|
Sosyal Güvenlik Sistemimizin
Tarihi Gelişimi ve Bugünkü Durumu
GIRIŞ
75 yıl sonra T.C.' nin sosyal güvenlik, sosyal yardım ve hizmetler alanında
hak ettiği noktaya ulaşıp ulaşamadığını tespit edebilmek için,uluslararası
boyutunu bir kenara koyarak konuyu, salt kendi tarihi süreci ;içerisinde ele
alabiliriz. Bu tarz bir inceleme ve araştırma, konunun objektif bir şekilde
değerlendirilmesi açısından yeterli olmayacağını bilmeme rağmen, sosyal
güvenlik sistemimizin fonksiyonlarını yerine getirmede sıkıntı ya sokan bir
çok faktörün ortaya çıkmasına da engel teşkil etmemektedir.
T.C.'nin, gelişmekte olan bir çok ülkede olduğu gibi sosyal hayata yeterince
önem vermediğinden,zamanında isabetli politikalar geliştir(e)mediğinden ve
sosyal güvenlik sistemine yeterince kaynak tahsis edemediğinden dolayı
sosyal güvenlik, sosyal yardım ve hizmetlerde ulaşılması gereken hedeflerin
gerisinde kaldığını bu makalede göreceğiz.
1. Osmanlı'dan Cumhuriyet' e Geçiş Sürecinde Sosyal Güvenlik
Osmanlı Devleti'nin çöküşü esnasında Anadolu toprakları üzerinde takriben 12
milyon insanımız yaşıyordu. O tarihte, birbiri ardına gerçekleşen 1. Cihan,
Çanakkale ve İstiklal harpleriyle en az 10 yıl süren savaşlardan henüz yeni
çıkıldığı için, nüfusun yaklaşık 250 bini ortopedik yönde sakattı. Bunun
yanında, o yıllarda 250 bin kadar frengili ve 250 bin civarında trohomlunun
olduğu tahmin edilmektedir. 1 milyon kadar .i insanımız veremli idi. Bunun
içindir ki, verem ölüm sebeplerinin % 13.5'ini verem teşkil etmekteydi
(Şehsuvaroğlu, s.168-169).
Milli Mücadeleye katılan askerlerimizin % 40'ı sıtmalıydı.Bazı
bölgelerimizde bu hastalıktan dolayı ortaya çıkan ölüm oranları o kadar
fazla idi ki, özellikle Güney Anadolu 'nun bazı köyleri haritadan bile
silinmişti (Göktürk, Yeni Yüzyıl). .!
Milletimizin çalışamayacak derecede bi-tab hale gelmesi ile beraber ekonomik
hayat felce uğramış, tarım üretimi gerilemişti. Bu tabloya sağlık kadrosu ve
altyapısının yetersizliği de eklenirse, sosyal hizmetler ve sağlık
hizmetleri alanında içler acı sı bir manzara ortaya çıkmaktadır. Osmanlı
Devleti tarihi devresini tamamladığı dönemde memleketimizde 2000 yatak
kapasiteli hastanelerin yanında 1000 kadar hekim ve birkaç yüz yardımcı
sağlık personeli bulunuyordu (Şehsuvaroğlu).
Milli Mücadelede elde edilen başarıyı sağlık alanında da gösterebilmek için
mevcut sağlık kadrosu ile başlanarak 1940'lara kadar milyonlarca insanımız
sıtma ve verem taramalarından geçirilmiştir. Bu gayretli sağlık seferberliği
neticesinde, sıtma oranı % 11 'lere ve verem oranı da %1'e gerilemişti
(Göktürk).
Cumhuriyetin 50. yılında (1973) hekim sayısı 18, hemşire sayısı 6 ve hasta
yatak sayısı da 100 binlere ulaşmıştı. O zamanın Türkiye nüfusunu yaklaşık
40 milyon olarak kabul edersek, ortalama 3 bin kişiye bir hekim,her 10 bin
kişiye 25 yatak ve 20 hasta yatağına ortalama olarak 1 hemşire düşmekteydi
(Şehsuvaroğlu). Bu rakamlar sağlık sektöründe belirli bir aşamayı simgelese
de bunların yine de dünya normlannın çok altında kaldığını belirtmemiz
gerekmektedir. Mesela, aynı yıllarda gelişmiş batı ülkelerinde her hasta
yatağına ortalama 2-3 hemşire düşmekteydi.
