SOSYAL GELİŞİM DÜZEYLERİ FARKLI
REFAH DEVLETLERİNİN SINIFLANDIRILMASI ÜZERİNE
BİR İNCELEME
Süleyman ÖZDEMİR
ÖZET
II. Dünya Savaşı’nın
ardından ortaya çıkan ve giderek gelişen refah devletlerine paralel bir
şekilde, refah devleti ile ilgili çalışmaların da artmaya başladığı,
özellikle küreselleşmenin doğduğu 1970 ve 1980’li yıllarda bu çalışmaların
daha da önem kazandığı görülmektedir. Giderek artan refah devleti ile ilgili
bu çalışmalarda, farklılaşan refah devleti rejimleri ile ilgili tartışmalar
büyük bir ilgi çekmiş; refah devletlerini sınıflandırma / modellendirme
uğraşısı, son yıllarda karşılaştırmalı sosyal politikanın merkezine
yerleşmiş bulunmaktadır. Araştırmacılar, ülkeleri, değişik rejimler ve
modeller altında (2–8 arası) sınıflandırmaya çalışmaktadır. Ancak, farklı
kişilerce değişik açılardan sınıflandırma çalışmaları yapılmış ve yapılıyor
olsa da, birçok bilimadamı ve araştırmacı tarafından en çok benimsenen
tasnifi, Esping–Andersen’in gerçekleştirdiği görülmektedir.
ABSTRACT
Studies about “welfare state” began to increase parallel to developments of
welfare states after World War II. Especially in 70’s and 80’s, which
globalization began to emerge, these studies gained more importance. Issues
in these studies and debates between researchers on welfare regimes
attracted a big attention of those who concerned. Recently, efforts towards
classification of welfare states located at the center of social policy.
Researchers classified countries under different regimes and models
(differing from 2 to 8 categories). The most adopted one which most of the
researchers and writers cite in their work is the classification made by
Esping–Andersen.
GİRİŞ
Modern refah devletleri
ile ilgili çağdaş çalışmalar 1970’lerde başlamıştır.
Tarih, politika, ekonomi, sosyoloji gibi değişik bilimdallarında uğraş veren
araştırmacılar, bazı ülkelerdeki sosyal politikaların kökeni ve gelişimi ile
uzunca süre ilgilenmişler ve bununla ilgili birçok eserler vermişlerdir. II.
Dünya Savaşı sonrası dönemde, refah devleti konularında bir dizi ufukaçıcı
çalışmalar gerçekleştirilmiştir.
1970’lere gelindiğinde ise, bu konunun teorik boyutları ortaya çıkmaya
başlamıştır.
Bu çalışmaların bir kısmı ise, refah devletlerinin sınıflandırılması /
kategarizasyonu üzerinde durmaktadır.
Refah devletleri
incelendiğinde, uygulamada birbirinden farklı kriterlere dayalı olarak
geliştikleri görülmektedir. Yapılan çalışmalara göre, gelişmiş ülkeler,
sosyal gelişmişlik açısından, belirli nitelik ve kriterlere göre
sınıflandırılmış farklı refah devleti kategorilerine girmektedir.
Gerçekten, bu ülkelere
ve bunların ekonomik ve sosyal gelişimlerinin karmaşıklığına bakıldığında,
farklı refah devletlerinin neden ve nasıl ortaya çıktıkları açıkça
görülmektedir. Bu yüzden, bu konu üzerinde düşünürken hiç unutulmamalıdır
ki, ekonomik, politik ve kültürel koşullara bağlı ulusal farklılıklar hep
var olmuş (hâlâ vardır) ve bu farklılıklar refah rejimlerinin gelişimleri
üzerinde doğrudan etkide bulunmuştur. Yine bu durum, niçin çok sayıda refah
devleti sınıflandırmasının olduğunu ve refah devleti ile ilgili sayısız
yorumların bulunduğunu da açıklamaktadır.
Dolayısıyla bütün bu
hususlar, çok sayıda ve farklı türlerde refah devleti türleri / modelleri /
rejimlerini ortaya çıkarmıştır. Refah rejimleri, neredeyse herbir ülkede
birbirinden oldukça farklı bir biçime bürünmüştür.
Araştırmacılar, kaç tür
refah rejimi olduğunu ve hangi ülkelerin hangi refah rejimleri altında yer
aldığını tespit etmeye çalışmışlardır. İzlenen refah politikalarını takip
etmişler, bu politikaların istatistiksel analizi ile ülkeleri rejim
türlerine göre gruplandırmışlar, rejim türlerini ve refah devletlerinin
gelişimini açıklayıcı teoriler ortaya koymuşlardır.
Ülkeleri bazı
özelliklerine göre gruplandırma, çok güvenilir bir sınıflandırma
olmayacaktır belki, ama bazı sosyal hizmet şablonlarını anlamamıza yardımcı
olacaktır.
Her ülkenin kurumsal yapısı, kendine özel ve farklı bir refah devleti
biçiminin ortaya çıkmasına yol açmaktadır. Örneğin, Japonya başta olmak
üzere, Uzak Doğu’da iş piyasasının değişmez ilkelerinden birisi olan
ömürboyu istihdam garantisi ya da devletin tüm bireyleri istihdam etme
yükümlülüğünü üstlendiği İsveç’deki durum, bu ülkelerde nasıl bir refah
devleti rejiminin oluşturulduğunu belirlemektedir.
Refah sınıflandırması
çalışmaları yapılırken, terminolojide kullanılan terimlerin farklılaştığı
görülmektedir. Kullanılan terimler; refah devletleri (welfare states), refah
rejimleri (welfare regimes), refah dünyaları (worlds of welfare), refah
modelleri (welfare models), refah sistemleri (welfare systems) vb.’dir.
Aslında, bunlar arasında belirgin olmasa da farklılıklar vardır. Örneğin,
Esping–Andersen, çalışmalarının hedefinin refah rejimlerini tespit etmek
olduğuna vurgu yapmakta, refah rejimlerinin, refah devletlerinden daha geniş
bir kavram olduğunu ifade etmektedir.
Diğer yandan, realitede,
hiçbir ülkenin mükemmel şekilde bir kategoriye uygun düşmeyeceği de
unutulmamalıdır. Çünkü, hiçbir ülkenin sosyo–ekonomik yapısı zaman
içerisinde durgun özellikler göstermez, farklı zamanlarda farklı rejim
türleri içerisinde değerlendirilebilir.
Diğer yandan, bir ülke, aynı zamanda birden fazla kategoriye uygun
özellikler de gösterebilir. Örneğin, liberal rejim sınıflandırması altında
yer alan ABD ve İngiltere, aslında aynı gruba kolaylıkla koyulamaz. Çünkü,
İngiltere, İskandinav modeline çok daha yakın olan bir evrensel Ulusal
Sağlık Sistemi (National Health System–NHS)’ne sahiptir.
Aşağıda, refah
devletlerini kategorize etmeye yönelik çalışmalara, özellikle de bunların
içinden açık bir şekilde öne çıkan Gøsta Esping–Andersen’in sınıflandırma
çalışmalarına yer verilecektir.
I. Refah Devleti İle İlgili İlk
Sınıflandırma Girişimleri
Giderek artan refah
devleti ile ilgili çalışmalarda, en çok ilgi, farklılaşan refah devleti
rejimleri ile ilgili tartışmalar üzerinde yoğunlaşmıştır. Refah devletlerini
sınıflandırma / modellendirme uğraşısı, son yıllarda karşılaştırmalı sosyal
politikanın merkezine yerleşmiş bulunmaktadır. Araştırmacılar, ülkeleri,
değişik rejimler ve modeller altında (2–8 arası) sınıflandırmaya
çalışmaktadır. Ancak, refah rejimlerini kategorize etmenin orijin olarak
kime / kimlere kadar gittiği de çok açık değildir.
Aşağıda çok ayrıntılı
bir şekilde ele alınan Gøsta Esping–Andersen’in “üç farklı refah rejimi”ni
ayırteden çalışması ortaya çıkana kadar, farklı kişilerce değişik açılardan,
dünya üzerindeki refah devletlerini sınıflandırma çalışmaları yapılmıştır.
Ancak, refah devleti sistemlerinin sınıflandırılmasına ilişkin olarak,
bilimadamı ve araştırmacılar tarafından en çok benimsenen tasnif,
Esping–Andersen’in “Three Worlds of Welfare Capitalism” adlı kitabında ana
hatları çizilen sınıflandırma olmuştur.
Bu konudaki ilk
çalışmalar, Wilensky ve Lebeaux’un 1958’de yazdığı ve refah devletlerini iki
türe ayıran çalışmaya kadar götürülebilir. Bu iki araştırmacı, sosyal refah
kurumlarına “kalıntı” (residual) ve “kurumsal” (institutional) bir
bakışaçısıyla yaklaşmışlardır. Kalıntı refah rejimi yaklaşımına göre,
normalde refah sağlaması gereken kurumlar olan aile ve piyasa bu işlevini
yerine getiremediğinde, refah sağlama rolü devlete düşmektedir. Kurumsal
refah rejimi yaklaşımına göre ise, normal olan devletin refah sağlama
işlevidir. Bu işlev, modern sanayi toplumlarının en önde gelen görevidir.
Daha sonra, Richard
Titmuss
tarafından refah devletleri farklı bir yaklaşımla üçe ayrılmıştır.
