Sosyal Politika ve
Uluslararası Sosyal Standartlar
(Sosyal Politika Açısından
Eleştirel Bir Yaklaşım)
Kamu-İş İş Hukuk ve İktisat Dergisi, Cilt:7, Sayı:2,
2003, Kamil Turan’a Armağan
Yrd. Doç. Dr Abdulkadir
ŞENKAL
Abstract
The purpose of this paper is to bring
the four fundamental points in the area of social politics and international
social standards in today’s cutting edge world. First, the paper will
consider globalisation impinges upon underdeveloped countries and they in
turn damage and serious depreciation of social standards this
quasi-omnipresent process of socio-economic change effected especially
underdeveloped countries. Second, country is the regulations of social area
their degrees of freedom in this respect are severely curtailed pressure of
international trade and competition creating a much more level playing
field. Every country autonomous is runner a risk by international trade.
Third, economic integration occurs when countries come together to form free
trade areas or customs unions, offering members preferential trade access to
each others’ markets. This is a concrete reality of world economy. This
situation puts on the agenda of a question how determine and whom can drive
on the right of universal social standards. The paper concludes by
suggesting that even though among countries have increasingly studies
devoted level of cooperation for solving of problems, it can not be
serious success of underdeveloped countries and developed countries, which
have the standards of social, economic and environmental
Giriş
Son yirmi yılda sosyal
politika açısından ortaya çıkan en önemli gelişme ülkeler arasında ekonomik
ve sosyal farklılıkların gün geçtikçe artmasıdır. Özellikle 1980’lerden
sonra ortaya çıkan liberalleşme eğilimleri birçok ülkede sosyal
politikaların ve sosyal standartların ihmal edilmesi sonucunu doğurmuştur.
Bu süreçte ekonomik gelişme hedeflenirken, sosyal gelişme ve adaletin ihmal
edilmesi eşitsizlik, gelir dağılımı ve yoksulluk gibi sorunlara uluslararası
bir boyut kazandırmış ve uluslararası alanda geçerli olacak sosyal
standartların oluşması gerektiği konusunda genel bir konsensüs oluşmuştur.
Bu açıdan özellikle 1980’lerden sonra ülkelerarasında ortaya çıkan
sosyoekonomik farklılıkları azaltılmak amacıyla yeni arayışları gündeme
getirmiştir.
Küreselleşme ile
birlikte ortaya çıkan liberalleşme eğilimleri hem gelişmiş hem de gelişmekte
olan ülkelerde yaşam standartlarının düşmesine yol açmıştır. Günümüzde
dünyanın her tarafında sosyal eşitsizliklerde ciddi artışlar görülmektedir.
Her ne kadar sosyal alanda eşitsizliklerin giderileceğine ve sosyal
standartların sağlanacağına yönelik söylemler artsa da bu konuda somut bir
gelişme sağlanamamaktadır. Özellikle sosyal açıdan dışlananlar ve yoksulluğa
terkedilmiş olanlar açısından durum daha vahimdir. Günümüzde sosyal
eşitsizlikler sayısız göstergeyle ortaya konulmaktadır. Sosyal standartlarla
ilgili faaliyetler ekonomik kaynaklı olmanın ötesinde, siyasal, kültürel,
hukuksal ve bunların birbirleriyle ilişkilerini de içine alan çok karmaşık
bir konudur.
Bu makalede son yıllarda sosyal politika ve uluslararası
sosyal standartlar konusunda dört temel noktaya değinmektedir. Birincisi,
küreselleşme özellikle azgelişmiş ülkelerde, sosyal standartlarda ciddi bir
aşınmayı beraberinde getirmiştir. İkincisi, ülkelerin sosyal düzenlemeleri
uluslararası ticaret ve rekabetin baskısıyla bir ülkenin kendi düzenleme
ortamı üzerindeki özerkliği uluslararası ticaret tarafından riske
atılmaktadır. Üçüncüsü ülkeler arasında artan ekonomik entegrasyon dünya
ekonomisinde yaşanan somut bir gerçektir. Bu durum evrensel düzeyde
oluşturulacak sosyal standartların nasıl belirleneceği ve kim tarafından
sağlanacağı sorusunu gündeme getirmektedir. Dördüncüsü ve en önemlisi,
sosyal, ekonomik ve çevresel standartları olan ülkeler ile azgelişmiş
ülkeler arasındaki sorunların çözümü konusunda işbirliğine yönelik
çalışmaların artmasına rağmen ciddi anlamda bir başarı elde edilmemektedir.
1-Kavram olarak Standart ve Sosyal
Standartlar
Dünya ölçeğinde
standartlaşma eğilimleri hemen her alanda ortaya çıkmaktadır. Son yirmi
yılda başta Avrupa Birliği olmak üzere dünyanın genelinde sosyoekonomik
yapının alt sistemlerini etkileyen (hukuktan siyasete, ekonomiden eğitime)
bütün alanlarda sosyal standartların oluşması gerektiği konusunda genel bir
eğilim ortaya çıkmıştır. Çalışma standartları, sağlık standartları, eğitim
standartları, hukuk standartları vs. Sosyal yaşamın her alanında yaygın
olarak kullanılan standart sözcüğü, genel olarak çok farklı anlamlarda
kullanılan ve niteliği aynı, belirli bir örneğe göre endekslenmiş anlamı
içermektedir. Başka bir deyişle,
belirli bir faaliyetle ilgili olarak ekonomik fayda sağlamak üzere bütün
ilgili tarafların yardım ve işbirliği ile belirli kurallar koyma ve bu
kuralları uygulama işlemine standardizasyon adı verilmektedir.
Günümüzde gerek bireysel, gerekse toplumsal açıdan standart
kavramı önemli hale gelmiştir. Özellikle Avrupa Birliği sosyo-politik
standartları dört temel kategoride toplamıştır.
Bunlar;
-Ulusal kuruluşların tek
bir standarda ulaştırılması,
-Toplumun yaşam
standartlarının oluşturulması,
-Üye ülkeler arasında
demokratikleşme ve yasama konusunda ortak standart getirilmesi,
-Sosyal standartlardır,
Özellikle sosyal
standartların oluşturulması konusunda son yıllarda uluslararası alanda
önemli bir kamuoyu oluştuğunu söylemek mümkündür. Sosyal standartların
oluşturulması konusundaki gerekçeler ekonomik olduğu kadar ahlaki ve
hukuksal bir nitelik de taşır. Ülkede yaşayan bireylerin yaşam standardı ile
ülkenin kalkınmışlık düzeyi arasında yakın bir ilişki vardır. Bir bakıma
yaşam standardı ülkenin kalkınmışlık düzeyinin önemli bir göstergesi olarak
kabul edilmektedir.
Sosyal politika açısından
değerlendirildiğinde, standart toplum, toplumu oluşturan bireyler arasındaki
çeşitliliğin gerek ekonomik, gerek sosyal ve gerekse hukuksal açıdan asgari
düzeye indirgenmiş veya tamamen yok edilmiş olduğu, yani sosyopolitik açıdan
tek tip insan modeline ulaşmış, sosyoekonomik farklılıkların ortadan
kaldırıldığı toplum modelini akla getirir. Ücretlerin
standartlaştırılmasını, çalışma şartlarının standartlaştırılmasını, hak ve
özgürlüklerin standartlaştırılmasını, eğitim, sağlık, konut, sosyal güvenlik
gibi hizmetlerin arttırılması ve belirli bir standarda ulaşması konusunda
devletin ve diğer sivil toplum örgütlerinin yükümlülüğünü ifade eder. Diğer
bir değişle, her bireyin asgari bir iktisadi refah ve iktisadi güvence
içinde tutulması esasına dayanan çalışmalar bütünlüğüdür. Bu anlayış sosyal
politika açısından önemlidir. Çünkü sosyal politika sosyal standartların
yükseltilmesi amacına yönelik politikalardan ibarettir. Bu sağlandığı
sürece sosyal politikanın amaçlarına hizmet edilmiş olur. Ayrıca sosyal
standartlar sağlanması eşitlik ve sosyal adaletin sağlanması açısından
önemlidir. Sosyal standartların düşük olduğu bir toplumda sosyal barış ve
sosyal düzen her zaman tehdit altındadır.
Sosyal standartlar
toplumu meydana getiren bireylerin hayatın her alanında belirli bir
standartta yaşamlarını sürdürmeleri hedeflenir. Ülkede yaşayan insanların
yaşam standartlarının yüksek olması sosyal politika açısından önemlidir.
Devlet tarafından yürütülen sosyal politikaların temel hedefi de budur.
Dünya çapında sosyal standart oluşturmaya yönelik faaliyetler özellikle II.
Dünya Savaşı’ndan sonra yoğunluk kazanmıştır. İnsan hakları anlamında
uluslararası sözleşmeler, Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) çalışma
hayatına ilişkin faaliyetleri, Birleşmiş Milletler’in, Dünya Ticaret
Örgütü’nün (WTO), diğer bölgesel entegrasyonların ve sivil toplum
örgütlerinin sosyal standartları oluşturmaya yönelik faaliyetleri artmıştır.
2-Sosyal Politika ve Sosyal Standartlar
Küreselleşme, başta
azgelişmiş ülkeler olmak üzere dünyanın genelinde sosyal standartlarda ciddi
bir aşınmayı beraberinde getirmiştir. Ekonomik alanda entegrasyon ve
küreselleşme eğilimleri, birçok ülke için sosyal standartlar konusunda
önemli bir başlangıç noktasını teşkil etmektedir. Bu gelişmeler başta
neo-liberal akımlar olmak üzere yeni sosyoekonomik düzeni önemli ölçüde
zorlayacak gibi gözükmektedir. Çünkü küreselleşmenin şimdiye kadar ki en
önemli belirtilerinden biri, sosyal standartların aşınmasında yaşanmıştır.
Bu açıdan dünya ticaret sistemi sosyal alanda ortaya çıkardığı sorunlar
nedeniyle eleştirilmektedir. Özellikle korunmaya muhtaç kişilerin sosyal
güvenliği, yoksulluğun ve işsizliğin önlenmesi, kadınların ve çocukların
ekonomik olarak sömürülmesinin önlenmesi en çok eleştirildiği konulardır.
Sosyal standartların düşük olması muhakkak hükümetlerin
istediği bir şey değildir; hatta o ülkede yaşayan insanların çoğunun da
istemediği bir şeydir. Ancak bu ülkelerde sosyoekonomik şartlar hükümetleri
zor durumda bırakmaktadır. Bu konuda genelde iki problem ortaya çıkar.
Birincisi toplumun karşı gelmesinden dolayı demokratik bir engel meydana
gelmektedir. Bu açıdan birçok ülke demokratik yollardan bu standartları
sağlamada yetersiz kalmaktadır. İkincisi, ulusal hükümetlerin-özellikle
refah devletlerinin-küresel rekabetin etkisiyle sosyal standartları
sağlamada ciddi anlamda zorlanmalarıdır.
