|
Milli Gazete:
Son 1 haftada "cinnet" diye adlandırılan 3-4
tipik vaka yaşadık. Genelde kadın ve genç kızların başrolde olduğu vahşi
"anne" cinayetlerinde tüm suç bireysel mi? Diğer sorumluları da işaret
eder misiniz?
Seyyar: Cinnet geçiren bir kişi, eline
geçen bıçakla veya tabancayla etrafındaki insanları rast gele öldürür
veya en yakın akrabası dahî olsa belirli kişilere duydukları nefret ve
kinin bir tezahürü olarak, onları öldürmek sûretiyle intikam duygularını
tatmin etmek isterler. Cinnet, bu yönüyle kontrol altında tutulamayan
bütün olumsuz duyguların bir anda gün ışığına çıkması ile kendisi
göstermekle beraber haddizatında insan ilişkilerinde yaşanan sorunlu bir
sürecin kaçınılmaz bir sonucudur. Cinsiyetten bağımsız olarak ortaya
çıkabilen cinnet olaylarının aktörleri, genelde kin, ihtiras, haset,
kıskançlık gibi iç dünyalarında besledikleri olumsuz duygulardan dolayı
fıtrî ve ahlâkî sapma içindedirler. Yaratılış gayesinden uzaklaşan böyle
tiplerin bencil ve egoist yönleri ağır basacağından dış yansımaları
açısından anti-sosyal tutum ve davranış sergilerler. Hangi eğitimi almış
olurlarsa olsunlar, refah seviyeleri ne olursa olsun böyle kişiler,
netice itibariyle zihin, akıl, vicdan, mantık ve ruh dengelerini
yitirdikleri için toplumsal bir tehlike oluştururlar. Toplum olarak
şefkat, sabır, sevgi ve hoşgörü gibi sosyal ve manevî dayanışmayı
pekiştiren yaklaşımlar sergilemediğimiz müddetçe yerine rekabetten
kaynaklanan çekemezlik, başarılan bir işten kendine pay çıkaramamanın
verdiği sıkıntılar, ön plana çıkamamaktan kaynaklanan eziklikler,
isteklerimizin gerçekleşmemesinden dolayı ortaya çıkan nefret ve yok
etme duyguları hâkim olur. Nefsi tahrik eden bu “şeytanî” duygular,
kritik anlarda insanlık dışı eylemlere dönüşebilir. Olumsuz duyguların
ve kaotik ortamın oluşmasına zemin hazırlayan olguların başında
pozitivist eğitim sistemi, sosyal sorumluluk görevini yerine getirmeyen
yayın organları, maneviyattan ve geleneksel değerlerden uzak yaşayan
modern ve çağdaş aile modeli gelmektedir.
Milli Gazete: Sorunların kaynağını sadece
ekonomi ve psikoloji ile açıklamak ne derece gerçekçi?
Seyyar:
Sürdürülebilir manevî tekâmül ana
hedefinden uzak bir şekilde gerçekleşen toplumsal refah artışları, en
büyük sosyal sermaye olan insan ilişkilerine ve dolayısıyla güven
ortamına zarar verebilir. İdeal maddî kalkınma, manevî değerlerin de
korunduğu bir ortamda ancak gerekçeleşebilir. Tek taraflı ekonomik
gelişme ve maddî refah, belki geçici bireysel mutluluklar getirebilir
ancak manevî ihtiyaçlara cevap vermediği için, uzun vadede hem bireysel,
hem de toplumsal huzursuzluklara sebebiyet verebilir. Dolayısıyla cinnet
olayları, ekonomik gelişmeden tamamen bağımsız bir olgudur ve daha çok
insanî ve toplumsal zaafların bir tezahürüdür. Cinnet olayları, klâsik
psikolojik verilerle de açıklanamaz.
Pozitif bilimlere dayanan psikoloji, fizikî
âlem ve varlıkların yanında kişilerin tutum ve davranışların üzerinde
yoğunlaşıp, davranışların toplumsal normlara göre değiştirilmesini
amaçlamaktadır. Halbukî burada hem insanın manevî halleriyle, hem
bunların toplumsal yapı üzerindeki etkileriyle, hem de sosyal hizmetler
alanında manevî rehberlik görevini üstlenen bütüncül bir psikolojiye
ihtiyaç vardır.
Milli Gazete: Toplumsal bir patoloji ile mi
karşı karşıyayız?
Seyyar:
İnsan bünyesinde ortaya çıkan manevî
hastalıklarla kişinin sosyal problemleri arasında her zaman bir
paralellik kurulabilir. Bu tarz sosyal patoloji, bireysel bir karakter
taşısa da toplum içinde yaşayan manevî ve sosyal sorunlu fertlerin
sayısı arttıkça süreç toplumsal patolojiye dönüşebilir. Toplumsal sapma
veya suçların, toplumun bütününde meydana gelen olumsuz değişiklikler
sonucu artma eğilime göstermesi durumunda sosyal devlet, sosyal barışı
temin etmek maksadıyla sosyal politikalarını güçlendirerek olumsuz
sosyal gidişata müdahale etmesi gerekmektedir.
Milli Gazete: Özellikle manevi eğitim eksikliği
ve değer kayıplarının giderilmesi, bu tür toplumsal cinnet vakalarını
azaltabilir mi?
Seyyar:
Özellikle sosyal bilimlerde ve sosyal
mesleklerde manevî insan modeline dayanan bir eğitim sistemine ihtiyaç
vardır. İnsanın manevî kaynaklara sahip olduğu temelinden hareketle
insanın Yaratan tarafından yaratılmış en şerefli yaratık olduğu bu model
çerçevesinde ruh ve nefis arasındaki ilişki, nefis terbiyesi, nefisle
mücadelede ve manevî tekâmülde bireysel yöntemler, nefis ve benlik (Ene)
arasındaki ilişkiler anlatılmalıdır. Bu bağlamda kişilerin sosyal
rehabilitasyonuna yönelik çalışmalar yapan sosyal hizmetler, yeni bir
manevî paradigma yoluna girmelidir. Kişilerin başta ruh olmak üzere
kalp, vicdan, akıl ve irade gibi manevî haslet ve kaynakları ele alan,
hem manen (ruhen), hem de maddeten insanın saadetini ve huzurunu temin
etmeyi çalışan sosyal hizmet uygulamalarına ihtiyaç vardır.
Manevî rahatsızlıkları olan sosyal
sorunlu kişilerin menavî rehabilitasyon yöntemleriyle güzel ahlâk sahibi
olmaları sağlanmalı ve yeniden toplum hayatına kazandırılmalıdır. Bu
bağlamda din görevlilerinin ve ilahiyatçıların sosyal hizmet alanlarında
aktif olarak görev almalarının toplumsal faydaları büyük olacaktır.
|