Bugün bu rakamlar, sayı boyutuyla daha da genişlemiş olmasına karşılık,
bilhassa sosyal sigortalar ve devlet hastanelerine bağlı sağlık kurumlarında
yaşanan manzaralar karşısında sağlık hizmetlerinin etki ve kalite
standartlar tartışılır durumdadır. Bugün, sigortalı olan insanımızın dahi,
bir röntgen filmi çektirmek için aylarca Sosyal Sigortalar Kurumu (SSK) na
bağlı hastane kuyruklarında beklemek mecburiyetinde bırakılması, sağlık
alanında ulaştığımız noktayı açıkça göstermektedir.
Osmanlı Devleti, yerini Cumhuriyet' e bırakırken, yeni devlete sadece borç
yüklememiştir. Sosyal güvenlik ve sosyal hizmetler alanında bilhassa
Tanzimat sonrası dönemde kurulan sosyal güvenlik kurumları yeni devletin
sosyal altyapısını oluşturmasına yardımcı olmuştur. Daha fazla kamu
kesiminde ve belirli işyerlerinde çalışanlar için kurulan sosyal güvenlik
kurumlan arasında misal olarak şunlar zikredilebilir (Alper,s.19): Askeri
Tekaüt Sandığı (1866); Sivil Memurlar Emekli Sandığı (1881); Seyri Sefain ,
Tekaüt Sandığı (1890); Askeri ve Mülki Tekaüt Sandığı (1909); ve Şirketi ;
Hayriye Tekaüt Sandığı (1917).
Bunun yanında, Osmanlı döneminde iş hayatına yönelik sosyal güvenlik ile
ilgili hukuki düzenlemelerin de yapıldığını görmekteyiz. Bununla ilgili
olarak Dilaver Paşa (1865), Maadin (1869), Askeri Fabrikalar (1909), Tersane
İşçilerinin Tekaüdiyesi (1909) ve Hicaz Demiryolu Memur ve Müstahdemlerine
Yardım (1910) Nizamnamlerini örnek verebiliriz.
Sosyal güvenlik, sosyal yardım ve sağlık hizmetlerinin yürütülmesinde önemli
bir yere sahip olan vakıf müesseselerinin bir kısmı Cumhuriyet devrinde de
fonksiyonlarını, kısmen de olsa, koruyabilmişlerdir. Bunlardan birisi Sultan
Abdülhamid Han tarafından 1895 yılında tesis edilen Dar-ül Aceze (Düşkünler
Evi) dir.Dar-ül Aceze'nin, bugünkü anlamda, kadın-erkek ayrımı yapmaksızın
her kesimden, bakıma muhtaç hale gelmiş, genç-yaşlı insanlara yataklı bakım
hizmetleri sunan bir sosyal tesis olduğunu söyleyebiliriz (Ekrem, s.31-33).
Bugün, Dar-ül Aceze ve Cumhuriyet devrinde kurulan diğer huzurevleri, hasta
ve başkalarının yardımına sürekli olarak ihtiyaç duyan bakıma muhtaçları
genelde kabul etmemektedir. Bugünün Türkiye’sinde, ancak 60 yaşın üzerindeki
sağlıklı yaşlılar, sosyo-ekonomik yönden mağdur olmaları şartıyla, kurumsal
ve yataklı bakım hizmetlerinden yararlanabilmektedir (Huzurevi Yönetmenliği
m.34). Ancak, Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu'na bağlı bazı
huzurevlerinde, burada kalıyor iken, yatağa bağımlı duruma gelen yaşlılar
için ayrılmış özel bakım bölümleri bulunmaktadır. Sürekli bakım ve
rehabilitasyon bölümlerinin yatak kapasitesi ise 1996 yılı itibariyle ancak
405' tir.
2. Cumhuriyet Döneminde Sosyal Güvenlik Sisteminin Oluşumu ve Gelişimi
Cumhuriyet döneminin sosyal güvenlik alanındaki gelişme süreci siyasi
rejimin oluşumu ve gelişimi ile yakından alakalıdır, Mesela, T.C.'nin 1936
tarihli ilk İş Kanunu işçi hak ve özgürlükleri bakımından çok sınırlı
olmakla birlikte grevlerin yapılmasına da izin vermiyordu ((a) Talas, s.65).
