Özürlülük Bir Musibet Midir?
Manevî Paradigmalar Açısından Özürlülüğün Muhasebesi
Prof. Dr. Ali Seyyar
Özürlülüğe Manevî Bakışın Gereği
Özürlülüğünden dolayı bir engellinin
günlük hayatına ait
her zaman tekerrür
eden olağan ve basit hareketlerin
ifasında başkalarının
fizikî yardımına ve
maddî desteğine ihtiyaç duyması, gerek tıbbî, gerekse
sosyal yönüyle olumsuz algılanabilir. Nitekim sosyal
bilimlerde özürlülerin, “dezavantajlı sosyal gruplar”
olarak tanımlanması belki de bu duruma dikkat çekmek
için zaruretin bir yansıması olarak yapılmış olabilir.
Ancak böyle bir tanım, netice itibariyle kişinin
avantajlı (şanslı) bir durumda olmadığını gösteren bir
gerçektir. İleri derecede ve karmaşık bir özürlülük
biçimini ele aldığımızda durum daha da ciddî ve vahim
olmaktadır. Kişi bu durumda, bedensel hareket
edebilirliğinin engellenmesi veya kısıtlanması sonucunda
gerek beden temizliğinde, gerek beslenmede, gerekse ev
idaresinde belki de sürekli olarak başkalarının
yardımına muhtaç olacaktır.
Değişik anatomik veya fizyolojik yeti
kayıplarından ötürü kendi kendine yeterli olmayan ve
bundan dolayı da başkalarına bağımlı olan özürlü bir
insanın durumu, zahirî unsurlar açısından bütünüyle
olumsuz algılanabilir. Bilinen tıbbî ve sosyal
izahlardan tatmin olamayan özürlüler, bu durumda ya
derin bir anlam ve pozitif bir açılım bulma arayışlarına
girer ya da karamsar bir havaya girip sonucu bir “felaket”,
bir “musibet” veya “Allah’ın bir cezası” gibi algılama
eğilimine kayar. Birinci kesim sabır ve metanetle
kendileriyle barışık olabilecek bir arayış içinde çoğu
zaman özel durumlarında manevî hakikatler
yakalayabilirken ikinci kesim, kendilerini psikolojik
olarak karamsar bir dünyanın içine atarak huzursuz bir
hayat sürdürürler. Peki özürlülük olgusuna pozitif bir
anlam kazandırmak mümkün müdür? Manevî bilimler
sayesinde özürlülüğün anlamlı ve dolayısıyla pozitif ve
avantajlı yönünü göstermek suretiyle engellilerimizin
kendi ruhlarıyla barışık olmaları sağlanabilir mi?
Kanaatimce kişileri son derece etkileyen özürlülük gibi
ciddî bir duruma manevî boyutuyla da bakmakta fayda
vardır. Özürlülük konusu, manevî boyutuyla ele
alındığında durumun hiçte o kadar vahim olmadığı hatta
uhrevî yönüyle avantajlı olduğu görülecektir.
Özürlülük, Manevî Avantajlıktır
Özürlülük, kişinin bedenî
fonksiyonları ile ilgili olduğu için, özürlünün manevî
dünyasının sakat veya arızalı olduğu anlamına gelmez.
Dolayısıyla özürlülük, manevî bir hastalık ve(ya)
engellilik değildir. Asıl musibet, bedene değil kişinin
maneviyatına gelen zararlardır. Özürlülük gibi dünyevî
musibetlerin bir kısmının, özellikle kader ve ahiret
boyutuyla bakıldığında, birer rahmanî ihtar, ilahî
iltifat ve(ya) ruhanî arındırma ameliyesi, bir kısmının
günahlara kefaret, bir kısmının da aczi ve zaafı tam
hissedip Allah’a teslim olmaya vesile olan avantajlı bir
durum olabileceği unutulmamalıdır. Birçok insanın
zihninde negatif bir anlam taşıyan özürlülük konusu
gerçekten dezavantajlı bir durum mudur? Kuran-ı Kerim,
bu hususta insanları uyarır ve düşünmeye davet eder:
“Çirkin (olumsuz) gördüğünüz bir şey, belki sizin için
hayırlıdır. Sevdiğiniz bir şeyde de belki sizin için şer
(kötülük) vardır. (Hakikati) Allah bilir, siz
bilemezsiniz” (Bakara; 2/216).
Sağlık ve buna bağlı olarak bedenî
fonksiyonellik gibi nimetleri Allah yarattığı gibi,
hastalık ve özürlülüğü de Allah halk etmiştir. Allah,
her iki durumu, ilahî hikmete bağlı olarak yaratmıştır.
