aliseyyar@sosyalsiyaset.net

 

 

 

Makaleler ;

Ali Seyyar’ın Makaleleri
--  

 

Bakıma Muhtaç Özürlülere Dönük Manevî Bakım Uygulamaları[1]

Prof. Dr. Ali Seyyar[2]

 

 

ÖZET

GİRİŞ

1. Bir Bilim ve Meslek Dalı Olarak Manevî Bakımın Teorik Çerçevesi

1.1. Bakıma Muhtaçlık (BM) Kavramının Maneviyat Ekseninde Yeniden Tanımlanması

1.1.1. BM Manevî Güzellikler Yansıtan Özel Bir Durumdur

1.1.2. BM Manevî Farkındalığı Geliştirmesi Açısından İbadet Hükmündedir

1.1.3. BM İlahî Lütuf Açısından Sevap Kazandıran Bir Fırsattır

1.1.4. BM Uhrevî Boyutuyla Geçici Bir Süreçtir

1.1.5. BM Yaratan’ın Kudretini Gösteren Kaderî Bir Durumdur

1.1.6. BM Günahların Kefaretini Sağlayan Bir Durumdur

1.1.7. BM Özürlünün Manevî Tekâmülünü Kolaylaştıran Bir Durumdur

1.1.8. Ölüm İle Sonuçlanan BM Kişiye Şehit Sevabı Kazandırır

2. Manevî Bakım Uygulama Süreçleri ve Yöntemleri

2.1. Manevî Bakım Plânının Oluşturulması

2.1.1. Bakıma Muhtaç Özürlünün Manevî İhtiyaçlarının Belirlenmesi

2.1.2. Manevî İhtiyaçların Karşılanmasına Dönük Programın Belirlenmesi

2.1.3. Bakım Aktörlerinin Görevlerinin ve Bakıma Muhtaç Özürlülere Dönük Yaklaşımlarının Belirlenmesi

2.2. Bakıma Muhtaçlığın Manevî Avantajları Çizgisinde Özürlülere Telkin ve Teselliler

2.2.1. Bakıma Muhtaç Özürlü Tevekkül ve Teslimiyet Göstermelidir

2.2.2. Bakıma Muhtaç Özürlü Maneviyata ve İbadete Yönelmelidir

2.2.3. Bakıma Muhtaç Özürlü Emanet ve Kulluk Şuurunu Geliştirmelidir

2.2.4. Bakıma Muhtaç Özürlü Aktif Sabır Göstermelidir

2.2.5. Bakıma Muhtaç Özürlü Ahireti ve Ölümü Hatırlamalıdır

2.2.6. Bakıma Muhtaç Özürlü Şükür İçinde Bulunmalıdır

SONUÇ

KAYNAKLAR

 

 

ÖZET

“Bakıma Muhtaç Özürlü” kavramı 2005 tarih ve 5378 sayılı Özürlüler Kanununda ilk kez tanımlanmıştır. Buna göre “günlük hayatın alışılmış, tekrar eden gereklerini önemli ölçüde yerine getirememesi nedeniyle hayatını başkasının yardımı ve bakımı olmadan devam ettiremeyecek derecede düşkün olan kişiler”, bakıma muhtaç özürlüler olarak kabul edilmektedir. Özürlüler Kanununda, gerek SHÇEK kurumlarında, gerekse ev ortamında yaşayan bakıma muhtaç özürlülere dönük tıbbî ve sosyal bakım uygulamalarına yönelik temel uygulamalara yer verilirken, özürlülerin manevî ihtiyaçlarının karşılanmasına yönelik bakım, danışmanlık ve rehberlik hizmetleri göz ardı edilmiştir.

