Öğrencilerim İçin Sınav Soruları ve Duyurular




aliseyyar@sosyalsiyaset.net

 

Dr. Mehmet Aysoy

 

Hantal Bürokrasiye Meydan Okuyan Özürlü Dostu Bürokrat

 

1968 yılında Afyon-Sandıklı doğumlu olan Mehmet Aysoy, Lisans, Yüksek Lisans ve Doktora çalışmalarını Sosyoloji alanında tamamlamıştır. İki özürlü kardeşe sahip olan Mehmet Aysoy, hem akademik boyutuyla, hem de günlük hayatında yaşadığı olaylardan dolayı özürlüler sorunlarına vakıftır. Farklı bir bürokrat kimliğine sahip olan Mehmet Aysoy, özürlü hakları noktasında çok hassas davranmaktadır. Şimdiye kadar özürlüler meselelerine duyarsız kalan bürokrasi kesimiyle mücadele ederken özürlü dernekleri tarafından da bu tutumundan dolayı destek görmektedir. Siyasî ve fikrî alanda özürlüler politikasına yeni bir açılım getiren bu genç bürokrat, millî değerlerimizle çatışmayan kuşatıcı bir sosyal politika ekseninde insan odaklı özürlüler politikasının hayata geçirilmesinde bürokratik mücadele göstermektedir. Bu yönüyle özürlülerin takdirini toplamış olan Mehmet Aysoy, daha önceki yıllarda hep dezavantajlı sosyal gruplara lehine çalışmalarda bulunmuştur.

Şimdiye kadar görev yaptığı alanlar ise şunlardır:

  • Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü (1986 -1989)
  • Pendik Belediyesi (1995-1996)
  • İstanbul Büyükşehir Belediyesi (1996-1998)
  • İstanbul Üniversitesi (1998-2003)
  • Başbakanlık Özürlüler İdaresi Başkanlığı (Eylül 2003-) (Bu Kurum hakkında bilgi için bkz.: www.ozida.gov.tr)

Halen Özürlüler İdaresi Başkanlığı’nı yürüten Aysoy’un “Geleneksel Sonrası Toplum Üzerine” ve “Avrupa Birliği Sürecinde ÖZÜRLÜLER POLİTİKASI” isimli kitapları Açı Yayınlarında basılmıştır. Hazırlamış olduğu özel web sitesinde özürlülere dönük bilimsel çalışmalarının yanında bu kitabı da ücretsiz olarak okuyuculara sunmaktadır. Dr. Mehmet Aysoy ve çalışmaları hakkında daha çok bilgi edinmeniz için lütfen aşağıdaki siteye giriniz:

http://www.mehmetaysoy.com

 

Şefkatli Eller Yayınları’ndan Dr. Mehmet AYSOY’un kaleme aldığı  “SOSYAL DEVLET ÜZERİNE” yeni bir kitap

ŞEFKATLİ ELLER, Bakım hizmetleri alanında iki ayrı sertifika programında eğitici eğitimi ve bakıcı eleman eğitimi sunmaktadır. Bir KÜYEREL Danışmanlık A.Ş. kuruluşu olan ŞEFKATLİ ELLER; Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Genel Müdürlüğü yönetmeliği kapsamında Milli Eğitim Bakanlığı tarafından sertifika verme yetkisi olan ilk kuruluştur. Şefkatli Eller Yayınları kapsamında “SOSYAL BAKIM”, “MANEVÎ BAKIM” gibi evde ve kurumda bakım hizmetlerine dönük yeni eserler yayınlanacaktır. Daha ayrıntılı bilgi için bkz.: http://www.kuyerel.net/index.htm  - http://www.mehmetaysoy.com/

 

“SOSYAL DEVLET ÜZERİNE’ Kitabının Yazarı Dr. Mehmet AYSOY’un kaleminden Kısa Bir Tanıtımı

Bu çalışma ülkemizdeki muhafazakar politikayı AB süreci ve sosyal politika bağlamında değerlendirmektedir. Çalışmanın merkezi teması; Avrupa Toplum Modeli karşısında ülkemizin sosyal politika sorunları daha doğru bir ifadeyle sosyal politika alanında var olan gelenekselliktir. Bu durum hem muhafazakarlık hem de muhafazakar politikanın belirginleşmesinde  ana ekseni oluşturmaktadır.

