Sosyal Güvenlik
Üzerine Düşünceler
Mehmet Ali Şule
Bilindiği üzere sosyal güvenliğe ilişkin yeni yasa
tasarısı bu günlerde Mecliste görüşülmeye başlanacaktır. Bu yasa tasarısının
kısa sürede yasalaşıp, uygulamaya konulması da beklenmektedir. Ancak,
toplumun tüm kesimlerini yakından ilgilendiren bu tasarının getirdiği köklü
değişiklikler yeterince bilinmemekte, konu gerek kamuoyunda gerek bilimsel
çevrelerde gerektiğince tartışılmamaktadır. Kuşkusuz, sosyal güvenlik gibi
geniş bir konuyu birkaç sayfalık yazıda tümüyle tartışmanın olanağı
bulunmamaktadır. Böyle bir konuda isabetli sonuçlara varabilmek için, pek
çok bilim alanı içende incelemeler ve irdelemeler yapılmalı, disiplinler
arası tartışmalarla değerlendirilmelere gidilmelidir. Aşağıdaki yazı
birtakım konulara ilişkin tartışmaların bir an önce yapılmasını sağlamak,
yeni fikir oluşumlarına katkıda bulunmak amacıyla yazılmış serbest bir
denemedir.
Son dönemlerde kimi yayın kuruluşlarında sosyal güvenlik
konusu sadece bütçeden karşılanmakta olan açıklarıyla gündeme gelmekte ve
genellikle bu açıkların bir an önce kapatılması dileğinde bulunulmaktadır.
Acaba, daha iyi bir sosyal güvenlik sistemi yaratabilmek için bu açıkların
nedenlerini ya da kimler tarafından meydana getirildiğini de gündeme
getirmek gerekmez mi? Böylece, hem ortaya çıkan açık faturasının ileride
kimlere ödetileceğinin daha adaletli bir saptaması, hem de benzer açıkların
ileriki yıllarda ortaya çıkmasının önlenmesi daha iyi olmaz mı?
Geçenlerde sosyal güvenlikle ilgili bir toplantıda,
değerli bir bilim adamı, yasanın hazırlanması sırasında, toplantılarda bir
Türkçe bilgininde bulunması gerektiğini haklı olarak belirtti gerçekten de,
herkese yönelik bir yasa olan sosyal güvenlik yasasının, toplumun her kesimi
tarafından kolayca anlaşılabilmesi için bu husus son derece isabetlidir.
Ancak, acaba yasanın anlatımının kolayca anlaşılamaması, bu yasanın yabancı
bir takım kuruluşların önerdiği ya da dayattığı uygulama metinlerinin acele
çevirisinden mi kaynaklanmakta olduğunu akla getirmemekte midir?
Kuşkusuz yabancı ülkelerin edindikleri deneyimlerden
yararlanmak önemli ve gereklidir, ancak bu deneyimlerin ülkemiz koşulları
bakımından değerlendirmeden uygulamaya konulması isabetli olur mu? Bu
ülkenin yapısı bilinmeden, ülkede yaşayan insanların davranış biçimleri
tanınmadan, öngörülen kuralların uygulanması başarı olasılığı ne kadar
olabilir? sosyal güvenlik gibi bir konuda çıkarılacak yasanın
hazırlanmasında iktisatçılar yanında sosyolog, psikolog, hukukçu,
istatistikçi, ve hekimlerin de hazır bulunması, bunların toplumun bir ve
bireylerin yasaya karşı tepkilerini öngörmeleri gerekmez mi? Sosyal güvenlik
gibi toplumun tüm katmanlarını geleceğe güven konusunda birleştirecek ortak
bir sitem aceleye getirilebilir ya da birtakım yabancı kuruluşların deneme
yanılma yöntemlerine bırakılabilir mi?
Belirtelim ki, sosyal güvenlik, bir ülkede yaşayan
insanları ve çalışma yaşamını doğrudan ya da dolaylı olarak etkileyen temel
bir sistemdir. Bu bakımdan sosyal güvenliğin unsurlarını oluşturan
çalışanlar, işverenler, emekliler, sosyal güvenlik örgütü, genel ekonomik
yapı gibi tüm öğeler açısından ayrı ayrı incelemeli ve değerlendirilmelidir.
Her öğe açısından iyiyi ve isabetliyi bulmanın, yanında tüm kesimlerce
“ortak olan iyi” ye ulaşmanın yolları aranmalıdır. Bu anlamda daha fazla
kişinin sisteme katılmasının, daha fazla toplam hasıla elde etmenin önemi
unutulmamalıdır.
