Küresel Dönüşümde
Sosyal Çelişkiler ve Yeni Vizyon;
(Prof. Dr. NUSRET EKİN)
Dönüşümün Boyutları
Üçüncü bin yılın arifesinde dünyada yaşanan dört büyük
değişime tanıklık ediyoruz. Kuşkusuz, bu dönüşümlerin başında teknoloji
gelmektedir. Bilgi, ulaşım e iletimin teknolojisindeki göz kamaştıran ve
hızlı ortaya çıkan değişimler I insanlığa hayal edilemeyecek yepyeni
dünyalar hazırlamaktadır. Değişimin ikinci boyutunda ise, ekonomik yapılar
vardır. Gerçekten artan dünya ticaretine bağlı olarak eli$en küreselleşme,
ihraç; ekonomilerine ve rekabet gücüne dayalı dijital ekonomilerin yepyeni
tarihsel şanslarını da gündeme getirmektedir.
Nihayet, buna bağlı olarak siyasi ve sosyal boyutlu yeni
dönüşümler ortaya çıkmaktadır. Sosyal boyutlu dönüşümlerin sosyo-kültürel
yeniden yapılanmalar yanında, dikkati çekici çok 6nemli bir alanı da
çalışmama sorunları ve endüstri ilişkileridir.
Aslında küresel-bilgi cağının beraberinde getirdiği
eğitim, verimlilik ve istihdam boyutlarını adeta \\altın bir zincir"in
birbiri peşi sıra gelen halkaları gibi, bir bütünlük içinde tartışmaya açmak
gerekir. Buradaki yaklaşımın temel mantığında, bilgi cağına yönelmiş~ bir
küresel ekonomide büyüme ve istihdam sorunlarına getirilecek temel
çözümlerin, esas itibariyle eğitim ve verimlilik gibi temel stratejik
faktörlere bağlı olduğunu vurgulamaktadır. Bu yüzden bu dönüşüme \\sürekli
eğitim", \\kalite" ve \\verimlilik cağı," da denmektedir.
Böyle bir yaklaşım içinde, bilgi cağına uyumda ”egitim",
rekabete dayalı dünya ticaretinde “kalite" ve “verimlilik" temel tercihler
olmakta, buradaki başarılar esas itibariyle istihdamlı geni$ligini
belirlemektedir.
XXI. Asrın beraberinde yeni nimetler I fakat c;;ok
ciddi yeni sosyal sorunlarla geldiğine hiç;; kuşku yoktur. Bu sosyal
sorunların başında gittikçe yapısal bir hale dönüşen i~sizlik ve bozulan
gelir dağılımı gelmektedir. UÇÖ, \\Sosyal adalet ne bir lüks, ne de fakirlik
için bir mazerettir, uygar insanlığın 6zUdUr" demektedir. Ne var ki, bu
sosyal sorunların çözümünün temelinde, yakınma" değil, tüm çıkarların ulusal
düzeyde bütünleştiği daha hızlı bir büyüme vardır.
Küreselleşmenin olumlu ve olumsuz yöndeki tartışmaları
bir yana, bu değişimin Türk toplumu için en ileri çağdaş ekonomileri en kısa
zaman süreleri içinde yakalayabilme tarihsel fırsatlarını da beraberinde
getirdiği bir gerçektir.
Günümüzde toplumların üç boyutta gelişen temel tercihleri
şunlardır,
1- Yüksek bir büyüme hızının enflasyonsuz bir ortamda
gerçekleştirilmesi ve sürdürülmesi,
2- Çalışan nüfusa üretken ve milli gelire katkı yapan
istihdam fırsatlarının sağlanması,
3- Yaşam ve çalışma koşullarının sürekli geliştirilmesi.
Kuşkusuz toplumlar bunu çağdaş gelişmenin siyasi
normlarıyla yapmak zorundadır. 8u da insan haklarına dayalı demokratik bir
siyasi çerçeve anlamına gelmektedir. Küreselleşen dünyamızda bu hedeflerin
gerçekleştirilmesinde ekonominin ihracata dayalı yapısı gerekli
görülmektedir.
İhraç Ekonomisi ve Rekabet Gücü
Gerçekten de, ihraç ekonomileri büyümeyi sağlamakta ve
sürekli olarak "net Üretken istihdam yaratmaktadır. Dünya tecrübelerinden
elde edilen sonuçlara dayanarak ileri sürdürüldüğüne göre, taşıdığı
özelliklerden dolayı ihraç ekonomilerine en uygun düşen işletmeler ise
KOBİ'lerdir. Günümüz dünyasında KOBİ'ler hem ekonomide net istihdam
imkanları yaratmakta, hem de küreselleşen dünyada ihracatta daha başarılı
olmak suretiyle büyümeyi hızlandırmaktadırlar. Kaldı ki, dünya ticaretinin
iletişim ve bilgi teknolojisine dayalı bir biçimde hızla büyümesi,
KOBİ'lerin nitelikleri itibariyle bu alanda daha başarılı sonuçlar
almalarının mümkün kılmaktadır.
İhracata dayalı bir ekonominin hemen peşi sıra gelen
temel sorunu ise, “rekabet gücü”dür. Rekabet gücü, çok sayıda faktörün
karmaşık ilişkiler bütünü içinde ortaya çıkarken, bu gücün artırılması da
yine beraberinde çok sayıda faktörün birbiriyle ilişkili bir biçimde aynı
anda geliştirilmesini zorunlu kılmaktadır. Basit anlamda söylemek gerekirse,
rekabet gücünde başarı, temelde ihraç mal ve hizmetinin kaliteli olmasına,
fiyatının düşük bulunmasına ve tüketici tercihlerine cevap verecek nitelikte
olmasına bağlıdır.
