aliseyyar@sosyalsiyaset.net

 

 

 

Makaleler ;

Ali Seyyar’ın Makaleleri
--  

 

Özürlülük Bir Musibet Midir?

Manevî Paradigmalar Açısından Özürlülüğün Muhasebesi

Prof. Dr. Ali Seyyar[1]

 

 

Özürlülüğe Manevî Bakışın Gereği

Özürlülüğünden dolayı bir engellinin günlük hayatına ait her zaman tekerrür eden olağan ve basit hareketlerin ifasında başkalarının fizikî yardımına ve maddî desteğine ihtiyaç duyması, gerek tıbbî, gerekse sosyal yönüyle olumsuz algılanabilir. Nitekim sosyal bilimlerde özürlülerin, “dezavantajlı sosyal gruplar” olarak tanımlanması belki de bu duruma dikkat çekmek için zaruretin bir yansıması olarak yapılmış olabilir. Ancak böyle bir tanım, netice itibariyle kişinin avantajlı (şanslı) bir durumda olmadığını gösteren bir gerçektir. İleri derecede ve karmaşık bir özürlülük biçimini ele aldığımızda durum daha da ciddî ve vahim olmaktadır. Kişi bu durumda, bedensel hareket edebilirliğinin engellenmesi veya kısıtlanması sonucunda gerek beden temizliğinde, gerek beslenmede, gerekse ev idaresinde belki de sürekli olarak başkalarının yardımına muhtaç olacaktır. Değişik anatomik veya fizyolojik yeti kayıplarından ötürü kendi kendine yeterli olmayan ve bundan dolayı da başkalarına bağımlı olan özürlü bir insanın durumu, zahirî unsurlar açısından bütünüyle olumsuz algılanabilir. Bilinen tıbbî ve sosyal izahlardan tatmin olamayan özürlüler, bu durumda ya derin bir anlam ve pozitif bir açılım bulma arayışlarına girer ya da karamsar bir havaya girip sonucu bir “felaket”, bir “musibet” veya “Allah’ın bir cezası” gibi algılama eğilimine kayar. Birinci kesim sabır ve metanetle kendileriyle barışık olabilecek bir arayış içinde çoğu zaman özel durumlarında manevî hakikatler yakalayabilirken ikinci kesim, kendilerini psikolojik olarak karamsar bir dünyanın içine atarak huzursuz bir hayat sürdürürler. Peki özürlülük olgusuna pozitif bir anlam kazandırmak mümkün müdür? Manevî bilimler sayesinde özürlülüğün anlamlı ve dolayısıyla pozitif ve avantajlı yönünü göstermek suretiyle engellilerimizin kendi ruhlarıyla barışık olmaları sağlanabilir mi? Kanaatimce kişileri son derece etkileyen özürlülük gibi ciddî bir duruma manevî boyutuyla da bakmakta fayda vardır. Özürlülük konusu, manevî boyutuyla ele alındığında durumun hiçte o kadar vahim olmadığı hatta uhrevî yönüyle avantajlı olduğu görülecektir.

Özürlülük, Manevî Avantajlıktır

Özürlülük, kişinin bedenî fonksiyonları ile ilgili olduğu için, özürlünün manevî dünyasının sakat veya arızalı olduğu anlamına gelmez. Dolayısıyla özürlülük, manevî bir hastalık ve(ya) engellilik değildir. Asıl musibet, bedene değil kişinin maneviyatına gelen zararlardır. Özürlülük gibi dünyevî musibetlerin bir kısmının, özellikle kader ve ahiret boyutuyla bakıldığında, birer rahmanî ihtar, ilahî iltifat ve(ya) ruhanî arındırma ameliyesi, bir kısmının günahlara kefaret, bir kısmının da aczi ve zaafı tam hissedip Allah’a teslim olmaya vesile olan avantajlı bir durum olabileceği unutulmamalıdır. Birçok insanın zihninde negatif bir anlam taşıyan özürlülük konusu gerçekten dezavantajlı bir durum mudur? Kuran-ı Kerim, bu hususta insanları uyarır ve düşünmeye davet eder: “Çirkin (olumsuz) gördüğünüz bir şey, belki sizin için hayırlıdır. Sevdiğiniz bir şeyde de belki sizin için şer (kötülük) vardır. (Hakikati) Allah bilir, siz bilemezsiniz” (Bakara; 2/216).

