aliseyyar@sosyalsiyaset.net

 

 

 

Makaleler ;

<<<Sosyal Siyaset Makaleleri

Özürlüler Hakkında Kanun Ve Özürlü Çalıştırma Zorunluluğu Konusunda Mevzuattaki Son Değişiklikler

 

 

Doç. Dr. Gülsevil Alpagut

 

 

 

      Giriş

Bilindiği gibi, Türk hukukunda özürlülerin çalışma yaşamına katılmalarının sağlanabilmesi bakımından işverenlere çalışma zorunluluğu öngörülmüş, kota yönetimi benimsenmiştir.

İş Kanunu’nun 30. maddesi özürlülerin yanı sıra, eski hükümlüler ve terör mağdurları için de düzenlenen çalıştırma zorunluluğuna ilişkin olarak “Özürlü, Eski Hükümlü ve Terör Mağduru İstihdamı Hakkında Yönetmelik” çıkarılmış, temel esaslar belirlenmiştir1.

Özürlülerin çalışma yaşamına katılmalarının sağlanması sosyal devlet ilkesinin bir gereği olup, devletin Anayasa’dan kaynaklanan bu ödevini yerine getirmesine ilişkin olarak batılı ülkelerde çeşitli yöntemler geliştirilmiştir. Bu yöntemler kota yönetimi, korumalı işyerlerinin düzenlenmesi, işverenlerin finansal yönden destek ve teşviki, özel eğitim programları ile istihdam olanaklarının artırılmasıdır. Belirtmek gerekir ki, bu yöntemler kural olarak birbirine alternatif oluşturan değil, birbirini tamamlayan yöntemlerdir. Dolayısıyla; özürlü istihdamı aynı amaca yönelik farklı tedbirlerle desteklenen bir sistem bütünü oluşturur.

İş Kanunu m.30. ve yönetmelik hükümleri ile öngörülen düzenlemelerin temel niteliği, tek ayaklı bir sistem dahilinde, işverenler için çalıştırma zorunluluğu öngörülecek sorunun çözülmesini sağlanmasıdır. Nitekim özürlü çalıştırmada devletin fiili destek ve teşvikinin gayet sınırlı olduğu, eğitim, çevre faktörleri gibi istihdamın gerçekleştirilebilmesi için ön koşullar bakımından gerekli alt yapının hazırlanmadığı bir sistemin başarı şansının bulunmadığı, yaşanan süreç içinde ortaya çıkmış ve mevcut istatistikî bilgiler bu sonucu doğrulamıştır. Türkiye Özürlüler Araştırması’na göre, işgücüne dahil olmayan toplam özürlü oranı özürlülerin %77,8’ini oluşturmaktadır2. Bu bağlamda, yasal sistem dahilinde yüksek idari para cezaları ile desteklenen kota yönetimi bir yandan işverenlerce yük olarak görülürken, istihdam ağlanması bakımından ciddi bir katkı da getirmemiştir.

       Özürlü istihdamının bir sistem sorunu olarak ele alınması bakımından 2005 yılında önemli adımlar atılmıştır. Bu değerlendirmenin gerekçesi somut olarak yapılan değişikliklerden çok, sorunun bütün olarak değerlendirilmesi ve çok yönlü bir girişim gereğinin hissedilmesidir. Bu bağlamda öncelikle; 2005 yılı Türkiye’de özürlülerin istihdamı yılı olarak kabul edilmiş ve bir eylem planı oluşturulmuştur. Yine, özürlülere ilişkin bir yasa tasarısı hazırlanmış ve yürürlüğe konulmuştur.

07.07.2005 tarihinde yürürlüğe giren Yasa “Özürlüler Hakkında ve Bazı Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun” başlığını taşımakta olup, esasen bir özürlüler yasası çıkarılması ve aynı zamanda bu yasayla, mevzuatta yer alan konuya ilişkin çeşitli hükümlerde değişiklik yapılması amaçlanmıştır.

Bu yazı çerçevesinde, İş Kanunu m. 30 ve konuya ilişkin Yönetmelik hükümlerinin incelenmesinden ziyade3, yeni Kanun hükümleri ile İş Kanunu m. 101 çerçevesinde yapılan değişiklik, 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren Kabahatler Kanunu ile uygulamaya giren değişiklikler ve nihayet 2006 yılı için belirlenen kota oranları genel olarak ele alınacak ve değerlendirilmeye çalışılacaktır.

 II. 5378 sayılı Kanun’un Temel Esasları

Kanunun 1. maddesinde kanunun amacı; özürlülüğün önlenmesi, özürlülerin sağlık, eğitim, rehabilitasyon, istihdam, bakım ve sosyal güvenliğine ilişkin sorunlarının çözümü ile her bakımdan gelişmelerini ve önlerindeki engelleri kaldırmayı sağlayacak tedbirleri alarak topluma tam katılmalarını sağlamak ve bu hizmetlerin koordinasyonu için gerekli düzenlemeleri yapmak şeklinde belirlenmiştir. Bu noktada, özürlülerin toplumsal yaşam içerisinde yer alabilmesi için gerekli tüm tedbirlerin alınması hedeflenmektedir.