1- Bilindiği gibi çağımız tüketici egemenliği ve kalite
çağıdır. Tüm ihraç ekonomilerini, kaliteye yönelik üretim ve yönetim
teknikleri gittikçe genişleyen bir biçimde sarmış bulunmaktadır. Yalın
üretim, karmaşık yapılarla ve birbirine benzeşen uygulamalarla, gelişmiş ve
gelişen dünyada yaygın bir gelişme alanı bulmuştur.
2- Tüketici tercihi, Pazar araştırmalarıyla başlayan bir
zincir içinde, tüketicilerden üretim sürelerine doğru yeni bir bütünlük
oluşturmakta, ar-ge uygulamaları, girişimlerin en önemli faaliyet alanı
haline gelmektedir,
3- Nihayet toplam maliyetlerin düşürülmesinde üretim
girdilerindeki tartışmalar yanında, bu girdilerin en önemlilerinden birisi
olan işgücü maliyetleri konusunda dikkati çekici bir tartışma yaşanmaktadır.
işgücü maliyetlerinde yaşanan en önemli ikilemlerden birisi, verimlilik
artışıyla reel ücret artışı arasındaki ilişkilerde, ücret-dışı maliyetlerin
düşürülmesi ve çalışma yaşamının standartlarının korunmasında ortaya
çıkmaktadır.
Çalışma Yaşamında Dönüşüm
Bu boyut içinde, temelde birbiriyle bağlı çok sayıda
faktör karmaşası ile karşılaşılmaktadır. Buradaki temel sorunlar arasında,
özellikle ücret-dışı maliyetlerin azaltılması, verimliliğin teşviki, kalite,
yeni çalışma ilişkileri, esnekleşme ve sosyal damping ile ilgili tartışmalar
sayılabilir.
Aslında, günümüzde çalışma ilişkileri işyerine doğru
kaymakta, işçi-işveren işbirliği ve diyalogu gelişmekte, tıpkı, küçük zanaat
hayatında olduğu gibi "çıkar birliğine dayalı ilişkiler ve yaklaşımlar
hızlanmaktadır. Gerçekte, işçinin esas korunması ve güvencesi, işyerinin
kaderiyle ve geleceğiyle ilişkili bir biçimde değerlendirilmeye
başlanmaktadır.
Endüstri ilişkileri de bu çerçevede işyerlerine doğru
gelişmekte, işyeri sendikacılığı ve toplu pazarlığı önem kazanmakta,
iş uyuşmazlıkları ve grevler sistem içinde büyük bir hızla dışlanmaktadır.
Böylece iki asır süren yabancılaşmaya, mücadeleye ve çıkar ayrılığına dayalı
endüstri ilişkileri yaklaşımı, yerini çıkar birliğine, ortak kadere, diyalog
ve işbirliğine dayalı çağdaş sistemlere terk etmektedir.
Ayrıca, "insan kaynaklarının geliştirilmesi kavramı, daha
da büyük bir önem kazanmaktadır. Bu gelişmelere "işin
insanileştirilmesi, çalışma yaşamının kalitesinin geliştirilmesi kavramları
da eşlik etmektedir. İktisadi açıdan bakıldığında, bu yeni üretim sistemleri
sonucu geliştirilmiş daha yüksek kalite ve bunun ucuza satılması dış
pazarlarda bu nitelikteki mallara talebi de hızlandırmakta, tüketici
taleplerine göre üretilmiş mallar, uluslararası pazarda büyük başarı
kazanmaktadır.
Genel olarak belirtmek gerekirse, küreselleşme süreci,
bir yandan beraberinde değişen sendikacılık, sendikasız sektörlerin artışı,
toplu pazarlığın merkez dışına kayması, insan kaynaklarının artan önemi ve
alternatif yeni endüstri ilişkileri tartışmaları getirirken, ayrıca
dinamikleşen yeni işgücü piyasalarıyla esnekliğinde çalışma yaşamında hızla
genişlenmesine yol açmaktadır.
Bu temel değişmelere ilave olarak, yalın üretimin işçiyi
daha da bireyselleştirdiği geniş sorumluluk alanlarıyla çok vasıflı işçi
tipinin ortaya çıktığı, işveren yönünden yöneticinin ayrıcalıklı
konumunun zayıfladığı, yönetim kademelerinin azaldığı ve insan kaynaklarının
öneminin arttığı, yeni bir yapı oluşmaktadır. Diğer yandan personel seçimi
ve eğitiminin, performansa dayalı ücret sistemlerinin ve etkin yönetimle
işbirliği mekanizmalarının genişlediği gözlenmektedir.
Toplu çalışma ilişkilerinde temel alanlar olarak,
sendikalardaki durgunluk ve sendikasızlaştırma eğilimleri, sendikaların yeni
rolleri, merkez-dışı sözleşme düzeni, toplu pazarlık ve bireysel hizmet akdi
ilişkileri ile ilgili grevin artan etkinliği, bir sendikacılık temel
tartışma alanlarına dönüşmektedir .
Yeni Toplumsal Değerler
Küreselleşme süresinin Batı Avrupa'da en olumsuz
etkilerinin özellikle işsizlik sorununda ortaya çıktığına hiç kuşku yoktur.