Hâlbuki bütüncül ve etkin bir bakım konseptinin oluşturulabilmesi açısından tamamlayıcı bir unsur olarak manevî bakım (spritual care) hizmetlerine her halükarda ihtiyaç vardır. Manevî bakım, geniş anlamda (tıbbî) sosyal hizmetler, dar anlamda sosyal bakım hizmetleri alanında bakıma muhtaç özürlü ve(ya) kronik hastalara yönelik maneviyat (din) odaklı destek, teskin ve teselli hizmetleridir. Sosyal boyutuyla manevî bakım, bakıma muhtaç kişinin maneviyatını (kişisel gelişimini, moralini) güçlendirmeyi, hayata bağlılığını artırmayı, iç dünyasıyla (ruhuyla) barışık olmasını, manevî sapmalarını ve korkularını gidermeyi amaçlayan insan odaklı bütüncül hizmetlerdir.

Bilimsel ve akademik boyutuyla manevi bakım, insanlarda ve özellikle bakıma muhtaç özürlülerde manevî risk, sapma gibi sorunlara yol açan alanları inceleyen, sorunların sebeplerini ve çok yönlü etkilerini ve çözüm yollarını araştıran, manevî koruma ve rehabilitasyon yöntemlerini geliştiren bir bilim dalıdır. Manevî bakım, bakıma muhtaç özürlülerin manevî ihtiyaçlarını tespit eden, bu ihtiyaçlar doğrultusunda manevî tedavi (terapi) ve rehabilitasyon hizmetleri sunan teorik olduğu kadar uygulamaya dönük multi disipliner bir bilim dalıdır. Kısacası manevî bakım, fert ve manevî dünyası arasındaki münasebetleri iyileştirmeyi, manevî riskleri azaltmayı, manevî sapmaları önlemeyi ve manevî rehabilitasyon hizmetlerini manevî terapi (telkin) yöntemleriyle vermeyi hedefleyen bir bilim ve meslek dalıdır.

Bu bildiride, Batı Dünyasındaki uygulamalardan da yola çıkarak, manevî bakım modelleri ve hizmetleri teorik çerçevede tanıtılacağı gibi, manevî bakımın temel gayesi ekseninde bu hizmetlerin muhatapları ve alanlarının özellikleri tahlil edilecektir. Bildirimizde Batı’daki manevî bakım uygulamalarının, muhatapları üzerinde yaptığı olumlu psiko-sosyal etkileri dikkate alınarak, manevî bakım hizmetlerinin Türkiye şartlarına ve İslâm (Kuran ve Sünnet) esaslarına uygun hale getirilmesi gerekliliğinden yola çıkılarak, manevî bakım uygulamalarının sözel araçları (telkin yöntemleri) somut olarak belirlenecek ve örnekleriyle açıklanacaktır.

GİRİŞ

Bilindiği gibi, insanın hayattan zevk almasını engelleyen ve mutluluğunu azaltan önemli maddî etkenlerden biri de bakıma muhtaçlıktır. Bazen değişik derecelerde bu tür sıkıntılara maruz kalan özürlüler, intiharı bile akıllarından geçirebilmektedirler. Bundan dolayı memleketimizde yaşayan bakıma muhtaç özürlülere ve bakıcı aile fertlerine hitap eden, onların manevî yüklerini hafifletmeyi ve huzurlarını sağlamayı hedefleyen manevî bakım hizmetlerine ihtiyaç vardır. Bunun için de diğer tıbbî ve sosyal yaklaşımlardan farklı olarak ilk önce bakıma muhtaçlık için yeni manevî tanımlamaların geliştirilmesi gerekmektedir. Bakıma muhtaçlığa manevî bir anlam kazandırmayı amaçlayan makalemiz, bakıma muhtaçlığın reel şartları içinde bile özürlülerin ve aile fertlerinin mutlu olabilecekleri yöntemler ve yollar sunmaktadır.