Sosyal standartların
düzenlenmesi, küresel piyasaların gelişmesi ve daha yüksek bir yaşam
açısından homojen bir işlem olarak görülmektedir. Küreselleşme ile ilgili
bir kısım yazarlar, son durumun kaçınılmaz şekilde kader olduğu konusunda
ısrar etmelerine rağmen, küresel piyasa oluşturma işlemlerinin ekonomik
sistemin mantığı tarafından öngörülen politik bir görev olduğu konusu
üzerinde durmuşlardır.
“Yeni Ekonomi” den esinlenen bu eleştiriler, uluslararası standartlar
tarafından oluşturulan özel şekli açıklamaya yöneliktir. Bazıları bu
standartları, iktidar değişiklikleri doğru orantılı olarak her an
değişebileceğini bu yüzden hukuksal normlarla desteklenmesi ve bir devlet
politikası haline getirilmesi gerektiğini belirtmektedirler. “Yeni
kurumsalcılık”tan esinlenen diğerleri, uluslararası standartların
oluşturulmasının bu ülkelerin kazançlarını yeniden şekillendirdiği ve
standartların muhafaza edilmesi konusunda teşvik edici olduğu konusunda
ısrar etmektedirler.
Küreselleşme ayrıca ülkeler arasında sosyal yaşam
standartları bakımından önemli farklılıklar yaratmıştır. Artık birçok ülkede
sosyal politikaların belirlenmesinde uluslararası düzenleme ve standartlar
etkili olmaktadır. Bu standartların oluşturulmasına yönelik faaliyetler de
gün geçtikçe artmaktadır. Ancak gerek ulusal ve gerekse uluslar-üstü düzeyde
bu standartlar oluşturulurken sosyal politika tercihlerinin nasıl yapılacağı
konusu da gittikçe önem kazanmaktadır.
Sosyal politika açısından uluslararası düzeyde geçerli olacak sosyal
standartların oluşturulması sosyal barış ve sosyal refah açısından gerekli
ve zorunludur. Bu açıdan değerlendirildiğinde, dünya üzerinde çeşitli sosyal
sistemler doğrultusunda sosyal standartların oluşmasının söz konusu olması
gerektiği gerçeği göz önüne serilmektedir. Ancak birçok ülke sosyal
standartları sağlamada yetersiz kalmaktadır. Özellikle küreselleşme
süreciyle ortaya çıkan sosyal sorunlar azgelişmiş ülkelerin varlığını tehdit
eder hale gelmiştir. Vatandaşlarına asgari düzeyde bir yaşam sunmayı
başaramayan bir ülkenin mevcut hukuksal düzeni her zaman tehdit altındadır.
Ancak temel sorun uluslararası düzeyde bütün ülkelerin benimseyeceği ve
vatandaşlarına sağlayabilecekleri evrensel bir sosyal yaşam standardının
başarı şansının olup olmadığıdır. Elbette böyle bir standart oluşturmayı
kişi başına düşen milli gelir düzeyi 200 dolar olan yoksul ülkelerden
beklemek ve bu konuda onlara baskı yapmak anlamsızdır. Çünkü bu ülkeler
birçok sorunla karşı karşıyadırlar ve bu sorunları çözmekte yetersiz
kalmaktadırlar. Dünya üzerinde açlık ve sefalet ortamında yaşam süren
milyarlarca insan mevcut iken bu ülkelerin sanayileşmiş batı ülkelerine
odaklı bir sosyal standart oluşturmalarını beklemek yanlış bir düşüncedir.
Birçok ülke sosyal standartların oluşturulmasına yönelik
maliyetleri karşılayacak ekonomik güce sahip değildir. Bu bağlamda,
ülkelerin diğer ülkelerdeki gelişmelerden soyutlanmış olarak etkin ve
sağlıklı politikalar oluşturmaları mümkün değildir. Özellikle ülkeler
arasındaki farklılıkların ve sosyal refahın II. Dünya Savaşı sonrasındaki
sosyal politika gerçekleriyle çatışması önemli bir sorundur. Bu çatışma
uluslararası çalışma standartlarının aşınması, reel ücretlerdeki
gerilemeler, çocuk istihdamının artması, işten çıkarmaların yoğunlaşması,
işsizlik sorununun yapısallaşması, sosyal huzursuzluklar ve şiddetin artması
şeklinde olmaktadır.
Buna karşılık uluslararası rekabetin artması önemli bir paradoks olarak
gözükmektedir. Ancak bütün bu gelişmelere karşın uluslararası alanda bütün
ülkeleri kapsayacak sosyal standartların oluşturulması kaçınılmazdır. Çünkü
bu gelişmeler sosyal politika açısından olumsuz bir gelişmedir ve sosyal
barışı tehdit ettiği gibi sosyal refahı da azaltır. Özellikle birçok
gelişmekte olan ülkenin konu olduğu 1980’lerde başlayan yapısal düzenleme
programları bu etkiye verilebilecek önemli bir örnektir.
IMF ve OECD gibi küresel kuruluşların
sosyal politika alanındaki etkileri büyüktür. Hükümetlerden ulusal
borçlarını ve açıklarını azaltmalarını isteyen, yoğun bir sosyal genişlemeyi
ön gören ve sosyal refahı özelleştiren, politikaların benimsettirilmeye
çalışılması, sosyal politikaların neo-liberalleşmesini sağlamıştır. Ancak,
gelişmiş ülkelerin ekonomik egemenliği korumak için ticari sınırlamalara
yönelik önerileri çifte standart içerir. Örneğin bu ülkeler ithalattan
kaynaklanan rekabetin hükümetin kendi standartlarını belirleme yeteneğini
tehlikeye attığından şikayet etmektedirler. Ancak ardından, çözümün diğer
tüm ülkeleri kendi standartlarını uygulamaya zorlayıcı ticaret politikası
kullanmak olduğunu söylüyorlar. Sonuçta, ulusal egemenlik iddiasına dayanan
ticaret politikası, ülkenin ticaret yaptığı tüm ortaklarıyla zorunlu uyuma
dayalı koşulları dikte etme gibi bir özelliğe sahiptir. Düzenleyici yerli
rejim üzerinde mutlak kontrolü devam ettirmenin diğer yolu dünya
ekonomisinden tam bir izolasyondur. Ancak bu durum o ülke açısından yalnızca
ekonomik felaket yaratmakla kalmayıp, aynı zamanda sosyal çatışmayı
beraberinde getirir. Dolayısıyla, tek bir hakim ülke ya da ülkeler grubunun
etkisiz olması ve diğerlerini takip etmeye zorlamaması, küresel ticaret
sisteminin tek yönlü değil çok yönlü bir “adil sistem” kavramına dayanması
gerekmektedir. Ancak bu yaklaşım ciddi itirazlara yol açmaktadır. Birincisi,
küresel hareket için ahlaki ya da doğal yasaya başvurunun potansiyel olarak
tükenmez oluşudur Ahlaki esaslara dayanan tek yanlı ticaret sınırlamaları,
her ülkenin diğer ülke politikalarında ahlaki kusurlar bulabileceği için
ticaret politikasında kaygan bir zemin oluşturur. İkincisi, bu tür
önlemlerin etkisiz olacağı ya da zarar vereceği şeklindedir. Dolayısıyla
ticari sınırlamalarla birlikte asgari ücreti uygulayarak yoksulluğu
kaldırmaya çalışmanın daha çok işsizlik ve yoksulluk yaratacağı iddiası
vardır.
2.1-İnsan Hakları Anlamında Sosyal
Politika ve Sosyal Standartlar
İnsan haklarını esas alan sosyal politika anlayışı
özellikle AB’de geniş bir uygulama alanı bulmuştur. Bu gelişme sosyal
standartların sağlanması açısından önemlidir. Vatandaşlık kavramının
ulusallıktan çıkıp uluslararası boyutta insan haklarına dayalı “küresel
vatandaş” anlamında bir kavram haline gelmesi vatandaşlığın gerektirdiği
haklara ve sorumluluklara da sahip olması gerektiği anlayışını beraberinde
getirmiştir. Küresel vatandaşlık kavramı kişiler açısından, ülke sınırları
dışına çıkarak, küresel düzeyde kararlara katılıma dönüşmektedir.
Bu durum sosyal standartlarda bir yükselişi beraberinde getirmektedir.
Özellikle sivil toplum örgütleri yeni sivil toplum/ vatandaşlık gündemini
kavramış ve Avrupa’daki demokratik ortamın etkisiyle kadınların, göçmenlerin
ve diğer alt kültüre mensup kişilerin “vatandaşlık” haklarının ulusal devlet
düzeyinin çok ötesine taşınması konusunda ciddi tavır takınmışlardır.
Ancak insanlar her gün ayrımcılık, sosyal dışlanma ve yoksulluğun sonuçları
ile yaşadıkları halde bu sorunları mutlaka hukuksal terimlerle
algılamamaktadırlar. Buna karşılık sosyal ve ekonomik haklar aynı kişisel ve
siyasal haklar gibi açıkça insan haklarındandır. Bu haklar birbirine sıkıca
bağlıdır ve çağdaş demokrasi insan haklarının, tümünün güvence altına
alınmasıyla sağlanabilir.
Birleşmiş Milletler ve ILO gibi kuruluşlar, uluslararası
sosyal standartların oluşmasına insan hakları bakımından katkıda
bulunmaktadırlar. Birleşmiş Milletler ekonomik ve sosyal haklarla genel
olarak ilgilenirken, ILO çalışanların sosyal güvenliği ve haklarının
arttırılması üzerinde odaklanır. İnsan Hakları Sözleşmesi niteliği taşıyan
ILO anayasası, ILO’ nun hedef ve amaçlarına ilişkin Philadelphia
Sözleşmesidir. Bu sözleşmelerin temel niteliği sadece çalışma hayatıyla
ilgili olmayıp günümüzde insan haklarının korunmasına yönelik
sözleşmelerdir.
Sosyal standartların uluslararası boyutta gündeme gelmesi konusunda 1944
yılında kabul edilen Philadelphia Bildirisi önemli aşama olarak kabul
edilir. İnsan haklarına dayalı uluslararası belge niteliğinde olan ve
ILO'nun tüm çalışmalarına yön veren bu bildiri aşağıdaki ilkeleri
içermektedir:
-Emek ticari bir mal değildir.
-Düşünce ve sendika kurma özgürlükleri, kalıcı bir
ilerlemeyi gerçekleştirmenin esas unsurlarıdır.
-Yoksulluk her yerde, refaha yöneltilmiş bir tehlikedir.
-Bütün insanlar, ırk, inanç ve cinsiyetleri ne olursa
olsun, kendi maddi durumlarını ve manevi gelişmelerini özgürlük, onur,
ekonomik güvence ve fırsat eşitliği koşulları altında geliştirmek hakkına
sahiptir.
ILO’nun düzenleme ve sözleşmeleri yanında birçok ülkenin
anayasalarında da benzer maddeler yer almaktadır. Anayasaların içeriği,
sosyal politika açısından değerlendirildiğinde adil bir toplumun
gerçekleştirilmesi olarak algılanır. Yasaların geçerli olduğu durumlarda
kişilerin kendilerini yasa hazırlayıcı olarak tanımlamaları gerektiği
düşüncesi, kendi kendini etkileyen toplumun siyasi boyutu olarak önem
kazanır.