Bu niteliğiyle AB son on yılın temel büyüme ve istihdam sorunlarını çözme
amacına esas itibariyle bu perspektiften bakmaya başlamıştır. Özellikle,
ABD'nin 1998’lerin krizinden daha az sorunlu çıktığı dikkati çekmektedir.
Gerçekten, ABD ve bu ülke dışındaki G 7 ülkelerinin istihdam verileri
karşılaştırıldığında, ABD sisteminin nispi başarısı daha açık şekilde
görülmektedir.
ABD'de son üç yılda yaratılan istihdam 8 milyonun
üzerindeyken, diğer 6 G7 ülkesinin toplam istihdam artışı 0.5 milyonun
altında kalmıştır. İtalya ve Almanya'da ise dikkati çekici istihdam
kayıpları ortaya çıkmıştır. Böyle bir kriz AB'yi ABD benzeri bir yeni iş
yaratma modeli aramaya yöneltilmiştir. Bu model arayışı Nisan 1996 başında
Fransa'da toplanan G7 Doruğu'nun da en önemli konusu 0lmuştur. İstihdam
sorunlarının çözümünde bazı köklü önlemlerin alınması gerektiği hususunda
hemfikir olunmasına karşın, temel ilkelerde uzlaşmaya varılmamıştır.
"Çözüm, Anglo-Sakson felsefesini uygulayarak iş
pazarındaki serbestliği (deregulation) önemli ölçüde artırmak mıydı, yoksa
çalışma güvenliğini ve sosyal devleti ön planda tutan Avrupa felsefesiyle de
bir çözüme varılabilir miydi ? Devletin düzenleyici rolünün öne çıktığı
Avrupa sisteminde, sosyal güvenlik, yüksek ücret düzeyleri, eşitlikçi gelir
dağılımı ve yüksek işsizlik" bir arada bulunmaktadır. Bu özellikleri taşıyan
toplum, "güvenceli toplum" olarak nitelendirilmektedir. Buna mukabil, ABD
sistemi "fırsatlar toplumu" olarak değerlendirilmekte, böyle bir toplum
yapısında sosyal güvenlik ikinci plana itilirken, gelir dağılımının daha
adaletsiz olduğu gözlenmektedir. Buna karşın böyle bir toplum daha yüksek iş
yaratmaktadır"
Konuya böyle bakıldığında, küreselleşmeye paralel olarak
çalışma standartlarının da evrenselleşmesi zorunlu gözükmektedir. Özellikle
Fransa ve Amerika, uluslararası ticarete katılan ülkelerin belirli çalışma
standartlarına uymasını talep etmişlerdir. Ne var ki, bu talebi ileri
sürerken ABD, çalışma standartlarından zorunlu çalışmanın kaldırılmasını,
çocuk istihdamının önlenmesini ve sendika özgürlüğünün sağlanmasını
amaçlarken, Fransa bu konuya daha geniş boyutlu bakmakla ve gelişmekte alan
ülkelere karşı bu kavramı korumacılığın artırılmasını talep eder bir biçimde
ifade etmektedir.
Günümüz dünyasında, çalışanların insancıl koşullarda
çalışmasına ve çağdaş çalışma standartlarına sahip olmasına karşı çıkmak
olanaksız olduğuna, ayrıca, yeni sanayileşen ülkelerin bu standartları
uygulamasını beklemek bir ölçüde hayal olduğuna göre, bunun AB için
manası, bir ölçüde korumacılık anlamına gelmektedir.
Böylece, sorun dönüp dolaşıp, çağdaş Batı toplumlarının
bu standartlarını muhafaza ederken, ucuz emek rekabetine karşı rekabet
güçlerini nasıl koruyacakları sorununa dönüşmektedir. Bu tartışmalar G7,
AB, OECD ve Dünya Ticaret Örgütü (WTO) toplantılarının en önemli
konusunu oluşturmaktadır. Buradaki kalıcı çözümler büyük ölçüde Fransa
Devlet Başkanı Chirac'ın orta yol formülüne bağlı gözükmekte, diğer bir
deyişle bir yandan çalışma normları düşürülmeden rekabet gücünün
artırılması, diğer yandan, ucuz emek ülkelerine Uluslararası Çalışma Örgütü
normlarının benimsetilmeye çalışılması temel çözüm yolları olarak
gözükmektedir 3.
Ayrıca günümüzde, küreselleşme ve bölgesel bütünleşmelere
bağlı olarak yeni boyutlar ve ufuklar tartışılmaktadır. Temel bakış açısı
ise, işsizliğe çözüm ve yeni “vizyon” sorunudur. Bütün klasik ekonomik
modeller gözden geçirilmekte, dünya ve ülke ekonomilerine yeni bir vizyon
aranmaktadır. “Dünya koşuyor mu, coşuyor mu?” bunu anlamak zordur, ancak
Avrupa'nın bu koşuda yavaş koştuğunu görüyoruz. Hızla koşanlar bellidir;
Amerika ve Asya Kaplanları, Avrupa ince, naif kırılgan bir eski dünyalı gibi
koşuyor. Amerika ve Asya Kaplanları ise, vahşi ormanlardaki en yakışıklı
çıtalar gibi yol alıyorlar. Bu farkı gözle bile görmek mümkündür. Avrupa
Birliği'ne girmekle iş bitmiyor. Yarışı başka akslara kaydırmak da gerekir"
denilmektedir 4.