Kanun; özürlüleri, ailelerini, özürlülere yönelik hizmet veren kurum ve kuruluşlar ile diğer ilgilileri kapsar(m.2). Amaç, kapsam ve tanımları içeren birinci bölümden sonra, Yasa’nın ikinci bölümünde; özürlülük sınıflandırılması, bakım, ruhsatlandırılma hizmet sunumu, rehabilitasyon, erken tanı ve koruyucu hizmetler, iş ve meslek analizleri, mesleki rehabilitasyon, istihdam, eğitim ve öğretim, eğitsel değerlendirme gibi konular düzenlenmektedir. Üçüncü bölümde ise, ilgili mevzuatta değiştirilen hükümlere yer verilmiştir. Bu bağlamda Kanunun konuya ilişkin temel esasları, bu arada özürlünün çalışma yaşamına katılımının sağlanabilmesi için gerekli ön koşullar ile çevresel faktörleri de düzenlediği söylenmelidir.

 

 

1.      Özürlüyü İstihdama Hazırlayan Tedbirler

 

Özürlü istihdamına yönelik tedbirler; öncelikle istihdam alanına katılımın sağlanabilmesi için temel ve mesleki eğitim, rehabilitasyon ile başlayan, çalışma zorunlulukları ve ayrım yasakları ile devam eden ve nihayet iş sözleşmesinin devamı ve sona ermesi bakımından özel düzenlemelerle desteklenen bir süreci içerir. 5378 sayılı Kanun bu çerçevede incelendiğinde Kanunu’nun ikinci kısmında yer alan “Sınıflandırma, Bakım, Rehabilitasyon, İstihdam, Eğitim, İş ve Meslek Analizi başlığını taşıyan 5vd. maddelerinin bütün olarak bu sürece hizmet ettiği söylenebilir.

İstihdamla ilgili olarak Kanunda dikkati çeken hükümlerden biri Türk hukuku bakımından yeni bir kavram ifade eden “iş ve meslek analizi” ne ilişkin düzenlemedir. Yasa’nın 12. maddesine göre; Özürlüler İradesi Başkanlığı’nın koordinatörlüğünde Milli Eğitim Bakanlığı ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından özürlü türlerini dikkate alan iş ve meslek analizlerinin yapılması, bu analizlerin ışığı altında, özürlülerin durumlarına uygun mesleki rehabilitasyon ve eğitim programlarının geliştirilmesi ön görülmüştür. Kuşkusuz amaç yerindedir. Nitekim, istihdamın gerçekleştirilmesinde ilk adımın genel ve mesleki eğitim olduğu dikkate alındığında bu alanda ciddi bir eksiklik bulunduğu açıktır.

Kanunda yine, “mesleki rehabilitasyon” özel olarak düzenlenmiştir. Mesleki rehabilitasyon kapsamında; gerçek veya tüzel kişilerce açılacak olan özel mesleki rehabilitasyon merkezleri, yetenek geliştirme merkezleri ve korumalı işyerlerinin değişik tipleri ile özel işyerlerinde bireylerin bireysel gelişimleri ve yeteneklerine uygun iş veya becerilerini geliştirici tedbirlerin alınmasını öngörülmüştür. Bu hizmetler ihtiyaçlara göre hizmet alınması suretiyle temin edilebilecek veya buna ilişkin esaslar bir yönetmelikle düzenlenecektir(m.13/II).

Sosyal ve mesleki rehabilitasyon hizmetleri belediyeler tarafından da verilebilecek, belediyeler halk eğitim ve çıraklık eğitim merkezleri ile işbirliği yapabileceklerdir. Yasa’da mesleki eğitim ve rehabilitasyon hizmetlerinin yerine getirilmesi ile devlet kurumları görevli kılınmakla birlikte, bu hizmetlerin etkin bir biçimde yerine getirilemeyeceği olasılığına karşı önemli bir adım atılmıştır. Öncelikle özürlünün rehabilitasyon talebinden söz edilmiştir. Dolayısıyla, bugüne kadar mevcut pozitif düzenlemelerden farklı olarak bu hizmet, kamu makamlarına yönelik bir program hükmü olarak öngörülmemiştir. İkinci olarak, özürlünün bu talebinin karşılanamaması halinde hizmeti en yakın merkezden alması ve ilgili belediyenin her yıl bütçe talimatında belirlenen miktarı, hizmetin satın alınacağı merkeze ödemesi kabul edilmiştir(m.13/son). Düzenleme yerel yönetimlerin veya kamu makamlarının çeşitli gerekçelerle hizmet verememesi sorununu ortadan kaldırmaya yöneliktir. Kuşkusuz buradaki sorun öncelikle, yurdun her yerinde özürlüye yönelik temel eğitim, mesleki eğitim ve rehabilitasyon merkezlerinin yaygınlaştırılmasıdır. Bugün için İş Kur tarafından yürütülen mesleki eğitim hizmeti sadece belirli büyük şehirlerde ve sınırlı sayıdadır. Yerel yönetimlerin bu konuda sisteme dahil edilmesi yerindedir. Ancak gerekli yapının oluşturulmasının belirli bir süreci gerektirdiği açıktır.

