencesi yönünde değişikliğe gitmenin fazlaca
bir anlamı yoktur. Çünkü, böyle bir değişiklik, işveren kesiminin mevcut
yükünü artırmaktan öteye gitmez. İşveren kesimine kaldıramayacağı bir yük
yüklemenin ise, işçilere yararı bulunmaz. Bu açıdan, iş güvencesinin, kıdem
tazminatı ve işsizlik sigortasıyla dengelenmesi son derece önemlidir.
III. BAZI TESPİT VE DEĞERLENDİRMELER
Türkiye, 158 sayılı ILO-Sözleşmesi’ni geçmişte
onaylamış ve böylece, söz konusu sözleşmeyi uygulayacağına ilişkin
uluslararası taahhütte bulunmuştur. Yürürlükteki düzenlemeler ise, anılan
sözleşmenin gereğini tam olarak yerine getirmemektedir. Bu açıdan, çalışma
mevzuatını 158 sayılı Sözleşme’yle uyumlu kılması, ister istemez,
Türkiye’nin hedefleri arasında yer almaktadır.
Gerçekleştirilecek uyum konusunda, iki temel noktaya
dikkat etmekte yarar vardır. Bunlardan biri, zamanlama ve diğeri de,
öncelikler sorunudur. Hemen belirtmeliyiz ki; Avrupa Birliği’yle ilgili
olarak Katılım Belgesi’nde, iş güvencesine ilişkin tek bir sözcük dahi
geçmemektedir. Hal böyleyken, Ulusal Program’da iş güvencesinin, Türkiye
tarafından taahhüt edilmiş olmasını anlamak mümkün değildir. Bu bakımdan, iş
güvencesi, şu an için bir AB-üyeliği sorunu oluşturmamaktadır.
İkinci olarak; Türkiye’nin mevcut kriz ortamında, yani
işletmelerin kapanıp işçilerin işlerini yitirdikleri bir durumda, iş
güvencesinin önceliği tartışma götürür. Çünkü, iş/işyeri olmadan, iş
güvencesinden söz etme olanağı yoktur. Nitekim, ekonomik güçlük veya
olanaksızlık yüzünden bir işyeri kapanıyor ve işçilerini işten çıkarıyorsa,
iş güvencesini tanımanın anlamı ortadan kalkar. Hal böyleyken, anlaşılmaz
bir inatlaşmayla iş güvencesini Türk sanayiinin önüne çıkarmanın, ülkemize
ve çalışanlarımıza nasıl bir yarar sağlayacağını sormak gerekir. Dahası, bu
sorgulamayı, Türk işvereninden çok, ülkemizde halen işsiz gezenler ile
gelecekte işsiz kalacak olan işçiler yapmalıdır. Çünkü, çalışma hakkı, halen
bir işi bulunanlar kadar, işsizlere de tanınmış ve Anayasamız (Ay. m. 49/I)
tarafından güvence altına alınmış olan bir temel haktır.
Nihayet, iş güvencesi düzenlemeleri, sosyal tarafların
mutabakatına dayanmak zorundadır. Taraflardan birinin onayı alınmadan
getirilecek olan yasal düzenlemeleri yaşama geçirmek, son derece güçtür. Söz
konusu mutabakat da, sosyal diyalog çerçevesinde oluşturulmuş bulunan
Ekonomik ve Sosyal Konsey içinde sağlanmalıdır.
SONSÖZ
Türkiye’nin çalışma
yaşamındaki sıkıntısı, sahip olduğu çalışma mevzuatının gerekli esneklikten
uzak oluşundadır. Eğer işletmelerimizdeki değişimin gerisinde kalmak
istemiyor ve uluslararası pazarlarda rekabet gücümüzü düşürmek istemiyorsak,
Türkiye’ye kazandırılacak yeni vizyon içinde esnekliğe gereken önemi
vermeliyiz. Böyle bir anlayış içinde ise, katı iş güvencesi düzenlemelerinin
yeri yoktur. Nitekim, katı iş güvencesi düzenlemeleri, sanıldığının ve bazı
çevrelerce ileri sürüldüğünün aksine, işsizliği önlemez; tam tersine,
işsizliğin artmasına yol açar. Basiretli yöneticilerin bu gerçeği
anlamalarının zamanı ise, neredeyse geçmek üzeredir. |