Bu hikmete binaen bazen özürlülük, kaderin mutlak bir
cilvesi olarak hiçbir şart ve sebebe bağlı olmadan kesin
bir hükümle ortaya çıkabilir. Bu gibi durumların
karşısında insanlar, genelde ya isyan eder, ya da
kaderlerine teslim olurlar. Allah da zaten bu gibi
durumları, kişileri imtihan etmek, denemek ve
durumlarına razı olup kaderlerine boyun eğenlerle isyan
edenleri birbirinden ayırmak için meydana getirir.
Dolayısıyla manevî (kaderî ve ilahî) boyutuyla özürlülük,
kişinin bakışına, tutum ve davranışlarına göre hayrına
da şerrine de olan bir durumdur.
Özürlülüğü gerçek musibet gibi
algılayan ve sürekli isyanlarda olan bir kişi için bu
durum, dünyevî bir çile olduğu kadar ahirete yönelik
olarak da bir çile davetiyesi olabilir. İlahî bir
imtihan olduğuna iman şuuruyla idrak eden bir kişi için
özürlülük, geçici ve önemsiz dünyevî bir sıkıntının
ötesinde acziyetini ve bu bağlamda kudret sahibi olan
Yaratan’ı tanıma, tevekkül, teslimiyet ve sabır gösterme
gibi manevî faydalar sağlaması açısından olağan üstü
avantajlı bir durumdur. Hadiseye kader ve ahiret
boyutuyla bakabilen bir kişi, özürlülüğe bizzat kendisi
sebebiyet vermiş olsa dahî, durumundan ders çıkarır ve
Allah’ın rahmetine sığınmayı bir fırsat bilir. Nitekim
Kuran-ı Kerim de bu konuya işaret etmektedir: “Başınıza
gelen her musibet (bela), kendi ellerinizden kazandığı
(günahlar) yüzündendir. Böyle iken Allah, günahların
birçoğunu bağışlar (da bundan dolayı manevî-uhrevî
musibet vermez)” (Şura; 42/30).
Özürlülük, imtihan vesilesi olduğu
için, hayırlara vesile olabilecek bir durumdur. Allah,
kullarını bir takım musibetlerle dener, ta ki samimî
olan ile olmayan, inanan ve inanmayan açıkça belli
olsun. Bir gün Peygamberimiz, ashabına şöyle bir sual
sordu: “Hasta olmamayı sever misiniz?” Sahabe: “Vallahi
biz sıhhat ve afiyette olmayı severiz” dediler. Bunun
üzerine Peygamberimiz: “Allah’ın kendisini (hastalık
v.s. ile) hatırlamadığı hiç birinizde hayır yoktur”
buyurdu. Dolayısıyla özürlü bir insan, Yaratan’dan gelen
bu tür dünyevî olumsuzluklara razı olup, bunda da bir
hikmetin bulunabileceğini düşünüp sabrederek kulluk
görevini ifa edebilmelidir.
Özürlülük, Manevî Farkındalıktır
Hayatın cilvelerini ve tecellilerini
bazen zıt yönleriyle anlamak daha kolay olmaktadır.
Tokluğun önemini nasıl ki aç olduğumuzda daha iyi
anlıyor isek sağlığın kıymetini de özürlülük halinde
daha iyi idrak edebiliriz. Ömür boyu sağlık ve refah
içinde yaşayanlar, sahip oldukları nimetin gerçek
değerini tam olarak bilemezler. Hâlbuki değişik bedenî
sancılar çekenler, ömür boyu sağlık ve afiyet içerisinde
istifade ettikleri organlarının ne büyük nimet olduğunu
daha iyi anlarlar. İşte özürlülüğün bir hikmeti de
şükrünü gereği gibi yerine getiremediğimiz nimetlerin
farkına varmamıza yardımcı olmasıdır.
Diğer taraftan birbirinden farklı da
olsa engelliliğe yol açan hemen her özürlülüğün bedenî
rahatsızlıkları ve yeti kayıpları sınırlıdır. Her
özürlü, kendi fizikî imkânları ve bedenî potansiyelleri
çerçevesinde az veya çok bazı işlevsel hareketler
yapabilir. Bu durumda özürlünün en küçük becerisi dahî
büyük bir önem arz etmektedir. Kişi de bu fiili,
işlevselliğini tam olarak kaybolmamış belirli organların
sayesinde yapabilmektedir. İşte tam burada işleyen bu
organların varlığı ve değeri daha da artmaktadır. Mesela
işitme engelli bir özürlü, duyma nimetinin dışında bütün
bedenî nimetlerden istifade edebilmektedir. Binlerce
nimetten bir tanesinin elinden alınmasıyla, kişi bu
durumda isyana girmek yerine sahip olduğu diğer
nimetlerin şükrünü daha büyük bir bilinçle, yani ihlâsla
ve samimiyetle yerine getirebilecektir. Bu manevî
farkındalığın, özürlülük sayesinde gerçekleştiği
unutulmamalıdır.