 

 

2. İstihdam

a) Ayırım yasağı

Kanunun getirdiği en önemli düzenlemelerden birini ayrım yasağı oluşturmaktadır. Ayrım yasağı AB mevzuatı ve AB’ye üye ülkelerde de geniş bir uygulama alanı bulunmakta olup, somut bir iş için yeterli olan bir özürlüye karşı, işe giriş prosedürü, işe alınma, mesleki ilerleme, işten çıkarma, ücret gibi çalışma koşullarında ve mesleki eğitim alanında özürlülük temeline dayalı ayrımcı muamelede bulunulmasını engellemeyi hedefler.

Yasanın 14. maddesine göre; “İşe alımda; iş seçiminden, başvuru formları, seçim süresi teknik değerlendirme önerilen çalışma süreleri ve şartlarına kadar olan safhaların hiçbirinde özürlülerin aleyhine ayırımcı uygulamalarda bulunamaz.

Çalışan özürlülerin aleyhinde sonuç doğuracak şekilde, özrüyle ilgili olarak diğer kişilerden farklı muamelede bulunulamaz”.

Maddenin ilk fıkrası incelendiğinde hükmün salt işe alınma sırasında ayrım yasağını düzenlediği sonucuna varılabilecektir. Nitekim, “İşe alımda” ifadesi bu sonucu çıkarmaya elverişlidir. İkinci fıkrada ise, “çalışan özürlülerin aleyhine sonuç doğuracak şekilde…farklı muamelede bulunulamaz” şeklindeki düzenleme artık istihdamın her aşamasında ayrım yasağının kabul edildiğini göstermektedir.

Kanunun 41. maddesi ile Ceza Kanunu’nun 122. maddesinde değişiklik yapılmış ve özürlülük nedeniyle ayrım yasağı cezai yaptırıma bağlanmıştır. TCK m. 122/I hükmüne göre; “Kişiler arasında dil, ırk, renk, cinsiyet, özürlülük… Ve benzeri sebeplerle ayırım yaparak;

a)Bir taşınır veya taşınamaz malın satılmasını, devrini veya bir hizmetin icrasını veya kişinin işe alınmasını veya alınmamasını yukarıda sayılan hallerden birine bağlayan…

kimse hakkında altı aydan bir yıla kadara hapis veya adil para cezası verilir.”

TCK m. 122. hükmüne özürlülüğün sonradan eklenmiş olması karşısında beliren soru; cezai yaptırımın salt işe alınma konusunda yapılan ayrımcılığı mı düzenlediği, işin devamı veya iş sözleşmesinin sona erdirilmesi bakımından ayrımcılık hallerinin de madde kapsamına girip girmediğidir. Diğer bir ifade ile; madde metninde yer alan “bir hizmetin icrasını veya hizmetten yaralanılmasını engelleyen” ifadesi iş sözleşmesinin içeriğini ve sona erdirilmesini kapsamakta mıdır?

Hükmün lafzı ve gerekçenin yorumu cezai yaptırımının salt işe alınmada ayrımcılık için öngörüldüğü yolundadır. Bu bağlamda, iş ilişkisinin devamı ve sona ermesi aşamasında ayrım yasağına aykırılık hali için cezai yaptırımın bulunmadığı söylenebilir. Nitekim, suçta kanunilik ilkesi ve ceza hükümlerinin dar yorumu gereği de bu sonucu desteklemektedir. Kaldı ki, yasak koyucu çalışma koşullarını da kapsama dahil etmek isteseydi, “işe alınma ve alınmama” ifadelerine çalışma koşulları bakımından ayrım yasağını da açıkça dahil ederdi. Bu bağlamda, hizmetin icrasını ve hizmetten yararlanmanın çalışma ilişkisin kastetmediği kabul edilmelidir.

Özürlüler Hakkında Kanun’da ayrı yasağına aykırılık için hukuki bir yaptırıma yer verilmemiştir. Bu noktada, İş Kanunu’na tabi iş ilişkileri bakımından eşit davranma ilkesini düzenleyen İş Kanunu m. 5 hükmünün uygulanabilirliği değerlendirilmelidir. İş Kanunu m. 5’e göre “İş ilişkisinde dil, ırk, cinsiyet, siyasal düşünce, felsefi inanç, din ve mezhep benzeri sebeplere dayalı ayrım yapılamaz.”  Maddede ayrım yasağı düzenlendikten sonra yasağa aykırılığın hukuki sonucu da tespit olunmuştur. Buna göre; “İş ilişkisinin veya sona ermesinde yukarıdaki fıkra hükümlerine aykırı davranıldığında işçi, dört aya kadar ücreti tutarındaki uygun bir tazminattan başka yoksun bırakıldığı haklarını da talep edebilir.2821 sayılı Sendikalar Kanununun 31 inci maddesi hükümleri saklıdır”.

Maddede eşit davranma ilkesine aykırılık salt iş ilişkisinin devamı ve sona ermesi bakımından yaptırıma bağlanmış, işe alınma sırasında ayrımcılık için herhangi bir yaptırım öngörülmemiştir. Düzenlemenin özellikle AB’ ye uyum noktasında sorun yaratacağı kuşkusuzdur.