1. Bir Bilim ve Meslek Dalı Olarak Manevî Bakımın Teorik Çerçevesi

Manevî bakım, yaşlılık, özürlülük ve(ya) kronik hastalıktan ötürü bakıma muhtaç hâle gelmiş kişilere yönelik maneviyat odaklı destek ve yardım hizmetleridir. Sosyal boyutuyla manevî bakım, bakıma muhtaç özürlünün maneviyatını güçlendirmeyi, hayata bağlılığını artırmayı, iç dünyasıyla (ruhuyla) barışık olmasını, manevî sapmalarını ve korkularını gidermeyi amaçlayan insan odaklı bütüncül hizmetlerdir. Bilimsel ve akademik boyutuyla manevi bakım, insanlarda ve özellikle bakıma muhtaç özürlülerde manevî risk veya sapma gibi sorunsal alanları inceleyen, sorunların sebeplerini ve çok yönlü etkilerini ve çözüm yollarını araştıran, manevî koruma ve rehabilitasyon yöntemlerini geliştiren bir bilim dalıdır.

Manevî bakım, bakıma muhtaç özürlülerin manevî ihtiyaçlarını tespit eden, bu ihtiyaçlar doğrultusunda manevî eğitim, tedavi ve rehabilitasyon hizmetleri sunan, teorik olduğu kadar uygulamaya dönük multi disipliner bir bilim dalıdır. Bakıma muhtaç özürlü ve manevî hayat arasındaki münasebetleri ilmî yöntemlerle inceleyen, bakıma muhtaç özürlülerin huzur ve saadetleri en üst düzeyde olmalarını sağlamaya gayret gösteren uygulamaya dönük bir meslek dalıdır. Kısacası manevî bakım, fert ve manevî dünyası arasındaki münasebetleri iyileştirmeyi, manevî riskleri azaltmayı, manevî sapmaları önlemeyi ve manevî rehabilitasyon hizmetlerini manevî terapi yöntemleriyle vermeyi hedefleyen bir bilim ve meslek dalıdır. [3]

Manevî bakımın gayesi, geniş anlamıyla manevî sosyal hizmetlerle yakından ilgili olduğu için, sosyal hizmetler alanlarına giren ve manevî risk altında olan kişi ve sosyal grupları manevî koruma altına almaktır. Tabiri diğerle manevî yönden korunmaya muhtaç özürlüleri, manevî (kalbî-ruhî) hastalıklara yakalanmamaları yönünde koruyucu manevî eğitim programları hazırlamak ve uygulamaktır. Diğer taraftan sapık düşünce ve manevî hastalıklara yakalanmış kişilere de manevî rehabilitasyon hizmetleri sunmak ve onları manevî hayatlarıyla yeniden barışık hâle getirip, toplum içinde mutlu fertler olmalarını sağlamak, manevî bakımın genel hedeflerindendir. Dar anlamda manevî bakımın gayesi, bütüncül bakım hizmetleri kapsamında özellikle bakıma muhtaç özürlüleri manevî koruma altına almak ve bu çerçevede onlara her türlü manevî rehberlik, refakatçilik ve teselli yöntemleriyle kalben huzurlu ve mutlu olmalarını sağlamaktır.[4] Tebliğimizde de ağırlıklı olarak bu kesime hitap edilecektir.

1.1. Bakıma Muhtaçlık (BM) Kavramının Maneviyat Ekseninde Yeniden Tanımlanması

Genelde, bir insanın günlük hayatına ait her zaman tekerrür eden olağan ve basit hareketlerin ifasında başkalarının fizikî yardımına mutlak anlamda ihtiyaç duyan aciz kişiler, bakım hizmetlerine, ya devamlı (sürekli-uzun vadeli), ya da belirli bir süre için (geçici olarak) ihtiyaç duymaktadırlar.[5]

Bakıma muhtaçlık, özürlünün, bedensel hareket edebilirliğinin engellenmesi veya kısıtlanması sonucunda gerek beden temizliğinde, gerek beslenmede, gerekse ev idaresinde değişik sıklık ve yoğunlukla evde veya kurumda düzenli ve sürekli olarak bakım hizmetlerine ihtiyaç duymasıdır. Normal hayatını yaşayabilmek ve sürdürebilmek için, değişik derecelerde de olsa, başkalarının sürekli (uzun dönemli) bakımına zorunlu ve bir zaruretin gereği olarak ihtiyaç duyan kişiye, bakıma muhtaç özürlü denilmektedir. Yani, hayatın idamesi için, yapılması zarurî olan temel iş ve görevleri, kendi kendine yapma kabiliyetine ve gücüne sahip olmayan ve bundan dolayı da başkalarına bağımlı olan bir kişi, bakıma muhtaç özürlü olarak kabul edilmektedir.[6]