Sağlık ve buna bağlı olarak bedenî fonksiyonellik gibi nimetleri Allah yarattığı gibi, hastalık ve özürlülüğü de Allah halk etmiştir. Allah, her iki durumu, ilahî hikmete bağlı olarak yaratmıştır. Bu hikmete binaen bazen özürlülük, kaderin mutlak bir cilvesi olarak hiçbir şart ve sebebe bağlı olmadan kesin bir hükümle ortaya çıkabilir. Bu gibi durumların karşısında insanlar, genelde ya isyan eder, ya da kaderlerine teslim olurlar. Allah da zaten bu gibi durumları, kişileri imtihan etmek, denemek ve durumlarına razı olup kaderlerine boyun eğenlerle isyan edenleri birbirinden ayırmak için meydana getirir. Dolayısıyla manevî (kaderî ve ilahî) boyutuyla özürlülük, kişinin bakışına, tutum ve davranışlarına göre hayrına da şerrine de olan bir durumdur.

Özürlülüğü gerçek musibet gibi algılayan ve sürekli isyanlarda olan bir kişi için bu durum, dünyevî bir çile olduğu kadar ahirete yönelik olarak da bir çile davetiyesi olabilir. İlahî bir imtihan olduğuna iman şuuruyla idrak eden bir kişi için özürlülük, geçici ve önemsiz dünyevî bir sıkıntının ötesinde acziyetini ve bu bağlamda kudret sahibi olan Yaratan’ı tanıma, tevekkül, teslimiyet ve sabır gösterme gibi manevî faydalar sağlaması açısından olağan üstü avantajlı bir durumdur. Hadiseye kader ve ahiret boyutuyla bakabilen bir kişi, özürlülüğe bizzat kendisi sebebiyet vermiş olsa dahî, durumundan ders çıkarır ve Allah’ın rahmetine sığınmayı bir fırsat bilir. Nitekim Kuran-ı Kerim de bu konuya işaret etmektedir: “Başınıza gelen her musibet (bela), kendi ellerinizden kazandığı (günahlar) yüzündendir. Böyle iken Allah, günahların birçoğunu bağışlar (da bundan dolayı manevî-uhrevî musibet vermez)” (Şura; 42/30).

Özürlülük, imtihan vesilesi olduğu için, hayırlara vesile olabilecek bir durumdur. Allah, kullarını bir takım musibetlerle dener, ta ki samimî olan ile olmayan, inanan ve inanmayan açıkça belli olsun. Bir gün Peygamberimiz, ashabına şöyle bir sual sordu: “Hasta olmamayı sever misiniz?” Sahabe: “Vallahi biz sıhhat ve afiyette olmayı severiz” dediler. Bunun üzerine Peygamberimiz: “Allah’ın kendisini (hastalık v.s. ile) hatırlamadığı hiç birinizde hayır yoktur” buyurdu. Dolayısıyla özürlü bir insan, Yaratan’dan gelen bu tür dünyevî olumsuzluklara razı olup, bunda da bir hikmetin bulunabileceğini düşünüp sabrederek kulluk görevini ifa edebilmelidir.

Özürlülük, Manevî Farkındalıktır

Hayatın cilvelerini ve tecellilerini bazen zıt yönleriyle anlamak daha kolay olmaktadır. Tokluğun önemini nasıl ki aç olduğumuzda daha iyi anlıyor isek sağlığın kıymetini de özürlülük halinde daha iyi idrak edebiliriz. Ömür boyu sağlık ve refah içinde yaşayanlar, sahip oldukları nimetin gerçek değerini tam olarak bilemezler. Hâlbuki değişik bedenî sancılar çekenler, ömür boyu sağlık ve afiyet içerisinde istifade ettikleri organlarının ne büyük nimet olduğunu daha iyi anlarlar. İşte özürlülüğün bir hikmeti de şükrünü gereği gibi yerine getiremediğimiz nimetlerin farkına varmamıza yardımcı olmasıdır.

Diğer taraftan birbirinden farklı da olsa engelliliğe yol açan hemen her özürlülüğün bedenî rahatsızlıkları ve yeti kayıpları sınırlıdır. Her özürlü, kendi fizikî imkânları ve bedenî potansiyelleri çerçevesinde az veya çok bazı işlevsel hareketler yapabilir. Bu durumda özürlünün en küçük becerisi dahî büyük bir önem arz etmektedir. Kişi de bu fiili, işlevselliğini tam olarak kaybolmamış belirli organların sayesinde yapabilmektedir. İşte tam burada işleyen bu organların varlığı ve değeri daha da artmaktadır. Mesela işitme engelli bir özürlü, duyma nimetinin dışında bütün bedenî nimetlerden istifade edebilmektedir. Binlerce nimetten bir tanesinin elinden alınmasıyla, kişi bu durumda isyana girmek yerine sahip olduğu diğer nimetlerin şükrünü daha büyük bir bilinçle, yani ihlâsla ve samimiyetle yerine getirebilecektir. Bu manevî farkındalığın, özürlülük sayesinde gerçekleştiği unutulmamalıdır.