Avrupa Toplum Modeli; AB projesinin altyapısını oluşturmaktadır ve modelin en kayda değer ürünleri sosyal politika alanında belirginleşmektedir. Dolayısıyla ülkemizde belli bir politika bağlamında yönetilen AB süreci, bizatihi AB taraftarı olmak adına bir politika değil Avrupa Toplum Modelinin ülkemizde altyapısının kurulması ve yine AB sosyal politikasının ülkemizde kurumlaştırılması anlamını taşımaktadır. Diğer yandan AB süreci ülkemizde ciddi ekonomik sorunların değişik toplum katmanlarına yayılmasını belirlemektedir ve bu durum karşısında toplumun tüm kesimlerini kuşatan bir sosyal politikaya ihtiyaç duyulmaktadır.

Konuya ülkemiz açısından yaklaşıldığında ise daha başlangıçta derin bir sosyal politika sorunundan ve bu sorunun belirlediği kurumsal sorunlardan söz edebiliriz. Ülkemizde sosyal politika “sosyal yardım” merkezli geleneksel bir yapı taşımaktadır. Bu bağlamda da yaşlılık, özürlülük, çocuk ve kadın gibi temel alanlar yoksulluk bağlamına indirgenerek ya da ilintilendirilerek konu edilebilmektedir. Ayrıca dezavantajlı gruplara yönelik hizmetlerin kurumlaşmasına dikkat edildiğinde de karşımıza yine geleneksel yaklaşımın ürünü olan “kurum temelli” hizmet anlayışının yer aldığı belirgindir.

Dünyada ise geleneksel sosyal politikanın yerini “aktif sosyal politika” almaktadır. Bu yaklaşıma göre kamu idareleri sosyal politikanın tek aktörü değildir. Sosyal alanda önemli roller üstlenebilecek, hatta sosyal korumanın finansmanına ve uygulamasına katılabilecek bir çok sosyal grup bulunmaktadır. Bu doğrultuda özel sektör sosyal hizmetlerin sunumuna geniş ölçüde katılabilir. Çocuk bakımından yaşlılara ve özürlülere götürülebilecek çeşitli hizmetlere kadar özel sektör kamu sektörü yanında değişik seçenekler sunarak önemli işlevler yerine getirebilir. Sosyal politikalarda ortaya çıkan bu iradi yaklaşım, bireylerin gelecekten beklentilerini artırmak için onların kapasitelerine yatırım yapılması gerekliliğine vurgu yapmaktadır. Bu yeni yaklaşım, hükümetlerce sosyal yardımları azaltan, vergi gelirlerini artıran, daha geniş anlamda yoksulluğu ve sosyal dışlanmayı önleyerek uyumlu bir toplum öngören sosyal politikalara yatırım yapılmasının daha yararlı olduğu anlayışına dayanmaktadır. Söz konusu politikalar toplumu oluşturan birey ve grupların sosyal ve ekonomik yaşama tam olarak katılmalarını özendirmektedir. Bu yaklaşım toplumun üyesi olarak bireylerin ve grupların hak ve yükümlülüklerinin tanınmasına dayanmakta ve hayatın risklerine karşı kişileri korumanın ötesinde mümkün olduğu kadar onların kapasitelerine yatırım yaparak, tüm yaşam boyunca potansiyellerini gerçekleştirmelerine çalışmaktadır.

Sosyal devlet sosyolojinin konu edindiği bağlamda kapitalizm, ulus-devlet, küreselleşme olgularının bileşenidir. Bu bağlamda doğrudan bir araştırma nesnesi olarak değil dolaylı konu edilen, daha üst sistemlerin içinde belirginleştirilen bir konudur. Bu durum da günümüz sosyal teorisinde “sosyal politika”, “refah rejimi veya refah devleti”, “sosyal hizmet” gibi sosyal devletin unsurları farklı farklı bilim alanlarının ortaya çıkması yanında yine farklı zeminlerde inşa edilen bilgi sistemlerinin oluşmasını, başka bir deyişle eklektik bir bilgi sistemini belirlemiştir. Yine benzer durum sosyal devletin tarihsel açıdan değerlendirilmesinde karşımıza çıkmaktadır. Sosyal devlet günümüzde küreselleşme bağlamı dışında konu edilemeyen bir olgudur ve “kriz” yada “kopuş nosyonu” sosyal devlet tarihinin ana belirleyicisidir.