Bu ayrım, refah devletlerini “kalıntı refah modeli” (residual welfare),
“endüstriyel başarı–performans modeli” (industrial achievement–performance),
“kurumsal–yeniden bölüşümcü model” (institutional redistributive) olarak ele
almaktadır.
Kalıntı refah modeli,
muhtaç durumdakilere temel yardım ya da hizmetler sağlamada, devletin
piyasaya müdahale etme rolünü sınırlandırmakta, yalnızca yoksullar için
minimal bir devlet yardımı öngörmektedir. Aynen, Wilensky ve Lebeaux’un
tasnifinde olduğu gibi, iki doğal hizmet sağlayıcı olan piyasa ve aile
başarısız kaldığında, devlet geçici olarak refah sağlamalıdır.
Endüstriyel başarı
modeli ise, daha ziyade sosyal sigorta ilkesine uygulanmaktadır; sosyal
devletin sunduğu yararları, istihdama ve sigorta kurumlarına aidat ödemeye /
katkıda bulunmaya bağlı kılmaktadır. Bireyler, sosyal refah hizmetlerinden
yararlanabilmek için ekonomik olarak aktif çalışıyor olmalıdır. Bu model,
hak etme, kazanılmış statü farklılıkları, çalışma performansı ve verimlilik
temeline dayalı olarak sosyal gereksinimlerin karşılanmasında sosyal refah
kurumlarına önemli bir rol vermektedir. Statükoyu ve var olan ayrıcalıkları
korumayı amaçlamaktadır.
Kurumsal modelde ise,
refah devleti, gereksinime bağlı olarak vatandaşlara evrensel hizmetler
sağlamaktadır. Bunun için devlet, yeniden dağıtıcı sosyal politikalar
uygulayarak, evrensel hakları garanti ederek ve bütün vatandaşlara kamu
hizmetleri sağlayarak, piyasanın geliri paylaştırmasına müdahale etmektedir.
Bu modelin amacı, eşitlik, sosyal bütünleşme ve dayanışmayı gerçekleştirmek,
aynı zamanda da damgalamayla birlikte gelen kötü etkileri bertaraf etmektir.
Refah devletlerini
sınıflandırmada kullanılan bir diğer yaygın ayrım, sosyal koruma sağlamada
finansmanı kimin üstlendiğine göre devletleri üçe ayırmaktadır. Bunlar
kısaca, her çalışanın sosyal refah hakkını, kendisinin ya da işvereninin
ödediği katkıya bağlı kılan “Bismarck Modeli” (Bismarckian Model); bir
ülkenin tüm nüfusuna yönelik genel bir sigorta anlamına gelen “Beveridge
Modeli” (Beveridgian Model) ile bu ikisinin karışımından oluşan “Karma
Model” (Hybrid Model)’dir.
Furniss ve Tilton
da yine üç tür refah rejimi ayrımı yapmıştır. Bunlar; “pozitif devlet”
(positive state), “sosyal güvenlik devleti” (the social security state) ve
“sosyal refah devleti” (social welfare state)’dir. Bu üç rejim tipine örnek
olarak ABD, İngiltere ve İsveç’i örnek olarak göstermişlerdir. Bu rejimlerin
herbiri, farklı araçlar, müdahale biçimleri, yararlanan gruplar ve farklı
sosyal politika vizyonuna sahiptir.
Cinsiyete dayalı olarak
refah devletlerini sınıflandıran çalışmalar da vardır. Jane Lewis, bazı
Avrupa refah devletlerini karşılaştıran alternatif bir tipoloji inşa
etmiştir.
Bu tipoloji, “ekmeği kazanan erkek modeli” (male–breadwinner
model) çevresinde çeşitli benzerliklere sahip bu ülkelerin sosyal
politikalarının, cinsiyet ayrımına dayalı “ekmek kazanan erkek” ve “ev
işleri yapan kadın” ayrımı etrafında yapılandığını ifade etmektedir. Lewis,
bu tür refah rejimlerini üç başlık altında sınıflandırmaktadır: “güçlü”,
“ılımlı” ve “zayıf” ekmeği kazanan erkek modeli. Bu sınıflandırmaya göre
Lewis, kadınlara yönelik açık ayrımcılık biçimlerinin birçoğunun
kaldırılmasına rağmen, İngiltere’yi güçlü bir “ekmeği kazanan erkek devleti”
olarak görmektedir. Lewis’in sınıflandırmasında, Fransa, “ekmeği kazanan
erkek devleti” anlamında ılımlı bir devlet olarak karakterize edilmiş, İsveç
ise en zayıf erkek merkezli ülke olarak tespit edilmiştir.
Benzer bir katkıyı
Orloff
da geliştirmiştir. O da, mevcut sosyal politika önlemlerinin cinsiyet
farkları açısından ele alınmasına daha fazla duyarlı olacak rejimleri öneren
feminist anlayış ile mevcut temel anlayışı uzlaştırmanın yollarını
aramaktadır. Orloff, refah dağıtımının bir boyutu olarak aileye, ücretli ve
ücretsiz işgücü açılarından cinsiyete dayalı devlet tutumuna ve refah
vatandaşlığı ve dekomüdifikasyonla alakalı yaygın kavramların cinsiyet
farkları açısından körlüğüne dikkatleri çekmektedir.
Alexander Hicks de,
refah rejimlerinin en iyi şekilde iki türe indirgenerek
sınıflandırılabileceğini öne sürmektedir. Onun sınıflandırmasına göre,
Esping–Andersen’in ilk iki kategorisi (sosyal demokrat ve liberal refah
rejimleri) temel olarak iki boyuta sahiptir; bunlar evrensel yararlar ve
gelir araştırmasıdır (income–test). Bu boyutlar, birisinde zayıf, diğerinde
ise kuvvetlidir. Sosyal demokratik ülkelerde herkese yönelik “düz oranlı”
yararlar sözkonusudur, bu yüzden gelir araştırması programları kullanılmaz.
Liberal ülkelerde ise emeklilik maaşları ve sağlık sigortası özel sektöre
dayanmaktadır. Bu ikisi birlikte, Hicks’in sınıflandırmasında “gelişimci
liberalizm” (progressive liberalism) ismini almakta, ikinci tür ise
“geleneksel muhafazakarlık” (traditional conservatism) olarak
adlandırılmaktadır. Geleneksel muhafazakarlık, Esping–Andersen’dekinden
(muhafazakar–Kıta Avrupası refah rejimleri) farklı olarak, cömert ve uzun
ömürlü işsizlik ödenekleri, işverenlerin sosyal sigorta vergi yükleri, toplu
pazarlık kapsamının genişlemesi üzerinde de durmaktadır.
Bir başka refah rejim
çalışması, çok yakınlarda Wildeboer Schut
ve arkadaşları tarafından yapılmıştır. Daha farklı değişkenler kullanan bu
araştırmacıların ulaştığı sonuç da, Esping–Andersen’in çalışmasında olduğu
gibi, üç tür refah rejiminin (artı Hollanda – hem korporatist özellikler hem
de sosyal demokratik özellikler göstermektedir) varlığı olmuştur.
Bütün bu çalışmaların
yanısıra, birçok araştırmacının, Esping–Andersen’in tipolojisini spesifik
programlara veya program gruplarına uygulamaya çalıştığı görülmektedir.
Kimi durumda, Esping–Andersen’in refah rejim türleri ile elde edilen
bulgular başarılı bir şekilde uygunluk göstermiş, kimi durumda ise
göstermemiştir. Bu araştırmaların hatası, refahın bir bütün olarak (yani çok
değişkenli olarak) incelenmesinin kaçırılmış olmasıdır.
II. EspIng–Andersen’in Temel Üçlü
Sınıflandırması
Refah devletlerini
gruplandırmada başvurulacak temel klasik kaynakların başında, Gøsta
Esping–Andersen’in oldukça ünlü olan iki çalışması
gelmektedir.
Şimdi klasik hale gelen ilk kitabında, Esping–Andersen, çok geniş bir
kurumlar ve programlar dizisinden oluşan refah devletlerine yönelik yeni bir
kavramlaştırma çalışması yapmış, bunu “refah rejimleri” (welfare regimes)
terimi ile ifade etmiştir.
Esping–Andersen,
kitabında 3 tür refah rejimi ayrımı yapmaktadır. Liberal refah modeli (ABD,
İngiltere), muhafazakar veya Kıta Avrupası refah modeli (Fransa, Almanya,
Belçika) ve sosyal–demokratik veya İskandinav refah modeli (İsveç,
Danimarka). Aslında, bu üç yeni refah rejiminin, Titmuss’un üç rejimi ile
benzerliği dikkatleri çekmektedir. “Liberal model” ile “kalıntı modeli”,
“muhafazakar model” ile “endüstriyel başarı–performans modeli”, “sosyal
demokratik model” ile “kurumsal yeniden bölüşümcü model” arasında
benzerlikler vardır. Aradaki temel farklılık, Titmuss’un refah devletine
daha dar bir bakışaçısı ile yaklaşması, Esping–Andersen’in ise,
devlet–piyasa bağını içerecek şekilde sınırları genişletmesidir.