Denge Arayışları ve Diyalog
Temelde küreselleşme ve beraberinde getireceği çalışma
sorunları ve bu sorunların çözümüne yönelik önerilerin, çalışanların
yasalarla ve toplu iş sözleşmesi düzeniyle kazanılmış haklarını geriye
götüreceği, çalışanları daha korumasız ve güvensiz bırakacağı endişesiyle
işçi sendikalarının bu tartışmalara uzak durduğu tahmin edilmektedir.
Burada esas sorun, bir ölçüde sosyal taraflar arasında
yeterli güvenin sağlanamadığı ve yabancılaşmanın her iki taraf için de
geçerli olduğu ve bütün güçlüklere rağmen devam ettiği izleniminin
sürmesidir. Bir işveren sendikacısı bunu, “çalışma hayatında karşılıklı
güven yoksa hiçbir şey yapamazsınız”, “Türkiye'nin bir numaralı sorunu, iş
ve istihdam yaratmaktır. Çalışma hayatında yeni bir yapılanma gereklidir”.
“Çalışma hayatının esnek olmayan katı kurallar taşıyan mevzuatı ile 2000'li
yıllara gitme şansı yoktur. İşbirliği ve diyalog artırılmalıdır ve Ekonomik
Sosyal Konsey yeniden yapılandırılmalıdır" cümleleriyle ifade etmektedir.
Bu açıdan bakıldığında, Türk çalışma hayatının beş ana
sorunu, “istikrarlı bir çalışma hayatı, istihdam ve iş yaratmak, işbirliği
ve diyalog, işletmelerin korunması ve ihracat ve yatırımların desteklenmesi"dir,
değerlemesi yapılmaktadır 5.
Gerçekte, değişen dünya sadece işçileri veya işverenleri
tehdit etmemekte, ulusal ekonomilerin de geleceği bir ölçüde sosyal
tarafların bulacağı sağlıklı çözümlere bağlı gözükmektedir. Bu noktadan
hareketle, "Almanya'da işçi-işveren hükümet arasında imzalanan "sosyal pakt"
“istihdamı ve endüstriyel üretimi koruma ittifakı" gibi, Türkiye'nin de,
2000 yılına kadar" böyle bir anlaşma yapmasına şiddetle ihtiyacı olduğunu
önemle ileri sürdürmektedir 6.
Ülkemizde sosyal mevzuattan gelen ve sosyal yüklerin
(vergi, sosyal güvenlik harcamaları, fonlar), toplu pazarlıktan gelen sosyal
yardımların, hatta kıdem tazminatı yüklerinin ekonometrik modellere dayalı
olarak işgücü maliyetleri ve istihdam üzerine etkilerini ölçmeyi amaçlayan
kullanılmaya elverişli araştırmalar mevcut değildir.
Benzer şekilde, reel ücret artışlarıyla istihdam
arasındaki ilişkiler de ülkemizde yeterli açıklıkta ortaya konmamıştır. Bu
alandaki tartışmalar ve karşılıklı iddialar temelde genel açıklamalara
dayanmaktadır. Bütün bunlara rağmen, Türkiye'nin Asya büyüme modellerinden
ve ABD, Japonya mukayeselerinden, nihayet AB'de yapılan bu konuyla ilgili
çok sayıda araştırma, yayın ve tartışmadan yararlanma olanları mevcuttur.
Geleceğe Yönelik Perspektifler
Bütün bu küresel gelişmelerde, temelde izlenecek gelişme
politikaları kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Bunları aşağıdaki şekilde
ifade edebiliriz.
1- Ekonomik-sosyal ve siyasi boyutuyla ortaya çıkan
değişimin, küreselleşmenin, bölgesel bütünleşmelerin gündeme getirdiği ana
eğilimler ve sorun sahaları nelerdir ve bu sorun sahaları konusunda ne gibi
tartışmalar ve öneriler yapılmaktadır? Diğer bir deyişle, çağın esas
rüzgarlarının saptanması, analiz edilmesi ve değerlendirilmesi zorunludur.
Bu bakış, bir açıdan iç politika ve ekonomik tartışmalardan sıyrılarak
Türkiye'nin gündemini çağa açmak demektir.
2- Dikkati çeken ikinci bir boyut ise, korumacı ve içe
yönelik ithal ikamesi eğilimlerini bütünüyle dışlayıp, cesaretle dışa
yönelmek gereğinin açıkça ortaya çıkmasıdır. Bunun anlamı ise, dışa dönük
ekonomik yaklaşımdır. Toplumun tüm hedefleri Batı pazarlarına, hatta bunu da
aşarak dünya pazarlarına açılmayı amaçlamalıdır. Bu amaca yönelik her türlü
tedbir ve teşvik alınmalıdır.
3- Aslında bu süreçte çok sayıda nedene bağlı olarak
KOBİ'ler temel bir faktör niteliğini taşımakta, özellikle ileri teknoloji
kullanma, talepteki değişimlere hızla uyum, yenilikleri takip etmedeki
başarı, dışa dönük bir ihraç ekonomisinde bunları gözde kuruluşlar haline
sokmaktadır. Dünya tecrübeleri ve çağımız KOBİ'lerin başarıyla dolu
bulunmaktadır. Kaldı ki, bu nitelikteki işyerleri sadece üretim, ihracat ve
büyümede değil, istihdamda da ilave net iş imkanları yaratmak suretiyle
etkin bir istihdam politikasının vasıtası da olabilmektedir.