 

Küreselleşme ise bu anlamda mevcut sosyal devlet yapısını aşındıran bir süreci ifade etmektedir[1] ve sosyal devlet bu bağlamda refah devletidir[2]. Bu doğrultuda sürdürülen ‘Refah devletine ilişkin araştırmalar ise genellikle kavramsal bir kafa karışıklığından muzdariptir. Bazıları refah devletlerinden, bazıları refah rejimlerinden, bazıları ise sadece sosyal politikalardan sanki aynı şeymiş gibi bahsederler (Esping-Andersen; 2006). Diğer yanda ise varolan yaklaşım ve uygulamaları geleneksel olarak niteleyen ve bu yaklaşımlar karşısında “aktif sosyal politika”yı öne süren yaklaşımlar söz konusudur[3].

 

Sosyal politika sosyal devlet bağlamında bir inşa olarak karşımıza çıkar[4]. Sosyal devlet olgusu ülkemizde sadece belli bir politikanın aracı olmuş ve refah devleti modeli tartışmaları da daha çok liberal politikanın rengini taşımıştır[5]. Bu durum devlet düzeyinde dahi kurumsal yapılanma, mevzuat ve hizmet sunumunda belirleyici olmuştur. Son dönemde sosyal devlet olgusu devlet düzeyinde sürdürülen kamuda yeniden yapılanma çalışmalarının ana temalarından birini oluşturmaktadır ve bu bağlam ülkemizde sosyal devlet olgusunun devlet düzeyinde nasıl değerlendirildiğine dair önemli ipuçları sunmaktadır. Kamuda yeniden yapılanma çalışmaları devlet düzeyinde uzunca bir süre gerçekleştirilen çalışmaların bir ürünüdür;

 

 

“Devletin politika belirleme ve katalizör işlevi görerek yönetme kapasitesi gelişirken, hizmet üretimi ve sunumundaki piyasa ve sivil toplum ön plana çıkmaktadır. (…) Bu durumda zannedilenin aksine, devletin ekonomideki değişen rolü sosyal devlet vasfını ortadan kaldırmamaktadır. Artan rekabet ortamı ve piyasaların ürettiği sosyal sorunlar, devlete eskisinden de önemli sosyal sorumluluklar yüklemektedir. Üretim yapmayan devlet sosyal devlet vasfını yitirmemekte, tam aksine gereksiz hale gelmiş işlevlerden arınarak dış politika, güvenlik ve adalet gibi asli işlevleri ile sosyal politikalar üzerinde yoğunlaşabilmektedir. (…) Bu çerçevede sosyal devlet çağdaş araçlar kullanılarak, piyasa ve sivil toplum ile işbirliği geliştirilerek hayata geçirilmektedir.” [6]

Devletin yeniden yapılandırılması çalışmalarında hakim olan anlayış ülkemizde sosyal devletin belli bir kurumsallığa sahip olduğu ve dünyadaki gelişmiş modeller doğrultusunda da söz konusu yapının yeniden yapılandırılacağıdır. Bu yaklaşımın daha çok kurumsal yeni yapılanmalar biçiminde anlaşılması gerekir diğer halde Batı toplumlarında var olan sosyal devlet yapısı ile ülkemizin karşılaştırılamayacağı ortadadır. Bu yaklaşımın muhafazakarlık açısından ele alınması ise daha anlamlı açılımlar sağlar[7].

Muhafazakar Sosyal Politika

Ülkemiz muhafazakarlığının geçen sürede özellikle sosyal politika alanında geleneksel yaklaşımı aşamadığı bu nedenle de AB sürecinde toplum modeli üzerinde doğrudan veya dolaylı bir politika önerisine sahip olmadığı belirgindir. Ülkemizdeki muhafazakar yaklaşımın sosyolojik anlamda en önemli açmazı modernliğin ürünü olan sorunlara geleneksel çözümler üretme gayretinden kaynaklanmaktadır. AB projesi çerçevesinde yer aldığı biçimde bir “sosyal devlet” ya da “refah devleti” tartışmasına yabancı olan muhafazakarlığın yaklaşımı, ana ekseni yoksulluk olan ve bu doğrultuda da çözümü sosyal yardıma odaklı bir politikayla sınırlanmıştır. Başka bir açıdan muhafazakar politikanın söylem bağlamında değerlendirildiğinde karşımıza çıkan “aile” temasının politikaya yansıması ise sosyal politikada var olan gelenekselliğin sınırlarını belirginleştiren en önemli olgu niteliğini taşımaktadır.

