aliseyyar@sosyalsiyaset.net

 

 

 

Röportajlar;

 

 

 

 

Prof. Dr. Ali Seyyar İle RÖPORTAJ:

Son dönemlerde artan cinnet olaylarının yanı sıra neredeyse her gün sadece Sakarya’da iki üç intihar girişimi yaşanıyor. Peki neden? Sebep sadece psikolojik veya ekonomik neden olabilir mi? Sağlıklı bir toplumsal gelişmenin manevî sosyal hizmetlerle gerçekleşebileceğini ısrarla dile getiren Prof. Dr. Ali Seyyar ile sohbetimizin herkesin istifade edebileceği bir söyleşi olduğuna inanıyorum. Buyurun (İBRAHİM ÖZKAHYA)

 

Ali Seyyar: “Manevî Eğitim Modeli Geleceği Kurtarır”

 

Günümüz toplumlarının, özellikle sosyo-kültürel yönden önemli bir değişim süreci yaşadığını söylüyorsunuz… Bu değişim Türkiye için hangi yöne doğru ilerliyor. Getirdikleri ve götürdükleri neler olur?

Sosyal değişim, komşuluk ve akrabalık gibi sosyal çevremiz ile ilgili ilişkilerimizin kentleşme ile birlikte zorunlu olarak farklılaşmasıdır. Sosyal yapımızın bazı unsurlarındaki bu farklılaşma, yardımlaşma ve dayanışma gibi bazı sosyal değerlerimizin kaybolmasına zemin hazırlıyorsa bu değişimin olumlu seyrettiği söylenemez. Eskiye özlem, haddizatında insaniyetimize duyulan hasrettir. O halde genel gidişatın paradoksal gibi görünse de refah artışına rağmen iyiye doğru gitmediği yöndedir. Maddî gelişme manevî zenginliklerimizi alıp götürüyorsa sosyal dokumuzu da er veya geç tahrip eder.

Peki sizce sosyal değişimi olumsuz yönde etkileyen en önemli etkenler nelerdir?

Tabii ki göç ile birlikte çarpık kentleşme, küresel boyuttaki yeni iletişim ağları ve imkânları,siyasî belirsizlikler, ideolojik gerginlikler gibi sosyo-kültürel ve siyasî faktörler, sosyal ilişkilerimizin sağlıklı bir şekilde devam etmesini zorlaştırmaktadır. Ancak kanaatimce modernleşme ile birlikte ahlâk anlayışımızda da bazı kaymalar meydana geldi. Günlük hayatımızda erdemli tutum ve davranışlar sergileyebilmenin zorlukları karşısında birlikte güven ve huzur içinde yaşamak daha da zorlaştı. Geleceğe dair bireysel beklentilerimizi oluşturup geliştirirken fedakârlık, kanaat, sabır, şefkat ve şükür gibi ahlâkî ölçüleri baz almayı adeta unuttuk. Yolsuzluk, hırsızlık, kayırma, nemelazımcılık, hedonistçe yaşama arzusu, tüketim çılgınlığı ve bireycilik gibi ahlâkî zafiyetlerin her çeşidi hemen bütün sosyal kesimlerde görülebiliyorsa, sosyo-ekonomik gelişmemizi de gerçekleştirebilmemiz de mümkün değildir.

Ancak diğer taraftan da Türk toplumu ‘birey’ olamıyor deniliyor. Birey olmaktan anlaşılması gereken, tek başına sorumsuz bir hayat yaşama, aileyi ihmal etmek mi?

Böyle bir birey anlayışı, sosyal bozulmayı ancak hızlandırır. Kendi şahsî menfaatini, toplumun temel değerlerinden daha üstün veya daha mühim olduğunu ileri süren bireycilik, bencilliği ön plânda tutacağı için, kişiyi sosyal duyarlı bir insan olmaktan uzaklaştırır. Doğrusu birey, şahsî özgürlüğünü savunabilmeli ve kendi özel hayatını da tanzim edebilmeli ama sosyal bir varlık olduğunu da unutmayarak aileden başlayarak toplumun menfaatlerini de koruyabilecek dengeli bir hayat sürdürebilmelidir.