4- Burada karşımıza çıkan son bir nokta ise, KOBİ'lerin
rekabet kabiliyetinin artırılması ve bunların çağdaş yönetim felsefelerine
uygun, yalın üretime dayanan yeni üretim teknikleriyle yönlendiren,
nitelikli işçi çalıştıran ve esnek bir yapıya sahip işyerleri haline
dönüştürülmesidir. Kuşkusuz tüm başarının temel anahtarı rekabet gücü olan,
kaliteli ve düşük maliyetle çalışan, teknolojisi yüksek, ihracata yönelik,
verimli ve üretken işyerlerinin toplam ekonomideki payının büyümesidir.
Birlikte Giden Demokrasi ve Gelişme
Aslında kalkınma sürecine girişleri Türkiye'den hayli
geride olan bazı fakir ülkelerin şimdi neden daha hızlı kalkınmaya
başladıkları sorusu, bütün ağırlığıyla Türkiye'nin gündemindedir."Gerçekten,
yakın zamanlara kadar, geleceği umutsuz sanılan bazı fakir ülkeler, nasıl ve
neden birden silkinip Türkiye'den ve benzer ekonomilerden daha hızlı
büyümeye başladılar. Bazıları bu mucizeyi eksik kalan demokrasi ve işçi
haklarıyla falan açıklamaya çalışıyorlar. Yani, demek istiyorlar ki, eli
sopalı rejimler kendi halklarını zorla boğaz tokluğuna çalıştırıp, bu
başarıyı sağladı."
Bu görüşe göre, dünyada çok sayıda otoriter rejim
olmasına rağmen, bunlar bir türlü kalkınamamakta, ayrıca tersine demokrasi
ve insan haklarının eksikliği, az gelişmişliğin bir sonucu olarak
değerlendirilmektedir. Ayrıca, uluslararası kuruluşlarda bu hızlı büyümede
kendi katkılarından söz etmektedir. Gerçekten, fakir ülkelerin
hepsine uygulanabilecek ortak bir kalkınma formülü olmamasına rağmen, bazı
ortak görüntülerden söz edilmektedir. Bunlar, siyasi istikrar,
toplumsal barış, işadamlığının muteber ve saygın bir meslek haline gelişi,
yatırım ve üretim tutkusu, açık piyasa ekonomisi, yabancı sermaye sempatisi,
makul vergi yapısı, göreli olarak emeğin ucuz ve devlet yüklerinin daha
hafif olması, gibi noktalardır. "Ama bu ülkelerde kalkınmanın motoru
kesinlikle ucuz emek ve eksik demokrasi olamaz".
Öyleyse sihir nerede? Bu ülkelerin son on yılı
incelendiğinde ortaya bazı ipuçları çıkıyor. Hızlı kalkınma tutkusuna
odaklanmış siyasal irade; bu iradeye sahip olanların aynı zamanda dirayetli,
cesur ve dürüst olmaları ve en önemlisi hızlı kalkınma zorunluluğunu gönüllü
kabullenmiş halkın gerçekçiliği" 7.
Bir yazara göre, aşağıdaki soruları tartışma gündemini
oluşturmaktadır. "Böylesine dinamik insan gücü ve zengin doğal kaynaklarla
Türkiye fert başına 3 bin Dolarlık milli gelire razı olabilir mi? Eşiğinde
durduğumuz Avrupa'dan eksiğimiz nedir? Bence artık bu soruları sormanın
zamanı geldi, geçiyor. Bu soruların cevabını Ankara'dan beklemeyenler, kendi
farklı ve özgün gündemlerini sunmaya başladılar bile "Anadolu Kaplanları"
Ankara'nın kısır ve ufuksuz kavgalarına kulağını tıkamakla kalmayıp, kendi
mucizesini inşa ediyor artık 8. " Bir politikacı ise,
devletin katkısı olmadan büyüyen Anadolu Kaplanlarının "sanayi evliyaları"
olduğunu belirtmiştir .
Geleceğin Dünyası ve Verimlilik
Peter F. Drucker, "bilgi ve hizmet çalışanlarının
verimliliklerini yükselten ülkeler, gelecek yüzyıla ekonomik yönden
hakim olacaktır. Gelecek yüzyıllarda, gelişmiş ülkelerde yöneticilerin
karşılaşacağı en büyük ve en ciddi sorun, bilgi ve hizmet çalışanlarının
yani işgücünde yeni egemen olan grupların verimliliğidir.' Demektedir 9.
Yazarın ileri sürdüğüne göre, XX Asırda Batı
toplumları bir verimlilik patlaması yaşamışlardır. Günümüzde bu verimlilik
artışı devam etmekte, yılda % 4,5-5 oranında bir verimlilik
artışı gözlenmektedir. "Bilgi çalışanları ve hizmet çalışanları, araştırmacı
bilim adamlarından kalp cerrahlarına, askerlerden mağaza yöneticilerine ve
fast-food restoranlarda çalışan 16 yaşlarındaki gençlere kadar değişik
gruplardan oluşur. Buraya makine operatörleri, restoranlarda bulaşık
yıkayanlar, hastanelerde yer silenler ve sigorta şirketlerinin bilgisayar
bölümlerinde çalışanlar gibi çok çeşitli insanlar da dahildir.” “Gelişmiş
ekonomiler, bilgi ve hizmet işlerindeki verimliliklerini artırmadıkları
takdirde, ekonomik durgunlukla karşı karşıya geleceklerdir. Bu nedenle,
gelişmiş ülkelerde bilgi ve hizmet alanında verimliliği artırmak, ekonomik
bir öncelik olmalıdır.”