Acizlik (yetersizlik-bağımlılık) içinde bulunan bakıma muhtaç özürlülerin genelde fizyolojik, psikolojik veya anatomik yapı ve fonksiyonları ciddî derecede kayba uğramıştır. Yetersizliklerin tümüyle ortadan kaldırılması mümkün değilse de çoğu kez yardımcı teknolojiler (araç-gereç-cihaz sistemleri) sayesinde hayat daha yaşanabilir hale getirilmektedir. Bakıma muhtaçlığa sebebiyet veren hastalık ve özürlülük durumları, hareket ve yaşama mekanizmasında kayıp, aşınma, felç veya diğer fonksiyonel bozukluklarla yakından ilgilidir. Bu durumda olan kişinin aktivite potansiyeli kısıtlı ve performansı düşük olduğundan dolayı fiilî görevlerini yerine getirmede birçok güçle karşılaşır. Bakıma muhtaçlıkla ilgili bütün bu objektif izahlar, netice itibariyle bakıma muhtaç özürlü ve bakıcı aile fertleri için olumsuz bir durumdur.

Bakıma muhtaçlık konusu, manevî boyutuyla ele alınıp değerlendirildiğinde, durumun tamamen farklı bir boyut kazanacağını söyleyebiliriz. Manevî yaklaşımlar sayesinde olumsuz gibi görünen bakıma muhtaçlığın içinde gizli sırlar ve hikmetler keşfetmek mümkündür.

1.1.1. BM Manevî Güzellikler Yansıtan Özel Bir Durumdur

Maddî (bedenî) rahatsızlığın bir sonucu olarak ortaya çıkan bakıma muhtaçlık, tamamen kişinin bedenî fonksiyonları ile ilgili olup, özürlünün maneviyatıyla (manevî dünyasıyla) ilgili bir durum değildir. Dolayısıyla bakıma muhtaçlık, bir manevî hastalık (musibet) değildir. Manevî bakış ve anlayış, asıl musibetin bedene değil kişinin maneviyatına ve dinine gelen musibetlerin olduğunu gösterir. Bakıma muhtaçlık gibi dinî olmayan musibetin bir kısmının ise, özellikle kader ve ahiret boyutuyla bakıldığında, rahmanî ihtar, birer ilahî iltifat ve birer ruhanî arındırma ameliyesi, bir kısmının günahlara kefaret, bir kısmının da aczi ve zaafı tam hissedip Allah’a teslim olmaya vesile olan bir durumdur.

İnsanın zihninde pek hoş bir intiba bırakmayan bakıma muhtaçlık konusunda insanların birçoğu yanılabilir. Kuran, bu hususta insanları uyarır: “Çirkin (olumsuz) gördüğünüz bir şey, belki sizin için hayırlıdır. Sevdiğiniz bir şeyde de belki sizin için şer vardır. (Hakikati) Allah bilir, siz bilemezsiniz” (Bakara; 2/216).

Sağlık ve buna bağlı olarak bedenî fonksiyonellik gibi nimetleri Allah yarattığı gibi, hastalık, özürlülük, yaşlılık ve bunun ileri bir boyutu olarak bakıma muhtaçlığı da Allah halk etmiştir. Allah, her iki durumu, ilahî hikmete bağlı olarak yaratmıştır. Bu hikmete binaen bazen kalıcı bir bakıma muhtaçlık durumu, kaderin mutlak bir cilvesi olarak hiçbir şart ve sebebe bağlı olmadan kesin bir hükümle ortaya çıkabilir (Kaza-i Mübrem). Bu gibi durumların karşısında insanlar genelde ya isyan eder, ya da kaderlerine teslim olurlar. Allah da zaten bu gibi durumları, kişileri imtihan etmek, denemek ve durumlarına razı olup kaderlerine boyun eğenlerle isyan edenleri birbirinden ayırmak için meydana getirir. Dolayısıyla bakıma muhtaçlık, özürlünün bakışına, tutum ve davranışlarına göre hayrına da şerrine de olan bir durumdur.