Belirtmek gerekir ki, İş Kanunu m. 5 hükmünde yer verilen “benzeri sebepler” ibaresi eşit davranma ilkesinin uygulama alanının sınırlı olmadığını işaret etmektedir. Bu bağlamda, özürlülük nedeniyle ayırım yasağının da İş Kanunu m. 5’in kapsamında yer aldığı kabul edilmelidir. Bununla birlikte, Özürlüler Hakkında Yasa düzenlenirken İş Kanunu m. 5 hükmünde bu yolda açık bir hükme yer vermek, olası tartışmaları önlemek bakımından isabetli olurdu

Ayırım yasağı; objektif nedenler bulunmaksızın kişilerin farklı muameleye tabi tutulmalarını engeller. İşverenin, yeterlilik, verim, kıdem gibi objektif kriterlere dayalı olarak çalışma süresi, ücret, yıllık ücretli izin veya ara dinlenmeleri gibi çalışma koşulları veya iş sözleşmesinin sona ermesinde ortaya çıkan uygulamaları ayrım yasağına aykırılık oluşturmaz. Yine işçinin işe alınmaması objektif kriterlere değil de, salt özürlülüğe dayanıyorsa bu noktada ayrım yasağına ayrılıktan söz edilebilir.

 

b)İşyerlerinin fiziksel olarak özürlüye uyan hale getirilmesi ve korumalı iş yerleri

Özürlüler Hakkında Kanun’da özürlülerin işyerinde çalışabilmesi bakımından engelleri azaltma yolunda önlemlerin alınması ve işyerinde fiziksel düzenlemelerin yapılması öngörülmüştür. Gayet genel bir ifade içeren düzenlemede dikkati çeken husus; “işyerinde fiziksel düzenlemelerin bu konuda görev, yetki ve sorumluluğu bulunan kurum ve kuruluşlar ile işyerleri tarafından yapılması” zorunluluğunun öngörülmesidir.

Özürlünün işyerinde çalışabilmesi çoğu kez özel bir teknik donanımı veya organizasyonu gerektirir. Özürlü, Eski Hükümlü ve Terör Mağduru İstihdamı Hakkında Yönetmelik’ te işverenler “işyerlerini imkânları ölçüsünde, özürlülerin çalışmalarını kolaylaştırabilecek şekilde hazırlamak, sağlıkları için gerekli tedbirleri almak,… çalışmaları için gerekli araç ve gereçleri” sağlamakla yükümlü tutulmuşlardır. Tüm bu tedbirler işverenler için belirli bir ek maliyeti de beraberinde getirebilmektir. Batılı ülkelerde özürlü istihdamının teşviki bakımından kullanılan vasıtalardan birini, gerekli teknik donanım için devletin destek ve teşvik oluşturmaktadır4.

Yukarıda belirttiğimiz gibi, gayet genel bir ifadeye sahip Kanunun 14/III hükmü fiziksel düzenlemelerin yapılmasında devlet kurum ve kuruluşlarının katkısı anlamını içermekte ise, hüküm ciddi anlamda bir katkı sağlayabilir. Ancak kuşkusuz mevcut durum da hiçbir surette işverenler bakımından bir talep hakkı doğurmamaktadır. Hükmün içeriğini dolduracak somut düzenlemelerin yapılması gereklidir.

Özürlü istihdamı bakımından bir diğer önemli vasıta, korumalı işyeri uygulamasıdır. Korumalı işyeri, özürlülük nedeniyle normal rekabete dayalı işyerlerinde çalışmaya uygun olmayan kişiler için özel olarak kurulan işyeridir 5. Kanunda da paralel bir düzenleme ile korumalı işyeri; normal işgücü piyasasına kazandırılmaları güç olan özürlüler için mesleki rehabilitasyon ve istihdam oluşturmak amacıyla Devlet tarafından teknik ve mali yönden desteklendiği ve çalışma ortamının özel olarak düzenlendiği işyeri” olarak tanımlamıştır(3/f). Korumalı işyeri devlet tarafından kurulabileceği gibi, devletin teknik ve mali desteği ile özel sektör işverenleri ve gönüllü kuruluşlarca da kurulabilir. Korumalı işyeri kavramı yeni bir kavram değildir. Sayısı az olmakla birlikte, bu uygulama sistemimizde esasen yer almaktadır.

Yasada ayrıca “korumalı işyeri statüsü kavramına yer verilmiştir. Buna göre; korumalı işyeri statüsü “çalışanlarının yönetmelikle belirlenen oranını özürlülerin oluşturduğu veya özürlülere yönelik çalışmaları ile korumalı işyerine sağlanan teknik mali destek sağlanma şartlarını” ifade eder. Bu tanımdan, yönetmelikte belirlenen oranda özürlü çalıştıran işyerlerinin doğrudan korumalı işyeri statüsüne dahil edilip, teknik ve mali destekten yararlanacaklarının öngörüldüğü gibi bir sonuç çıkarmaktadır. Kuşkusuz, hükmün içeriğinin yapılacak düzenlemelerle somutlaştırılması gerekmektedir. Bu statüden yararlanabilmek için özürlülere yönelik çalışmaların içeriğinin ne olması gerektiği, belirli oranda özürlü çalıştırılmasının destekten yararlanma için yeterli olup olmadığı veya desteğin içeriği ile koşullarının belirlenmesi ayrıntılı düzenlemeleri gerektirmektedir. Nitekim Kanunda özürlülük durumları sebebiyle işgücü piyasasına kazandırılmaları güç olan özürlülerin istihdamının, öncelikle korumalı işyerleri aracılığı ile sağlanacağı belirtildikten sonra; bu konudaki usul ve esasların bir yönetmelikle düzenlenmesi öngörülmüştür(14/II ve IV).