Psikolojik ve sosyal hayatımızın ayrılmaz bir parçası olan dini; sosyal olayların açıklanmasında temel unsurlardan birisi olarak kabul ediyorsunuz. Bunu biraz açabilir misiniz?

Vahye dayanan dinimizin hemen bütün tespitleri, tavsiyeleri ve emirleri, insan ve toplum odaklı olmasının ötesinde dünya hayatına ve toplumsal düzenin tesisine yönelik olduğuna göre, dinî hükümlerin sosyal ve ahlâki içeriği ve boyutu, hem hikmet, hem de pozitif bilimler çerçevesinde incelenmesinde fayda vardır. Biz çoğu zaman dinimize, her nedense dar anlamda sadece ibadetler boyutuyla ele alıyoruz. Halbuki geniş anlamda Allah rızası için toplumun ihtiyaçlarını karşılamak adına yapılan bütün ameller, yani sosyal içerikli eylemler de ibadet hükmündedir. Sosyal eylemlerimizdeki manevî boyutun önemi tam olarak görülemediği için, inançlı ve ibadetlerine düşkün insanlarımızın önemli bir kesimi bile sosyal faydası büyük olan programlara ve aktivitelere katılmıyor. Muhtaç insanların maddî ve sosyal ihtiyaçlarını karşılamanın manevî kazanç boyutunu idrak edebilseydik, öyle zannediyorum ki, ideal bir toplum özelliklerine sahip olurduk.

Bu anlamda sağlıklı bir toplumsal gelişme “manevî sosyal hizmetler” veya “manevî eğitim” dediğiniz programlarla mı gerçekleştirilebilir?

Gelişmiş ülkeler, sosyal ve ahlâk alanında görülen erozyon karşısında sürdürebilir kalkınma ekseninde hemen her alanda kendi millî kültürlerine uygun manevî eğitim programları uygulamaktadırlar. Mesela Japon şirketleri, elemanlarını toplumun mânevî değerlerine göre yetiştirmektedirler. Japonya’da mânevî eğitim felsefesi, sosyal münasebetlere dayalı destanların, dinî hikâyelerin ve sembollerin öğretilmesine yöneliktir. Zen, Konfüçyüs ve Samuray geleneğine dayanan bu eğitim programlarında temel felsefe olarak, halkın değerlerinde yaşayan dayanışma, sorumluluk ve gerçeğin benimsenmesi gibi unsurlara yer verilmektedir. Üstelik bu eğitim anlayışında, seküler-mukaddes veya sosyal-birey gibi katı ayrımlar yapılmamaktadır. Ölüm, yokluk, hiçlik, ahiret, kıyamet gibi insanoğlunun zihinde oluşan meta fizik sorulara cevap üretemeyen pozitivist bir eğitim modelinin toplumsal huzuru sağlayamadığı, insanların korkularına ve endişelerine teselli veremediği ortadır. Onun için biz de hem örgün eğitim sistemimizde hem de toplumumuzun sosyal eğitiminde insanımızın ruh ve karakter gelişimini sağlayan, millî ve mânevî değerlerimizi esas alan, inanç ve düşünce ağırlıklı bir eğitim modeli geliştirmeliyiz. Bu model, dinimizin sosyal ve ahlâkî mesajlarını esas alan maddî-mânevî, dünyevî-uhrevî değerleri birlikte ele alan düalist bir eğitim anlayışına dayanmalıdır. Sosyal duyarlı bir toplum inşa etmek istiyorsak, kişilerin manevî ve sosyal hastalıklara yakalanmamalarını arzu ediyorsak, ruh, gönül, vicdan ve kalbin güçlenmesine yardımcı olacak manevî eğitim modeline ihtiyaç vardır. Manevî eğitim programlarının sosyal hizmet alanında da uygulanması halinde şiddet, cinnet, intihar gibi sosyal sapma ve risklerin de önüne geçilebilir.

Ruhi bunalım denilen şey maneviyat eksikliğinden mi kaynaklanıyor?  Neden insan kendini çaresiz hisseder?