2.2- Ekonomik Haklar Anlamında Sosyal
Politika ve Sosyal Standartlar
Son yıllarda merak edilen konu, küreselleşen ekonominin
sosyal politikayı nasıl etkileyeceğidir. Küreselleşen ekonominin niteliği ve
derecesi, ulusal açıdan oluşturulan sosyal politikayı etkilemektedir.
Küreselleşmenin sosyal standartlar açısından bütün dünyada gelişime açık
olması sosyal politikaların ulusal özgülüğü ve özerkliği anlamında çok
önemli küresel sosyo-politik projelerin oluşmasına neden olabilir.
Uluslararası ticaret ve sosyal standartlar ilişkisi, özellikle son yıllarda
en çok tartışılan konulardan biri haline gelmiştir. Gelişmiş ülkelerin,
özellikle G-7 Grubunun uluslararası ticaret ile çalışma standartları
arasında, ticari yaptırımları da içeren bir bağlantı kurulması amacıyla
yürüttüğü faaliyet ve baskı son yıllarda giderek artmıştır.
Ekonomik destek ve borçları ödeme gücü gelişmekte olan ülkelere finansal
yardım, IMF ve Dünya Bankası’na ülkelerin ekonomik ve sosyal politikaları
üzerinde büyük etki yapmasına olanak vermektedir.
Küreselleşme süreciyle birlikte azgelişmiş ülkeler, dünya
ekonomisiyle entegrasyonlarını sağlamaya ve uluslararası sosyal standartları
oluşturmaya çalışmaktadırlar. Ancak ülkelerin bu süreci yaşarken
uluslararası yardıma ihtiyaçları olduğu ve bunun sağlanamaması halinde zor
durumda kalacakları belirtilmektedir.
Sosyal standartlar açısından geçerli olan kurallar
bireyler açısından da geçerlidir. Bir bireyin “sosyal geliri” onun yaşam
standardıyla yakından ilgilidir. Bireyin kendine uygun hazır bir geliri,
yiyeceği ve barınağı sağlanmışsa bundan sonra sıra sağlık koşulları, temiz
su, eğitim ya da hastalık, işsizlik veya yaşlılık durumlarında güvenlik
konularına gelir; tüm bunlar kişinin sosyal yaşam standartlarına dahildir
çünkü onun refahı ve gelecekten beklentileri önemlidir. 1995’teki Kopenhag
Sosyal Zirvesi’nde tanındığı gibi, sosyal, ekonomik ve siyasal konuların
hepsi iç içe geçmiştir. Bu tür hakların hepsi Evrensel İnsan Hakları
Bildirgesi’nin içinde yer alırlar.
Bu yüzden sosyal standartları sağlamanın önemli bir yolu bireylere ekonomik
açıdan düzenli bir gelir sağlamaktan geçer.
2.3-Sosyal Haklar Anlamında Sosyal Politika ve Sosyal Standartlar
Sosyal politika ve sosyal haklar arasındaki ilişki
özellikle II. Dünya Savaşı’ndan sonra gelişme göstermiştir. Bu dönemden
sonra refah devleti vatandaşlarının sosyal hakları olan demokratik devlet
olgusu başladı. Özellikle sosyal haklar II. Dünya Savaşı’ndan sonra ortaya
çıkan refah devletinin gelişimine büyük katkılar sağlamıştır.
Her ülkede yaşayan vatandaşların medeni, sosyal ve siyasi hakları olması
gerektiği fikri T. H. Marshall tarafından ortaya atılmıştır. Marshall’ın
sosyal vatandaşlık kavramı sadece siyasal değil aynı zamanda sosyal hakları
da içerir.
İskandinav ülkelerinde sosyal refah devleti gelişmiş olmasına rağmen, sosyal
vatandaşlık kavramı sosyal politikanın temeli olarak kabul edilmiştir. Başka
bir önemli nokta, Batı Avrupa’da refah devletlerinin sosyal hakları bütün
vatandaşları kapsaması savaş öncesi refah devletiyle savaş sonrası refah
devletleri arasındaki önemli farklardan biridir. Ancak önemli olan savaş
öncesi dönemle savaş sonrası dönemde sosyal politikada meydana gelen
gelişimdir.
Teorik olarak sosyal refaha ulaşmak için
kamu hizmetlerini oluşturmanın normatif gerekçeleri vardır. Bu açıdan
modernleşme, demokratik devletlerde vatandaşlığın gelişmesini sağlamıştır.
Sosyal hakların iyi düzenlenmiş olması, ekonomik ve politik haklarla bir
arada olması sonucunda olur. Sosyal haklar, temel hakların hayata
geçirilmesinde de bazı sorunlarla karşılaşmaktadır. Birçok ülkede sosyal
haklar minimum düzeyde tutulmaya çalışılmaktadır. Bu ülkelerde sağlık
sigortası, işsizlik sigortası gibi sosyal programlar ya hiç yoktur ya da
eksik yürütülmektedir.
Bireysel haklar fikri özellikle Batı
ülkelerinde oldukça yaygındır. Refah seviyesinde sosyal hakları değerli
kılan, ekonomik veya politik yaptırımlarla desteklenmiş olmalarıdır. Batı
ülkelerinde insan hakları, bireysel, toplumsal ve politik haklarla eş
tutulmaktadır. Ayrıca bu haklar rekabet ve piyasa şartlarına da
uygulanmaktadır. Sosyal refah kavramının yenilenmesinde atılan ilk adım, bu
hakların anlamını yeniden değerlendirmek ve gelişen sanayi toplumlarında yer
almasını sağlamaktır. Bu konuda temel tartışma noktası ‘sosyal’ hakların
evrensel bir kategoride kullanılması gerektiğine dair tartışmalardır. Sosyal
politika açısından mevcut hukuksal düzenin idame edilmesi, sosyal
sorumluluklar ve evrensel sosyal düzenlerle sağlanabilir. Bu çerçevede
sosyal haklar bireylerin üzerinde yoğunlaştırılmaktadır.
3-Uluslararası Sosyal Standartların Önündeki Engeller
Uluslararası alanda bütün ülkeler açısından sosyal
standartların oluşması gerektiği konusunda genel bir kanı vardır. Ancak bu
konudaki önemli problem bütün ülkeler için geçerli olacak sosyal
standartların önünde ciddi engellerin olduğudur. Son yıllarda sosyal
politikacılar açısından en çok merak edilen konu dünya üzerinde ekonomik ve
sosyal bakımdan bütün ülkeler için uluslararası boyutta geçerli olacak
sosyal standartların mümkün olup olmayacağıdır. Ancak bu konuda genel bir
kanı oluşmuş değildir. Gelişmiş ve azgelişmiş ülkeler arasında ekonomik ve
sosyal farklılıkların giderilmesi ve küresel düzeyde sosyal standartların
oluşturulması oldukça zor gözükmektedir.
Küreselleşen piyasa ile toplumsal istikrar arasındaki gerilimin üç temel
kaynağı vardır. Birincisi, ticaretin önündeki engellerin kaldırılması,
uluslararası sınırları aşabilen ile aşamayan gruplar arasındaki asimetriyi
keskinleştirmiştir. Emeğin başka ülkedeki emekle ikame edilebilmesi, sosyal
standartları engellemektedir. İkincisi, Uluslararası rekabetin artması,
sosyal standartları maliyet açısından olumsuz etkilemektedir. Üçüncüsü,
küreselleşme hükümetlerin sosyal güvenlik harcamalarını azaltmaktadır.
Birçok uzmanın ortak görüşü ilkesel bazda evrensel sosyal
prensipler mümkün olabileceği, ancak bu ilkeleri esas alan evrensel
sosyal standartların sağlanabilmesinin neredeyse olanaksız olduğudur.
Öte yandan sosyal hakların sağlanması konusunda önemli bir engel siyasi
irade yokluğu ve mali kaynak eksikliğidir. Sosyal haklar masraflı ve mali
kaynaklara bağlıdır. Bu açıdan sosyal haklar mali kaynaklara göre değişim
göstermektedir. Bu değişken nitelik, hakların yasa tarafından mutlak biçimde
belirlenmediğini varsaymaktadır. Bu yaklaşım hakların mutlak olma
niteliklerini evrensel olmak anlamında algılıyorsa, sosyal haklar ancak ilke
bazında hak olma iddiasından öteye geçemeyecektir.
Sosyal standartların önündeki bir diğer engel de, coğrafi
ve kültürel farklılıklardır. Dünya üzerinde, her biri fiziki coğrafya ve
doğal kaynaklar açısından farklı yine her birindeki halkın tarih, dinî
inançlar, kültürler ve sosyal yapıları farklı olan 190 kadar ayrı
ulus-devlet vardır. Ayrıca farklı sosyal gruplar değer yargıları açısından
farklılık göstermektedir. Ancak ülkeler arasında ve ülkelerin kendi
içlerinde, yalnızca farklı refah seviyeleri değil, toplumun refahlarını
ölçme yolları açısından bile farklılıklar vardır. Böyle bir kaynak ve kültür
çeşitliliği olduğunda, hangi dayanakla bir “evrensel” standart üzerinde
çalışılabilir ve buna kim karar verebilir? Bu konuda temel düşünce; Batı
kavramlarının ve standartlarının evrenselleştirilmesidir. Fakat neden? Bu
kavram ve standartlar Batı tarihine ve kültürüne, yüksek teknolojiye ve şu
anda evrensel olmayan ve dünya kaynaklarının küresel esasta besleyemeyeceği
kişisel ve toplumsal tüketim seviyelerine dayanır.
Bir ülke ya da başka
bir ekonomik birlik içerisinde, göreceli fakirlik sorunları vergilendirme
yoluyla halledilebilir ya da diğer tedbirlerle asgari düzeyde tutulabilir.
Daha zengin kişiler ya da bölgeler uygun yetkili merci tarafından
vergilendirilir ve toplanan para devlet tarafından her birey için asgari
eğitim, sağlık ve belki gelir seviyeleri tedarik etmek için kullanılır. Bir
ulus içerisindeki böyle zenginden fakire kaynak aktarımları yasal bir
zorunluluktur.
Ancak hükümetler böyle bir gelir transferi sağlamada zorlanmaktadırlar.
Bir ekonomik birlik, üyeleri arasında sosyal standartları
oluşturmaya çalıştığında, yalnızca her üye devletin bu standartları
karşılamayı üstlenmesini istemez. Aynı zamanda üyelere daha yoksul üyelerin
de bunları karşılayabilmesini destekleyecek başka şartlarda koyar. Örneğin,
Avrupa Birliği ’nin daha zengin ülkelerinin Avrupa Komisyonu’na, daha az
zengin AB üyelerine aktarılacak olan bazı belli meblağları ödeme gibi yasal
olarak bağlayıcı bir zorunluluğu vardır. Bu durum üyeliğe bağlı yasal bir
zorunluluktur.