 

 

III. Özürlü Çalıştırma Yükümlülüğüne Aykırılık Halinde Uygulanacak İdari Para Cezası Ve Cezanın Uygulanmasına İlişkin İş Kanunu m. 108 Hükmü Değişikliği 

 

Özürlü çalıştırma yükümlülüğüne aykırılık İş Kanunu m. 101’de cezai yaptırıma bağlamıştır. Madde hükmüne göre; “…30 uncu maddesindeki hükümlerine aykırı olarak özürlü ve eski hükümlü çalıştırmayan işveren veya işveren vekiline çalıştırmadığı her özürlü ve eski hükümlü ve çalıştırmadığı her ay için yedi yüz elli milyon lira para cezası verilir. Kamu kuruluşları da bu para cezasından hiçbir şekilde muaf tutulmaz”.

Bilindiği gibi, Yasanın 108. maddesinde idari para cezalarının uygulanmasına ilişkin hükümler düzenlenmiş ve İş Kanunu’nda öngörülen idari nitelikteki para cezalarının gerekçesi belirtilmek suretiyle Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Bölge Müdürünce verileceği kabul edilmişti. Özürlüler Hakkında Kanun’da konu ile ilgili diğer mevzuat yanında İş Kanunu b.108 hükmünde de değişiklik yapılmıştır.108. hükmün yeni şeklinde kanunda öngörülen para cezalarının 101. maddedeki idari para cezaları hariç olmak üzere Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Bölge Müdürünce verileceği 101. madde kapsamındaki idari para cezalarının ise, doğrudan Türkiye İş Kurumu İl Müdürü tarafından verileceği hükme bağlanmıştır. İstihdam zorunluluğunun yerine getirilmesinde görevli makamın İş Kur olması, eğitimden listelerin hazırlanması ve işyerine işçinin gönderilmesine kadar tüm sürecin Kurum aracılığı ile gerçekleşmesi dikkate alındığında düzenleme isabetli olarak değerlendirilmelidir.

Özürlü çalıştırma zorunluluğuna ilişkin İş Kanunu m. 101’de yer alan idari para cezası miktarı her yıl yeniden değerleme oranında artırılmaktadır 2005 yılı için bu miktar; 1.071.690.000 TL’dir. İş Kanunu’ndaki idari para cezalarının yeniden değerleme oranında artırılması maktu para cezası olarak kabul edilmesinin sonucudur. 765 sayılı Ceza Kanun’un Ek 1. maddesinde nisbi nitelikte para cezalarından söz edilmiş ve bu nitelikte olmayan para cezalarının her takvim yılı başında VUK m. 298’deki yeniden değerleme oranında artırımı öngörülmüştü (Ek m.2) . Maktu para cezası kavramı; miktarı kesin olarak belirlenmiş para cezalarını ifade eder. Nisbi nitelikte para cezası yasada sabit olarak belirlenmeyen, üst sınırı gösterilmeyen, miktarı suçun meydana getirdiği zarar ve failin elde ettiği yarara göre tespit olunabilen cezalardır6.

01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren Kabahatler Kanunu7; toplumun düzenini, genel ahlakı, genel sağlığı, çevreyi ve ekonomik düzeni korumak amacıyla kabahatlere ilişkin genel ilkeleri, idari yaptırımları türleri ve sonuçlarını, karar alma sürecini, idari yaptırıma karşı kanun yolunu, idari yaptırım kavramlarının yerine getirilmesine ilişkin esasları düzenlemektedir (m.1). Kanunun yürürlüğe girmesi ile birlikte ortaya çıkan sorun, Kabahatler Kanunu’nun genel hükümlerini İş Kanunu’nun genel hükümlerinin İş Kanunu’nun idari para cezalarına ilişkin hükümleri bakımından uygulama alanı bulup bulmayacağıdır. Kanunun genel hükümlerinin diğer kanunlardaki kabahatler hakkında da uygulanacağına ilişkin 3. maddesi hükmünden, 5326 sayılı Kanun hükümlerinin İş Kanunu’nda yer alan idari yaptırımlar bakımından da uygulama alanı bulduğu sonucu çıkmaktadır. Bu sonuç, özellikle 108. madde ile ilgili olarak çeşitli noktalar da değişikliği beraberinde getirmektedir.