İş Kanununun yürürlülük tarihinden itibaren 1 yıl zarfında işçiler için
sosyal sigorta kurumunun tesisini öngördüğü halde (7. Bölüm, m. 100- 107 )
özel kesimde bağımlı olarak çalışan işçilerin sosyal güvenlik kurumu 'İşçi
Sigortalar Kurumu' adı altında ancak 1946 yılında kurulmuştur. İşçi
Sigortalar Kurumu, kurulduğu yıl, ilk önce iş kazaları ve meslek
hastalıkları sigortasını kapsamına almış (4772 sayılı kanun), daha sonra
1950'de ihtiyarlık sigortasını (5417 sayılı kanun), 1951' de hastalık ve
analık sigortasını (5502 sayılı kanun) ve 1957'de de maluliyet, ihtiyarlık
ve ölüm sigortasını (6900 sayılı kanun) ihdas etmiştir. 1965 yılında (506
sayılı kanun) İşçi Sigortalar Kurumu SSK'ya dönüştürülmüştür.
1950 yılında yürürlüğe giren T.C. Emekli Sandığı (1946 tarih ve 1683 sayılı
kanun) ile beraber 1945-1960 arasında sosyal güvenlik alanında önemli
gelişmeler yaşanmıştır.
Ne var ki, bağımsız çalışanların sosyal güvenliği ileri bir tarihe
bırakılmıştı. 1971' den itibaren sosyal sigorta kurumlarının kurumsal
yapılanması Bağ-Kur ile tamamlanırken ,esnaf ve sanatkarlardan oluşan
bağımsızların bir çoğunun sosyal güvenlik hakları, kısmen de olsa, garanti
altına alınırken (2.9.71 tarih ve 1479 sayılı kanun) sosyal sigorta mevzuatı
da Tarım İşçileri Sosyal Sigortalar Kanunu ve Tarımda kendi Adına Çalışanlar
Sosyal Sigortalar Kanunu (17.10.83 tarih, 2925 ve 2926 sayılı kanunlar) ile
son şeklini almıştır. 2925 sayılı kanun kapsamındaki tarım işçileri SSK
bünyesine alınırken, 2926 sayılı kanun kapsamındaki tarımda bağımsız çalışan
çiftçiler ise Bağ-Kur'a bağlanmıştır.
3. Türk Sosyal Güvenlik Sisteminin Bugünkü Durumu
3.1. Sosyal Güvenlik Halkımızın Bütününü Kapsamamaktadır
Sosyal güvenlik kurumlarının oluşumundan
sonra üzerinde durulması gereken diğer bir konu ise, sosyal güvenlik
alanlarının (hastalık, yaşlılık vs.) kapsamına giren kesimlerin sayısı ile
bu kesimlerin hangi sosyal hizmet alanlarından ne derecede
faydalanabildikleridir.
İlk önce şunu ifade edelim ki, Milletlerarası Çalışma Örgütü (İLO)
tarafından tespit edilen asgari sosyal güvenlik normları çerçevesinde
sayılan 9 sosyal riskten işsizlik ve aile yükleri gibi sosyo-ekonomik
riskler henüz Türk sosyal güvenlik sisteminde düzenlenmemiştir (1952 tarih
ve 102 sayılı İLO Sözleşmesi).
Sosyal sigorta kuruluşlarından SSK ve Emekli Sandığı, bu iki riskin ,
zararlarını karşılama dışında, tüm riskleri kapsama almışken, Bağ-Kur
bağımsız çalışanlarını iş kazaları ve meslek hastalıkları, hastalık ve
analık gibi sosyal risklere karşı koruma altına almamıştır.
Ayrıca, SSK' nın kapsamında olan 2925 sayılı kanuna tabi kadın işçiler de
analık durumu halinde koruma altına alınmamışlardır.
Bu üç sosyal sigorta kuruluşuna bağlı sigortalılar ve sigortalı sayılan aile
fertleri bu kuruluşların sunduğu sağlık hizmetlerinden ücretsiz olarak
yararlanabilirken, Bağ-kur tarafından uygulanan 2926 sayılı kanun
kapsamındaki tarımda bağımsız çalışan çiftçiler hastalık, analık ve iş
kazaları gibi sosyal risklere karşı henüz korumasızdırlar.