 

Hemen her sosyal sorun gündeme geldiğinde güçlü bir aile yapısına yapılan vurgu, ülkemizde sosyal sorunlara yönelik geliştirilebilecek bakış açılarını sınırlandıran en kayda değer kayıttır. Ailenin toplumsal anlamda en güçlü kurum olduğu gerçekliği, ülkemizde aile odaklı bir sosyal politika olduğu anlamına gelmemektedir. Bilakis sosyal politikamızda aile kayda değer bir dinamik olarak değerlendirilmemektedir. Muhafazakar bir politikanın en önemli politika aracı aile olgusudur. Aile odaklı bir sosyal politika inşasına sahip olması gereken muhafazakarlığın AB sürecinde bu alanda sahip olduğu politika bağlamında önceliklerini belirlemesi gerekmektedir. Diğer halde AB sosyal politika yapısı aile odaklı bir politika açısından imkanlı değildir[8]

Aile odaklı bir muhafazakar politika öncelikle yaşlılık, özürlülük, kadın ve yoksulluk gibi temel sosyal sorunların aile bağlamında çözümünü gerektirmektedir. Ülkemizde muhafazakarlığın gelenekselliği, söz konusu sorun alanlarına getirdiği çözümlerde belirginleşmektedir ki bu durum aslında ülkemizde bir aile politikası yerine ailecilik söyleminin var olduğunun da temel göstergesidir. Öncelikle yoksulluk ve dışlanmışlık olgusu üzerinde hakim vurgusu olan muhafazakar söylemin bu alanda sürdürdüğü uygulamaların tamamının sosyal yardımla sınırlı olması, devlet düzeyinde oluşturulmuş kurumların (Sosyal yardımlaşma ve Dayanışma Genel Müdürlüğü gibi) ortaya çıkması yanında son dönemde teşkilat yapılarının işlevi ve kapsamının genişletilmesi yerine sadece var olan işlevi üzerinde kurumsal yapılarının yenilenmesi birer gösterge niteliğindedir.

Yaşlılık gibi ülkemizin önemli sosyal sorun alanlarından biri için varolan hizmet modelleri ise gelenekselliği ortaya koyan diğer göstergeler olarak karşımıza çıkmaktadır. Yaşlılık ülkemizde bir sosyal sorun olarak algılanmamaktadır. Bu alanda tamamen geleneksel olarak üretilmiş olan ve isminin dahi (HUZUREVİ) toplumdan dışlanmışlığın bir gösterge olarak okunabileceği modelin varlığını göstermektedir[9]. Diğer yandan ülkemizde yine son dönemde özürlülük konusunda yapılan çalışmalar ise farklı bir okumayı gerekli kılar. 2005 Yılında yürürlüğe giren “özürlüler kanunu” ülkemizin ayrımcılıkla mücadele eksenli bir politika açısından tek referans olma niteliği taşımaktadır. Yönetmelikleriyle birlikte AB ülkeleri özürlü hizmetlerinin önemli bir bölümünü ülkemize taşıyan bu düzenleme hem hak temelli bir sosyal politika açısından hem de modern sosyal hizmet modellerinin kurumsallaşması açısından bir ilk olmuştur. Buna karşın aynı dönemde hazırlanan diğer sosyal hizmet mevzuatının bu düzenlemeye paralellik arzetmemesi (Sosyal Hizmetler Kanun Tasarısı gibi) ve sosyal hizmet kurumlarının devlet düzeyinde sadece kamu reformu bağlamında yeniden yapılandırılmaya çalışılması ülkemizde farklı politika araçlarının bir arada kurumsallaşmasını belirlemektedir.

Sonuç olarak AB sürecinde ülke koşullarımıza uygun bir toplum modeli bağlamında inşa edilmesi gereken bir sosyal politika için var olan yaklaşımların henüz bu durumu belirgin bir biçimde kavrayacak yaklaşımın izlerini taşımadığı, muhafazakarlığın ise bu süreci (AB) yöneten yaklaşım olarak kendi içinde sahip olduğu açmazlar nedeniyle doğrudan çözüme yönelemediği belirgindir.