"İster bilimsel yöntem, ister endüstri
mühendisliği, ister insan ilişkileri, ister verimlilik mühendisliği, isterse
iş etüdü olarak adlandırılsın "akılcı çalışma” verimlilik patlamasının
ardındaki asıl güç” olmaktadır. Sonuç itibariyle, "Verimlilik artışı
sürekli öğrenmeyi gerektirir. Öğrenmenin sonu yoktur. Gerçekte eğitimin en
, büyük yararı yalnızca yeni şeyler öğrenmek değil, yaptığımız işi daha iyi
yapmaktır 10.
Yaşanan İki Çağ ve Dönüşüm
Türkiye, günümüzde adeta iki çağı bir arada yaşamaktadır.
Bir yandan Gümrük Birliği ile küresel dünyanın teknolojik, ekonomik ve
sosyal sorunlarını yasarken, diğer yandan geleneksel yapılardan, kentsel
sanayi toplumuna dönüşmekte, bu süreçte sağlıklı yapılar yerine, kayıt dışı
ekonomiler ve enformel sektördeki genişlemelerle kendini ortaya koymaktadır.
Gerçekten, son 10 yılda 10 milyondan fazla nüfusun kırsal kesimlerden
kentlere göç ettiğini görüyoruz.
Kuşkusuz, Türkiye’nin kısa zaman sürelerinde kırsal
yapıları kentsel çalışma ve yaşam biçimlerine dönüştürmesi, temel dönüşüm
sorununu oluşturmaktadır. Bu süreçte, sanayi-ötesi hizmet ekonomilerini
anımsatan bir benzerlik vardır, Ne var ki Batı'da sağlıklı kentleşmeyle
ortaya çıkan bu süreçler, günümüz Türkiye' sinde gecekondulaşma ve
sağlıklı kentleşmeyle kendini ortaya koymakta hizmet ekonomilerinin istihdam
yapılarını taklit edercesine, kentsel yapılarda enformel sektör hızla
büyümektedir.
İleri sürülen tenkitler ne olursa olsun, bu Türk
toplumu açısından çağdaş bir dönüşümdür. Eğer bu süreçte, önü kesilerek
bilgi toplumlarına yönelik ikinci bir dönüşümle kentleşme tamamlanacak
olursa, XXI. asra geçişte, belki de çağ atlayan iki dönüşüm bir arada
yaşanmış olacaktır. Gerçekten, bütün gelişmiş ekonomilerin tarihsel
tecrübelerinden de görüleceği gibi, kentleşmeyle eğitim ve bilginin
yayılması arasında çok sıkı bir ilişki mevcuttur.
Sonuçlar ne olursa olsun, birinci dönüşüm ikinci dönüşüm
için güçlü bir altyapı oluşturacaktır. Bu yapısal dönüşüme eşlik eden,
eğitim ihtiyacının da hızla genişlemesidir. Ne var ki, istihdamdaki yapılara
benzer şekilde bu eğitim, nitelikleri yükselen değil, nicelikleri genişleyen
bir yapı göstermektedir. Bu süreçler içinde Türkiye'nin bilgi çağına doğru
açılmasında vasıfsız, düşük ücretli, enformel istihdam biçimleri yerine
vasıflı, üretken, verimliliği yüksek, küresel rekabete uygun vasıflarla
donanmış yeni işçi tipine ve bunun eğitimine ihtiyaç vardır.
“Altın Zincir" Özlemi
Uzun yıllar eğitimin büyüme ve istihdam için en kestirme
yollardan biri olacağı görüşü egemendi. Ne var ki günümüzde, bu
değerlendirmeler sürekli yargılanmaktadır. Gerçekten günümüzde eğitim hem
nicelik hem de nitelik itibariyle yayılıp genişlemesine rağmen, onunla
birlikte giden bir eğitilmiş işgücü işsizliği veya üniversitelerden mezun
olmuş gençlerde işsizlik hızla genişlemektedir. Sonuçta işsizlerin giderek
daha eğitimli bireylerden oluştuğu gözlenmektedir. Bu karmaşık ilişkilere
yaklaşmak bakımından ele alınması gereken “altın zincir", bilgi çağında ve
küreselleşme süreçlerinde eğitim-verimlilik-kalite-maliyetler-rekabet gücü
ve istihdam ilişkilerini daha büyük bir açıklıkla bilmemizdir.
"Bilindiği gibi, üretime ilişkin rollerin öğrenilmesi,
işle ilgili bilgi ve becerilerin kazanılması, yaparak öğrenme, ailede
öğrenme, usta-çırak ilişkisiyle öğrenme gibi çeşitli yollarla olagelmiştir.
Kapitalist üretim biçimleriyle birlikte, önce işbaşında yetiştirme, sonra
okulda öğrenme ağırlık kazanmış, sonuçta iş başında yetiştirme ve okulda
öğrenmenin çeşitli biçimleri birlikte gözlenir olmuştur. iş gereklerinin
hangisinin okulda, hangisinin işte öğrenildiği tartışması sürmekle birlikte,
bunun tam anlamıyla ayırt edilmesi ve tanımlanması pek olanaklı değildir. Bu
durum, mesleklerin ve mesleksel becerilerin gösterdikleri değişime bağlı
olarak oluşmaktadır 11.