Emeklilik yaşı konusu. Sosyal güvenlikle ilgili
yayınlarda sıklıkla karşılaşılan görüşlerden biriside, emeklilik yaşının
yükseltilmesi gereğidir. Soruna özellikle sosyal güvenlik açığı açısından
bakan kimi yazarlar, emeklilik döneminde yapılan ödemelerin, dolayısıyla
kurum giderlerinin azalacağını ön görmekte ve bu görüşün isabetli olduğunu
da özellikle Avrupa ülkelerinden emeklilik yaşı örnekleri verilerek dile
getirmektedir. Kanımca bu görüş tartışmaya açıktır. Gelişmiş ve kayıt altına
alınmış çalışma yaşamı bulunan ve ortalama yaşam tabloları yüksek olan bazı
Avrupa ülkelerinde etkili olabilecek bu görüşün ülkemiz bakımından yararlı
olacağını peşinen kabul etme olasılığı yoktur.
Özellikle ülkemizde kayıt dışı çalışma oranının yüksek ve
ortalama yaşam süresinin gelişmiş ülkelere oranla düşük olması bizi konuda
bir kez daha düşünmeye yöneltmiştir. Bireyler açısından uzun dönemli sosyal
sigorta sistemlerine katılmada önemli bir husus, prim ödeme ile aylık alma
süreleri arasında kurulacak adil bir dengedir. Diğer bir deyişle, birey,
sosyal sigorta sisteminden uygun bir biçimde yararlanabileceği düşünürse
sisteme kolaylıkla girer ve prim öder hale gelir. Ülkemizde, bazı işverenler
dahi, yüksek emeklilik yaşına, sanayideki işlerde bedeni çalışması ağır
basanlardan 50 yaşını aşkın işçilerin çalıştırılmadıklarını öngörülerek
karşı çıktıkları göz önüne alınırsa, 50 yaşını çok aşan bir emeklilik
yaşının sosyal güvenlik sistemine zarar vereceği akla gelmektedir. Bu konuda
aksine yapılacak bir zorlama, kişileri sistemin dışına çıkma yolunda
birtakım yasa dışı uygulamalara sevk eder.
Bilinmelidir ki, sosyal sigorta sistemlerinin başarısı,
toplumdaki bireylerin sisteme gönüllü olarak girmek istemeleri ile
sağlanabilir. Bireyleri sistemden kaçma durumunda bırakan, onları zorlayan,
denetleme yükünü ağırlaştıran uygulamalardan yarardan çok zarar getirir.
Bireyler açısından
uzun dönemli sosyal sigorta sistemlerine katılmada önemli bir husus, prim
ödeme ile aylık alma süreleri arasında kurulacak adil bir dengedir.
Çalışanların sosyal sigorta kaydı dışında bulunması,
sosyal güvenlikte elde edilecek hasılayı düşürebileceği gibi, toplum için
ortak iyi olan pek çok konuda, söz gelimi, kamunun vergi kaybı, kayıt içinde
dürüst çalışan ve çalıştıranlarla kayıt dışı çalışan ve çalıştıranlar arası
haksız rekabet, ekonomik sistem düzenlenmesi için gerekli olan bilginin
eksikliği, gelecek güvencesinden yoksun fertler toplumda yarattığı
huzursuzluk, yine bu fertlerin sisteme (borçlanma gibi) bir biçimde
girebilmek için yarattıkları baskı gibi tehditler ortaya çıkacaktır.
Bu gibi nedenlerden ötürü, ülkemiz koşulları bakımdan
emeklilik yaşının yükseltilmesi yerine, uygun bir emeklilik yaşı saptanarak
prim ödeme-aylık alma dengesinin kurulması kanımızca daha isabetli
olacaktır. Böylece, özellikle çalışma yaşamına erkenden girip, erken çıkmak
zorunda kalanlar bakımından sosyal sigorta sistemi bir eziyet haline
dönüşmeyecektir. Söz gelimi, 20 yaşında çalışma yaşamına giren bir kişi,
25-30 yıllık bir çalışmanın ardından 55 yaşında emekli olabilirse, sistemde
yer almayı gönülden isteyecek, sistem kendisi için cazip hale gelecektir.
Bununla beraber, elbetteki, bireyler daha üst yaşlarda emekli olmayı teşvik
edecek uygulamalar geliştirilebilir. Örneğin 55 yaş yerine 60 yaşında emekli
olmayı isteyecekler için daha cazip yaşlılık aylıkları ön görülebilir. Bu
şekilde durumu uygun bireyler için seçenekler yaratılmış olur.