Tablo SEQ Table \*
ARABIC 1: Esping–Andersen’in Üç Tür Refah Kapitalizmi
Rejim |
“Liberal” |
“Muhafazakar” |
“Sosyal Demokrat” |
Önde gelen örnekleri |
ABD, İngiltere |
Almanya |
İsveç |
Felsefi temeli |
Klasik liberalizm |
Muhafazakar sosyal politika |
Sosyalizm / Marksizm |
Dekomüdifikasyon |
Düşük |
Orta |
Yüksek |
Sosyal haklar |
Gereksinim temelli |
Katkıya dayalı |
Evrensel |
Refah önlemleri |
Karma hizmetler |
Transfer ödemeleri |
Kamu hizmetleri |
Haklar |
Düz oranlı ödenekler |
Katkıya dayalı |
Yeniden dağıtıcı |
Sosyal politika sağlayan kurumlar |
Piyasa
(kalıntısal) |
Devlet
(mesleksel) |
Devlet
(evrensel) |
Kaynak:
Bernhard Ebbinghaus, Philip Manow, “Introduction: Studying Varieties of
Welfare Capitalism”, Comparing Welfare Capitalism: Social Policy and
Political Economy in Europe, Japan and the USA, London: Routledge, 2001,
p. 8. & Rebecca A. Van Voorhis, “Different Types of Welfare States? A
Methodological Deconstruction of Comparative Research”, Journal of
Sociology and Social Welfare, Vol.: XXIX, No: 4, December 2002, p. 5.
Esping–Andersen’in üçlü rejim sınıflandırmasındaki ayrımın temeli, refah
devletlerinin üzerine inşa edildiği farklı mantıkta yatmaktadır. Kuzey
Avrupa ülkelerinde yaygın olan sosyal demokratik refah modeli (İskandinav
modeli), sağlık vb.’yi piyasa ilişkilerinden bağımsız kılmaya çalışmaktadır.
Evrensel bir hak talepleri sistemine dayanmaktadır.
Kıta Avrupası’nın
muhafazakar refah devleti sistemi ise, korporatist bir sistemdir; sosyal
hakları piyasadan dekomüdife etmemesine rağmen, yine de piyasanın sınırlı
bir eleştirisini içermektedir (“sosyal piyasa ekonomisi”). Evrensel bir
sistem yerine, sigorta sistemi ve varlık araştırmasına (means–test)
dayalıdır. Piyasa risklerinden sistematik olarak korunmayı getirse dahi,
hâlâ sosyal eşitsizlikler üretmeye eğilimlidir.
Anglo Amerikan
demokrasilerinde geçerli olan liberal (veya piyasa merkezli) model ise,
klasik yoksulluk yasalarının bir uzantısıdır ve basit anlamıyla piyasadan
kaynaklanabilecek olumsuz etkilere tampon olmaya çalışmakta ve büyük oranda
refahın özel olarak örgütlenmesine dayanmaktadır.
Esping–Andersen’e göre,
refah rejimleri arasındaki en temel farklılıklar, üç politik geleneği
yansıtmaktadır. Liberal görüş sahipleri “kalıntı” (residual) bir refah
devleti anlayışını (devlet, çalışma müşevviklerini ve bireysel tercihi
sınırlayarak “özgür” piyasalara müdahale etmemelidir); Muhafazakar ve
Hristiyan Demokrat görüş sahipleri “para yardımıyla destekleme”
(subsidiarity) anlayışını; Sosyal–Demokrat görüş sahipleri ise “evrensel”
(universal) ve “yeniden dağıtıcı” (redistributive) bir refah devleti
anlayışını önplanda tutmaktadır.
Liberal refah devleti,
bireysel kendi kendine yardım ve piyasa kazançlarına müdahale etmemek için,
bütün vatandaşlarına görece olarak düşük düz oranlı yararlar sunmakta,
dolayısıyla, dekomüdifikasyon düzeyi (sosyal gereksinimlerin, örneğin devlet
gibi piyasa dışı kurumlar tarafından sağlanabilmesi) düşük bulunmaktadır.
Muhafazakar refah devletleri ise orta düzeyde bir dekomüdifikasyon düzeyine
sahiptir. Bu devletler, değişik mesleki ya da sosyal gruplara, büyük oranda
istihdam ve katkıya dayalı geniş sosyal transfer ödemeleri sağlamaktadır.
Son olarak, Sosyal Demokratik işçi hareketleri (diğer sosyal gruplarla,
özellikle çiftçilerle birlikte), tüm vatandaşlara evrensel sosyal yararlar
ve geniş kamu hizmetleri sağlayan evrensel İskandinav refah devletlerini
doğurmuştur.
Aşağıda, hakkında şu ana
kadar bir miktar bilgi verilen Esping–Andersen’in üç tür refah rejimi tek
tek ele alınacak, daha sonra bu sınıflandırma girişimine yönelik çeşitli
eleştiriler ve katkılara yer verilecektir.
Tablo SEQ Table \*
ARABIC 2: Esping–Andersen’in Değişen Refah Devleti Sınıflandırması
1990’da Yaptığı Sınıflandırma |
Sosyal Demokrat
: Norveç, İsveç,
Danimarka, Finlandiya, Hollanda
Liberal
: Amerika,
Kanada, İsviçre, Avustralya, Japonya
Muhafazakar
: İtalya,
Fransa, Avusturya, Almanya, Belçika
Sınıflanmayanlar
: İrlanda, Yeni
Zelanda, İngiltere |
1999’da Yaptığı Sınıflandırma |
Evrensel
: Danimarka,
Norveç, İsveç, Finlandiya, Hollanda ve
(bir dereceye kadar) İngiltere
Kalıntı
: Avustralya,
Kanada, Yeni Zelanda, Amerika ve
(bir dereceye
kadar) İngiltere
Sosyal Sigorta :
Avusturya, Belçika,
Fransa, Almanya, İtalya, Japonya
Sınıflanmayan
: İrlanda,
İsviçre |
Kaynak:
Gøsta Esping–Andersen, The Three Worlds of Welfare Capitalism,
Princeton–N.J.: Princeton University Press, 1990, p. 74. & Gøsta
Esping–Andersen, Social Foundations of Postindustrial Economies, New
York: Oxford University Press, 1999, pp. 85–86.
A. Liberal Refah Rejimleri
Esping–Andersen, refah
rejimlerini 3 genel gruba ayırmaktadır. Bunlardan birisi olan “liberal refah
rejimleri” (liberal welfare regimes), “kalıntı refah rejimleri” ve
“Anglo–Sakson model” olarak da adlandırılmakta ve piyasa mantığı tarafından
şekillenmektedir. Devletin vatandaşlara sağladığı yararlar asgari düzeyde
olup, genellikle gelir araştırmasına bağlıdır ve yararlananları
damgalayıcıdır. Eğilimi, daha az harcama yönünde olup, ABD, Kanada ve
Avustralya bu türün önde gelen örnekleridir. İngiltere ve Yeni Zelanda da
bir dereceye kadar bu tür refah rejimine sahiptir.
Liberal refah
devletlerinde, vatandaşlar esas itibariyle bireysel piyasa aktörlerini
meydana getirirler. Piyasa ilişkilerini sosyal haklarla değiştirmek
konusunda isteksizlik vardır ve vatandaşlar kendi refahlarını piyasada
aramaları için teşvik edilirler. Devlet, son çare olarak başvurulacak bir
merci görevi üstlendiğinden, yalnızca en kötü durumda olanlara gelir
transferi yapılmakta, dolayısıyla temel sosyal yardım programları gelir
araştırmasına (income–test)
başvurmayı gerekli kılmakta ve sosyal sigorta yararları oldukça mütevazi
bulunmaktadır.
Bu ülkelerde devlet,
İskandinav ülkelerinde olduğu gibi, ne tam istihdam amacına sahiptir, ne de
muhafazakar ülkelerde olduğu gibi, sosyal sorunlarla karşılaşıldığında
tazmin etme / gidermeyi öngörmektedir. Devlet, her yol tüketildikten sonra
hâlâ sosyal sorunu gideremeyenlerin başvuracağı bir son çare, bir telafi
merciidir.
Liberal refah rejimi
kapsamındaki ülkelerde, sosyal demokrat refah rejimi ülkelerinden farklı
olarak, kamu sektörü istihdamının düşük, özel sektör istihdamının ise OECD
ortalamasının üzerinde olduğu görülmektedir. Kadınların işgücüne katılım
oranları görece olarak yüksektir. Vergi oranları düşük düzeylidir. Sınırlı
refah devleti olanakları dolayısıyla da herhangi bir finansman krizi ile
karşılaşılmamaktadır. Sendikaların genel olarak güçsüzleştiği bu ülkelerde,
ücretler arasında orta ya da yüksek düzeyde farklılıklar, gelir dağılımında
da adaletsizlik gözlenmektedir. Temel sorunları ise, artan sosyal eşitsizlik
ve yoksulluktur. Sınırlı ya da orta düzeyli sosyal refah harcamalarının
sözkonusu olduğu liberal refah rejimlerinde, sosyal refah programlarının
geliri telafi özelliği oldukça sınırlıdır, yalnızca minimum gelir garantisi
sağlamaktadır. Bu modele zaman zaman “gece bekçisi devleti” olarak
değinilmektedir, çünkü devlet sadece çok sınırlı bir düzeyde müdahalede
bulunmaktadır.