Genel olarak bakıldığında, değişen dünya koşullarına
Pasifik'in çok iyi uyum gösterilmesine mukabil, ABD'de nispeten başarılı bir
gelişme görülmekte, en dramatik çelişkiler özellikle Batı Avrupa'da, daha
dar bir deyişle AB'de yaşanmaktadır. Bütün bu mukayeseli gelişme
modellerinden kuşkusuz bir politikacının deyimiyle "toz kaldıran değil, toz
yutan bir ülke olarak" Türkiye'nin alacağı dersler vardır .
Dönüşüm-Vizyon ve Liderlik
Günümüz dünyasında "yaşanılan değişimlerin devimim hızı
öylesine artmıştır ki, gelinen noktada insanlık son 20 yılda yaşanılan, son
2000 yıldan daha fazla bir değişiklik yaşamış ve yaşamaktadır. İnsanlığın
bugün ulaşmış olduğu seviyede tarihe damgasını vurmuş liderler, toplumlar ve
kurumlar belirleyici ve etkileyici olmuştur. Genel olarak, liderler diye
nitelendirilen bu unsurların ortak bir özelliği, hepsinin bir vizyona, bir
iddiaya sahip olmalarıdır".
"Önemli gelişmelerin, uygarlıkların felsefi, bilimsel,
teknolojik ve sosyal dönüşümlerin genelinde bir insanın kafa ve gönlünde
tohumlanmaya başlayan bir görüş, bir vizyon yatmaktadır." Vizyon, insana
şevk, heyecan ve cesaret verecektir. Kişi iç dünyasıyla ahenk içinde vizyonu
oluşturduğu zaman,yaşam coşkusuyla
dolacak ve artık bundan sonrası için yaşam heyecan verici
bir yolculuk olacaktır, Yapılan her seçim, atılan her adım, alınan her karar
muhteşem bir yolculuğun yapıtaşlarını oluşturacaktır .
"Vizyon, hayata karş1 bir meydan okumadır. Savaşçı bir
ruhun ifadesidir. Hayat risklerle doludur. Ancak, bu riskler göze
alınabilmelidir. Zira, yaşamdaki en büyük tehlike risk almamaktır 12.
Gerçekten, bu noktadan hareketle sosyolog , Polak, O ülke yurttaşlarının
ortak olarak paylaştığı ve inandığı ulusal bir vizyonun olmadığı hallerde
bir ülkenin başarılı olamayacağını da vurgulamaktadır.
Bir yazarın dediği gibi "yönetici işi doğru yapar, lider
ise doğru işi...Bu kuralın anlatmak istediği, liderlik için yöneticilikle
sınırlı kalmayan bir beceri gerektirdiğidir. Yöneticilik bir bilim ve sanat
ise, liderlik bir vasıftır. Lider vizyon sunar, yönetici ilke oluşturur.
Yöneticiler gerekli, liderler ise vazgeçilmezdir 13”,.
Kurumu, iş mükemmelliği yolculuğuna ancak lider
çıkarabilir. Yol gösteren bir vizyona sahip, tutkulu, tutarlı, güven veren,
meraklı ve cesur bir lider bugün dün yada "beni takip edin" diyecek doğru
liderler için milyonlarca insan yanıp tutuşuyor. Yalnızca Türkiye'nin değil,
dünyanın sorunu bu 14”,.
"Kaliteyi ilgi odağına koymuş Türkler, sayıları sınırlı
özel sektör kurumlarıyla sınırlı kalmamalı. örneğin Ankara'nın kamunun ve
devlet dairelerinin kaliteye odaklandığını düşünün. Amaç ödüI olmasa bile
kalite yoluna girmiş insanların yaratacağı değişimi hayal edin" demektedir.
Bir köşe yazarı, devlet yöneticilerine yazdığı bir mektupta, "saygı değer'
yerine, "kaygı değer" büyüklerim hitabıyla başlayan bir mektup
yayınlamıştır. Bu mektubunda yeni 1000 yıla çok az bir zaman kaldığına
işaretle kaygılarının daha da arttığını ifade etmektedir. Yazar, politik
liderlere "sorunları sürekli halı altına süpürüyorsunuz" demektedir 15.
XXI. Yüzyıla Yakışmak
Bir yazara göre, bu değişim sürecinde "Türkiye ufku olan
lideri aramaktadır", Şu anda biri çıkıp, Türkiye'nin kaçırdığı fırsatları ve
sahip olduğu olanakları ortaya koysa, günlük çekişmenin ötesine geçip
inandırıcı bir XXI. yüzyıl Türkiye'si tablosu çizebilse, bambaşka bir ülke
olabileceğini görerek, gelecek için bir vizyon ortaya koyabilen liderin
peşinde düşebilirler.
Bir başka yazara göre ise, “yepyeni bir Türkiye için ne
yapmak gerek, bir değişim, bir silkinme, yanlış tutumlardan, eskimiş
alışkanlıklardan, böyle gelmiş böyle gider kafasından. Toplumlardaki
hareketsizliğin temelinde, siyaset alanındaki değişim eksikliği yatmaktadır.
Siyasi bir değişim programı sunulmadığı için, halk mevcut siyasi seçenekler
arasında tercih yapmaya zorlanmaktadır." Toplumun her kesiminde yeni
istekler, özlemler var. Arayışlar, uyanışlar, çağdaş olmak, uygar olmak,
gerçek anlamda demokrasiyi kurmak. Laiklikten, demokrasiden ödün vermeden
XXI. yüzyıla yakışmak 16 “ .
Bilgi çağı, ve küresel ekonomik değişimle ortaya çıkan bu
çağın "altın zinciri”nin temel halkaları hiç kuşkusuz eğitim ve
verimliliktir. Eğitim, bir neden ve sonuç olarak yukarı doğru tırmanan bilgi
çağına uymanın en etkili altın anahtarıdır. Gerçekten, çağımızda eğitim
yüksek olanın geliri yüksektir veya diğer bir deyişle tersinden baktığımızda
geliri yüksek olanın da eğitimi yüksektir.