Özürlülük, İlâhî Bir Hediyedir
Özürlülük, Yaratan’dan kişiye özel
olarak sunulan anlamlı bir hediyedir. Eğer bu durum,
manevî anlamda anlamlı ve güzel bir şey olmasaydı,
Yaratan en sevdiği kullarına hastalıklar vermezdi.
Peygamberimiz, "En çok musibet (bela) ve meşakkate
giriftar olanlar, insanların en iyisi, en kâmilleridir"
(Buharî, Merdâ: 3) sözü, bu manevî gerçeğe işarettir.
Başta peygamberler (meselâ Hz. Eyyub), sonra veliler
(Allah dostları) ve sonra ihlâs sahibi kullar,
çektikleri hastalıklara birer halis ibadet, Yaratan’dan
birer hediye nazarıyla bakmışlar ve sabır içinde
şükretmişlerdir. Bugünün özürlüsü de bu önemli
şahsiyetleri örnek alıp sabır içinde şükrederse ruh
dünyasıyla barışık ve dolayısıyla huzurlu olacaktır.
Hiçbir yerden medet göremeyen bir özürlü, Allah’a
yönelir ve samimiyetle hâlini Yaratan’a arz ederse
Allah’ın hoşnutlunu kazanmış olur. Özürlülük durumu
kişiyi Allah’ı hatırlatıyorsa bu gelişme bütünüyle ilahî
bir lütuf değil midir? Nitekim Hz. Mevlana, kederlerin
ve sıkıntıların insan için bir ilahî nimet olduğunu şu
şiirinde ifade etmektedir: “Uğradığın derde, kedere razı
oldun mu, hemen sana Cennet kapısı açılır. Gam elçisi
gelip kapını çalarsa, onu bir dost gibi karşıla, kucakla”.
Allah’ın verdiği gam ve kederlerin
perde arkasında birçok hikmet gizlendiği için, kişi,
durumuna zahirî boyutuyla değil manevî yönüyle
bakabilmelidir. Özürlülüğün maddî yönüyle olumsuz
yönleri, belki de kişiye verdiği fizikî zararlar ve
bedenî acılardır. Ancak hadiselere manevî yönüyle de
bakabilen bir kişi, o acılardan ve zararlardan Allah’a
sığınır ve kederlerin hayırlı yönlerini ve gizli
lütuflarını da düşünür. Belki tam olarak
algılayamadığımız o gizli lütuflardan mahrum olmamak
için, kişi Allah’a niyazda bulunur. “Hele gamın, gerçek
inanç ehlinin kulu, kölesi olduğunu idrak eden kişiye,
gam daha fazla lütuflarda, ihsanlarda bulunur” diyen Hz.
Mevlana, rıza derecesi ile manevî lezzet arasındaki
doğru orantıya vurgu yapar. Son Peygamber de bu yönde şu
hadisleri dile getirir: “Büyük mükâfat, büyük
musibetlerle beraberdir. Allah, bir topluluğu sevince
onlara bela verir”. Ümmetimin azabı dünyadayken verilir.
(Câmiü-s-Sağir; No: 2645; No: 2635).
Kaynaklar
Akpınar, Arif; Hastalıklara Pozitif
Bakış; Bilge Yayıncılık; İstanbul; 2006.
Câmiü-s-Sağir; C. 3; Yeni Asya
Neşriyatı; İstanbul; 2002.
Karagöz, İsmail; Kuran’a Göre
Musibetler Açısından İnsan ve Toplum; Çelik Yayınevi;
İstanbul; 1996.
Mevlana; Divan-ı Kebir; (Hazırlayan:
Şefik Can); Ötüken Neşriyat; İstanbul; 2001.
Seyyar, Ali, Sosyal Hizmetlerde
Manevî Bakım; Şefkatli Eller Yayınları; Ankara; 2007.
Özürlülük Bir musibet Midir? Manevî Paradigmalar
Açısından Özürlülüğün Muhasebesi”; Yeni Yüzyıl
Dergisi; Sayı 4; Haziran 2008; ss. 22-24.