 

[1] Sovyet bloğu yıkılırken aynı zamanda, Batı ülkelerindeki refah devleti de yıkılmaktadır."(Giddens,1995,5)

 

[2]Batı dünyasında tarihi süreçte ortaya çıkan refah devleti, klasik kapitalizmin olumsuz sonuçlarının denetim altına alınabilmesi için geliştirilmiş bir sistemdir. Refah devleti marsizmden kısmen de olsa esinlenerek kapitalizmin bir takım yanlış sonuçlarının telafi edilmesine dayanır.

 

[3] Bu yaklaşıma göre geleneksel sosyal politikanın temel amacını, değişik risklere karşı toplumda zayıf kesimlerin güvenceye alınması oluşturur. Bu amaçla oluşturulan sosyal koruma sistemleri ve yeniden dağıtım mekanizmaları ile bu kesimlerin sosyal ve ekonomik yaşama katılımı sağlanırken, toplumun ekonomik ve kültürel kaynaklarının adil dağılımı da sağlanılmaya çalışılır. Söz konusu yaklaşım, nüfusun yaşlanması ve iş piyasasından dışlanma gibi yeni sorunlar karşısında yetersiz kalmıştır. Eşit olmayan gelir dağılımını düzeltmek ve yoksulluğu önlemek için geçmişte uygulanan sosyal politikaların başvurduğu temel araç, zenginlerin ve ekonomik büyümeden en fazla pay alanların gelirlerinden kesilen vergilerin, hastalık, yaşlılık ve mesleki vasıf yetersizliği gibi herhangi bir nedenle ücretli bir işte çalışamayan kişilere transfer edilmesi idi. Ancak, geçmişte böyle bir sözleşmenin uygulanabilmesini mümkün kılan uygun ekonomik ve demografik koşullar artık ortadan kalkmıştır. Günümüzde sayıları gittikçe artan emeklilerin ve sağlık hizmetlerine ihtiyacı olan kişilerin giderleri, sayısı gittikçe azalan çalışma yaşındaki nüfus tarafından üstlenilmektedir. Kitlesel işsizlik ve erken emeklilik olguları, demografik etkenlerin etkisini artırarak sosyal güvenlik sistemlerinin sürekliliğini zora sokmuştur.

 

[4] Aysoy, M. (2006), “Sosyal Devletin Sosyolojisi”, Sosyal Politikalar Dergisi, sayı 1.

[5] Esping, Gosta-Andersen (2006); “Altın Çağ Sonrası? Küresel Bir Ekonomide Refah Devleti İkilemleri” Buğra-Keyder (Der.) Sosyal Politika Yazıları, İletişim Yayınları.

 

[6] Dinçer, Ö., Yılmaz, C. (2003), Kamu Yönetiminde Yeniden Yapılanma; Değişimin Yönetimi İçin Yönetimde Değişim, TC Başbakanlık Yayınları.

[7] Burada sivil toplum vurgusu üzerinde durulması gerekmektedir. Muhafazakarlığın belirgin bir karakteristiği de tarihe ve tarihselliğe, daha sınırlı anlamda geleneğe olan yatkınlığıdır. Tarihimizin bir vakıflar medeniyetini ortaya çıkardığına dair söylem söz konusu modelin günümüze de ışık tuttuğu verisini içermektedir. Bunun karşısında yer alan sivil toplum olgusu ise ne tarihsel ne de geleneksel yapının bir ürünü değildir. İkinci olarak sosyal devletin çağdaş araçlar kullanılarak hayata geçilmesi ile ilgili argümanın yasal düzenlemeye yansıması da soru konusudur. Bu doğrultuda sosyal devletin en başta yardımcısı piyasa ve sivil toplum sayılırken “Kamu Yönetimi Temel Kanunu Tasarısı” na göre Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğünün taşra teşkilatının görev ve yetkileri ile huzurevi, çocuk yuvası, kreş gibi tesisler, bina, araç, gereç, taşınır ve taşınmaz malları, alacak ve borçları, personeli belediye sınırları içerisinde belediyelere, belediye sınırları dışında il özel idarelerine devredilir” hükmü bulunmaktadır. Bu maddeye göre kamuda yeniden yapılanmaya yönelik vurguda öne çıkan sosyal devlet modeli hayata yerel idare merkezli yine bir kamu hizmetiyle sınırlanmaktadır.