Gerçek musibet gibi algılayan ve durumuna itiraz eden bir özürlü için bakıma muhtaçlık, dünyevî bir çile olduğu kadar ahirete yönelik bir çile davetiyesidir. İlahî bir imtihan olduğuna iman şuuruyla idrak eden bir kişi için bakıma muhtaçlık, geçici ve önemsiz dünyevî bir sıkıntının ötesinde sayısız manevî faydalar sağlaması açısından olağan üstü avantajlı bir durumdur. Hadiseye kader ve ahiret boyutuyla bakabilen bir kişi, bakıma muhtaçlığa bizzat kendisi sebebiyet vermiş olsa da, durumundan ders çıkarır ve Allah’ın rahmetine sığınır. Nitekim Kuran-ı Kerim de bu konuya işaret edilmektedir: “Başınıza gelen her musibet (bela), kendi ellerinizden kazandığı (günahlar) yüzündendir. Böyle iken Allah, günahların birçoğunu bağışlar (da bundan dolayı manevî-uhrevî musibet vermez)” (Şura; 42/30).

Bakıma muhtaçlık, imtihan vesilesi olduğu için hayırlara vesile olabilecek bir durumdur. Allah, kullarını bir takım musibetlerle dener, ta ki samimî olan ile olmayan, inanan ve inanmayan açıkça belli olsun. Bir gün İslâm Peygamberi, ashabına şöyle bir sual sordu: “Hasta olmamayı sever misiniz?” Sahabe: “Vallahi biz sıhhat ve afiyette olmayı severiz” dediler. Bunun üzerine Peygamberimiz: “Allah’ın kendisini (hastalık v.s. ile) hatırlamadığı hiç birinizde hayır yoktur” buyurdu.[7] Mümin, O’ndan gelen her musibete razı olup, bunda bir hikmet ve nimetin bulunabileceğini düşünüp sabrederse, hem günahlarına kefaret, hem sevap kazanmak, hem de manevî derecesinin artması açısından birçok hayır yakalamış olur.

1.1.2. MB Manevî Farkındalığı Geliştirmesi Açısından İbadet Hükmündedir

Bilindiği gibi, ibadetler çeşit çeşittir. İmkân dâhilinde normal (müspet) şartlarda yapılan ibadetler vardır ve olumsuzlukların bir araya geldiği zor ve olağanüstü (menfî) şartlarda yapılan ibadetler vardır. Menfî şartlarda yapılan ibadetlerde bakıma muhtaç kişi, zaafını ve aczini hakka’l-yakîn hissedeceği için, Yaratan’a iltica edercesine teveccüh eder (yönelir) ve halis bir şekilde ubûdiyetini yani riyasız olarak kulluk görevini yerine getirir.

İnsanın bedenî ızdırapları gibi pek bilinmeyen ve hükmen ibadet olan bu menfî ibadet kısmında riya ve gösteriş söz konusu olmayacağına göre bakıma muhtaç kişi, sabrederse, musibetinin mükâfatını düşünüp şükrederse, ibadet hükmüne geçer. Dolayısıyla bakıma muhtaçlık, insanın ibadet yaptığını farkına varmadan kişiye sevap kazandıran özel bir durumdur. Allah, içinde riyanın bulunmadığı menfî ibadet dediğimiz hususlarla kendi salih kullarının manevî derecelerini yükseltiyor.