Bu itibarla, üç büyük sosyal sigorta kurumu ile özel birkaç sandığın sunduğu
sigorta hizmetlerinden faydalanabilenlerin toplam nüfusa göre oranı %81 iken
(1996 yılı itibariyle) sadece sağlık hizmetlerinden faydalanma hakkı
olanların oranı ise ancak % 69'dur (SSK,1996 İstatistik Yıllığı, s. 26). Bir
başka deyişle, Türk halkının %31' i, yani takriben 21 milyon insanımız,
sağlık sigortası kapsamı dışında kaldığı için sağlık hizmetlerinden ancak
paralı olarak yararlanabilmektedir.
3.2. Kaçak (Sigortasız) İşçi İstihdamı
Yaygındır
Kanuni açıdan mecburiyet olmasına karşılık Türkiye'de istihdam edilen
işçilerin takriben yarısının (%53) kayıt dışı yani sosyal güvenlik sistemi
dışında çalıştığı tahmin edilmektedir (Türk Tabipler Birliği Raporu, 1996).
Kayıt dışı ekonomi yaygınlaştıkça ve iş güvenliği de tesis edilmedikçe,
işsizliğin çok olduğu ülkemizde her türlü kanuni haklardan mahrum olan
sigortasız çalış(tırı)an işçilerin sayısı da gittikçe artacaktır. Bu durum,
sosyal sigorta kuruluşlarının aktif-pasif sigortalı ilişkisinin ve aktüaryal
dengesinin bozulmasına sebebiyet verdiğinden, 50 yıldan fazla bir geçmişi
olan sosyal güvenlik sistemimiz, bilhassa 1990'lı yıllardan sonra finansman
açıkları vermeye başlamıştır.
Sigortasız işçi çalıştıran kayıtsız sektörün, yükümlüklerini yerine getiren
kayıtlı işyerleri aleyhine haksız rekabette bulunduğu genelde kabul
edilmektedir (Çağan). Ancak, bir işverenin sigortasız işçi çalıştırdığının
tespit edilmesi halinde kendisine yüklü miktarlarda para cezası verilmesi
mümkün olduğu halde, bu gidiş e dur diyebilecek etkili bir denetim
mekanizması geliştirilemediğinden kayıtlı olanların da kayıtsızlığa
kaymasına adeta göz yumulmaktadır.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Ekim 1998'de, ülkemizde kayıt dışı
istihdamın en yaygın olduğu İstanbul'u pilot bölge seçerek, burada bir aylık
'Sigortalı Çalış, Sigortalı Çalıştır' kampanyasını bitirdikten sonra yaygın
denetime geçeceğini açıklamaktadır. Ne var ki, Sigorta Teftiş Kurulu
İstanbul gibi bir mega kentte ancak 65 eleman ile denetim çalışmalarını
yapabilmektedir. Personel yetersizliği ve denetim için gerekli olan teknik
altyapının eksikliği buna eklenirse (Bilgisayar sistemli denetim ağı, araç-
gereç vs.) sorunun sadece iyi temennilerle çözümlenmesini beklemekten başka
bir seçenek bırakmamaktadır.
Sigortalı işçilerin sayısındaki artış, genel ekonomik kalkınma ve gelişme
ile alakalı olduğu kadar, işçilerin kanuni haklarının bilincine ulaşması ve
bununla ilgili olarak da haklarını etkili bir şekilde kullanabilmesine
bağlıdır (Kutal, s.33). Dolayısıyla, devletin, hem sendikal örgütlenme
hakkını yaygınlaştırarak hem de kanuni iş güvencesini tesis ederek
denetimlere etkinlik kazandırması gerekmektedir. Şüphesiz, iş hayatına
tanınacak olan endüstriyel demokrasi ve sosyal diyalog (örneğin: işletme
içinde işçi konseylerinin kurulmasına izin verilerek) şeffaf bir iç denetim
mekanizmasının gelişmesine de yol açacaktır.
3.3. Sosyal Güvenlik Kuruluşlarının Malî
Dengesi Bozulmuştur
Sosyal güvenlik sistemimiz bugün geldiği
nokta itibariyle, aşağı yukarı her kesimin kabul ettiği şekilde, mali bir
kriz içine girmiştir. Kriz, sistemin temel fonksiyonlarını yerine getiremez
hale getirmiştir.