Kabahatler Kanunu’nda; idari para cezalarının maktu veya nispi olabileceği (m. 17) belirtildikten sonra eski TCK Ek m. 1 ve 2’ye paralel bir hükme yer verilmiştir. Madde 17/7 ‘ye göre; “İdari para cezaları her takvim yılı başında geçerli olmak üzere o yıl için 4.1.1961 tarihi ve 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun mükerrer 298 inci maddesi hükümleri uyarınca tespit ve ilan edilen değerlendirme oranında artırılarak uygulanır. Bu suretle idari para cezasının hesabına bir Türk Lirasının küsuru dikkate alınmaz. Bu fıkra hükmü, nisbi nitelikteki para cezaları açısından uygulanmaz”. Bu bağlamda İş Kanunu’nda yer alan nisbi nitelikleri idari para cezalarının yeniden değerleme oranında artırıma tabi tutulması mümkün bulunmamaktadır.

Belirtmek gerekir ki, Adalet Bakanlığı’nca İş Kanunu’ndaki para cezalarının hukuki niteliğine ilişkin olarak 2004 yılında yapılan değerlendirmede; 4875 sayılı Kanunu’nda yer alan para cezalarının 825 sayılı (Eski) TCK m. 20/II’ de ifade edilen tarzda nisbi nitelikte olmadığı, dolayısıyla yeniden değerleme oranında artırıma tabi tutulabileceği yolunda sonuca varılımıştır8.  5252 sayılı yeni “ Türk Ceza Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkındaki Kanun”un 4. maddesinde yine nisbi nitelikteki para cezaları ayrık tutularak salt maktu nitelikte deki para cezalarının artırım miktarlarına yer verilmiştir.

Kabahatler Kanunu esasen maktu ve nisbi para cezası kavramı bakımından farklı bir esas getirmemiştir. Ancak Kanunda açıkça ikili ayrımın yer alması ve İş Kanunu’nda ikili ayrımın yer alması ve İş Kanunu’nda yaptırımın düzenleniş tarzı karşısında nispi para cezasının varlığı kabul edilmelidir. Bu bağlamda, İş Kanunu m. 101’de ceza miktarının çalıştırılmayan her özürlü ve eski hükümlü ile her ay için öngörülmüş bulunması, cezanın nispi nitelliğini göstermekte olup, yeniden değerleme oranında artırıma tabi tutulması Yasa’ya aykırı olacaktır9.

Kabahatler Kanunu’nda kabahatin icrai veya ihmali davranışla (m. 7), kanununda açıkça hüküm bulunmayan hallerde hem kasten hem de taksirle işlenebileceği (m.9) öngörüldüğünden İş Kanunu m.30 hükmüne aykırılık halinde idari para cezasının verilebilmesi bakımından mutlaka kasten yapılan bir aykırılığın bulunması gerekmez10.

IV. Kabahatler Kanunu Hükümlerine Göre İdari Yaptırımların İtiraz Yeri ve Usulü

İdari para cezası yaptırımına itiraz yeri ve usulü Kabahatler Kanunu ile düzenlendiğinden, 101. maddeye göre verilecek idari para cezalarının itiraz yeri ve usulü bakımından da Kabahatler Kanunu’nun hükümleri geçerlidir.

Bilindiği gibi, 1475 sayılı İş Kanunu’nda idari para cezalarına karşı sulh ceza mahkemelerinde itiraz edilebileceği öngörülmüştür (m. 108). 4857 sayılı Yasa’da ise, yetkili idare mahkemesine itiraz edilebileceği kabul edilmiştir. Kanunun gerekçesinde, itiraz merci olarak idare mahkemesinin kabulünün Anayasa Mahkemesi kararlarına uyum amacına dayandığı belirtilmiştir. Buna göre; SSK m. 140 hükmü uyarınca verilen idari para cezalarına karşı, sulh ceza mahkemelerinin yetkili kabul edilmesine ilişkin 4. fıkra hükmünün Anayasa Mahkemesi’nin 08.10.2002 tarih ve E.2001/225, K.2002/88 sayılı kararı ile Anayasa’ya aykırı bulunarak iptali ve 4854 sayılı Bazı Kanunlardaki Cezalarının İdari Para Cezasına Dönüştürülmesine Dair Kanun’la 854 sayılı Deniz İş Kanunu ve 5953 sayılı Basın Mesleğinde Çalışanlara Çalıştıranlar Arasındaki Münasebetlerin Tanzimi Hakkındaki Kanunlar’da değişiklik yapılarak idare mahkemesinin yetkili kabul edilmesi yönündeki gelişmeler 108. madde düzenlemesine temel oluşturmuştur.

Kabahatler Kanunu’nda idari para cezası kararına karşı, kararın tebliği veya tefhimi tarihinden itibaren en geç onbeş gün içinde, sulh ceza mahkemesine başvurabileceği kabul edilmiştir(m.27/I). Kanunun 3. maddesi uyarınca genel hükümlerin diğer kanunlarda yer alan kabahatler hakkında da uygulanacağı hükmünden hareketle İş Kanunu’ndaki idari para cezalarının Kabahatler Kanunu’na tabi olacağı dikkate alındığında idari para cezasına itiraz merciinin bir kez daha değiştirildiği görülmektedir. Bu bağlamda, özürlü çalıştırma zorunluluğuna aykırılık nedeniyle 101. madde hükmüne göre verilen idari para cezasına karşı, tebliğ tarihinden itibaren en geç onbeş gün içinde sulh ceza mahkemesine itiraz edilebilecektir.