Tabii ki sosyal çevrenin desteği yeterince olmadığında kişi, kendisini yalnız, umutsuz ve çaresiz hissedecektir. Ancak ruhi bunalımın ortaya çıkması sadece harici sosyal desteğin yokluğuna bağlanamaz. İşsizlik, kötü giden aile hayatı, hayal ve beklentilerin gerçekleşmemesi, ekonomik sıkıntılar gibi birçok olumsuz hadisenin üst üste gelmesi ve kişinin de bu durum karşısında manevî kaynaklarını koruyamaması sonucunda stres ve depresyon gibi değişik derecelerde ruhî bunalımlara sürüklenebilir. Halbuki Allah inancı, kişiye her halükarda yani en ağır şartlarda dahî ümit var olmayı sağlar. “Allah’tan ancak kâfirler ümidini keser” ayetinin inançlı bir kişinin üzerindeki etkisini bir düşünün. Böyle bir kişi, hiç tükenmişlik uçurumuna sürüklenebilir mi? Öyle ise Allah’a tam iman ile elde edilecek güçlü bir manevî yapı ile kişi hayatın sıkıntılarını daha büyük bir direnç ile göğüsleyebilecektir.

Maneviyatı eksik olanlar bunun için mi daha çok intihara meyillidir? Diğer taraftan bir insanın intihar etmesi sadece psikolojisi ve ekonomik durumuyla mı ilgilidir?

İntihar teşebbüslerinin elbette birçok sebebi olabilmektedir. Sosyal bilim adamları bu konuları irdelerlerken biraz evvel belirttiğim zahirî yani görülebilen ve belirlenebilen olumsuz verilere ve somut gerçeklere dayandırmaktadır. Ancak bu sosyo-ekonomik tespitler, intihar teşebbüslerini bütünüyle aydınlatmaktan uzaktır. Kişinin yaşadığı ve olumsuz gibi algıladığı olaylara atfettiği anlam burada çok önemlidir. Manevî bakış ölçülerimizdeki ayarlarımızın bozulmasından dolayı, dünyevî hadiselerde birçok olumsuz olgu tabii ki görülebilir. Marifet, bütüncül bir bakış ekseninde hadiselere manevî bir anlam yükleyebilmektir. Olumsuz gibi görünen sosyal olaylara manevî boyutuyla bakabilsek, teslimiyet, tevekkül ve sabır gibi bizi ruhen rahatlatacak birçok teselli kaynağı bulabiliriz. Böylece intiharı, yoğun dünyevî sıkıntıların yol açtığı ıstıraplardan dolayı belki de aklımızın bir ucundan geçirebiliriz. Ama kendi kendini öldürmek, içinde isyanı da taşıyan büyük bir günah olduğunu bilen şuurlu ve iradeli bir insan, netice itibariyle bunu bir tercih olarak hiçbir surette eyleme dönüştürmez. Günah ve ahirette hesap verme boyutunu iyice algılayamamış insanlarda bundan dolayı intihar teşebbüsleri daha sık görülmektedir. İntihar, ruhsal bozulmalar ile yakından ilgili olduğu bilinmektedir. Maneviyat ise güçlü ve sağlıklı bir ruh gelişimine zemin hazırlamaktadır. Öyle ise hangi kesimden gelirse gelsin bütün insanların sosyal duyarlı olmalarını sağlayan manevî kaynaklarını muhafaza edebilmelerine ve geliştirebilmelerine yönelik sistemli bir bilinçlendirme stratejisi oluşturulmalıdır.

Demokratik bir ülkede yaşamak, intiharları, cinnet olaylarını ve cinayetleri azaltır mı?

Bu soruya evet veya hayır şeklinde cevap vermek hayli güç. Diğer taraftan demokrasi ile sosyal hastalıklar arasında olumlu veya olumsuz anlamda bir bağın varlığına dair bir bilimsel araştırmanın yapılıp yapılmadığını şu anda hatırlamıyorum. Demokrasi genelde özgürlüklerle birlikte anıldığı için demokrasiye olumlu bakılmaktadır. Dolayısıyla demokrasinin toplumsal sapmaları ve bozulmaları da azaltabileceği düşünülmektedir. Ancak özgürlükler, nefsanî ve bencil arzuları körükleyip manevî ve sosyal sorumlulukları köreltiyorsa çok gelişmiş demokratik ve fakat kapitalist toplumlarda da her çeşit sosyal âfet görülmektedir.