Prim oranlarını yüksekliği sorunu. Sosyal sigorta
sistemimiz bakımından önemli bir şikayet, sigorta primlerinin yüksek
oluşudur. Gerçektende bu durum çalışanlar ve çalıştıranlar tarafından dile
getirilmekte, kayıt dışı çalışmalar açısından önemli bir etken olarak
gösterilmektedir. Bu sorunu gidermek için çalışmalar yapılmalı, prim
oranlarında yapılabilecek azaltmalar, bireylerin kayıt içine girmelerine
etki hesaplanmalıdır. Prim oranlarındaki azalma, daha fazla kişinin sisteme
girmesine ve toplam hasılanın yükselmesine yol açıyorsa, bir an önce bu yola
gidilmelidir. Toplam hasılada olabilecek küçük bir azalma dahil, ortak
bakımdan olumlu olan, kayıt dışında bulunan çalışanların sisteme girmesi,
vergi gelirlerindeki artma gibi nedenlerle bu yol tercih edilmelidir.
Sosyal sigorta
sisteminin başarısı, toplumdaki bireylerin sisteme gönüllü olarak girmeleri
ile sağlanabilir.
Prim ödemelerin üst sınır konusu. Ülkemiz
açısından tartışmamız gereken hususlardan biriside, sigorta primlerinin üst
sınırıdır. Bu uygulamanın katı bir biçimde yerine getirilmesi, bireyler ve
ortak yarar açısından düşünülmelidir. Sosyal sigorta sistemi içinde prim
ödemenin birey bakımından amacı, ileride kendisine ödenecek aylıkların
birikimini sağlamak ve toplumsal dayanışmaya katkıda bulunmaktır. Bu
bağlamda bireylerden alınan primlere kısıtlama getirmek, bireylerin
kendileri için ileride oluşacak aylık birikimlerini engellemek, sistem
bakımından ise daha fazla oluşabilecek hasılayı önlemek anlamına
gelmektedir.
Bu nedenle prim üst sınırın yararı tartışılmalıdır. En
azından prim üst sınırını kaldıran değişik seçenekler üzerinde durulmalıdır.
Bu konuda çarpıcı bir örnek vermek gerekirse, çalışma yaşamı uzun olan,
ancak asgari ücretle çalışmakta olan bir kişi ile çalışma yaşamı 10-15 yılı
geçmeyen ve çok yüksek paralar kazanan bir profesyonel futbolcuyu ele
alalım. Örnekteki ilk kişi, uzun yıllar boyunca kendisi ve toplum için
katkısını yapacak ve emekli olduğunda da, bunun karşılığını alacaktır. Buna
karşılık profesyonel futbolcunun durumunda bir belirsizlik söz konusu
olabilecektir. Profesyonel futbolcu, erken başlamak zorunda kaldığı
mesleğini en fazla 10-15 yıl sürdürebilecektir. Daha sonra ise iş bulma
sorunu ile karşı karşılaşabilecek, çalışamamak ve prim ödememek gibi
sıkıntılar kendisini bekleyecektir. Böylece, beklide bir yılda, asgari
ücretle çalışanın tüm meslek yaşamı boyunca kazandığından fazlasını kazanan
futbolcu, kendisi için yeterli prim ödemesini yapamadığı için yaşlılık
aylığı alamama gibi bir sorun yaşayabilecektir. Üstelik toplumda, onun
ödemek istediği primleri almayarak, futbolcunun katkısından yoksun kalacak,
yaşanan dönemsel finansman sorunlarının da üstesinden gelemeyecektir.
Böyle bir durumu aşabilmek için birtakım matematiksel
hesaplamalara gidilmelidir. Bu türde fazla ödemek isteyen çalışanlara
olanaklar sağlanmalı, onların verimli yıllarının en iyi biçimde
değerlendirilmesi için seçenekler oluşturulmalıdır. Bu konuda her mesleğin
kendi özelliğini ortaya koyan çalışmalar yapılmalı, bu mesleklerde
çalışanların sosyal güvenlik sistemine en iyi biçimde uyumunu sağlayan
modeller öngörülmelidir. Katkı ve yararlanma hesabı düzgün olarak
yapıldığında, farklı uygulamalar, meslekler arasındaki eşitlik açısından bir
sorun çıkarmayacaktır. Aynı katkıyı kendileri için daha kolay, daha farklı
biçimde yapmak isteyen kişi ya da mesleklere bu olanak, değişik seçenekler
halinde sunulabilmelidir.