Said Nursi’ye göre bakıma muhtaçlığı sabır içinde geçirmenin her bir saati ve belki de her bir dakikası, bir gün ibadet yapmışçasına eşdeğerdedir. O zaman bundan elde edilecek sevap ve uhrevî mükâfat açısından bakıma muhtaç özürlü, manen avantajlı bir durum yakalamış olmaktadır. Manevî avantajın bedeli bakıma muhtaçlık hâlini yaşamak olmakla beraber sonuç itibariyle bundan dünyevî ve uhrevî manevî faydalar sağlanacağına göre, özürlüye sadece şükretmek düşer. [8]

Maddî hastalıklar ve fizikî engeller, gaflet perdelerini yırttığı gibi, kişinin Yaratanın karşısındaki aczini ve zaafını daha berrak bir şekilde göstermektedir. Yaratanın karşısından aczini anlayan imanlı bir insan, Allah’ın kudretini ve rahmetini daha iyi idrak etmek suretiyle kulluk görevini daha bilinçli ve ihlâslı yerine getirebilecektir. O hâlde, bir insanın itikadını düzelten, imanın nurlanmasına ve kuvvetlenmesine yol açan, hayatını mânen güzelleştiren bakıma muhtaçlık bağlamında her rahatsızlık, manevî boyutuyla kişinin menfaatinedir.

1.1.3. BM İlahî Bir Lütuf Açısından Sevap Kazandıran Bir Fırsattır

Hayır da şer de Allah’tan geldiğine göre, insanların vefasından, Allah’ın şer ve cefasının daha iyi olduğunu bilmekte fayda vardır. Bakıma muhtaçlığın şerri, kişiye verdiği zararlar ve acılardır. İnançlı bir kişi, o acılardan ve zararlardan Allah’a sığınır ve kederlerin hayırlı yönlerini ve gizli lütuflarını düşünür. Belki tam olarak algılayamadığımız o gizli lütuflardan mahrum olmamak için, kişi Allah’a niyazda bulunmalıdır. “Hele gamın, gerçek inanç ehlinin kulu, kölesi olduğunu idrak eden kişiye, gam daha fazla lütuflarda, ihsanlarda bulunur”[9] diyen Hz. Mevlana, rıza derecesi ile manevî lezzet arasındaki doğru orantıya vurgu yapar. Son Peygamber de bu yönde şu hadisleri dile getirir: “Büyük mükâfat, büyük musibetlerle beraberdir. Allah, bir topluluğu sevince onlara bela verir”. Ümmetimin azabı dünyadayken verilir.[10]

İslâm Peygamberi, bir hadislerinde şöyle buyurur: “Kul, ibadet üzere iyi bir yolda iken hastalansa, o kul ile görevli meleğe denir ki: ‘İyileşinceye veya ölünceye kadar sıhhatli iken yaptığı ameli gibi sevap yazın”.[11] Allah, hasatlık gibi değişik musibetler sebebiyle müminin günahlarını bağışlayıp sevap verdiği gibi, sağlıklı iken devam ettiği amellerine hastalanınca devam edememesi durumunda o ameli yapmış gibi kabul edip, amel defterine yazar.[12]

1.1.4. BM Uhrevî Boyutuyla Geçici Bir Süreçtir

Biraz tefekkür edebilen insan, en geç olgunluğun zirveye ulaştığı yaşlılık hâlinde hayatta çok ilgi gösterdiği dünyevî alışkanlıkların ve müptela olduğu fâni şeylerin geçiciliğini ve bir derece de önemsizliğini anlamaya başlar. Yaşlı ve aciz insan ise, belki de haricî manevî desteklerin bir yansıması olarak geçmişine baktığında ve geleceğini düşündüğünde bir iç muhasebe yapacak ve insafa gelebilecektir.

İşte bu kalbî düşünceler sayesinde özellikle yaşlanan bakıma muhtaç özürlü, ölümün karanlık yüzünü görmekten ziyade asıl nuranî simasını görmeye başlar. Yaşlılığa bağlı bakıma muhtaçlık, bu yönüyle dünyanın geçiciliğini ve ölümün de hakikat boyutunu gösteren son bir ikaz dönemidir.