Sakarya’da linç kültürünün yavaş yavaş hâkimiyetini kurduğu söyleniyor? Bunu neye bağlıyorsunuz? Özellikle gençlerin bu tip olaylara karışması?

Bu çok tehlikeli bir varsayım. Genel anlamda bu raddeye gelindiğine düşünmüyorum. Ancak ideolojik saplantılar içinde olan belirli marjinal grupların bazı değerlerimizi istismar ederek özellikle gençlerimizi manipüle etmeleri her zaman mümkündür. İşte tam burada aklıselim ile düşünebilen ve vicdanî iradesini kullanabilen sosyal sorumlu bir birey profiline ihtiyaç vardır. Gençlerimize sosyal ahlâk eğitimleri çerçevesinde şiddet ve intikam yerine hoşgörü kültürünü, ırkçı yaklaşımların yerine kardeşlik kültürünü, kısacası insan sevgisini aşılayabilirsek toplumsal çatışmalara yol açan sosyal riskleri de bertaraf etmiş oluruz.

Bu gençlere deprem çocukları deniyor. Çeşitli kimliklerle (ülkücü, tatanga vb.) kendilerini tanımlıyorlar. Bu sağlıklı bir şey mi?

“Deprem çocukları” ifadesi yine materyalist bir yaklaşımın tezahürüdür. Depremi, doğal bir olay veya bunun daha da ilerisine giderek depreme negatif bir anlam yükleyerek tabii âfet olarak değerlendirdik. Zahiren ve sonuç itibariyle bu böyledir. Onun için bugünkü sorunlu gençliğimizin varlığını da depreme bağladık. Çünkü deprem kötü bir olaydır. Kötü bir olaydan etkilenmiş olan gençlerimiz de bu mantığa göre olumsuz yönde etkilenecektir. Gençlerde bugün görülen sorunların sebebinde sadece deprem yatabilir mi hiç? Peki depreme manevî, yani kaderî ve uhrevî boyutuyla da bakabilseydik aynı sosyal sonuç ortaya çıkar mıydı? Hukuk sistemimiz zamanında alternatif bakış olarak depremi “ilahî ceza” olarak değerlendiren bir düşünüre hapis cezası verdi. Şimdi ise bazı pozitivist bilim adamları yine aynı hatayı yaparak tabii olayları, sadece fizikî boyutuyla değerlendirmekle yetinmektedir. Gençlik sorunlarını da yine maddeci bir yaklaşımla depreme dayandırmaktadır. Halbuki depremi manevî bir çerçevede de değerlendirebilseydik ve çocuklarımıza Allah’ın ‘Kâdir’ isminden yola çıkarak O’nun her şeye gücü yettiğini ve gerçekleşen her olayın, bilgisi ve dilemesi ile olduğunu öğretebilseydik, depremde hayatlarını kaybedenlerin şehit hükmünde olduklarını anlatabilseydik dünün deprem çocukları ve bugünün gençleri manevî boyutuyla daha sağlıklı ve dolayısıyla sorunsuz olacaklardı.

Ülke gündeminin sürekli değişmesi (gerginlikler, üniversitelerdeki olaylar) insanları nasıl etkiler?

Maddî ve manevî sağlık, hayatın iki önemli yapısını teşkil eder ve birbirleriyle içice geçmiş ve ayrılmaz bir ikilidir. Sürekli olarak olumsuzlukları yansıtan haberlerin üretilmesi ve suni konuların gündemde tutulup seviyesizce tartışılması, hemen bütün duyarlı kesimlerin psikolojisini bozacağı için, değişik boyutlarda ruhsal ve davranışsal bozukluklara yol açabilir. Gündemlerin hızlı bir şekilde değişmesinin bir diğer olumsuz yansıması ise kişilerin bu olayları ya kanıksamaları, ya da ilgisiz kalmaları sonucunda gerçek meselelerin karşında sosyal duyarlılıklarını yitirmelidir.

------

Kaynak: Seyyar, Ali; “Manevî Eğitim Modeli Geleceği Kurtarır”; YeniAda Gazetesi; 23 Haziran 2008; s. 9.

------

Google