Bütün sosyal devlet niteliğindeki ülkelerde olduğu gibi, Türk sosyal
güvenlik kuruluşları da sigorta tekniğine göre işletilmesine rağmen,
devletin müdahaleleri neticesinde sosyal güvenlik kuruluşları, prim
karşılığı olmayan sosyal yardım zammı adı altında aylık ödemeye mecbur
edilmiştir. Bu durum sosyal sigortalar kurumunun mali imkanlarını olumsuz
yönde etkilemiş ve sonuçta devlet bu yükü üstlenmek durumunda kalmıştır ((b)
Talas, s.6 ).
Bunun yanında, T.C. devleti, 1965-1993 yılları arasında SSK'nın fonlarını
çok düşük getiri olarak ve maksat dışı değerlendirdiği için, bugün i bu açık
SSK'nın öz kaynaklarıyla kapatılamamaktadır. Bundan dolayıdır ki, 1998
bütçesinden üç sosyal sigorta kuruluşuna % 10 oranında bir pay aktarılıştır.
1.4 katrilyon TL 'ye varan bu rakam 1999 yılı konsolide bütçesinde % 44
artışla 2.5 katrilyon TL 'ye ulaşmıştır.
Türkiye'de sosyal güvenlik kuruluşlarına yapılan devlet katkısı yine de
Avrupa düzeyinin çok altındadır. Kaldı ki, bütçeden sosyal güvenlik
kapsamında bulunan 52 milyon kişiye ayrılan pay, yalnız 250 bin kişi olduğu
tahmin edilen rant kesimine ödenen faizin (5.9 katrilyon TL) 1998 yılı
itibariyle ancak dörtte biridir (Özsever, Milliyet).
4. Sosyal Yardım ve Hizmetler Alanındaki
Durumuz
Günümüz Türkiye'sinde sosyal güvenlik,
sosyal sigorta kuruluşları ile özdeşleşmiş durumda. Halbuki, sosyal
güvenliğin diğer bir ayağını (genel vergilerden ve/veya fonlardan oluşan
kaynaklardan yapılan) kamusal sosyal yardım (nakdi ve ayni yardım) ve sosyal
hizmetler (rehabilitasyon,sağlık hizmetleri vs.) teşkil etmektedir.
Türkiye'de sosyal yardım tabiri ilk defa 1936 tarihli İş Kanununda sosyal
sigortalar çerçevesinde kullanılmıştır. Burada, değişik sosyal risklerden
doğabilecek zararların telafisine yönelik yapılacak ödenekler, sosyal yardım
olarak ifade ediliyordu (m. 100). Halbuki, primi rejim dediğimiz sosyal
sigortalar sisteminden sunulan edimler yardım değil, sigortalı için bir
haktır.
Sosyal yardım ise alternatif bir sosyal güvenlik yöntemidir ve daha fazla
sosyo-ekonomik yönden yardıma muhtaç herkese, herhangi bir karşılık
beklemeksizin, yapılan her türlü ayni ve nakdi desteklerdir (Petrich, s.23).
Gerçek şu ki, sosyal güvenliği gerçekleştirmenin tek vasıtası sigorta
sistemi olmadığı halde, T.C.'nin kuruluşundan uzun bir döneme kadar sosyal
yardım kurumlarının oluşturulamaması neticesinde muhtaç insanlarımıza
yeterince yardım yapılamamıştır.
Bu bağlamda, istiklal madalyası sahipleri göğüslerindeki madalya dilenmek
durumuna getirilmiş ve 1969 yılına kadar bunların sosyal güvenlik
ihtiyaçları ele alınmamıştır. Diğer yandan, kendisine bakmakla mükellef
kimsesi bulunmayan 65 yaşından büyük olan aciz yaşlılar ve çalışamayan
özürlüleri korumaya yönelik kanun ancak 1977' de yürürlüğe girmiştir
(10.07.1976 tarih ve 2022 sayılı kanun). Bu kanun kapsamına girenlere aylık
bağlanmasına rağmen, bu yardım çok cüzi olmasından dolayı muhtaçların asgari
sosyal ihtiyaçlarını bile karşılamaktan çok uzaktır.
Bunun yanında, halk arasında Fak-Fuk-Fon (Fakir Fukara Fonu) diye bilinen
Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu' nundan sosyal güvenlik
kuruluşlarına bağlı olmayan muhtaç durumdaki insanlarımıza ancak 1986
yılından itibaren yardım eli uzatılmaktadır. Bu fondan fakrı zaruret içinde
bulunanlara gerek sağlık gerekse ayni yardımlar yapılmaktadır. Ancak,
yapılan sosyal yardımların genellikle bir kereye mahsus olması ve süreklilik
arz etmemesi sistemin en önemli eksikliklerindendir. Bir de, fonda oluşan
kaynakların ara sıra başka amaçlar i için kullanılması (bunlardan en
masumanesi de bütçe açıklarını kapatmak amacı için yapılanlardır), zaten
kısıtlı olan bu tür sosyal hizmetlerin etkinliğini daha da zayıflatmaktadır.