 

[8] Aile odaklı bir sosyal politikanın AB politikaları açısından sorunlu olduğu ortadadır. İlk başta aile politikası ile kadın hakları politikasının birbiriyle çeliştiğini söyleyebiliriz. Birçok Avrupa ülkesinde II. Dünya Savaşı’ndan sonra kurulmuş olan “aile bakanlıkları” hemen hemen ortadan kalkmıştır. Bu çerçevede AB açısından aile politikası, aileye destek vermek için düzenlenen bir dizi tedbir anlamına gelmekte, ayrıca ailenin tek tek bireyleri arasındaki ilişkileri düzenleyen yasal imkanları kapsamaktadır. Bu bağlamda açık ve kapsamlı bir aile politikası için kamu politikasını dikkate alma, tasarlama ve uygulama yolunda tutarlı araçlar “politika araçları”nın bulunmadığı söylenebilir. Çoğu ülkede, özellikle aile politikasının “üstü kapalı” olarak nitelendirilebileceği ülkelerde, aile politikası sosyal refah politikası içinde daha belirgin bir biçimde yer alırken, açık politika güden ülkelerde aile politikasını kendi sınırları içinde bir tür politika olarak tanımlama eğilimi görülmektedir. Aile politikasının “kendine özgü” ya da “bir başka politikanın parçası” olarak algılanması, değer sorunlarına olduğu kadar diğer ülkelerde olan ideolojik farklılıklara da bağlıdır. Parti ideolojisi ile aile politikası arasındaki ilişkiye bağlı olarak, bazı ülkelerde hükümet değişiklikleriyle birlikte aile politikalarında dramatik değişiklikler olmaktadır. Ancak, bu değişikliklerin, alınan önlemlerin özünden ziyade, kanun ve yönetmeliklerin ifade tarzında yani önlemlerin sunulmasında daha şiddetli ve kesin biçimde yer aldığını belirtmek gerekir. Her iki durumda da aile politikasının en can alıcı bir bölümünü oluşturan, belirli bir değerler sistemine destek veren gayri maddi bir unsuru ifade eder.

 

[9] Aysoy, M. (2006), “Yaşlılar Ailenin Bir Parçası Olmaktan Çıkmıştır”, Mostar Dergisi, sayı 16.

 


TC Özürlüler İdaresi Başkanlığı Eski Başkanı Dr. Mehmet Aysoy’dan

Özürlüler Politikalarının Gerçek Yüzünü Anlatan Çarpıcı Bir Kitap:

Hayatı Paylaşmak İçin “ENGEL ÇOK”

 

 

Kitap Hakkında:

Avrupa Birliği Sürecinde Özürlüler Politikası (Aralık, 2004) yayımlandıktan sonra Temmuz 2005’te 5378 sayılı Özürlüler Kanunu ve 2006 yılı ortalarında da ilgili yönetmeliklerin tümü yürürlüğe girdi. Bundan böyle AB konseptinde bir ayrımcılıkla mücadele mevzuatı ve ülkemizde ilk defa belli bir kesime yönelik hak temelli bir sosyal politika aracına sahip olduk….

Bu çalışma, Özürlüler Kanunu ekseninde hem özürlülük, hem de sosyal yapının çözümlenmesini içermektedir. Çalışmanın hacmi ekler sebebiyle olması gerekenden daha büyük olmuştur ancak bunun sebebi okuyucuya özürlüler adına var olma mevzuatın nasıl özürlüler aleyhine birer araca dönüştüğünün göstergesi olması nedeniyledir. İkinci olarak özürlüler mevzuatı bu alanda bir dilin oluşmasını da belirlemiştir. Bu nedenle çalışmanın sonuna Prof. Dr. Ali Seyyar’ın “Bakım Terimleri Sözlüğü”nden yararlanılarak bir sözlük eklenmiştir.   Dr. Mehmet Aysoy

 

Özürlülüğün toplumsallığını ve engelliliğini öne çıkaran sosyal model, özürlüler hareketinin en önemli dayanağıdır.

Dr. Mehmet Aysoy

 

Yayınevi:

AÇI Kitaplar

İletişim:

Ankara cd. Vilayet Han; 10/205 Cağaloğlu; İstanbul

Telefon:

0 212 512 10 93

Faks:

0 212 512 31 42

Baskı Tarihi:

Kasım 2008

 

İlgili Yazı:

               • Veli, İbrahim; "Hükümetin Özürlüler Politikası", Milli Gazete, 19.11.2008

Google