Özürlülük, İlâhî Bir Hediyedir

Özürlülük, Yaratan’dan kişiye özel olarak sunulan anlamlı bir hediyedir. Eğer bu durum, manevî anlamda anlamlı ve güzel bir şey olmasaydı, Yaratan en sevdiği kullarına hastalıklar vermezdi. Peygamberimiz, "En çok musibet (bela) ve meşakkate giriftar olanlar, insanların en iyisi, en kâmilleridir" (Buharî, Merdâ: 3) sözü, bu manevî gerçeğe işarettir. Başta peygamberler (meselâ Hz. Eyyub), sonra veliler (Allah dostları) ve sonra ihlâs sahibi kullar, çektikleri hastalıklara birer halis ibadet, Yaratan’dan birer hediye nazarıyla bakmışlar ve sabır içinde şükretmişlerdir. Bugünün özürlüsü de bu önemli şahsiyetleri örnek alıp sabır içinde şükrederse ruh dünyasıyla barışık ve dolayısıyla huzurlu olacaktır. Hiçbir yerden medet göremeyen bir özürlü, Allah’a yönelir ve samimiyetle hâlini Yaratan’a arz ederse Allah’ın hoşnutlunu kazanmış olur. Özürlülük durumu kişiyi Allah’ı hatırlatıyorsa bu gelişme bütünüyle ilahî bir lütuf değil midir? Nitekim Hz. Mevlana, kederlerin ve sıkıntıların insan için bir ilahî nimet olduğunu şu şiirinde ifade etmektedir: “Uğradığın derde, kedere razı oldun mu, hemen sana Cennet kapısı açılır. Gam elçisi gelip kapını çalarsa, onu bir dost gibi karşıla, kucakla”.

Allah’ın verdiği gam ve kederlerin perde arkasında birçok hikmet gizlendiği için, kişi, durumuna zahirî boyutuyla değil manevî yönüyle bakabilmelidir. Özürlülüğün maddî yönüyle olumsuz yönleri, belki de kişiye verdiği fizikî zararlar ve bedenî acılardır. Ancak hadiselere manevî yönüyle de bakabilen bir kişi, o acılardan ve zararlardan Allah’a sığınır ve kederlerin hayırlı yönlerini ve gizli lütuflarını da düşünür. Belki tam olarak algılayamadığımız o gizli lütuflardan mahrum olmamak için, kişi Allah’a niyazda bulunur. “Hele gamın, gerçek inanç ehlinin kulu, kölesi olduğunu idrak eden kişiye, gam daha fazla lütuflarda, ihsanlarda bulunur” diyen Hz. Mevlana, rıza derecesi ile manevî lezzet arasındaki doğru orantıya vurgu yapar. Son Peygamber de bu yönde şu hadisleri dile getirir: “Büyük mükâfat, büyük musibetlerle beraberdir. Allah, bir topluluğu sevince onlara bela verir”. Ümmetimin azabı dünyadayken verilir. (Câmiü-s-Sağir; No: 2645; No: 2635).

Kaynaklar

Akpınar, Arif; Hastalıklara Pozitif Bakış; Bilge Yayıncılık; İstanbul; 2006.

Câmiü-s-Sağir; C. 3; Yeni Asya Neşriyatı; İstanbul; 2002.

Karagöz, İsmail; Kuran’a Göre Musibetler Açısından İnsan ve Toplum; Çelik Yayınevi; İstanbul; 1996.

Mevlana; Divan-ı Kebir; (Hazırlayan: Şefik Can); Ötüken Neşriyat; İstanbul; 2001.

Seyyar, Ali, Sosyal Hizmetlerde Manevî Bakım; Şefkatli Eller Yayınları; Ankara; 2007.


 

[1] Özürlülük Bir musibet Midir? Manevî Paradigmalar Açısından Özürlülüğün Muhasebesi”; Yeni Yüzyıl Dergisi; Sayı 4; Haziran 2008; ss. 22-24. 

 

 

 

 

 

 

Google