aliseyyar@sosyalsiyaset.net

 

 

 

Röportajlar;

 

 

 

 

Milli Gazete: Son 1 haftada "cinnet" diye adlandırılan 3-4 tipik vaka yaşadık. Genelde kadın ve genç kızların başrolde olduğu vahşi "anne" cinayetlerinde tüm suç bireysel mi? Diğer sorumluları da işaret eder misiniz?

Seyyar: Cinnet geçiren bir kişi, eline geçen bıçakla veya tabancayla etrafındaki insanları rast gele öldürür veya en yakın akrabası dahî olsa belirli kişilere duydukları nefret ve kinin bir tezahürü olarak, onları öldürmek sûretiyle intikam duygularını tatmin etmek isterler. Cinnet, bu yönüyle kontrol altında tutulamayan bütün olumsuz duyguların bir anda gün ışığına çıkması ile kendisi göstermekle beraber haddizatında insan ilişkilerinde yaşanan sorunlu bir sürecin kaçınılmaz bir sonucudur. Cinsiyetten bağımsız olarak ortaya çıkabilen cinnet olaylarının aktörleri, genelde kin, ihtiras, haset, kıskançlık gibi iç dünyalarında besledikleri olumsuz duygulardan dolayı fıtrî ve ahlâkî sapma içindedirler. Yaratılış gayesinden uzaklaşan böyle tiplerin bencil ve egoist yönleri ağır basacağından dış yansımaları açısından anti-sosyal tutum ve davranış sergilerler. Hangi eğitimi almış olurlarsa olsunlar, refah seviyeleri ne olursa olsun böyle kişiler, netice itibariyle zihin, akıl, vicdan, mantık ve ruh dengelerini yitirdikleri için toplumsal bir tehlike oluştururlar. Toplum olarak şefkat, sabır, sevgi ve hoşgörü gibi sosyal ve manevî dayanışmayı pekiştiren yaklaşımlar sergilemediğimiz müddetçe yerine rekabetten kaynaklanan çekemezlik, başarılan bir işten kendine pay çıkaramamanın verdiği sıkıntılar, ön plana çıkamamaktan kaynaklanan eziklikler, isteklerimizin gerçekleşmemesinden dolayı ortaya çıkan nefret ve yok etme duyguları hâkim olur. Nefsi tahrik eden bu “şeytanî” duygular, kritik anlarda insanlık dışı eylemlere dönüşebilir. Olumsuz duyguların ve kaotik ortamın oluşmasına zemin hazırlayan olguların başında pozitivist eğitim sistemi, sosyal sorumluluk görevini yerine getirmeyen yayın organları, maneviyattan ve geleneksel değerlerden uzak yaşayan modern ve çağdaş aile modeli gelmektedir.

 

Milli Gazete: Sorunların kaynağını sadece ekonomi ve psikoloji ile açıklamak ne derece gerçekçi?

Seyyar: Sürdürülebilir manevî tekâmül ana hedefinden uzak bir şekilde gerçekleşen toplumsal refah artışları, en büyük sosyal sermaye olan insan ilişkilerine ve dolayısıyla güven ortamına zarar verebilir. İdeal maddî kalkınma, manevî değerlerin de korunduğu bir ortamda ancak gerekçeleşebilir. Tek taraflı ekonomik gelişme ve maddî refah, belki geçici bireysel mutluluklar getirebilir ancak manevî ihtiyaçlara cevap vermediği için, uzun vadede hem bireysel, hem de toplumsal huzursuzluklara sebebiyet verebilir. Dolayısıyla cinnet olayları, ekonomik gelişmeden tamamen bağımsız bir olgudur ve daha çok insanî ve toplumsal zaafların bir tezahürüdür. Cinnet olayları, klâsik psikolojik verilerle de açıklanamaz.

Pozitif bilimlere dayanan psikoloji, fizikî âlem ve varlıkların yanında kişilerin tutum ve davranışların üzerinde yoğunlaşıp, davranışların toplumsal normlara göre değiştirilmesini amaçlamaktadır. Halbukî burada hem insanın manevî halleriyle, hem bunların toplumsal yapı üzerindeki etkileriyle, hem de sosyal hizmetler alanında manevî rehberlik görevini üstlenen bütüncül bir psikolojiye ihtiyaç vardır.

 

Milli Gazete: Toplumsal bir patoloji ile mi karşı karşıyayız?

Seyyar: İnsan bünyesinde ortaya çıkan manevî hastalıklarla kişinin sosyal problemleri arasında her zaman bir paralellik kurulabilir. Bu tarz sosyal patoloji, bireysel bir karakter taşısa da toplum içinde yaşayan manevî ve sosyal sorunlu fertlerin sayısı arttıkça süreç toplumsal patolojiye dönüşebilir. Toplumsal sapma veya suçların, toplumun bütününde meydana gelen olumsuz değişiklikler sonucu artma eğilime göstermesi durumunda sosyal devlet, sosyal barışı temin etmek maksadıyla sosyal politikalarını güçlendirerek olumsuz sosyal gidişata müdahale etmesi gerekmektedir.

 

Milli Gazete: Özellikle manevi eğitim eksikliği ve değer kayıplarının giderilmesi, bu tür toplumsal cinnet vakalarını azaltabilir mi?

Seyyar: Özellikle sosyal bilimlerde ve sosyal mesleklerde manevî insan modeline dayanan bir eğitim sistemine ihtiyaç vardır. İnsanın manevî kaynaklara sahip olduğu temelinden hareketle insanın Yaratan tarafından yaratılmış en şerefli yaratık olduğu bu model çerçevesinde ruh ve nefis arasındaki ilişki, nefis terbiyesi, nefisle mücadelede ve manevî tekâmülde bireysel yöntemler, nefis ve benlik (Ene) arasındaki ilişkiler anlatılmalıdır. Bu bağlamda kişilerin sosyal rehabilitasyonuna yönelik çalışmalar yapan sosyal hizmetler, yeni bir manevî paradigma yoluna girmelidir. Kişilerin başta ruh olmak üzere kalp, vicdan, akıl ve irade gibi manevî haslet ve kaynakları ele alan, hem manen (ruhen), hem de maddeten insanın saadetini ve huzurunu temin etmeyi çalışan sosyal hizmet uygulamalarına ihtiyaç vardır. Manevî rahatsızlıkları olan sosyal sorunlu kişilerin menavî rehabilitasyon yöntemleriyle güzel ahlâk sahibi olmaları sağlanmalı ve yeniden toplum hayatına kazandırılmalıdır. Bu bağlamda din görevlilerinin ve ilahiyatçıların sosyal hizmet alanlarında aktif olarak görev almalarının toplumsal faydaları büyük olacaktır.

Google