Sonuç olarak, liberal
refah modeli, piyasa çözümlerine yönelmekte, özel refah önlemlerini norm
olarak teşvik etme stratejisi izlemekte, piyasa başarısızlıklarında kamu
sorumluluğunu sınırlandırmaktadır. Ulusal sağlık hizmeti hariç, hakim
anlayış, devletin yalnızca muhtaç durumda olanları seçerek, onlara yarar
sunması anlamına gelen kalıntı refah devleti yaklaşımıdır. Dolayısıyla,
gelir araştırmalarının gittikçe zorlaştırılmasıyla, vatandaşlar özel refah
piyasasına katılmaya teşvik edilmektedir. Çalışma yaşamı dışında kalan
insanlara yönelik sosyal refah hizmetleri, ancak muhtaç olup olunmadığının
araştırılması sonucunda sözkonusu olabilmekte ve son derece minimum düzeyde
bulunmaktadır.
Anglo–Sakson refah
ülkelerinden İngiltere’ye bakılırsa, bu ülkenin mütevazi koruma düzeyleri,
güçlü komüdifikasyon teşvikleri ve hedef kitleye yönelik düzenlemeleri ile
tanındığı görülmektedir. İngiltere’de ortalama sosyal harcamaların AB
ortalamasının üzerinde olduğu doğrudur. Ulusal Sağlık sistemi bütün nüfusun
ihtiyaçlarını karşılar ve sunulan yararlar görece olarak geniştir. Ancak,
İngiliz refah devletinin kurumsal mantığı, diğer Sosyal Avrupa türlerinden
farklıdır. “Beveridge” tarzı yararların düz–oranlı yapısı ve bunlarda kapsam
açısından gözlenen kaçaklar, 1980’ler boyunca muhafazakar hükümetlerin
sosyal korumanın sinsice kalıntısallaşmasını (yani devletin en son çare
olarak başvurulacak bir kurum haline gelmesini) ve düşük ücretli–düşük
nitelikli işlerin genişlemesini desteklemelerine yol açmıştır. Evrensel
yararlar erimeye terkedilmiş, orta sınıflar devletçe yürütülmeyen özel
sigorta sektörüne (örneğin emeklilik aylıklarında) yönlendirilmiş ve gelir
testine (araştırmasına) dayalı yararlar önemli oranda artırılmıştır. Düşük
ücretli işçilerin gelirlerine ek olarak da ücret destekleri ortaya
çıkmıştır. Evrensel desteğin erimesi, diğer Avrupa ülkelerinin
karşılaştıkları maliyet problemlerine bir çözüm olarak kabul edilmiştir.
Ücret desteği, özel istihdamda genişlemeyi (özellikle hizmet sektörü)
beslemiştir. Ancak, eşitsizlik ve yoksulluk düzeyleri de son derece
artmıştır.
B. Muhafazakar–Korporatist Refah Rejimleri
Avusturya, Fransa,
Almanya, İtalya ve Belçika bu türe uygun düşecek refah sistemlerine
sahiptir. Almanya, genelde bu türle ilgili değerlendirmelerde ele alınan
temel örnektir.
Bu rejim tipi birçok
farklı ad alır; “muhafazakar–korporatist refah rejimleri”
(conservative–corporatist welfare regimes), “sosyal sigorta modeli”, “Kıta
Avrupası modeli”, “kurumsal refah rejimleri”, “Bismark ülkeleri modeli”,
“Alman modeli” ve daha yakın zamanlarda ise “Hristiyan Demokratik rejimler”
gibi.
Terimin klasik Avrupa
bakışaçısından anlamı muhafazakarlıktır, çünkü kapitalizm öncesi kökenlerini
Kıta Avrupası’nın kraliyet rejiminin elitlerinde bulmak mümkündür. Orijini
itibariyle anti–liberaldir,
çünkü piyasa verimliliğinden çok, geçmişten miras kalmış hiyerarşik sosyal
düzeni muhafaza etmekle daha çok ilgili bulunmaktadır. Sosyal haklar
geniştir ve özel refah düzenlemelerinin (piyasa) yalnızca marjinal bir rolü
sözkonusudur.
Diğer yandan, bu rejim
türü korporatistir, çünkü en azından kökenlerine bakıldığında, bu haklar ve
ayrıcalıkların sınıf ve statü bazında farklılıklar gösterdiği ve gelirin
yeniden dağılımının marjinal olduğu görülmektedir. Bu devletler, bir yandan
piyasanın önceliğini reddeden, diğer yandan devlet yardımı prensibi üzerine
vurgu yapan ve sosyal refahın merkezi olarak ailenin önceliğini esas alan
Hristiyan Demokratik (örneğin Katolik) doktrinler tarafından güçlü bir
şekilde etkilenmişlerdir. Bu ülkelerdeki sosyal harcamalar, liberal refah
devletlerdekinden önemli bir oranda daha fazladır ve gelir transferleri,
erkek aile reislerinin gelir gereksinimlerini karşılamada yeterlidir.
Kadının istihdamını (çocuklarına kreş hizmetleri sunarak) ve kadınlara iş
sağlamayı kolaylaştıran sosyal hizmetler mütevazidir. Hem toplam istihdam
düzeyi, hem de kadınların işgücüne katılım oranları düşüktür.
Bu modeli benimseyen
ülkeler, çalışma hakkı, yani istihdamı yüksek tutma hedefi yerine, sosyal
güvenlik hakkını, yani sosyal sorunları sosyal güvenlik yoluyla giderme
yöntemini benimsemişlerdir. Ancak, sosyal güvenlik hakkı da yine çalışma ve
gelir düzeyiyle ilgilidir. Devlet, çeşitli nedenlerle gelir kaybına uğrayan
bireylere, çözüm olarak yeni istihdam olanakları sunma yerine, çözümü tazmin
ve telafi edici politikalarda aramaktadır. Dolayısıyla devlet, bireyleri iş
piyasasına giriş ve orada kalmaya teşvik edecekken, iş piyasasından çıkışa
ve hatta piyasaya girmemeye teşvik etmektedir.
Öte yandan, “muhafazakar
/ korporatist refah devletleri”, piyasayla irtibatı anlamında daha az
bağımlıdır, fakat vatandaşlarına sağladığı yararlar bakımından kademeli bir
süreç sözkonusudur ve yeniden dağıtıcı etkisi çok önemsiz bulunmaktadır.
Birçok durumda, bu korporatist rejimler Kilise gelenekleri tarafından
biçimlendirilmektedir. Kilise ile bu yakınlık, onların aileye ve cinsiyete
karşı muhafazakar tutumlarını belirleme yanında, sosyal politikaya olan
bakışaçılarında da belirleyici olmaktadır.
Genelde, doğrudan bir
şekilde olmasa da, devlet bu tür rejimlerde önemli bir kurumdur. Finansal
refah olanakları, vergilere dayanmaktan ziyade, sosyal sigorta ilkesine
dayanmakta, bu tür refah sistemlerinin Katolik partilerin tarihsel olarak
güçlü olduğu ve sol partilerin de görece zayıf olduğu ülkelerde ortaya
çıktığı belirtilmektedir.
Kıta Avrupası refah
modelinin herkesçe bilinen özelliği, refah sorumluluğunda geleneksel aileye
verdiği önemdir. Aile, muhafazakarlar için toplumsal yaşamdaki en önemli ve
en temel kurumdur. Bu husus, en güçlü olarak Güney Avrupa ülkelerinde, en
zayıf olarak da Belçika ve Fransa’da gözlenebilir. Bundan dolayı, ekmeği
kazanan erkek çok büyük değer yüklenmektedir. Evli kadınların iş piyasasına
katılımı teşvik görmemektedir. Aile yanında, istihdamla bağlantılı sosyal
sigorta da insanları korur. Bu ülkelerde, aynı zamanda güçlü bir istihdam
garantisi de sözkonusudur. Ancak, sosyal sigorta, kadınlara ve düzensiz iş
kariyeri olan işçilere yetersiz güvenlik sağladığı için eleştirilmektedir.
Muhafazakar görüş
sahiplerinin aslında refah devletine bakışının çok da olumlu olmadığı
bilinmektedir. Bunun başlıca nedeni, refah devletinin, başta toplumu
birarada tutan ve değerlerin kuşaktan kuşağa aktarılmasında başat bir rol
oynayan ailenin bozulmasına yol açması, diğer taraftan kilisenin, gönüllü
kuruluşların ve yerel yönetimlerin gerilemesine neden olmasıdır. Bu görüşe
göre, refah devletinin büyümesi ile aile yapısının parçalanması arasında
doğrudan bir ilişki sözkonusudur.
Aile ve diğer sosyal
politika sağlayıcı kurumlar yerine, devletin sosyal refah hizmetlerini
sunmaya başlaması ile birlikte, insanlar, bu tür devlet olanaklarını bir hak
olarak görmeye başlamış ve bunları devletten beklemeye başlamıştır.
Gereksinim sahiplerine ayni ve nakdi olarak sağlanan bu tür refah devleti
olanaklarının genişlemesi, eşlerin birbirlerinden boşanmalarına, bazı
babaların eş ve çocuklarına olan sorumluluklarını yerine getirmemelerine,
yalnız yaşayan ebeveynlerin sayısının artmasına, nikahsız doğan çocukların
ve genç yaşta hamile kalan kızların sayılarının sürekli büyümesine vb. yol
açmıştır.