Başka bir problem ise, sosyal standartların ülkelerin
ekonomik kapasiteleriyle nasıl bir arada yürütüleceği konusudur. Bu
standartları kim düzenleyecek ve bunların düzeyi ne olmalıdır. Bunlar sosyal
standartların sağlanması açısından çok önemli problemlerdir. Gelişmekte olan
ülkeler bu standartların uygulamasında şanslıdırlar, çünkü gelişmiş
ülkelerin deneyimlerinden yararlanıp ona göre bir strateji
belirleyebilirler. Ayrıca BM, ILO ve uluslararası sivil toplum
örgütlerinden yardım alabilirler. Buna karşılık, küresel ticareti çalışma ve
sosyal standartlara göre düzenleme anlayışına zıt olarak ticaretin
küreselleşmesinin azaltılabileceğini ve azaltılması gerektiğini savunanlar
da vardır.
Gelişmiş ülkelerin yasal olarak azgelişmiş ülkelere bu
sosyal standartları karşılamaları için yardımcı olmaları gerektiği fikri
hâlâ reddedilmektedir. Her tip uluslararası vergi teklifi reddedilmektedir.
Öyle ki, azgelişmiş ülkeler, yurtiçinde yeniden dağıtılacak vergilendirmeden
kesinti yapma konusunda bile büyük bir baskı altında kalmaktadır.
Uluslararası baskılar altında, bu ülkelerin kendi yoksullarının sosyal
standartlarını iyileştirmek için kendi zenginlerini vergilendirmeleri
gitgide daha zorlaşmaktadır. Azgelişmiş ülkelerin, gelişmiş ülkeler
tarafından uygulanan sosyal standartları karşılamasının tamamıyla imkânsız
olduğu genel olarak kabul edilmiştir. Bundan dolayı, emek standartlarının
ticaret politikasında bir etken olması talebi değiştirilmiştir. Özellikle,
tüm ülkelerin “iç emek standartları” yerine getirmeleri önerilmektedir. Bu
durum, toplu sözleşme ve koalisyon özgürlüğünü, çocuk işçiliğini ve zorla
çalıştırmanın kaldırılmasını gerektirir. Bu gerekliliklerin çoğu ILO
sözleşmelerinde ve tüm ülkeler tarafından kabul edilmiş diğer uluslararası
anlaşmalarda yer almaktadır.
Tablo 1: Günde 1
Dolardan Daha Az Gelirle Yaşayan Nüfus
(Milyon Kişi) |
1987 |
1990 |
1998 |
Doğu Asya ve Pasifik |
417,5 |
452,4 |
267,1 |
Doğu Asya ve Pasifik
(Çin Hariç) |
114,1 |
92 |
53,7 |
Doğu Avrupa ve Orta
Asya |
1,1 |
7,1 |
17,6 |
Latin Amerika
|
63,7 |
73,8 |
60,7 |
Orta Doğu ve Kuzey
Afrika |
9,3 |
5,7 |
6 |
Güney Asya |
474,4 |
495,1 |
521,8 |
Sub-Saharan Afrika |
217,2 |
242,3 |
301,6 |
Toplam |
1.183,20 |
1.276,40 |
1.174,90 |
Çin Hariç Toplam |
879,8 |
915,9 |
961,4 |
Kaynak:
World Bank, Global Economic Prospects and
the Developing Countries, 2001
Yukarıdaki tabloya göre, dünya nüfusunun dörtte birine
yakın bir kısmı oldukça düşük bir gelir seviyesinde yaşamını sürdürmektedir.
Bu ülkelerde yaşayan insanlar için en temel ihtiyaçların temininde bile
sıkıntılar yaşanmaktadır. Gelişmekte olan veya gelişmiş ülkelerde, yoksulun
ihtiyaçları, yöneten sınıf veya hükümet tarafından her zaman zarar dikkate
alınması gerekir. Eğer topluluk yaşamaya devam edecekse, zenginle daha az
zengin üye uluslar arasındaki bir çeşit konsensüs ihtiyacı daha az zengin
olanlara bazı baskılar yapar. Yine de, tüm dünya genelinde, fakirin
itirazlarını yöneltebileceği ne bir uluslararası demokrasi ne de herhangi
bir otorite merkezi vardır. Hükümetlerin üretime yönelik olmayan
harcamalardaki artış önemlidir. Örneğin 1990-99 yılları arasında azgelişmiş
ülkelerde askeri harcamalar % 12 oranında iken, aynı düşük gelirli ülkelerde
sağlık ve eğitim harcamaları % 0,8 olmuştur.
Paradoksal olarak, dış kaynaklardaki azalma
uluslararası işbirliğini ilerletmek için fırsatlar yaratır. Ancak bu durum,
kendi komşularıyla aynı konuma sahip olmayan ülkelerle neden işbirliğine
gidilsin ve sosyal standartlar konusunda yardım edilsin ki? sorusunu gündeme
getirmektedir. Bu yüzden gelişmiş ülkeler, sosyal standartları oluşturmaya
yönelik olan ve küresel çatışmaları sona erdirebilmek için önem teşkil eden
BM uygulamalarına katılma konusunda istekli davranmazlar. Gelişmiş ülkeler,
gelişmekte olan ülkelere demokratikleşme konusunda baskı yaparlar. Bu durum
onların çıkarlarına uygun gelmektedir. Bu yüzden demokratik olmadığı ya da
insan haklarına aykırı olduğu gerekçesiyle, bu ülkelere karşı yaptırım
uygulamaya çalışırlar. Ancak bu ülkeler uluslararası düzeyde her tür
demokratikleşme hareketine karşı heyecanla savaşırlar. Bu yüzden, bu
standartları sağlamayan ülkeler, bir ülke bir oy prensibinin işlediği her
uluslararası örgüt ya da kuruluşlardan dışlanmaktadırlar. BM Genel Meclisi,
UNCTAD, UNESCO, ve bu tip kuruluşların güçsüzlüğü ve herhangi bir
demokrasiye vesile olmayan BM Güvenlik Konseyi, IMF, Dünya Ticaret Örgütü
(WTÖ) ve Dünya Bankası’nın gücü bundan gelir.
Ayrıca, “evrensel sosyal standartlara” sahip olmanın
hukuk açısından herhangi bir sorun haline gelmeden önce, bütün egemen
ulusların eşitliği sadece teorik olarak tanınmamalı, uluslararasındaki
ekonomik, siyasî ve sosyal ilişkilerin temeli olmalıdır. Son
yıllarda görüldüğü gibi, uluslararası finansal hareketler düzenlenmedikçe
evrensel sosyal standartlar mümkün olmayacaktır. Çünkü, evrensel sosyal
standartlar küresel piyasadaki rekabetle tutarlı değildir.
Eğer gelişmiş ülkelerin üzerinde etkili bir sınırlama
olmazsa, bu ülkelerin çıkarları egemen olacaktır. “sosyal standartlarla
ilgili ticaret”in ILO’dan ziyade WTO’nun yörüngesine taşınması teklifine
azgelişmiş ülkelerin karşı çıkmasının altında yatan neden de bu olmaktadır.
Çünkü, WTO ile karşılaştırıldığında, ILO’nun yapısı daha demokratiktir.
Gelişmekte olan ülkeler ILO’nun varlığı ve gücünün ötesinde daha fazla
uluslararası müdahale ihtiyacı duymamaktadırlar. Ayrıca, geçmişteki
tecrübelerden bu konuda yaptırım gücü verilirse dahi, bunların kesinlikle
gelişmekte olan ülkelere karşı uygulanacağını göstermiştir. Bunlar, her
alanda, kendi iç politikalarını belirlemek ve yerine getirmek için uğraşan
gelişmekte olan bir ülkeye karşı engelleyici bir faktör haline gelecektir.
3.1-Sosyal Standartlar ve Ekonomik Kalkınma
Ekonomik kalkınmanın sosyal standartları yükseltilmesinde
çok etkili olduğu gerek iktisatçılar ve gerekse sosyal bilimciler
tarafından sık sık dile getirilmektedir. Ekonomik kalkınma ile sosyal
standartlar arasındaki ilişkinin temelde iki hareket noktası vardır.
Birincisi, ekonomik kalkınmanın eğitim, sağlık, ücretler ve işsizlik gibi
sosyoekonomik göstergelerde iyileştirme sağlaması; diğeri de, gelir
dağılımını iyileştirmesidir. Bu açıdan son yirmi yılda yaygınlaşan
neo-liberalleşme eğilimleri hem gelişmiş ve hem de gelişmekte olan ülkelerde
sosyal yaşam standartları başta olmak üzere bütün sosyal politikalar
üzerinde ağırlığını hissettirmektedir. Bu politikalar içinde yoksulluk ve
yoksullukla mücadele önemli bir yere sahiptir. Uluslararası finans ve
sermaye hareketleri çerçevesinde liberalizasyona gidilirken devletin
–özellikle refah devletlerinin- sosyal politikaları serbest piyasa
kuruluşlarının etki alanına girmiştir.
Ancak ulusal düzenleme ve standartlar konusunda önemli
sorunlar ortaya çıkmaktadır. Sorun yerel ekonomi politikası ile ilgili
olarak, ticaretin teşvik ettiği “sosyal damping,” çevre kirliliği vb.,
sorunun özünde temel maliyet-yarar sorusuna indirgenmektedir. Çevre
politikası araştırmaları, sürekli olarak çevre standartlarının uluslararası
konum üzerinde çok az etkisi olduğunu göstermiştir. Bunun nedeni üretim
maliyetlerinin az bir kısmını temsil etmeleridir. Aslında çokuluslu
şirketler, kendi iç çevre standartlarını talebi en çok olan piyasaya göre
ayarlamaktadır. Çünkü, gelecekteki piyasa şartlarının daha yüksek
standartlar gerektirme olasılığı vardır.
Yerli ekonomik faaliyetlerin düzenlenmesinde hükümetler
daha aktif rol aldıkları için, hükümetlerin düzenleme yapma yeteneği ve
ekonomik faaliyetleri koruması, uluslararası ticaret tarafından potansiyel
olarak tehdit edilmektedir. Yerli tüketicilerin tüketim seçenekleri
üzerindeki egemenlikleri ile hükümetlerin bu seçeneklerin düzenlenmesi
üzerindeki egemenlikleri arasında bir çelişki yaratılmıştır. İthalat,
tüketici tercihlerinin ithal ürünler konusundaki hükümet politikası
hedeflerini sabote edebileceği konusu ise bir tehdittir. Dolayısıyla bu tür
egemenlik tehdidi, hükümet ve kendi yurttaşları arasında en azından kısmi
bir çelişki olarak görülebilir.
Bir hükümet ithalatın rekabetçi baskısı olmadan pahalı
politikalara devam etme egemenliğine sahiptir. Ancak yine de ticareti
sınırlayan politikaların üretkenlik ve kalkınma sorununu nasıl çözeceği
belli değildir. Birçok azgelişmiş ülkede çevresel ve işgücü standartlarının
oluşturulmasına yönelik düzenlemeler bu ülkelerin ekonomik kalkınmalarının
önünde önemli bir engel olarak görülmektedir.
Bununla beraber yabancı tarifelere, verimlilik ve yaratıcılık teşviklerinin
azaltılmasına ve piyasalardaki bozulmaya bağlı olarak, yeni tarife ya da
kotaların ek ekonomik maliyetlerin yüklemesi olasılığı vardır. Ayrıca özel
çıkar gruplarının, ithalat tarafından tehdit edilebilecek diğer alanlarda
egemenliğin korunması gerektiğini iddia ederek karşı çıkma olasılıkları
yüksektir.