Bu karşılıklı etkileşim içinde nicelik ve nitelik
yönünden her seviyede çağdaş eğitime yönelmek, özellikle mesleki eğitim
boyutuyla konuya yaklaşmak, değişen Dünyaya uymada vazgeçilmez bir ekolojik
faktör rolü oynamaktadır. Kuşkusuz verimliliği de ilave ettiğimizde, bu iki
faktör bir araya gelerek günümüz dünyasında bir ülkenin küresel çağa
uymadaki zorlukların önemli bir kısmı aşılmış olmaktadır 17.
Gerçekten, bu değişim rüzgarları bir yazarın da deyimiyle
bir "baht dönencesi" gibi asırlık kayıpları kısa zaman içinde telafi ederek,
çağı yakalama olanağı, da beraberinde getirmektedir. Burada Türkiye için
tarihsel bir fırsatın çıktığına hiç kuşku yoktur. Meşakkatli, asırlar süren
sanayileşme çilelerini ve aşamalarını geçmeden, en ileri teknolojilerle, en
son noktada çağı, yakalamak için gerçekten "Yıldızın parladığı anlar"
yaşanmaktadır. Kuşkusuz, bunun da yolu Ş..Oğuz'un dediği gibi, “tarihin
peşinden koşmak değil, önünü kesmektir."
Dipnotlar-Kaynaklar:
1 Daha ayrıntılı bilgi için Bkz. Ekin, N.
Küreselleşme ve Gümrük Birliği, İstanbul, 1996 Ekin, N. küresel Bilgi
çağında Eğitim Verimlilik istihdam, İstanbul; 1997.
Akgeyik, 7: "Yalın Üretim Felsefesi ve Endüstri
İlişkilerine Muhtemel Etkileri" TEİD IV. Ulusal Endüstri İlişkileri
Kongresi, Ankara 1995, s. 131 vd.
3 Ulagay, O, "Avrupa Üçüncü Yolu
Tartışıyor. Milliyet Gazetesi, 11.04.1996; s.9
4 Barlas, C. "Dünya ile Yarış Şaka Değil”
Milliyet Gazetesi, 17.05.1996, s.23 Ülkemizde bu konuda hızla artan
yayınlarla ilgili olarak, Bk. Ekin N, "2000li Yıllara Doğru Çalışma
Hayatı sorunları-Önerileri” TÜHİS Dergisi, C. 13, s. 5 Mayıs 1995, s. 1-11
MESS, 2000'li Yıllarda Endüstri İlişkilerine Bakış, İstanbul, 1994, MESS,
Çalışma Hayatında 21 Yüzyılın Yeni Ufukları, İstanbul, 1995, TİSK; AB'nin
Beyaz Kitapları ve Türkiye için Bir Değerlendirme, Ankara, 1995, TİSK, OECD
Ülkelerinde İşsizliğin Önlenmesi Konusunda Yeni Yaklaşımlar ve Türkiye,
Ankara, 1994, TİSK, GB'nin Sosyo-Ekonomik Etkileri ve Türk Çalışma Hayatı,
Ankara 1995.
5 5ipahi L. Patlıcan Yoksa İmambayıldı
Yapamazsınız”, MESS İşveren Gazetesi, s. 76; Mart 1996, s. 4
6 Baydur Z., "Sosyal Boyutlarıyla
Gümrük Birliği'nin Çalışma Hayatına Etkisi", İşveren Dergisi, C. 34, S. 6
Mart 1996, s. 19
7 Alkin, E. Onlar Neden Daha Hızlı
Kalkınmıyor?", Milliyet Gazetesi, 28.05.1996, s. 9
8 Oğuz,. $. "Alternatif Gündem"
Milliyet Gazetesi, 02.06.1996, s.9
9 Drucker, P.F. "Geleceğin Anahtarı
Verimlilik", Mercek, S. 4 Ekim 1996, S. 96
10 Ibid; s. 102
11 Una/, I.T.: "İşbaşında Yetiştirme Verimlilik ve
İstihdam Açısından Değerlendirilmesi" Verimlilik Dergisi, C. 25, S. 1,
Ankara 1996, s. 96
12 UIusoy, M. "Vizyon-Girişimcilik ve
Yönetim Üzerine", MESS, İşveren Gazetesi, S. 689, Nisan
1997, s.11
13 Oğuz.Ş; "Lider ve Kalite", Milliyet
Gazetesi, 09.06.1997, s. 7
14 İbid, s.7 "Saygıdeğer Büyüklerim",
MESS İşveren Gazetesi; S. 689; Nisan 1997, s. 5
15 Oğuz, Ş. 'Lider ve Kalite", Milliyet
Gazetesi, 09.06.1997, s. 7
16 Akbal, O.. "Bir Şeyleri Değiştirmek" Milliyet
Gazetesi, 23.03.1997, s. Ayrıca Bk. Ulugay, O. "Türkiye Ufku Olan Lideri
Arıyor", Milliyet Gazetesi, 13.03.1997; s. 9
17 Singh, A.
"Global Economie Changes, Skills and International Competetiveness;
International Labour Review, Vol 133. No: 2, 1994; p. 181. |