Kıta Avrupası’nda,
sigorta bazlı geliri telafi edici düzenler sözkonusu olduğundan, hizmetler
esas itibariyle katkıya dayalı finans sistemiyle yürütülmektedir. Cömert
sigorta hakları (emeklilik sistemleri), standart işçi ücretlerinden yüksek
katkı paylarının kesilmesini gerektirmektedir. Yüksek katkı payları,
işletmeleri istihdam yaratmaktan alıkoymakta, işçilerin erken emekliliği
için baskılar oluşturmakta ve yeni istihdam olanaklarının ortaya çıkmasını
engellemektedir. Mali yük oluşturması nedeniyle hem kamu sektöründe, hem de
yüksek ücret yapıları nedeniyle özel sektörde artırılamayan istihdam
olanakları, ücret maliyetlerini daha da yükselten pasif gelir koruma
planları (işsizlik, hastalık, sakatlık ve erken emeklilik planları)
dolayısıyla daha da düşmüştür.
C. Sosyal Demokrat Refah Rejimleri
“Sosyal demokrat refah
rejimleri” (social democratic welfare regimes), “evrensel refah rejimleri”,
“İskandinav modeli” ya da “modern refah rejimleri” olarak da
adlandırılmaktadır. Bu rejim türünün öndegelen ülkesi İsveç’tir. Bu nedenle
“İsveç Modeli” adıyla anıldığı da olmaktadır. Diğer ülkeler ise Norveç,
Danimarka, Hollanda ve Finlandiya’dır.
Bu tür rejimlerde öne
çıkan ilkeler, evrensellik, sosyal dayanışma ve sınıflar arasında
eşitliktir. Yararlar, büyük oranda, yüksek vergi düzeyleri getiren ve temel
refah aktörü durumunda olan devlet tarafından sağlanmaktadır. Orta sınıf ve
çalışan sınıf için yüksek yararlar sözkonusudur.
Minimum gereksinimlerin karşılanmasına dayalı bir eşitlikten ziyade,
gereksinimlerin yüksek düzeyde karşılanması ile oluşacak eşitliği hedefleyen
bir refah devleti anlayışı hakimdir.
Bu modelde aynı zamanda, sosyal eşitlikle ekonomik etkinliğin en iyi şekilde
kombine edildiği de gözlenmektedir.
Sosyal demokratik refah
devletleri, devletin yoğun sosyal haklar sağladığı, özel refah
düzenlemelerinin ise marjinal bir düzeyde olduğu bir toplum modelini temsil
etmektedir. Ancak, haklar korporatist olmaktan ziyade evrenseldir,
dolayısıyla statü farklılıklarını korumadan ziyade, vatandaşların eşitliğini
vurgulamaktadır. Bu nedenle, Kıta Avrupası modelinin tersine, gelirin
yeniden dağıtımı ve herkese yüksek düzeyde gelir güvencesi sağlama üzerinde
önemle durulmaktadır.
Bu ülkelerde toplam
istihdam düzeyi yüksektir. Devletin öncelikli sosyal politikalarının başında
tam istihdam politikaları gelmektedir. Bu modelde, refah devleti
uygulamalarının odağı iş piyasalarıdır. İstihdam içinde kamu istihdamı, OECD
ülkeleri ortalamasının iki katıdır (ancak, özel sektör istihdamı ise
ortalamanın biraz altındadır). Kadınların işgücüne katılım oranları
yüksektir. Bu nedenlerden ötürü, “istihdam genişletici refah devleti modeli”
ya da “tam istihdam sağlayıcı refah devleti modeli” olarak da
adlandırılmaktadır.
Yine, yüksek vergi
oranları sözkonusudur. Güçlü sendikalar, düşük vasıflı işçilerin dahi görece
yüksek ücretler almalarına, dolayısıyla gelir dağılımının daha adil bir
şekilde gerçekleşmesine katkıda bulunmaktadır. İşsizlik, yaşlılık ve refah
önlemleri gerektiren diğer durumlarda, cömert bir sosyal refah devleti
anlayışı ile hareket edilmektedir.
İskandinav refah modeli,
devlete verdiği önem ile uluslararası alanda eşsizdir. Ailelerin
güçlendirilmesini ve bireylerin daha fazla bağımsız olmalarını
amaçlamaktadır. Aynı zamanda, vatandaşların refah gereksinimlerini, mümkün
olduğunca piyasadan bağımsız kılmaya (dekomüdife etmeye) çalışmaktadır. Bu
modelin üç karakteristiği vardır: Evrensel gelir garantisi, sosyal sigorta
ve son derece gelişmiş hizmetler (çocuk, özürlü ve yaşlılara yönelik).
İskandinav refah rejimleri, devlet gelirleri ve harcamalarına bağlıdır.
Belçika ile birlikte İskandinav ülkeleri, yaşlı ve çocukların yoksulluğunu
asgariye indirebilmiş az miktardaki OECD ülkeleri arasında yer almaktadır.
Örneğin, İsveç’te yaşlıların yalnızca % 0,5’i, Finlandiya’da % 4’ü,
Norveç’te ise % 5’i yoksulluk sınırının altındadır.
Bu ülkelerin önemli ve
dikkati çekici bir özelliği, önleyici tedbirlere yapılan oldukça başarılı
yatırımlardır. Diğer bir özelliği ise, diğer Avrupa ülkelerinden farklı
olarak, yaşlılardan daha çok gençlere yönelik sosyal politika uygulamalarına
ağırlık vermeleridir.
İskandinavya ülkeleri,
1990’lı yıllardan beri, yüksek ve artan maliyetli cömert programları ve iş
piyasalarının (özel istihdam için daha fazla talep yaratılmasına yardımcı
olunmasını) yeniden yapılandırılmasını isteyen baskılarla boğuşmaktadır.
Halkın, refah devletine verdiği yüksek seviyede destek dolayısıyla, bu
ülkedeki reform çabaları, daha pragmatik ve problem çözücüdür. Bu yaklaşım
temel olarak, maliyetlerin düşürülmesi konusu üzerinde durmuştur. Bu açıdan
bakıldığında, evrensel sosyal yararların önemli derecede sorgulanmadığı,
ancak, emeklilik maaşları noktasında Bismarkyen geleneğe doğru önemli
adımlar atıldığı görülmüştür. Primler ve ivazlar arasındaki ilişki hem
İsveç’te hem de Finlandiya’da kuvvetlendirilmiştir.
D. Genel Değerlendirme
Refah devleti büyüklüğü
açısından bir sıralama yapılırsa, genelde İsveç, Danimarka ve Norveç’in
üstlerde, ABD, Avustralya ve Yeni Zelanda’nın ise altlarda yer aldığı
görülmektedir. İngiltere ise ortanın biraz altında bir yerdedir. Refah
modelleri açısından sıralama yapılırsa, Esping–Andersen’in yaptığı geçerli
sınıflandırmaya göre, “sosyal demokrat refah modeli”, sıralamanın üstünde
yer almakta, onu “muhafazakar refah modeli” izlemekte, en alt sıralarda ise
“liberal refah modeli” yer almaktadır.
Refah devletleri ile
ilgili araştırmalarda, bu devletleri ölçümlemede ve sınıflandırmada genelde
“sosyal refah harcamaları” dikkate alınmıştır. Ancak, Esping–Andersen, daha
önceki çalışmalarda yapıldığı gibi, sosyal harcama düzeyleri üzerinde
yoğunlaşmanın yanıltıcı olabileceğini, refah devletlerindeki farkı tam
olarak yansıtmayacağını belirtmektedir.
Çünkü, örneğin sosyal harcamaların yüksek olduğu Avustralya gibi ülkelerde,
aslında bu yüksekliğin yalnızca belirli bir sınıfa / gruba / alana
(Avustralya’da memurlara) yönelik olabileceği görülmektedir. Bu nedenle,
Esping–Andersen kendi yaptığı sınıflandırmasını “dekomüdifikasyon” (sosyal
gereksinimlerin, örneğin devlet gibi piyasa–dışı kurumlar tarafından
sağlanması) adını verdiği ve birey ya da ailelerin piyasadan bağımsız olarak
belirli bir yaşam düzeyine ulaşmasını öngören bir göstergeye bağlamıştır.
Esping–Andersen, 1980’li
yılların başlarında, oldukça zengin kapitalist demokrasiler olan 18 refah
devletini ele alarak, onların yalnızca görece cömertlik ve harcamalarla
birbirlerinden ayırtedilemeyeceğini, aynı zamanda daha temele inerek,
devlete, piyasaya ve aileye refah fonksiyonları yüklemede bu ülkelerde var
olan kurumsal mantıkla da birbirlerinden ayırtedilebileceklerini
göstermektedir.