3.2-Sosyal Standartlar ve Kültürel Egemenlik
Sanayileşmiş ülkelerde, çocuk emeğini koruyan yasalar
gibi temel sosyal korumaların endüstri üzerinde büyük bir etkisi yoktur.
Çünkü bu ülkelerde çocuk emeği kullanımı neredeyse yok gibidir. Ancak bu tür
yasalardan en çok etkilenecek olan ülkeler, daha çok emek yoğun üretim
gerçekleştiren azgelişmiş ülkelerdir. Ticaretin, sosyal ve çevre ile ilgili
standartları bozduğu iddiaları genellikle abartılmıştır. Ancak ithalata
karşı savunmasız birçok firma, düşük emek ve çevre standartları olan
ülkelerin ürünleriyle rekabet etmekten şikayetçidirler. Bu tür iddialarla
ticari sınırlamaları haklı çıkarmaya çalışmaktadırlar. İthalata karşı
rekabet eden endüstriler için, ekonomik sorun nihai olarak sosyal politika
değil mukayeseli maliyetlerdir. Bu endüstrileri tehdit eden ve kota
uygulamasına yol açan faktörler rekabetten kaynaklanmaktadır. Diğer yandan;
insanları kıt kaynakları korumaya teşvik eden, varlıkları paylaştıran, ortak
çıkarları arttırmak için işbirliği yapan uzun vadeli ve adil bir sosyal
yapıyı korumak için işbirliği yapan düzenlemeler olmadıkça sosyal
standartları oluşturmaya yönelik faaliyetlerin hepsi yetersiz kalacaktır.
Sahip olduğumuz gücü ben merkezci ve bencil olmadan kullanmayı öğrenmedikçe,
insanları daha rekabet edebilir duruma getirmek veya siyasi alanda seslerini
yükseltmek söz konusu durumu değiştirmez.
Dünyada birçok politikacı, hükümetlerin emek
politikalarının hatalı olduğunu ve sorunun kaynağının sadece ticaret
olmadığı konusunda ısrar etmektedir. Bu tür politikaların başlıca ekonomik
etkileri aslında ülkenin kendi iç düzenlemelerinden kaynaklanmaktadır: Esnek
olmayan ve ihtiyacı karşılamayan iş piyasaları, üretim tarzının
esnekleşmesine ve yüksek işsizliğe yol açmaktadır. Ekonomik sorun,
düzenlemelerin yerli yatırımları, üretkenliği ve büyümeyi nasıl
etkilediğidir; çünkü bunlar artan yaşam standartlarının kaynağıdır.
Genellikle ticaret, daha büyük bir sorunun belirtisi olabilir. Ülkelerin
kaybı, daha fazla ekonomik değer yaratamamalarından kaynaklanmaktadır.
Korumacı bir rejimi kabul ettirmek yine de egemen hükümetin karar vereceği
bir seçimdir. Artan egemenliğin bu anlamda bir bedeli vardır: Hükümet,
yurtiçinde daha fazla ekonomik kontrol sağlamak için artan ekonomik
gelişmeden vazgeçmeye istekli midir? Ticari anlaşmayı iptal etmeyi ve
yurtiçinde ekonomik kontrolü sürdürmek için ticaretten elde edilen kazançtan
vazgeçebilir. Ancak görüşlerini tek yanlı olarak dünyanın geri kalan kısmına
kabul ettirmediği sürece her ikisini birden yürütemez.
Kayıp ulusal geliri ekonomik egemenliği devam ettirmenin
bedeli olarak görmek daha zorlayıcıdır. Dolayısıyla bir hükümet ve onun
yurttaşları, ekonomik faaliyetler üzerinde egemenliklerini korumak için
ülkenin ekonomik refahtan ne kadar vazgeçeceğini belirsizdir. Diğer yandan,
artan ticaret ve yatırım nedeniyle ekonomik egemenlikten vazgeçmek,
“gelişme” konusunda alınan kararın bir sonucudur.
3.3-Sosyal Standartlar ve Ulusal egemenlik
Her hükümetin kendi içinde son kararı vermek ve bu
kararları uygulamak üzere mutlak güç kaynağına sahip olmasını gerektiren
görüş, politika teorisi olarak adlandırılır. Politika teorisi sürekli
olarak, hükümetin iki temel fonksiyonundan biri ya da diğeri üzerine baskı
oluşturmuştur: ayakta kalmak ve gelişmek. O halde ekonomik politikayı açıkça
tehdit eden ekonomik bağımlılık hızla gelişirken egemenlik sorununun
yükselmesi de doğaldır. Bu sorun aynı zamanda hükümetlerin farklı “gelişme”
hedefleri izlemesinin güçlüklerini açığa çıkarmaktadır. Ülke, serbest piyasa
ekonomisiyle, verimliliğe ağırlık vererek yaşam standartlarını mı
yükseltmeli ? Ya da hükümet politikası, düzenlemeler yoluyla temiz çevre
gibi kamu yararı oluşturmak ve yurttaşları için sosyal standartları garanti
etmek için mi çabalamalıdır? Ülkelerin her ikisini de hedefleyebileceğini
söyleyebilmek mümkündür. Ticaret yapan gelişmiş ülkeler daha yüksek çevre
kalitesi ve daha fazla sosyal programlardan yararlanabilir. Temel sorun, bu
süreçte sosyal politikalar üzerindeki egemenliğin gerçekten feda edilip
edilmeyeceği ya da ne kadar feda edileceğidir.
Yasal ve politik egemenlik genellikle hükümetin kendi
yasalarını ve politik yapısını kendi sınırları içinde uygulama yeteneğidir.
Bu tür egemenlikten gönüllü olarak vazgeçmek, gücün, ulusların üzerinde bir
otoriteye teslim edilmesini gerektirecektir. Örneğin, Avrupa Birliği üyeleri
bazı politik ve yasal yetkilerini merkezi organa devrettiler. Ancak WTO’daki
ticari anlaşmalar ve üyelik, bu kurumların ulusal yasama meclisleri üzerinde
herhangi bir yetkisi olmadığı için yasal ya da politik egemenlikten önemli
fedakarlıkta bulunulmasını içermemektedir. Diğer yandan, üye ülkeler,
uluslararası ticari anlaşmalara katılarak, bazı ticaret politikası özerkliği
kazanmaktadır; örneğin Kuzey Amerikan Serbest Ticaret Antlaşması (NAFTA)
bazı yasal kararları (özellikle haksız ticaret yasası konusunda) ikili
görüşmelere bırakıyor. Ancak bunun dışında güç uygulama söz konusu değildir.
Yine de, artan ticari ve ekonomik bağımlılık, farklı türde bir egemenlik
sorunu yaratmıştır.
3.4- Sosyal Standartlar ve Sosyal
Damping
Sosyal damping birçok ülkede standartların
oluşturulmasının önünde önemli bir engeldir. Bu durum ülkeler arasında
haksız rekabete yol açtığı gibi sosyal standartların oluşturulmasında da
önemli engelleri beraberinde getirmektedir. Küresel rekabete açık olmakla,
ülkelerin kendi çevre, sağlık, güvenlik ve çalışma standartlarını tehlikeye
atmaması gerektiği söyleniyor. Bu anlamda pazar güçlerinin, sanayiler
üzerinde ağır rekabet baskısı uyguladığı ve bunun sonucunda yerli
standartları zayıflatmak için hükümetler üzerinde baskı oluşturdukları
belirtiliyor. Ülkelerdeki rekabet baskısı tarafından yönlendirilen
düzenlemeler, açık küresel pazarlarda firmalarını rekabet edebilir durumda
tutmak için tüm ülkeleri “sonuna kadar yarışa” götürüyor. Ancak bu durum
serbest ticaretin bedelinin yerel kontrolün kaybolması ve düzenlemelerin
daha zayıf olduğu ülkelerden yapılan ithalatın bir “sosyal damping” olduğu
açıkça görülmektedir.
Bütün ülkelerin aynı emek fiyatlarına sahip olmaları
gerektiği fikri tartışmalara neden olmaktadır. Bu, gelişmiş ülke
piyasalarını azgelişmiş ülkelerden gelen ve ucuz olarak adlandırılan mallara
kapatmak için başvurulan bir yöntem iken azgelişmiş ülke işçilerinin hakları
için bir mücadele olarak gösterilmektedir. Doğal olarak bu çıkarım, her işçi
daha yüksek ücret ve daha iyi çalışma şartları istediğinden, hem gelişmekte
olan hem de gelişmiş ülkelerdeki sendikalara çekici gelmektedir. Nitekim,
Uluslararası Hür İşçi Sendikaları Konfederasyonu (ICTFU) bu fikre sıcak
baktığını belirtmiştir; çalışma şartlarının evrensel olmasını, işçi
ücretlerinde indirimin engellenmesini, çalışma şartlarının uluslararası
düzeyde standart hale getirilmesini istemektedir.
ABD başta olmak üzere, Batı ülkelerindeki sendikalar,
gelişmekte olan ülkelerle yapılan ticaret antlaşmalarını da içeren ve
minimum işçi ve insan haklarıyla ilgili olan sosyal maddeler arayışı
içerisinde olmuşlardır. Sendikaların, minimum işçi hakları, haksız rekabet
kısıtlama çabası ve sosyal damping ile sanayileri, meslekleri ve
standartları korumaları esas hedefleriydi. Aslında ILO ve OECD’nin
yaptıkları araştırmalarda, düşük çalışma standartlarına sahip ülkelerin
yüksek standartlara sahip ülkelerden daha iyi bir ihracat performansına
sahip olmadıklarını göstermektedir.
Özellikle gelişmekte olan ülkelerde, işçilerin ve sosyal hakların
genişletilmesi bir politika haline gelmektedir. Bu yüzden, iş kanunlarının
koruyucu görünümü onları gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasında
tartışmalı ve anlaşmaya varılamamış hale sokmuştur. Ayrıca, Amerikan
sendikalarının, birçok gelişmekte olan ülkenin yaşam standartlarını olumsuz
etkisi olan, Dünya Bankası’nın yapısal değişiklik politikaları ve düşük
hammadde fiyatları konusunda sessiz kaldığına dikkat çekmiştir. Fakat bu
olguları sosyal standartlarda farklılıklar içinde ve küresel rekabetle
bütünleşmiş olarak ele alırsak, firmanın faaliyetleri üzerinde etkisi
olabilir. Örneğin Almanya’nın yerli işverenlere getirdiği yüksek sosyal
ödemeler, bazı yerli firmaların üretimleri düşük maliyetli ülkelere
taşımalarına neden olmuştur. Bu durumda bile, verimli bir yerli üretimin
bulunduğu yerden taşınması için, arada büyük bir farkın oluşması gerekir.
Sanayileşmiş ülkelerde işçi üretkenliği, yerli pazarın alt yapısı, yerleşim
ve tedarikçinin güvenilirliği, bu ülkelere özgü olan üretim tipinin yerli
üretim olmasını desteklemektedir.