Kanunun 28. maddesinde mahkeme tarafından başvurunu incelenmesi ayrıntılı bir şekilde düzenlendikten sonra, ikibin Türk Lirası dahil idari para cezalarına karşı başvuru üzerine verilen kararların kesin olduğu hükme bağlanmıştır. Bu miktarın üzerindeki cezalar bakımından itiraz yolu mevcuttur.

Kabahatler Kanunu m. 29’a göre; mahkemenin verdiği(ikibin Türk Lirasının üzerindeki) son karara karşı, yargı çevresinde yer aldığı ağır ceza mahkemesine itiraz edilebilir. Bu itiraz kararın tebliği tarihinden itibaren en geç yedi gün içinde yapılır. İtirazla ilgili karar dosya üzerinden inceleme yapılarak verilir. Mahkeme itirazın kabulüne veya reddine karar verir. Bu bağlamda, Kabahatler Kanunu’nun kabulü sonucu itiraz usulü ile ilgili olarak ortaya çıkan ikinci farklılık; İş Kanunu m. 108’in itiraz üzerine verilen kararın kesin olduğu hükmünün değiştirilmiş olmasıdır.

 

 

V.Bakanlar Kurulu’nun Belirlenen Kota Oranlarının 1.1.2006 Tarihi İtibariyle Değişmesi

 

  İş Kanunu m. 30 uyarınca işverenlerin elli veya daha fazla işçi çalıştırdıkları işyerlerinde çalıştırmakla yükümlü oldukları özürlü, eski hükümlü ve terör mağduru olanların toplam %6 olmak üzere her yıl Bakanlar Kurulu’nca belirlenir. Özürlüler için belirlenecek oran toplam oranın yarısından az olamaz.

2004 ve 2005 yıllarında özel sektör işverenleri bakımından bu oranlar; özürlüler için %3, eski hükümlüler için %1, terör mağdurları için %1 olarak belirlenmiş, kalan %1’lik oranın ise, işverenlerin tercihine göre özürlü veya eski hükümlü çalıştırma yönünde kullanılabileceği öngörülmüştür. 2006 yılı için Bakanlar Kurulu Kararı ile tespit yapılırken bu kez 1.1.2006 tarihinden geçerli olmak üzere oranlar %3 özürlü, %1 eski hükümlü, %2 terör mağduru olarak belirlenmiştir.

Oranların değişmesi ile doğabilecek sorun; 2005 yılında %6’lık oranda çalıştırma zorunluluğunu yerine getirmekle birlikte; %1 oranda terör mağduru istihdam eden işverenler bakımından ortaya çıkabilecektir. 2006 yılı için bu işverenlerin artık ilave %1 oranında çalıştırma zorunluluğunda tabi olmasından veya zorunluluk çevresinde çalıştırılan mevcut işçilerin iş sözleşmesini fesih bakımından geçerli bir fesih nedeninin varlığından söz edilebilecek midir?

Kanımca her iki soruya da olumsuz olarak cevap verilmelidir. İşverenin 2005 yılında toplam olarak %6 oranında olmak üzere %1’lik tercihini dilediği gibi kullanması durumunda, artık %6’yı aşan bir çalıştırma yükümlülüğünden söz etmek mümkün değildir. Bakanlar Kurulu Kararı ile yasal oranın üzerinde çalıştırma zorunluluğu getirilemeyeceği kuşkusuzdur. Terör mağduru oranının artırılması; mevcut özürlü, eski hükümlülerin iş sözleşmesinin feshi için de geçerli neden oluşturmaz. Geçerli nedenler İş Kanunu m.18’de yer alan nedenler olduğu gibi, çalıştırma zorunluluğunun amacı da işverenlerin şekli olarak belirli yükümü yerine getirmeleri değil, istihdama katılmalarında zorluk bulan bu kesimlerin çalışma yaşamına katılmalarının sağlanmasıdır. Yasakoyuncunun Bakanlar Kurulu’na oranları belirleme yetkisi verirken amacı; yıllar içerisinde belirlenen gruplar arasında işgücü arzı oranların değişebilmesi ve istihdamın buna göre yönlenmesidir. Daha açık bir ifadeyle, eski hükümlü sayısı veya terör mağduru sayısında azalma olduğu takdirde Bakanlar Kurulu özürlü oranını yüksek tutacaktır. Aksi bir olasılıkta, özürlü oranının veya terör mağduru oranının azalması durumunda eski hükümlü oranını daha fazla belirleyebilecektir. Kanunun bu amacı hiçbir şekilde istihdam içerisinde yer alan işçinin iş sözleşmesinin geçerli nedenle feshi yolunda yoruma imkân vermez. İş Kanunu m. 18’de yer alan nedenler bulunmadıkça iş sözleşmesinin salt kota oranının değişmesi nedeniyle feshi, geçersiz fesih oluşturur11.