Tablo SEQ Table \*
ARABIC 3: Esping–Andersen’in Refah Devletlerini
Dekomüdifikasyon Derecelerine Göre Sınıflandırması
Liberal Refah Devletleri |
|
Avustralya |
13,0 |
Amerika |
13,8 |
Yeni
Zelanda |
17,1 |
Kanada |
22,0 |
İrlanda |
23,3 |
İngiltere |
23,4 |
Muhafazakar Refah Devletleri |
|
İtalya |
24,1 |
Japonya |
27,1 |
Fransa |
27,5 |
Almanya |
27,7 |
Finlandiya |
29,2 |
İsviçre |
29,8 |
Sosyal Demokrat Refah Devletleri |
|
Avusturya |
31,1 |
Belçika |
32,4 |
Hollanda |
32,4 |
Danimarka |
38,1 |
Norveç |
38,3 |
İsveç |
39,1 |
Kaynak:
Gøsta Esping–Andersen, The Three Worlds of Welfare Capitalism,
Princeton–N.J.: Princeton University Press, 1990, p. 52. & Mary C.
King, “Strong Families or Patriarchal Economies? Southern European Labor
Markets and Welfare in Comparative Perspective”, EUI Working Papers, RSC No:
14, 2002, p. 9.
Esping–Andersen,
yukarıdaki tabloda refah devletlerini cömertlik derecelerine ve yaşlılık
maaşları, hastalık ödenekleri ve işsizlik sigortası ödeneklerinin durumuna
göre ya da diğer bir ifadeyle piyasadan bağımsızlık, yani dekomüdifikasyon
derecelerine göre sınıflandırmaktadır. Aşağıda görüleceği üzere,
dekomüdifikasyonun minimal olduğu devletler, liberal, en yüksek olduğu
ülkeler ise, sosyal demokrat refah devletlerdir.
Sosyal demokratik rejim,
kapsam olarak en fazla evrensel olan ve yarar düzeyi olarak en homojen
olan sosyal sigorta programlarına sahip ülkelerden oluşmaktadır. Liberal
rejim, gelir araştırmaları ve özel sağlık ve emeklilik sigortası ile
belirginleşen ülkelerden teşkil olmaktadır. Muhafazakar rejim ise, mesleki
ve kamu–özel ayrımlarına göre farklılaşmış sosyal sigorta programlarına
sahip ülkeleri kapsamaktadır. Bu kategorizasyon, Esping–Andersen’in 1999’da
yaptığı yeni sınıflandırma için de temel olarak alınmıştır.
Esping–Andersen,
yukarıdaki özelliklere göre, her ülkeye bir puan vermekte ve sonra bu
puanları toplayarak ortaya çıkan skoru, ülkeleri refah rejimlerine göre
sınıflandırmak için kullanmaktadır. Ancak, bu üç boyut arasındaki farklılık
çok da açık değildir. Evrensel yarar sağlayan ülkeler, gelir araştırmasına
en az başvurmaktadır. Dahası, yararların sunumu açısından evrensel ve
eşitlikçi olan uluslar, emeklilik aylıkları ve sağlık sigortasının
sağlanması bakımından, özel sektörden ziyade, devlet ağırlıklıdır.
Esping–Andersen’in
sınıflandırmasında, refah rejimlerini sistematik bir karşılaştırma ile
belirlemede üç eksen çok büyük önem taşımaktadır. Bunlar; refah
rejimlerinin, ücretli işgücünü dekomüdife edici boyutu (sosyal
gereksinimlerin / hakların, örneğin devlet gibi piyasa dışı kurumlar
tarafından sağlanabilmesi), refah hizmetlerinden yararlananları katmanlar
halinde sınıflandıran / tabakalaştıran (stratification) boyutu ve
hizmetlerin kimler tarafından sunulduğu (devlet–piyasa–aile) boyutudur.
Esping–Andersen, refah
devletlerini dekomüdifikasyon düzeylerine göre değerlendirmektedir. Piyasa
katkısı olmaksızın, ne ölçüde yararlar ve hizmetler sağlandığı ve
vatandaşların, kendilerini piyasa güçlerinden bağımsız kılan sosyal haklara
ne ölçüde sahip olabildiği, dekomüdifikasyon düzeyini ortaya koymaktadır.
Dekomüdifikasyon kavramının öne çıkardığı fikir şudur: Modern refah
devletlerinin uyguladığı sosyal politikalar, bireylerin “çalışma yaşamı
dışında kalmalarına” olanak tanıyan bir gelir koruma düzeyi sağlamaktadır.
Bu yolla, bireylerin yaşamlarını sürdürebilmeleri için emeklerini herhangi
bir fiyata satma zorunluluğu azalmaktadır. Böylece, düşük fiyatlara satın
alınabilecek bir mal gibi davranılan insan emeği lehine, sosyal refah
yararları bir tampon oluşturmaktadır. Farklı refah rejimleri, değişen
oranlarda dekomüdifikasyon düzeylerine sahiptir ve bu durum, yararlara hak
kazanma kuralları, caydırıcılar (gelir araştırması gibi) ve yarar düzeyleri
incelenerek ölçülebilmektedir.
Esping–Andersen’in
tabakalaşma anlayışı ise, bazı ülkelerde farklı sınıflara ve meslek
mensuplarına yönelik farklı sosyal refah önlemlerinin sözkonusu olduğunu
belirtmektedir. Örneğin, farklı meslek gruplarının farklı sigorta
programlarınca kapsanması, statü farklılıklarını ve sınıf içi ayrılıkları
ortaya çıkaracaktır.
Esping–Andersen son
olarak, ülkeleri refah rejimlerine göre değerlendirirken, sosyal önlemlerin
kimler tarafından alındığını değerlendirmektedir. Acaba, transfer ve
hizmetler şeklindeki sosyal desteğin ana sağlayıcısı devlet midir, piyasa
mıdır, gönüllü kuruluşlar mıdır
ya da aileler midir? Refah rejimi analizleri, refah devletinin tek hizmet
sağlayıcı olduğunu öne sürmemektedir. Ülkelere göre değişmekle birlikte,
çoğu ülkede kamunun yanında (merkezi ve yerel yönetimler) özel kesimin de
(piyasa ve gönüllü kuruluşlar) refah hizmetlerinde önemli bir paya sahip
olduğu görülmektedir.
Neo–liberaller,
piyasaların önceliğine önem verirler (ve genellikle aileyi önemsemezler);
muhafazakarlar ise daha çok aileye ve yerel toplulukların sosyal
sorumluluklarına önem verirler; sosyal demokrasiye gelince, aile ve
piyasanın her ikisinin de yetersiz güvenlik sağlayacağını düşünerek,
kollektif bir çözüme yönelmişler, ancak asıl sorumluluğu devlete
vermişlerdir.
Öte yandan, politika
üreticilerin başlıca üç amaca ulaşmayı hedefledikleri dikkate alındığında
(bunlar; yüksek istihdam düzeyi, yüksek eşitlik düzeyi ve dengeli bir
bütçedir), sosyal demokrat yaklaşımın, daha çok yüksek istihdam ve yüksek
eşitlik düzeylerine ağırlık verdiği, korporatistlerin yüksek eşitlik ve
bütçe dengesine önem verdikleri, liberallerin ise, dengeli bütçe ve yüksek
istihdam üzerine odaklandıkları görülmektedir.
Esping–Andersen, refah
devletinin bir parçası olan iş piyasaları üzerinde de durmuştur. Refah
devletleri istihdam rejimlerini etkilemektedir; istihdam oranları, cinsiyete
göre işgücüne katılım oranları, ortalama işsizlik süresi, vasıflı çalışmanın
vasıfsız çalışmaya oranı ve çalışmaya katılma ve ayrılmada olası yollar
üzerinde refah devletleri bir etken olarak gözükmektedir.
III. EspIng–Andersen’in Sınıflandırmasına
Yönelik Eleştiriler ve Katkılar
A. Eleştiriler
Daha önce belirtildiği
gibi, refah yazınında en çok atıf yapılan yazarın Esping–Andersen, eserin de
onun 1990’da yazdığı kitap olduğu öne sürülmektedir. Gerçekten, böylesine
büyük bir çalışmanın eleştiriye konu olması da anlaşılır bir husustur.
Esping–Andersen’in üçlü
tipolojisi, rejim türleri arasındaki karmaşıklığı önemsemediği ve aşırı
derecede basitleştirdiği için ve aile ve diğer enformel bağların refah
sunumunda önemli rol oynadığı Güney Avrupa refah devletlerini
sınıflandırmaya dahil etmediği için, başta Leibfried olmak üzere bazı
kişilerce eleştirilmektedir. Daha sonraki sınıflandırmalarda, Güney Avrupa
refah devletleri altında yer alan İtalya, İspanya gibi ülkeler, Kıta
Avrupası refah rejimleri kategorisi içinde yer almıştır. Bunun yanında, ABD
ile İngiltere’nin aynı kategori içinde yer alması da eleştirilmektedir.
Çünkü, bu iki ülkenin kolay bir şekilde biraraya getirilmesi çok da mümkün
gözükmemektedir. İngiltere, İskandinav modeline yakın olan bir evrensel
Ulusal Sağlık Sistemi’ne sahiptir.
Yine, refah devleti
sınıflandırmasında, refah devletlerinin cinsiyetle alakalı yönünü dikkate
almadığı, kadınlara yönelik herhangi bir ayrıştırma yapmadığı için de
feminist bakışaçısına sahip eleştirmenlerce (Ostner ve Lewis 1995; Sainsbury
1996; O’connor, Orloff ve Shaver 1999) ciddi derecede eleştirilmektedir.
Onlara göre, son 20 seneden fazla bir zamandır feminizmin sosyal bilimler
üzerindeki önemli ve yaratıcı gücü, Esping–Andersen’in sınıflandırmalarında
önemsenmemiştir.