4-Uluslararası Sosyal Standartların
Oluşturulmasına Yönelik Faaliyetler
Sosyal standartların sağlanması gerektiği konusundaki
tartışmalar son yıllarda artmıştır. Bu tartışmalar dış yardımların sosyal
standartların sağlanması konusundaki etkisini saptama yanında, dış yardım
yapan kuruluşların samimiyetlerinin belirlenmesi açısından da önem taşır.
Ancak ihmal edilmemesi gereken, sosyal standartların sağlanması konusunda
uluslararası kuruluşların artan ilgisidir. Sosyal standartların
oluşturulmasına yönelik faaliyetler daha çok uluslararası kuruluşların
faaliyetlerinin tanınmadığı bölgelerde olmaktadır. Bu durum sosyal
standartların başarı şansını azaltan önemli bir etkendir. Bu yüzden
Birleşmiş Milletler, Uluslararası Çalışma Örgütü ve WTO gibi uluslararası
kuruluşlar, sosyal standartları sağlama konusunda fazla etkili olamıyorlar.
Diğer yandan finansta artan tekelleşme ve uluslararası sermaye akışı
karşısında, uluslararası politikalarda küçük de olsa bir alternatif vardır.
Ancak ülkeler arasındaki köklü farklılıklar ile küreselleştirilen ekonomi
arasında önemli farkı gösteren ekonomik küreselleşmeyle sosyal
küreselleşmeyi karşılaştırmaya gerek vardır. Sosyal hakların sağlanması
konusunda uluslararası bir organizasyon ya da organizasyonların çatısı
altında mücadele etmek sosyal standartların sağlanmasına büyük katkılar
sağlayabilir. Ulusların yaşamını küresel piyasanın akışına göre belirlemenin
yanında sosyal boyutu ihmal edilmemesi gerekir. Çünkü sosyal standartlar
ulusal gelişme açısından önemli bir faktördür. Küreselleşme süreciyle
sermayede ortaya çıkan tekelleşme karşısında, küresel alanda bir sosyal
koruma olmazsa, belirli bir süre sonra sosyal standartların aşağı düşme
ihtimali yüksektir.
Uluslararası düzeyde sosyal standartların
oluşturulmasında IMF, Dünya Bankası, GATT, Dünya Ticaret Örgütü gibi
örgütler önemli yer tutar. Savaş sonrası ortaya çıkan yeni sosyoekonomik
düzenin aksaklıklarını gidermek amacıyla kurulan bu örgütler, uluslararası
sosyal standartların oluşmasına ciddi anlamda katkıda bulunmaktadırlar.
Merkezleri Washington ve Cenevre’de bulunan bu kuruluşlar sosyal ve politik
alanlardaki gelişmeleri derinlemesine araştırmaktadırlar.
Sosyal standartların belirlenmesinde
hükümetlerin inisiyatifi mümkün olduğunca azaltılmaktadır. Bir hükümetin
zayıf olması ileride bu standartların güçlü çıkar gruplarının baskısıyla
azaltılabilmesi olasılığını ortaya çıkarmaktadır. Çünkü küresel bir
ekonomide satın alınabilirlik, hükümetlerin zayıf olmalarıyla yakın bir
ilişkisi vardır. Bu açıdan iki açık ortaya çıkar. Birincisi, demokratik
açıktır. Örnek olarak, ulusal hükümetlerin, küresel piyasaların baskılarına
boyun eğmeleri gösterilebilir. Ayrıca, küresel rekabet sonucunda, sosyal
standartlarda olduğu gibi demokratik kontrolde de azalma olur. İkinci
olarak, sosyal bozulmaya ve birlik ve beraberliğin kaybına öncülük eden
sosyal açık ortaya çıkmaktadır.
Sosyal politikanın farklı biçimleriyle ilgilenen
ulus-üstü faaliyetler üç ana gruba ayrılır. Birincisi, Hükümetler arası
organizasyonlardır. Bunlar öncelikli olarak neo-liberal bir ekonomik gündem
ile karşımıza çıkan, Uluslararası Para Fonu (IMF) , Dünya Bankası (WB) ve
OECD gibi ulusların ekonomik ve sosyal politikaları üzerinde etki eden
kuruluşlardır. İkincisi, ekonomik amaçlı olmayan organizasyonlardır.
Bunlardan Birleşmiş Milletler ve ILO, emeği ve sosyal hakları yükseltme
politikalarıyla karşınıza çıkar. Bu kuruluşlar, ekonomiden ziyade sosyal
haklarla ilgilenmektedirler. Üçüncüsü, Avrupa Birliği, NAFTA ve WTO gibi
bölgesel kuruluşlar, sosyal politika ve istihdam konularında başarılı
politikaların yürütülmesi için faaliyette bulunurlar.
Ulusların sosyal standartları farklı şekillerde formüle
edilir. Dünya Bankası (WB) ülkeleri üç biçimde gruplandırmaktadır. Bu
ülkeleri milli gelirlerine göre yüksek, orta ve düşük gruplara
ayrılmaktadır. Orta ve düşük gelirdeki grubun bir üst seviyeye taşınması
temel amaçtır. Bu yapılan ekonomik gruplandırmalar sosyal standartların
belirlenmesine de yardımcı olur. Bu sınıflandırmanın en üst düzeyinde refah
devleti olan sanayileşmiş ülkeler vardır. Bu ülkelerde yoksulluk seviyesi
gelirin adaletli dağıtılması sonucunda asgari düzeye çekilmesi
amaçlanmıştır. Dünya Bankası’nın gruplandırdığı ülkelerin diğer bir ucunda
ise yoksul olan Asya ve Afrika ülkeleri yer almaktadır. Bu ülkelerde içme
suyu problemleri bile yaşanmaktadır. Bu dezavantajlara sahip olan ülkeler,
doğal kaynaklarını kullanarak nasıl sosyal standartları üst seviyelere
taşıyabileceği konusu tartışmalıdır.
4.1-Birleşmiş Milletler
Uluslararası sosyal standartların
oluşturulması konusunda faaliyet gösteren kuruluşların başında Birleşmiş
Milletler gelir. Birleşmiş Milletler’in vatandaşlık ve siyasi haklar için
yaklaşımı, ekonomik ve sosyal haklar yaklaşımından farklılık göstermektedir.
BM’nin insan haklarına dair sözleşmelerini imzalayan ülkeler, bu hakları
sonuna kadar kullanmayı kabul etmişlerdir. Ekonomik ve sosyal hakların
yerine getirilmesi, bu ülkelerdeki ekonomik, sosyal ve hukuksal değerlerin
bütün vatandaşlar arasında bölüştürülmesini öngörür.
Bu konuda özellikle Birleşmiş Milletler tarafından ırk
ayrımının bütün şekillerine karşı mücadele etmek amacıyla, International
Convention on the Elimination all forms of Racial Discrimination (ICERD)
1969’da kurulmuştur.
Bu kuruluş bütün dünyada ırk ayrımını ortadan kaldırmayı hedeflemektedir.
ICERD ayrıca herkes için çalışma hakkı, uygun çalışma ortamını sağlama,
işsizliğe karşı koruma, eşit işe eşit ücret, konut ve barınma hakkı, sağlık
ve sosyal güvenlik hakkı, kamu hizmetlerinden yararlanma hakkı, eğitim ve
öğretim hakkı gibi temel sosyal hakları sağlama konusunda faaliyet gösterir.
Birleşmiş Milletler, ekonomik ve sosyal
haklar tarafından gerekli kılınan, sosyal standartların evrensel
olamayacağını ve bir ulusun ekonomik gelişme seviyesine bağlı olması
gerektiğini belirtmiştir. Temel sosyal standartlarla ilgili olarak bu görüş,
ekonomik gelişme ve ulusların kapasitesi ile bağlantısının olması nedeniyle
önemli bir sorundur.
Uluslararası ticaret
politikası, bir ülkenin kendi yerel ekonomik ortamı üzerindeki kontrolü ile
bir şekilde bağlantılıdır: dolayısıyla, Dünya Ticaret Örgütü’nün (WTO) ve
diğer ticari anlaşmaların bazı bölgelerde çeşitli üyelerin egemenliğini
tehdit edici olarak algılanmaktadır. WTO’nun yaptığı anlaşmalar, doğaları
gereği, yabancı firma ve yatırımcıların pazara erişimi üzerindeki
kontrollerini gevşetmelerini gerektirir. Dolayısıyla ulusal
egemenliklerinden bir ölçüde feragat etmeleri kaçınılmazdır. Yabancı
rekabetin ithalat rekabeti ya da ihracat fırsatları yoluyla ülke
sınırlarından içeri girmesine izin verilmez. Çünkü bu durum hükümetin
ekonomi üzerindeki kontrolünü azaltır.
4.3-Avrupa Birliği
Uluslararası sosyal standartlar konusunda Avrupa
Birliği’nin ayrı bir yeri vardır. Birliğin amacı, Avrupa halklarının aktif,
yapıcı güçlerini, onların sosyal standartlarını yükseltme yönünde
kullanmaktır.
Birlik bugüne kadar işsizler, yaşlılar, özürlüler, sosyal bakımdan dışlanmış
insanlar, emek piyasasında ayrımcılık ile karşılaşan kişiler dahil
milyonlarca AB vatandaşının sosyal standartlarının iyileştirilmesine yardım
etmiştir. Avrupa Birliği’nin temel sorunu bir yandan iç pazarda bütün Avrupa
için geçerli sosyal dampingi bertaraf edecek ve haksız rekabeti ortadan
kaldıracak ortak bir sosyal standarda ulaşmayı gerçekleştirirken, diğer
yandan sosyal gelişmeden fedakarlık etmeden küreselleşen dünyada
uluslararası rekabette düşük sosyal standartlara sahip ülkelere karşı
rekabet kabiliyetini koruyabilmektedir.
Birliğin tümü için bağımsız bir sosyal politikanın önemi
her zaman tartışma konusu olmuştur. Sosyal politika Avrupa'nın her yerinde
ne ölçüde standartlaştırılmalıdır? Bu soru, 1957'de Avrupa Ekonomik
Topluluğu'nun kuruluşuna ilişkin müzakereler sırasında gündeme gelmişti.
Ayrıca Avrupa’nın içinde rekabet ve refah seviyesinde artan bölgesel
eşitsizlikler Avrupa sosyal politikası için itici bir mekanizma
oluşturmuştur. Çok sayıdaki bölgesel kalkınma politikaları sosyal
politikalarla dengeli bir şekilde ele alınmıştı. Bu sosyal politikalar
sosyal standartları eşitleme ve piyasa sürecindeki çıkarılan düzenleme ile
ilgiliydi.
AB’de halka yüksek düzeyde bir sosyal güvenlik sağlanması
işverenlerin ve devletin karşı karşıya oldukları kısa dönemli maliyetleri
artıracağı için o dönemde ekonomik gerekçeler önemli bir rol oynamıştı.