Bu türde uygulamalar kişilerin sosyal güvenlik sistemine
gönüllü katılımını sağlayacaktır. Böylece değişik meslek grupları arasındaki
farklılıklar gözetilmiş olacak, söz gelimi, çalışma ya erken başlayan ve
erken bitiren sanayide düz işçi ile çalışmaya geç başlayıp, geç bitiren bir
avukatın sosyal güvenlik sistemine ve kendilerine en fazla katkıyı
yaratmaları sağlanabilecektir. Aynı şekilde yukarıdaki profesyonel futbolcu
da, yüksek kazanç sağladığı istisnai yıllarında prim ödemesini yüksek
tutarak emeklilik birikimini bir an önce sağlayabilecek ve geleceğine
güvenle bakıp, emeklilik yaşını bekleyecektir. (elbette ki, bu futbolcu daha
sonra iş bulduğunda, kazancına uygun bir primi ödeyerek zorunlu toplumsal
dayanışmasını sürdürecek ve yaşlılık aylığının da miktarını
yükseltebilecektir. Öte yandan yüksek prim ödeyebilmenin ekonomik sistemi
kayıt altına alma yönünden ortak iyiye katkısı da unutulmamalıdır.)
Kayıt dışılık sorunu. Günümüzde sosyal güvenlik
hemen her kesimi kapsayan bir anlayıştır. Bu bağlamda sosyal güvenliği,
toplumsal dayanışmayı sağlamak için toplumdaki her bireyin kendi gücü
oranında elini taşın altına koyması biçiminde nitelendirebiliriz. Bu
bakımdan, son zamanlarda sosyal güvenliğin açığını azaltmak amacıyla,
özellikle düşük gelirlileri sosyal sigorta kapsamı dışında tutan
yaklaşımlarda tartışılmalıdır.
Bu konuda unutulmaması gereken nokta, sosyal güvenlik
sisteminin, sistemin kendi içinde ve dışında bireyi, toplumu ve içinde yer
alınan ekonomik yapıyı çok çeşitli biçimlerde etkilediğidir. Örneğin kendi
içinde açık vermeyen bir sigorta sisteminin, sistem dışında kalanlara ve
ekonomik yapıya hiçbir yararı bulunmayabilir. Finansman açığı vermeyen bir
durum sistem bakımından avantajlı gibi gözükse de, sistem dışında kalanların
ne halde olduklarını değerlendirmeden bir sonuca varmak isabetli olmaz.
Öncelikle eğer sistem dışında kalanlar sosyal güvenliğin olumsuz
etkilerinden uzak kalıyorsa, bu sistem içinde kalanların da etkileyecek,
aynı toplum içinde huzurlu ve güvenli bir yaşamı engelleyecektir. Öte yandan
sistem dışında kalanlar sürekli olarak sisteme saldıracak, kendilerini de bu
sistemden yararlanmak için her türlü çabayı göstereceklerdir. Bu durum
sistemin kendisini uzun süreli olarak düzgün bir biçimde sürdürmesini
olanaksız kılacaktır. Belirtelim ki, sistemin korumasından yararlanabilmek
için pek çok kişinin sözde evlilikler, boşanmalar, evlatlıklar ya da ahlaka
pek uygun olmayan kimi uygulamalarda bulundukları bilinen bir gerçeklerdir.
Ülkede yaşayanların böylesi uygun olmayan davranışlara
itebilecek sistemin sosyal güvenlik anlayışı içinde yeri olmasa gerekir.
Unutulmamalıdır ki, sosyal güvenlik, herkese tanınmış bir haktır. Bu hakka,
özellikle ekonomik durumu yerinde olmayanların gereksinimleri bulunmaktadır.
Bu nedenle, sosyal güvenlik sistemi kurulurken kimseyi dışlamayan, herkesi
sistem içine sokmaya çalışan bir anlayış seçilmelidir. Çok düşük gelirleri
olan bireylerin dahi sistem içinde yer alması ağlanmalıdır. Böylece bu kişi
dahi sistemin iyiliği için mücadele edecek, sistemin korunması ona ve
ailesine de hizmet edecektir. Bu kişinin sistemi koruması kendi çıkarlarına
da uygun düşecektir. Olabildiğince çok kişinin isteme katılması ise başka
kolaylıklar da sağlayacak, kayıt içi çalışma yaşamının ve ekonomik bilgi
ediniminin yararları tüm toplumda etki yaratacaktır.
Sosyal güvenlikle ilgili bazı düşüncelerimi serbest
biçimde dile getirdiğim bu yazıdaki esas amacım, sosyal güvenlik sistemine
ilişkin köklü değişikliklerin yapıldığı bu günlerde, soysala güvenlikle
ilgili kimi yanlı, kimi cılız ve sınırlı sayıdaki görüşlerin artması
isteğidir. Özellikle sosyal tarafların bu sisteme daha fazla katkıda
bulunmak için öngördükleri hususların dile getirilmesi, sosyal güvenlik
sisteminin kendi toplumumuzun geleceğinin sigortası olması nedeniyle, bu
konuda bütün toplumu düşünmeye sevk etmeli, kendimiz için en iyi çözümleri
tartışarak bulmayı sağlamalıyız. Hastanın hekimi aynı zamanda kendisidir,
teşbihte hata olmaz. |