Bu eleştirileri dikkate
alan Esping–Andersen, 1999 yılındaki yeni kitabında, refah devletlerini
“aileden bağımsızlık” (defamilialization) derecelerine göre de
sınıflandırmıştır. Bu terimin anlamı, “aileleri yükten kurtarmak ve
bireylerin yakınları üzerindeki refah bağımlılığını azaltmak”tır. Bu
bağlamda, Güney Avrupa refah devletleri olarak sınıflandırdığı Akdeniz
devletlerinde (İtalya, Portekiz ve İspanya), aile bağlarının diğer
devletlere göre daha kuvvetli olduğunu belirtmektedir. Bu ülkelerde, kamunun
aile hizmetlerine yönelik olarak yaptığı harcamalar en düşük düzeydedir.
Daha sonra ise kıta Avrupası ülkeleri gelmektedir.
Esping–Andersen’in Three
Worlds isimli yayınına yönelen diğer bir itiraz, refah devletlerini
sınıflandırmada iş piyasası göstergelerine, sadece belirli bir grup
açısından yaklaşmanın yanlış bir adım olduğunu iddia edenlerden gelmektedir.
Refah fırsatları, resmi iş piyasası ile arasındaki ilişki tarafından
belirlenmeyen kimseler için, dekomüdifikasyon, refah ediminde (bir hak
olarak refah talebinde bulunmada) uygun olmayan bir yöntemdir. Eleştirilerin
üzerinde ısrarla durduğu bir husus vardır, o da, Esping–Andersen’in hâlâ bir
refah devletinin ne olması gerektiğiyle ilgili geleneksel bir sosyal
demokratik modele (kapsamlı evrensel haklarla mücehhez bir tam istihdam
toplumu) çok angaje olduğudur. Bu eleştirilerin en önemli kaynağı bazı
feminist yazarlardır.
Bunların yanında,
Esping–Andersen’in üçlü refah rejimi yapısının yeterli olmadığı, daha
gerçekçi bir sınıflandırma için daha fazla sayıda rejim türüne gereksinim
olduğu ve ülke sınıflandırmalarının doğru bir biçimde gerçekleştirilmediği
de iddia edilmektedir.
B. Katkılar
Yukarıda da vurgulandığı
gibi, zengin kapitalist ülkeleri niteleyen refah devletlerini sınıflandırmak
ve birbirinden farklı yönlerini belirlemek için ortaya konan çabalar, Gøsta
Esping–Andersen’in 1990 ve 1999 yıllarında yaptığı iki önemli çalışma
tarafından yönlendirilmiştir. Her araştırmacı, Esping–Andersen’in
oluşturduğu kategorizasyonu kabul etmemiş, bazıları önemli eleştirilerde
bulunmuş, bazıları Esping–Andersen’in sınıflandırmasını daraltmış, bazıları
ilaveler yapmış, bazıları ise daha başka açılardan sınıflandırma
girişimlerinde bulunmuştur.
Esping–Andersen’in bu
çalışmaları son derece önemli birer kilometre taşıdır. Çünkü, gerçekten
karşılaştırma temeline dayalıdır (daha önceki karşılaştırmalı çalışmaların
çoğu, belirlediği bir göstergeyi geri kalanlarla kıyaslama eğiliminde
olmuştur) ve devleti basit bir sosyal güvenlik aygıtı olarak görmekten
ziyade, refahın ekonomi politiği üzerinde durmaktadır. 1990’ların
karşılaştırmalı refah devleti literatürü içinde yer alan çalışmaların çoğu,
Esping–Andersen’in bu çalışması üzerine kurulmuş, bu üç tür sisteme yeni ek
sistemler veya alternatif sistemler öneren bir çaba ortaya çıkmıştır.
Esping–Andersen’den
sonra, daha yakın zamanlarda yapılan bazı araştırmalarda, refah
kapitalizmini üç rejim türüyle sınırlandırmak yetersiz görülmüş ve
sınıflamaya daha başka rejimler de eklenmiştir. Örneğin, bazı
araştırmacılara göre, Avustralya ve Yeni Zelanda’daki “radikal” refah
devletleri, Anglo–Amerikan liberal refah devleti rejimlerinden farklıdır. Bu
ülkelerde, yüksek ücretler yoluyla eşitsizlik azaltılmış, endüstriyel
ilişkiler refah sonuçları üzerinde önemli bir rol oynamıştır. Diğer yandan,
Castles ve Ferrare ise, “Güney Avrupa refah devletleri”nin, Kıta Avrupası
refah rejimi başlığı altında ele alınmaması gerektiği üzerinde durmuştur.
Bir başka rejim sınıflandırma teşebbüsü ise, dağılan Sosyalist Bloğu
ülkeleri üzerine dikkatleri çekmektedir. Diğer yandan, Japonya’nın
sınıflandırılması örneği de bazı problemler doğurmuştur. Bazıları Japonya’yı
Konfüçyen refah ideolojisi ya da liberalizm ve muhafazakar refah
devletlerinin melez bir karışımı olarak görmektedir.
Sınıflandırma girişimine
bir başka aday ise, “Australasia” olarak adlandırılan Avustralya ve Asya’nın
bir kısmını içeren bölgeyi kapsamaktadır. Son olarak, Latin Amerika’daki
refah düzenlemeleriyle ilgili olarak da büyüyen bir ilgi vardır. Bu bölgede
Şili emeklilik sistemi, en büyük ilginin odağı olmuştur. 1994’de Dünya
Bankası’nın Şili’yi, Batı dünyasının örnek alması gereken ve yaşlanan
toplumların problemlerine bir çözüm olabilecek bir model olarak açıklaması
üzerine, ülke ile ilgili çok sayıda araştırmalar ve incelemeler yapılmıştır.
Aşağıda, bunların bir
kısmının üzerinde daha detaylı bir şekilde durulacaktır.
1. Güney Avrupa Refah
Rejimleri
İlk kategoride “Güney
Avrupa refah rejimleri” (Southern European welfare regimes) ele alınabilir.
Muhtemelen Kıta Avrupası modeli altında yer alabilir. Bu model Yunanistan,
İspanya, Portekiz, İtalya (bir bütün olarak ya da İtalya’nın güneyini) ve
belirli bir oranda İrlanda Cumhuriyeti’ni içermektedir.
Temel üç sınıflandırma
ile yetinmeyen araştırmacılar, Esping–Andersen’in analizinin boşluklarını
doldurmaya çalışmışlardır. Bunlardan en önde geleni, Leibfried
tarafından ortaya atılan dördüncü bir refah rejimi türüdür. Leibfried,
Avrupa Birliği’nin güney kısmında “Latin Kuşağı Ülkeleri” olarak
nitelendirdiği farklı bir refah devleti türünü saptamıştır. Leibfried,
aslında, Esping–Andersen’in yapmış olduğu tasnife, Titmuss’un modelindeki
dördüncü unsuru eklemenin uygun olacağını düşünmüştür. Bu unsur, Titmuss’un
“tam oluşmamış refah devleti modeli”dir.
Güney Avrupa refah
rejimi, çeşitli şekillerde adlandırılmaktadır. Örneğin, “Tam Oluşmamış
Model” (Rudimentary), “Katolik Korporatist Model” (Catholic Corporatist) ya
da “Latin Kuşağı Modeli” (Latin Rim) gibi. Bu tür refah rejimlerinin bir
özelliği olarak, yasal, kurumsal ve sosyal alanda tam bir gelişme henüz
sağlanamamıştır.
Güney Avrupa refah
rejimlerini kısaca şu şekilde nitelemek mümkündür: Bu ülkelerin kurumsal
yapısı ve vatandaşlarına sağladığı sosyal olanaklar çok yetersizdir. Ancak,
bunların Anayasa ve ilgili yasalarına bakıldığında, modern bir refah
devletinde olması gereken bütün kurumsal gelişmelerin vaat edilmiş olduğu
görülmektedir. Dolayısıyla, bu ülkeleri gerçek anlamda bir refah devleti
olmaktan çok, “vaatler devleti”, yahut da “kurumsallaşmış vaatler devleti”
olarak adlandırmak doğru olacaktır.
Daha yakın bir zamanda
ise, Maurizio Ferrera, “güney” refah modelini tanımlamaya yardımcı olacak
bir dizi ayırıcı özelliği ortaya koymuştur. Bu özellikler; son derece
parçalı ve çarpık gelir koruma sistemleri (son derece cömert emekli maaşları
ile önemsenmeyecek derecede az miktarda emekli maaşları birarada),
gelişmemiş devlet kuruluşları yoluyla kısmen gerçekleşen ulusal sağlık
sistemleri ve hizmet sunumudur. Bu ülkeler, uygulamada büyük oranda,
geleneksel bir sistem olan aileye ve Katolik Kilisesi’nin sosyal desteğine
dayanmaktadır.
Bu ülkelerin bir
kısmında, çok fazla sayıda politik vaatler, seçim sandığına endeksli parti
politikaları ve zayıf bir devlet kapasitesi (vergileri artırmak ve daha
düzenli hizmet sunmak açılarından) aynı anda birarada olduğundan, şimdiye
kadar birtakım zorluklarla krizlerin üstesinden gelebilmiş Kuzey Avrupa
ülkelerinden farklı olarak, bu özelliklerin daha şiddetli “mali krizleri”
tetikleyebileceğine dair beklentiler vardır.