Ancak AB, Avrupa Tek Pazarı’nda kıyasıya rekabet tehlikesini ortadan
kaldırmak ve böylece mevcut sosyal politika kazanımlarının aşınmasını
önlemek amacıyla asgari sosyal standartları yönergelerle belirler. Üye
devletlerin kendi iç mevzuatlarına aktarmak zorunda oldukları bu yönergeler,
tarafların tümünün taviz vermek zorunda kaldıkları uzun siyasi müzakerelerin
sonucudur. Bu sosyal yasalar Avrupa’daki çalışma ve yaşama koşullarının
düzeyini önemli ölçüde yükseltmiştir. İsteyen üye devletler kendi
yasalarında daha yüksek düzeyde bir koruma öngörebilirler. Uzun dönemde amaç
sosyal standartların bütünüyle uyumlaştırılması değildir; her üye devlet
kendi sosyal sorunlarına uygun gördüğü çözümleri getirmekte özgür
kalacaktır. Ancak, AB kendisini düşünce geliştiren, hedef belirleyen,
tartışmaları teşvik eden ve genel mutabakat bulmaya çalışan bir sosyal
politika aracı olarak görür.
4.4- Uluslararası Çalışma Örgütü
ILO, temel ilke ve hedeflerini genişleten
dinamik nitelikli Philedelphia Bildirisi çerçevesinde, İkinci Dünya
Savaşı'ndan sonra yirmi beş yıllık yeniden yapılanma koşullarına uyum
sağlayacak biçimde çalışmalarını sürdürmüştür. İnsan haklarına saygı,
yeterli yaşam standartları, insanca çalışma koşulları, istihdam olanakları,
ekonomik güvence vb, ILO'nun her yerde çalışanlara sağlamaya çaba gösterdiği
sosyal adaletin temel unsurlarıdır. Ulusal egemenliğin savaş sonrası
büyümesini öngören bu bildiri, gelişmekte olan dünyaya, ILO'nun 1919'da
başlattığı standart belirleme çalışmaları ile birlikte geniş kapsamlı bir
teknik yardım vaadi vermiştir.
ILO’nun en eski ve önemli işlevlerinden biri,
uluslararası çalışma standartlarını düzenleyen sözleşme ve önerilerin, üçlü
yapıya sahip uluslararası çalışma konferansında kabulünü sağlamaktır.
ILO’nun sözleşmeleri yapısal olarak evrenseldir. Ancak, üye devletlerin
ekonomik, sosyal ve kültürel düzeylerinde büyük farklılıklar mevcuttur. ILO
esneklikten doğan farklılık sorunuyla ilgilenmeye çalışmaktadır. Sonuç
olarak, Birleşmiş Milletler’den farklı olarak, ILO’nun yetkisi, istihdam ile
ilgili konularda kısıtlıdır ve toplumun sosyal standartlarını yükseltme
konusunda fazla etkin değildir.
Bu konuda ortak
hükümler şöyle özetlenebilir: Çalışanların sendikal örgütlenme ve toplu
pazarlık haklarını özgürce kullanmaları sağlanacaktır; çocuk emeğinin
kullanımı çok özel şartlara bağlı olacak; ağır ve tehlikeli işlerde çocuk
emeği kullanılmayacak; kimse zorla çalıştırılmayacak, başka bir ifadeyle
zorunlu çalışma yasaklanacaktır, istihdamda, çalışma koşullarında sağlanan
haklarda başta cinsiyet ayrımcılığı olmak üzere hiçbir ayrımcılık
yapılmayacaktır. Uluslararası düzeyde emek standartları işçilerin de yaşam
standartlarının yükselmesine yardımcı olur.
Bu temel standartlar
gelişmişlik düzeyinden bağımsız ve evrensel niteliktedir. Bunların dışında
asgari ücret, çalışma saatleri, iş sağlığı ve güvenliği gibi gelişmişlik
düzeyine bağlı standartlar da tanımlanmakla birlikte, bunlar temel
standartlar arasında sayılmamaktadır. Buna rağmen, sosyal sorumluluğu
belirleyen pek çok çerçeve anlaşmada ya da davranış kurallarında bunlardan
bazılarına da atıf yapılmaktadır.
1919 ve 1993 yılları arasında 174 Sözleşme ve 181 Tavsiye
Kararı kabul edilmiştir. Bu Sözleşmeler ve Tavsiye Kararları, bazı temel
insan hakları da dahil olmak üzere (dernek kurma özgürlüğü, örgütlenme ve
toplu pazarlık hakkı, zorla çalıştırma yasakları ile istihdam alanlarındaki
ayrıcalıkların kaldırılması gibi), çalışma yönetimi, endüstri ilişkileri,
istihdam politikası, çalışma koşulları, sosyal güvenlik, işçi sağlığı ve iş
güvenliği, kadınların istihdamı ve göçmen işçilerle, gemi adamları gibi özel
kategorilere giren istihdam durumları gibi çalışma yaşamındaki çok geniş
kapsamlı konuları içermektedir.
Bu bağlamda uluslararası alanda geçerli sosyal standartların
oluşturulabilmesi bütün ülkelerin uymaları gereken yasalara bağlıdır.
4.5- Uluslararası Sivil Toplum Örgütleri
Sivil toplum örgütü hem gelişmiş ve hem de gelişmekte
olan ülkelerde sosyal hayata ve sosyal değişime önemli katkılar
sağlamaktadırlar. Sosyal refah, sosyal bütünleşme, gelir dağılımı, çevre
kirliliği, evrensellik gibi sosyal politikanın temel bazı amaçları
doğrultusunda faaliyet gösterirler. Günümüzde sivil toplum örgütleri
uluslararası alanda sosyal standartların oluşması ve yoksulluğun önlenmesi
konusunda başarılı çalışmalar yapmaktadırlar. Neo-liberalleşme eğilimleri
çerçevesinde devletin küçülmesiyle ortaya çıkan boşluğu doldurması konusunda
sivil toplum örgütlerinden medet umulmaktadır. Ancak etki alanlarının dar
olması, dürüst yönetime sahip olmamaları ve gelişmiş ülkelerde
örgütlenmeleri nedeniyle yoksullukla mücadele konusunda henüz kapsamlı bir
atılım gerçekleştirmedikleri görülmektedir.
ABD, Çin Halk Cumhuriyeti gibi büyük ve güçlü ülkeler,
Avrupa Birliği (AB) gibi bölgesel örgütlenmeler ve Dünya Bankası gibi nüfuz
sahibi teşkilatlar günümüzde politikalarını sivil toplum örgütlerinin
muhtemel tepkilerini dikkate alarak belirlemekte; hatta söz konusu belirleme
sürecine belli ölçülerde sivil toplum örgütlerinin katılımına imkan
tanımaktadırlar. Özellikle AB’de sosyal standartların sağlanmasının sivil
toplum örgütlerini de içine alan bir sosyal diyalogla ancak çözülebileceğine
inanılmaktadır.
Küresel sermaye ile ‘sosyal diyalog’ haline gelen
stratejiler piyasa mekanizması vasıtasıyla direkt eylem halini almaktadır.
Piyasa anlayışına dayanan stratejiler, tüketici grupları yoluyla
uluslararası kampanyaları ve tüketicilerin harcama güçlerini topluma aykırı
firmaların ürünlerinden farklı yöne sevkederek belirli endüstrilerdeki işçi
gruplarının yaşam standartlarını arttıracak ulusal organizasyonları
içermektedir. Bu anlayış tüketici, ticaret ve işçi boykotları ve ürünlerin
sosyal etiketlendirilmesi; bebek mamaları piyasası, ilaç sektörü, tekstil,
giyim ve ayakkabı endüstrisindeki gibi global endüstrilerde benimsenen ortak
yönetim tipleri getirmiştir.
Avrupa Birliği’nin, kalkınma yardımı, insan hakları,
demokrasi, insani yardım, eğitim ve çevre projelerinin gerçekleştirilmesi
için sivil toplum örgütlerine tahsis ettiği yıllık mali kaynak toplam 1
milyon Euro civarındadır. Birleşmiş Milletler’de sivil toplum örgütleri ile
işbirliğini arttıran uluslararası aktörlerin başında gelmektedir. BM
nezdinde altı istişari statü sahibi olmak üzere sivil toplum örgütlerinin
sayısı 1968 yılında 377 iken bugün 2000’den fazladır. Sivil toplum örgütleri
BM-Ekonomik ve Sosyal Konseyi (EKOSOK) nezdinde alabildikleri istişari statü
sayesinde BM toplantılarına katılabilmekte, konuşma yapabilmekte, belge
dağıtabilmekte, hatta belli koşullar altında BM gündemine madde eklenmesini
dahi önerebilmektedirler. Yine uluslar arası alanda sosyal standartların
sağlanması konusunda İngiltere’nin sivil toplum örgütlerine ayırdığı fon
1893-1993 yılları arasında üç katına çıkmıştır.
Sivil toplum örgütleri ekonomik açıdan bireyler ve
sınıflar arasında oluşan dengesizliği gidermeye yönelik politikalar
geliştirerek sosyal yaşam standartlarının oluşmasına katkıda
bulunmaktadırlar. Bu açıdan devletin yetersiz kaldığı durumlarda sivil
toplum örgütleri politikalar üreterek ya da baskı oluşturarak bazı
sosyoekonomik hakların elde edilmesinde önemli bir rol üstlenebilirler. Bu
durum sivil toplum örgütlerinin uluslararası alanda etkin faaliyet
göstermelerine de yol açmıştır. Ancak yapılan araştırmalarda sosyal
standartların düşük olduğu ülkelerde bireylerin sivil toplum örgütlerine
katılım konusunda isteksiz davrandıklarını göstermektedir.
Günümüzde bir çok ülkede sivil toplum örgütleri önemli faaliyetlere
girişmektedirler. Bazı üçüncü dünya ülkelerinde yoksul mahallelerde
okuma-yazma öğretmeye yönelik komiteler oluşturma, açlık çekenlere gıda ve
sağlık yardımı, dünyanın dikkatini sorunlu bölgelere çekme gibi faaliyetlere
girişmektedirler. Kısacası sivil toplum örgütleri çok kademeli siyasal
sitemde, hem ulusal ve hem de uluslararası düzeyde koalisyon oluşturacak
şekilde örgütlendiklerinde, işbirliğini arttırarak ve politik tartışma
ortamını etkileyerek sosyal politika tercihlerini yönlendirebilirler.
Sonuç
Sosyal standartlar tek yanlı bakış açısıyla
değerlendirilmeyecek kadar karmaşık ve önemli bir konudur. Sosyal
standartların oluşturulmasına yönelik çabalar her ne kadar artmışsa da,
uluslararası kuruluşların hakimiyetinden kurtarılması ve ülkelerin kendi
sosyoekonomik durumlarının da göz önünde bulundurulması gerekir. Bu konuda
genel kanı uluslararası sosyal standartların gerçekleşmesinin çok zor
olduğudur. Sosyal standartların sağlanması konusundaki başarısızlıklar
yürütülecek sosyal politikaların da başarısızlıkla sonuçlanmasına yol
açmaktadır. Bu açıdan sosyal standartlar, hem ulusal hem de uluslararası
olmak üzere paralel bir şekilde yerine getirilen uyumlu, tedbirli ve kendi
içinde uygun bir fakirlik karşıtı programa bağlı ve şartlı olmadıkları
sürece adaletle tutarlı olmayacaklardır. Bütün insanlar tüm ekonomik, sosyal
ve siyasî yapıların işleyişi içinde eşit saygı ve eşit saygınlık
görmedikleri sürece sosyal standartların sağlanması mümkün değildir.