Bu bağlamda amaca uygun çözüm; önceki yılda Bakanlar Kurulu Kararı’nda öngörülen oranlarda özürlü, eski hükümlü ve terör mağduru çalıştıran işverenlerin sonraki yıllarda bu oranların Bakanlar Kurulu Kararı ile değiştirilmesi üzerine – çalıştırılması gereken kadroda boşluk olana kadar- ek çalıştırma zorunluluğuna tabi tutulmaları, yasal zorunluluğun yerine getirildiğinin kabulüdür. Dolayısıyla, 2005 yılında %1 terör mağduru çalıştıran ancak toplam oranı doldurulmuş işverenlerin 2006 yılı için ilave %1’lik çalıştırma zorunluluğuna tabi olmadığı, bu nedenle idari para cezasının uygulanamayacağı kabul edilmelidir.

 

 

VI. Sonuç 

 

Sonuç olarak özellikle 5378 sayılı “Özürlüler Hakkında ve Bazı Kanun İle Hükmünde Kararnamelerde Değişikli Yapılması Hakkında Kanun” çevresinde yapılacak bir değerlendirme de Kanunun amaç ve temel esasları bakımından isabetli olduğu belirtilmelidir. Nitekim, mimari şarlardan, eğitim, bakım, rehabilitasyon gibi özürlülerin sosyal yaşam katılmalarının sağlanabilmesi için konu kapsamlı ve tüm yönleri ile ele alınmıştır. Bu bakımda yasanın soruna ciddi bir yaklaşımı ortaya koyduğu söylenmelidir.

İstihdam alanında ise, yasanın somut tedbirler getirdiğini söylemek mümkün değildir. Ayrımcılık yasağı dışındaki hükümler gayet genel ve soyut hükümlerdir. Nitekim, uygulamada başarısız olan kota yönetiminin uygulanabilirliğinin sağlanması, bu yönde devlet destek ve teşvikinin sağlanması yönünde her hangi bir düzenleme getirilmemiştir. Oysa konunun önemine Eylem Planı’nda değinilmiş; kota- ceza sistemini işverenlere verilene desteği artıracak şekilde yeniden düzenlenmesi, ülkemize uygun model uygulamaların geliştirilmesi, toplumsal bilinçlendirme çalışmaları yapılması, alternatif istihdam yöntemlerinin hayata geçirilmesi, özürlülerin kendi işlerini kurmalarını desteklenmesi, özürlü işgücünün verim seviyesinin yükseltilmesi gibi başlıklar altında yapılması gerekenlere yer verilmiştir. Ancak, tüm bunların gerçekleşebilmesi yine ilave düzenleme ve devletin bu alanda fiili uygulamalarını gerektirmekte olup, kısa vadede bir gelişme kaydedilmesi güç görünmektedir.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

DİPNOTLAR

 

1.      RG. Tarihi, 24.03.2004, RG. NO. 25412

2.      Çalışabilir özürlü erkek nüfusunun %38,98’i istihdam edilirken, istihdam edilen kadın özürlü oranı %6,06 dır.

3.      Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz. G.ALPAGUT, 4857 sayılı Yasa’da İşverenin Özürlü, Eski Hükümlü Ve Terör Mağduru Çalıştırma Zorunluluğu, Mess, Mercek Dergisi Nisan 2004, 118; Özürlülerin İstihdamına İlişkin olarak F.UŞAN, İş Hukukunda Sakat İstihdamı, Ankara 1999.

4.      Almanya’da özürlü istihdamı için işverenlere yapılan devlet destek ve teşviki için bkz. D. Kurt, Yasal Rehabilitasyona İhtiyacımız Var, MESS, Mercek Dergisi, Nisan 2004,151–152

5.      UŞAN,183.

6.      T. DEMİRTAŞ, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Ankara 2002, 524; B. ÖZTÜRK/R.ERDEM /V.Ö.ÖZBEK, Uygulamalı Ceza Hukuku, ANKARA 2001, 349; İş Kanunundaki idari para cezalarına ilişkin olarak bkz. N.CANİKLİOĞLU/T. CANBOLAT,4857 Sayılı İş Kanununda idari para cezasına Bağlanan Yükümlülükler ve Bu Para Cezalarının Özellikleri, R. ASLANKÖYLÜ’YE Armağan, Kamu İş, Cilt 7,2004, S.3,221 VD.

7.      RG. Tarihi, 31.03.2005, Kabul Tarihi 30.03.2005

8.      E. AKYİĞİT, İdari Para Cezaları, Çimento İşveren D.Özel Ek, Ankara 2005, 63 vd. 50–51

9.      Ö. EKMEKÇİ, Özürlü, Eski Hükümlü Terör Mağduru İstihdamında Yaşanan Sorunlar ve İtiraz Usulündeki Değişiklikler, Çimento İşveren D.,Eylül 2005,51.

10.  Kasti bir tutumun varlığını arayan görüş için bkz. AKYİĞİT, 22.

11.  Yasa hükmünün bu sorunu ortaya çıkarabileceği ve sorunun yukarıda belirtilen şekilde çözülmesi gerektiğine ilişkin olarak bkz. ALPAGUT, 119–120. Aksi görüş EKMEKÇİ; , Özürlü, Eski Hükümlü Terör Mağduru İstihdamında Yaşanan Sorunlar ve İtiraz Usulündeki Değişiklikler, Çimento İşveren D.,Eylül 2005,45.

Google