Güney Avrupa refah devletleri de, bazı muhafazakar Kıta Avrupası ülkeleri
ile benzer problemleri yaşamakta; bunun yanında kendine has özellikleri de
barındırmaktadır.
İspanya, Portekiz,
Yunanistan ve İtalya’da refah devletinin gelişimi, Kuzey Avrupa’dan daha
sonra gerçekleşmiştir. Bu ülkeler daha zor sosyo–ekonomik koşullarla başa
çıkmak zorunda kalmışlardır. Bunların sosyal transfer sistemleri, bazı
meslek grupları için cömertliğin doruklarına ulaşmış, bunun yanında bazı
gruplar içinse geniş koruma boşlukları sözkonusu olmuştur. “İçerde olanlar”
(insiders) ve “dışarıda olanlar” (outsiders), koruma ve fırsatlar bakımından
keskin bir şekilde ayrılmıştır.
Bu ülkelerde kayıtdışı
ekonomi geniştir ve ciddi etkinlik ve eşitlik sorunları doğurmaktadır. Kamu
hizmetleri hâlâ eşit olmayan bir biçimde dağıtılmakta ve bazı durumlarda
yetersiz ve / veya etkisiz bulunmaktadır. Bu yüzden, bu ülkeler kapsamı
değiştirmeye zorlanmakta, içeridekiler için daha az cömert yararlar
sunarken, dışarıdakiler için de daha az sayıda yeni yararlar ve hizmetler
sağlamaktadır. Bunu gerçekleştirirken karşılaşılan asıl zorluk, demografik
yapının gittikçe kötüleşmesidir. Çünkü, Güney Avrupa nüfusu (özellikle
İtalya ve İspanya) dünyada en hızlı yaşlanan ülkelerin başında gelmektedir.
2. Doğu Avrupa Refah
Rejimleri
Artan ilginin yöneldiği
bir diğer alan ise, eski Sovyetler Birliği’nin geçiş halindeki refah
devletleri, özellikle Doğu Avrupa’da olan ülkelerdir. 1980’lerin sonunda,
Doğu Avrupa’nın komünist ülkelerinde yaşanan politik, ekonomik ve sosyal
değişimler, Sovyet güdümündeki komünist rejimlerin sonunun geldiğini haber
veriyordu. Esping–Andersen’in 1990’da çerçevesini çizdiği sınıflandırma,
anlaşılır bir şekilde Doğu Avrupa’da ortaya çıkan yeni demokrasileri
içermekten uzak kalmıştır. Bu sebeple, birçok araştırmacı,
Esping–Andersen’in sınıflandırmasını, Doğu Avrupa’nın halihazırdaki durumuna
uydurmaya çalışmıştır.
Dolayısıyla, yeni bir tür olarak “Doğu Avrupa Refah Rejimleri” (East
European Welfare Regimes)’nden bahsedilir olmuştur.
Doğu Avrupa refah rejimi
kapsamındaki ülkelerin de içinde yer aldığı eski Sovyet türü ekonomik
rejimlerde, refahın sağlanması, tamamen “tam istihdam”ın sağlanmasına
paralel gitmekteydi. Bu ülkelerde, rejim değişikliği ardından gelen
piyasalaştırma ve özelleştirme süreçleri, devlet tarafından alınan kamu
refah önlemlerinde bir dönüşümü beraberinde getirmiştir. Hem ekonominin
genel durumu ve hem de yeni devletlerin yönetim kapasitesi ile ilgili olarak
post–komünist deneyimde büyük değişimler sözkonusudur.
3. Asya Refah Rejimleri
Refah devleti ile ilgili
olarak yapılan karşılaştırmalı çalışmalar ve refah devletlerini
sınıflandırma çabaları, şimdiye kadar gelişmiş ekonomilere sahip ülkelerin
üzerinde yoğunlaşmıştır. Bu ülkeler, zengin istatistiki bilgilerin var
olduğu ve çok fazla araştırıcının yaşadığı ülkelerdir. Ancak, bu ülkeler
dışında da refah konularına artan oranda ilgi duyulmuştur. Japonya’nın
ekonomi politikası ve istihdama dayalı refahı, Japon “ekonomik mucizesi”ni
açıklamada uzun zaman temel bir neden olarak görülmüştür. Şimdiye kadar bir
“Japon veya Konfüçyen refah modeli” oluşturma çabaları sınırlı başarı
göstermiş olmasına rağmen, bu ilgi komşu “Asya Kaplanları”na doğru
yayılmıştır. Örneğin, Ian Guogh’un
“Asya refah rejimleri” (Asian Welfare Regimes)’ni açıklamaya yönelik
çalışmaları dikkate değerdir.
Yine, Ramesh Mishra da,
kitabında refah rejimlerini (kitaptaki deyimiyle kapitalizmi) üçe ayırarak
incelemektedir. Anglo–Sakson (Amerika), Batı Avrupa (Almanya) ve Doğu Asya
(Japonya). Görüldüğü üzere, Esping–Andersen’in sosyal demokrat ve
muhafazakar refah rejimleri “Batı Avrupa” kategorisi altında ele alınmakta,
“Doğu Asya refah modeli” yeni bir rejim türü olarak ilave edilmektedir.
4. Radikal Refah
Rejimleri
Diğer bir kategori ise,
Castles ve Mitchell’in, Esping–Andersen’in orijinal sınıflandırmasını
yeniden yorumlaması ile ortaya çıkmıştır. Castles ve Mitchell,
Esping–Andersen’in tipolojisini hem teorik hem de ampirik bakımdan
incelemiş, inceleme sonucunda üçlü refah rejimine bir dördüncünün (“radikal
rejim” – radical regime) eklenmesi gerektiği kanaatine ulaşmışlardır.
Avustralya, Yeni Zelanda, ve İngiltere gibi ülkeler, Esping–Andersen’in
sınıflandırmasında “liberal rejimler” olarak görülmektedir. Ancak, Castles
ve Mitchell, bu ülkelerin, düşük harcamalar, artı yüksek yeniden dağıtım
düzeyleri ile, kendine özgü bir radikal rejim türü olarak düşünülmesi
gerektiğini ileri sürmektedir.
Castles ve Mitchell’in
ilk üç rejimi, büyük oranda Esping–Andersen’in sınıflandırmasının bir
kopyasıdır.
A rejimi (düşük transferler ve yarar eşitliği), liberal rejim türüne
karşılık gelmektedir. B rejimi (yüksek transferler / düşük yarar eşitliği)
muhafazakar rejim türüne, D rejimi ise (yüksek transferler ve yarar
eşitliği) sosyal demokratik rejim türüne denk düşmektedir. Bunların yanında,
bir de dördüncü bir rejim türü (C) vardır ki (düşük transferler / yüksek
yarar eşitliği), yukarıda ismi geçen bazı ülkeler de bu rejim türü içinde
yer almaktadır.
SONUÇ
YARARLANILAN KAYNAKLAR
Esping–Andersen, Gøsta,
Social Foundations of Postindustrial Economies, New York, Oxford
University Press, 1999.
Esping–Andersen,
Gøsta, The Three Worlds of Welfare Capitalism, Oxford: Polity Press,
1990.
Refah devleti ile ilgili yapılan karşılaştırmalı çalışmalar ve refah
devletlerini sınıflandırma çabaları, şimdiye kadar gelişmiş
ekonomilere sahip ülkelerin üzerinde yoğunlaşmıştır. Bu ülkeler,
zengin istatistiki bilgilerin var olduğu ve çok fazla araştırıcının
yaşadığı ülkelerdir. Ancak, bu ülkeler dışında da refah konularına
artan oranda ilgi duyulmuştur.
Myles ve Quadagno, bu araştırıcılara örnek olarak Wilensky ve
Lebeaux (1958), Kerr ve arkadaşları (1960), Pryor (1968), Rimlinger
(1971) ve Heclo (1974)’yu vermektedir.
Bazı araştırıcılar, aslında refah devletleri ile ilgili ilk teorik
yaklaşımların daha önceden bazı kişilerce (1944’de Polanyi ve 1949
ve 1964’de Marshall) yapıldığını, sonraki çalışmaların bunların
yeniden keşfi mahiyetinde olduğunu belirtmektedir.
Powell, Barrientos, a.g.e., p. 2.
Powell, Barrientos, a.g.e., p. 3.
“Breadwinner” terimi, İngilizce’de, ailedeki diğer üyelerin geçimini
sağlamak üzere para kazanan kişi anlamına gelmektedir. Çoğu ülkede
ve sosyal sistemlerde, bu özellikle erkek anlamında
kullanılmaktadır. Dolayısıyla, refah devletini cinsiyet
bakışaçısından inceleyen çalışmalarda “male–breadwinner model”
(ekmeği kazanan erkek modeli) kavramsallaştırması ortaya çıkmıştır.
(Bkz.: Greve, a.g.e., p. 19.)
Gøsta Esping–Andersen, The Three Worlds of Welfare Capitalism,
Oxford: Polity Press, 1990. & Gøsta Esping–Andersen,
Social Foundations of Postindustrial Economies, New York, Oxford
University Press, 1999.
Esping–Andersen, “Towards the Good Society...”, a.g.e., p.
13.
|