Sosyal konuların uluslararası ticari
görüşmelerin içinde yer alması gerektiğine dair söylemler, henüz
uluslararası alanda yeterli destek görmemektedir. Şimdiye kadar,
küreselleşmenin gidişi “piyasa güçleri”ne bırakılmıştır. Hemen hemen varolan
tüm ulusal ya da uluslararası düzenlemeler sosyal standartların önünde bir
engel oluşturmaktadır. Bundan dolayı evrensel sosyal standartların zorla
kabul ettirilebilmesi için uluslararası hukukun konusu haline getirilme
yönünde çabalar vardır. Teorik varsayımlardan ziyade önemli olan azgelişmiş
ülkelerin, uluslararası alanda kabul edilen “sosyal standartların” hiç
birinin maliyetini karşılamasının mümkün olmadığı gerçeğidir. Bu ülkeler
birçok anlaşma imzalayabilirler. Ancak yükümlülükleri yerine getirmeleri
oldukça zordur. Çünkü sosyal standartlar, ilgili ülkenin refah düzeyine
bağlıdır. Bir ülkenin hükümeti fakirlik gerçeğini yasaklayan ya da sadece
yadsıyan bir uluslararası anlaşmayı imzalamaya zorlanmasıyla zengin durumuna
yükselmez. Bu açıdan sosyal standartları sağlamaya yönelik uluslararası
sözleşmeler uygulamaya geçirilemediği için fazla bir anlam ifade
etmemektedir.
Sosyal standartların sağlanması konusunda
başarı sağlamanın yolu uluslararası alanda bir defalık sağlanan yardımların
ötesinde büyüme sürecinden dışlanmış grupların bu sürece entegre edilmesiyle
mümkün olabilir. Ayrıca sosyal standartları yüksek düzeyde sağlayabilmenin
diğer koşulu toplumsal gündemin üst sıralarına çıkarılması ve öncelikli
hedef olarak belirlenmesidir. Devletin temel amaçlarını ve niteliğini
belirleyen anayasal hükümlerin uygulamaya konulması sosyal standartları
keyfilikten çıkaracağı gibi, hem ulusal ve hem de uluslararası alanda güçlü
bir kamuoyu oluşmasına da katkıda bulunabilecektir.
Sosyal standartların oluşturulmasına
yönelik bütün çabalar, küresel sosyal ve çevresel hedefleri gerçekleştirme
anlamında yapılacak çok şey olduğunu göstermektedir. Yeni sosyoekonomik
düzenin ortaya çıkardığı sorunları çözmek, belki de yıllar sürecek yoğun
çaba ve karşılıklı görüşmeleri gerektirecektir Ancak çevre ve sosyal refah
gibi küresel konular kapsamlı bir çözüm gerektirecek kadar önemli ise, hala
devam eden GATT/WTO, Uluslararası Para Fonu ve Dünya Bankası gibi savaş
sonrası ekonomik kuruluşları ortaya çıkaran büyük çabanın aynısını hak
etmektedir. İlerleme sadece, uzak (ve genellikle masraflı) hedefler üzerinde
fikir birliği oluşturan karşılıklı görüşmeler yoluyla ve bu hedeflere
ulaşmanın araçlarıyla elde edilecektir. Ortak egemenlik, küresel rekabet
ortamında ulusal versiyonlara saplanıp kalmamak bu konuda alınacak
tedbirleri sağlayacak önemli bir yoldur.
KAYNAKÇA
Addison John,T, Siebert W.Stanley, “Recent Developments
in Social Policy in the New European Union”.Industrial & Labor
Relations Review, October 1994, Vol:48.
Arıyörük,
Mehmet Yılmaz, “ Türk Standartları Enstitüsü
“, Ankara, 1995.
Ateşoğulları, Kamil, Uluslar arası Çalışma Örgütü
ve Türkiye, Petrol-İş Yayınları, No: 44, İstanbul 1997.
Barry, B. Welfare, Milton Keynes, Open
University Press. London,1990.
Belen Esra” Dünyada Endüstri İlişkilerinde
Dönüşüm ve Türk Çalışma Hayatı” TİSK İşveren Dergisi, Ocak
2001.
Berger S, Introduction: National Diversity and
Global Capitalism, (Berger S, Dore R, eds.,) Ithaca, Cornell
University Press. 1996.
Bruce Elmslie and William Milberg, "Free Trade and Social
Dumping: The Lessons from the Regulation of U.S. Interstate Commerce,"
Challenge May/June 1996.
Cram, L. “Calling the tune without paying
the piper? Social policy regulation: The role of the European Commission”,
Policy and Politics, Vol:21,1997.
Drew Mahalic and Joan Gambee Mahalic, “The limitation
provisions of the International Convention on the Elimination of All Forms
of Racial Discrimination”, Human Rights Quarterly Vol:9, 1987.
Duncan Parrish,“ Who rules the world? (the International
Monetary Fund, the World Bank and the World Trade Organization)”, New
Statesman, 1999,
April 2.
Ekin,
Nusret;
Küçük İşyerleri ve Sosyal Koruma,
İTO Yayınları,
Yayın No: 1994-28, İstanbul 1994.
Factsheet,
A;“Social Dimensions of the IMF's Policy Dialogue”,
http://www.imf.org/external/np/exr/facts/social.htm
24.5.2002
Greenwood, J.; Representing Interests in the
European Union. New York: St. Martins Press. 1997.
Jones Kent, Contrary Opinion: Who's afraid
of the WTO?, Challenge, Jan/Feb, Vol:41, Issue:1.1998.
Kaushik Basu
“International labor standards and child labor,”
Challenge,
Sept-Oct, 1999.
Michael Lister, “Marshall-ing”
Social and Political Citizenship: Towards a Unified Conception of
Citizenship, Paper prepared for presentation at the Council of
European Studies’ 13th International Conference of Europeanists,
Chicago 14-16 March 2002.
Nyerere Julius, K ; “Are
Universal Social Standart Possible?, “ Development in Pratice,
Vol:9. 1999.
Ramesh Mishra; ” Defending Social Standarts: Why Social
Policy Must Globalize”, Canadian Dimension, Jan/Feb, Vol. 31
Issue 1, 1997.
Selamoğlu, Ahmet, “Yoğunlaşan Sorunlarıyla Küreselleşme”
Küreselleşmenin İnsani Yüzü, Alfa Yayınları, İstanbul 2000.
Senses Fikret,
Küreselleşmenin Öteki Yüzü, Yoksulluk,
İletişim Yayınları, İstanbul 2001.
Steward Frances, Berry Albert;” Globalization,
Liberalization and Inequality: Real Causes”,Challenge, , Vol:
43, Fab2000.
Tonguç ÇOBAN,” Şirketlerin
Sosyal Sorumluluğu ve Çalışma Standartları” Finansal Forum-Özel Ek
27.08.2001.
Trade,
Employment and Labour Standards,
Trade and Labour,
Discussion Paper, February 2001, ILO,
Geneva.
Vander Stichele, M., and
Pennartz, P.; Making it our Business--European NGO
Campaigns on Transnational Organizations, London: Catholic Institute
for International Relations. 1996.
Weiner, A; “Making sense of the new geography of
Citizenship Fragmented Citizenship in the European Union”, Theory and
Society, 26/4, 1997.
World
Bank, World
Development Report,
New York: Oxford University Press, 1997.
Yıldırım
Engin;“Küreselleşme, Refah Devleti ve Risk Toplumu”
Küreselleşmenin İnsani Yüzü,
Alfa Yayınları,
İstanbul, 2000.
Mishra Ramesh;”Defending Social Standarts: Why Social
Policy Must Globalize”, Canadian Dimension,
Jan/Feb,1997,Vol:31, Issue: 1, s.38.
Berger, S . Introduction : National Diversity and Global
Capitalism. (Berger S, Dore R, eds.,) Ithaca,
Cornell University Press. 1996, ss.14-16.
Weiner, A; “Making Sense of the New Geography of Citizenship Fragmented
Citizenship in the European Union”, Theory and Society,
26/4, 1997, ss.534-536.
Bknz, Majone, Giandomenico, a.g.m., s.6
Nyerere Julius, K ; “Are Universal Social Standart Possible?, “
Development in Pratice, Vol:9, 1999, ss.583-586
Michael Lister, “Marshall-ing” Social and Political
Citizenship: Towards a Unified Conception of Citizenship, Paper
prepared for presentation at the Council of European Studies’ 13th
International Conference of Europeanists, Chicago 14-16 March 2002, s.4
Barry, B; Welfare, Milton Keynes, Open University Press,
1990, ss.11-12
Nyerere Julius, K; “Are Universal Social Standart Possible?, “
Development in Pratice, Vol: 9, 1999, s.585.
Nyerere Julius, K, a.g.m, s. 586.
Nyerere, Julius, K ; a.g.m., ss.586
Steward Frances, Berry Albert;
Globalization, Liberalization and Inequality: Real Causes,
Challenge, Fab, 2000,Vol: 43, s.48
Ayrıntılı bilgi için bakınız;
Trade,
Employment and Labour Standards,
Trade and Labour,
Discussion Paper,
February 2001, ILO, Geneva
Mishra Ramseh, “Defending Social Standarts: Why Social
Policy Must Globalize”, Canadian Dimension, Jan/Feb, Vol.
31 Issue 1, 1997. s.39
Duncan Parrish, “ Who Rules the World ? (the International
Monetary Fund, the World Bank and the World Trade Organization)”,
New Statesman, April 2, 1999.
Drew Mahalic and Joan Gambee Mahalic, “'The limitation provisions of the
International Convention on the Elimination of All Forms of Racial
Discrimination”, Human Rights Quarterly, 9, 1987, ss.
83-84.
Bruce Elmslie and William Milberg, "Free Trade and Social Dumping: The
Lessons from the Regulation of U.S. Interstate Commerce,"
Challenge (May/June 1996).
Jones Kent,” Contrary Opinion: Who's afraid of the WTO?”
Challenge, Jan/Feb, Vol:41, Issue:1, 1998, ss.105-106.
Cram, L; Calling the tune without paying the piper? Social Policy
Regulation: The Role of the European Commission. Policy and Politics,
21, 1997, s.140.
Kamil Ateşoğulları, Uluslararası Çalışma Örgütü ve Türkiye,
Petrol-İş Yayınları, No: 44, İstanbul 1997. s.23
Kaushik Basu “International labor standards and child labor,”
Challenge, Sept-Oct, 1999.
Tonguç ÇOBAN, Şirketlerin Sosyal Sorumluluğu ve Çalışma Standartları,
Finansal Forum-Özel Ek, 27.08.2001.
Vander Stichele, M., and Pennartz, P.; Making it our Business--European
NGO Campaigns on Transnational Organizations, London: Catholic Institute
for International Relations. 1996. s. 9
Greenwood; Representing Interests in the European Union,
New York: St. Martins Press. 1997, ss.14-16
|