Dolayısıyla, bir çok kesimin insan hayatına yaraşır şekildeki hayat düzeyi
her geçen gün gerilemekte ve asgari hayat standardının çok altına
düşmektedir.
Sonuç
Sosyal güvenlik sistemimizin kronikleşen sorunlarını aşabilmek için idare
yapısından finansman sistemine kadar köklü değişiklikler ihtiva eden
kapsamlı bir yeniden yapılanma ve köklü bir reformun gerçekleştirilmesi
zorunlu görülmektedir.
Soruna yaklaşırken, başta sosyal güvenlik sistemi dışında kalan milyonlarca
'güvencesiz' insanımızın durumu ele alınmalıdır. T.C., Anayasa' da ifadesini
bulduğu şekilde sosyal bir hukuk devletidir. Dolayısıyla, sosyal devletin
bir gereği olarak, devletimiz vatandaşımızın maddi ve manevi varlığının
gelişmesini ve herkesin hayatını, beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini
sağlamak için gerekli şartları hazırlamakla yükümlüdür (T.C. Anayasası; m.5
ve m. 56).
Sosyal güvenlik haklarının anayasal dayanağı olmakla birlikte, günümüz
koşullarında ve mevcut sosyal sistem içinde bunların tam manasıyla yerine
getirildiğine inanmak güçtür. Özellikle, sağlık hizmetlerinden, sosyal
güvencesi olmayan yardıma muhtaç bütün fertlerin ücretsiz olarak
yararlanabilmeleri gerekmektedir. Şu andaki Yeşil Kart uygulaması,
muhtaçların sağlık ihtiyaçlarını karşılama açısından yeterli gelmemektedir.
Kurulması düşünülen genel sağlık sigortası çerçevesinde sunulacak sağlık
hizmetleri, daha etkin ve kaliteli servis hizmetleri sunabilmek için hem
sosyal güvenlik kurumlarından ayrılmalı hem de muhtaçları içine alacak bir
şekilde düzenlenmelidir.
Diğer taraftan, sosyal güvenlik kurumlarını bir ölçüde rahatlatacak bir dizi
tedbirin alınması hemen mümkündür. Tedbirlerin başında, prim ödeme gün
sayılarının artırılması, emeklilik yaşının makul bir şekilde yükseltilmesi,
sosyal güvenlik kurumlarının siyasi etkilerden arındırılmış bir şekilde
özerkleştirilmesi ve aralarında standardizasyon ve koordinasyonun sağlanması
gelmektedir.
Kaynaklar
Alper, Yusuf; 'Cumhuriyetimizin 75.Yılı:Sosyal Güvenlik; Tisk-İşveren; Ekim,
1998.
Çağan, Nami; 'Sigortalı Çalış, Sigortalı Çalıştır' Zaman; 16.09.1998.
Ekrem, Reşat; Darülaceze (1895-1974); İstanbul; 1974.
Göktürk,Gülay; "Cumhuriyet Doktorlarına..."; Yeni Yüzyıl; 03.11.1998.
Kutal, Metin; “Türk Sosyal Güvenlik Sisteminde Temel Sorunlar ve Reform
Çalışmalar”'; BASİSEN; Aralık 1996.
Özsever, Atilla; "Amerika'dan Zengin Miyiz”; Milliyet; 1998.
Petrich, Christian,. "Sicherstellungder Versorgung"; BAB-Nr.8/9-1994.
SSK; 1996 İstatistik Yıllığı; Ankara.
Şehsuvaroğlu, Bedri; Türk Tabipler Tarihi; Bursa; 1984.
Talas, Cahit; Türkiye'nin Açıklamalı Sosyal Politika Tarihi; Ankara; 1992.
Talas, Cahit; "Bir Kez Daha Sosyal Güvenlik Üzerine"; Sosyal Güvenlik
Dünyası Dergisi; Yıl: 1;Sayı:2; 1998.
Türk Tabipler Birliği Raporu; Yay.; Bizim Gazete; 21.01.1996. |