1.1.5. BM Yaratan’ın Kudretini Gösteren Kaderî Bir Durumdur

İnsan, hayatında hoşlandığı ve hoşlanmadığı birçok değişik olayla karşı karşıya gelebilir. Ahirete, kadere, hayır ve şerrin mutlaka Allah’tan olduğuna inanan bir kimse, sevindirici olaylar karşısında Rabbine şükreder, üzüntü verici olaylar karşısında ise elinden bir şey gelmese ve iradesiyle durumunu iyileştirmesi mümkün olması dahî aktif sabır gösterir ve ilahî takdire teslim olmanın iç huzurunu ve manevî faydalarını ruhunda hisseder. Nitekim Kuran-ı Kerim kader ve teslimiyet konusunda şu öğütlerde bulunur:

“(Kıtlık ve karanlık gibi) ne yerde, ne de (hastalık ve afet gibi) nefislerinizde bir musibet başa gelmez ki, biz onu yaratmadan önce (kader planında) bir kitapta (levh-i mahfuzda) yazılmış olmasın. Şüphesiz bu, Allah’a göre kolaydır. (Dünya nimetlerinden) elde edemediğinize (elden yitirdiklerinize) üzülmeyin. Ve (Allah’ın) size verdiğine de, güvenip, sevinmeyiniz (şımarmayınız). Allah çok övünen, çok kurumlanan hiçbir kimseyi sevmez.” (Hadid; 57/22-23).

Bütün hastalıklar ve sakatlıklar, Allah’ın takdir ve iradesi ile meydana gelir. Allah’ın her şeye kadir olduğuna tam inanan insan, bakıma muhtaçlık gibi kaçınılması mümkün olmayan talihsizlikler ve sıkıntılar karşısında üzülmez, tam aksine kuvvetli bir cesaretle, sağlam bir tevekkülle Allah’ın kaderine sığınır. Duayı ibadet telakki edip, bakıma muhtaçlığı da dua ibadetinin vakti olduğuna inanır ve bu şekilde Yaratan’a iltica eder. Daimî bakıma muhtaçlık, kaza-i mübrem açısından nihaî ve dolayısıyla değiştirilmesi mümkün olmayan bir durum bile olsa, kaderine rıza gösteren mümin, bunda da bir hayır (manevî nimet) görür ve kuruntulardan ve lüzumsuz ıstıraplardan kendini uzak tutabilir.

1.1.6. BM Günahların Kefaretini Sağlayan Bir Durumdur

İslâm Peygamberi, müminin ayağına batan bir dikene varıncaya kadar başına gelen her güçlük ve üzüntünün onun günahlarını temizlemeye vesile olduğunu müjdeler.[13] Sadece şahsına değil, malına ve çoluk çocuğuna gelen bir belanın da Allah’ın huzuruna tertemiz çıkmasına vesile olabileceğini ifade eder. Kulun günahları olup da, sildirecek yeterli sevabı yoksa üzüntü ve hastalık bu fonksiyonu görür ve onu ahiretin acı ve sıkıntılarından kurtarır.

Kişi, ihmal, tedbirsizlik, yanlış beslenme veya zararlı tüketim alışkanlıları gibi hatalı ve zararlı tutum ve davranışlarından dolayı bakıma muhtaçlığa bizzat kendisi sebebiyet vermiş ise ümitsizliğe kapılmadan bakıma muhtaçlığın manevî faydalarını görmeli ve bunlardan yararlanmak adına samimî olarak derhal tövbe ve istiğfar etmeli ve ibadete yönelmelidir. Bu durumda Yaratan, engin rahmetin bir tezahürü olarak kişiyi affedecektir.

Diğer taraftan bakım ihtiyacı duyulsun veya duyulmasın özürlülük ve hastalıklar, çoğu zaman Müslümanların işledikleri günahların daha dünyada iken affına sebebiyet veren avantajlı durumlardır. Yaratan, günahlarla kalbini manen kirleten bir kişiye değişik türde ve şiddette bazı rahatsızlıklar vermek suretiyle onun manevî temizliğine - şefkatinin bir tezahürü olarak - yardımcı olmaktadır. “Ermiş ağacı silkmekle nasıl meyveleri düşerse, imanlı bir hastanın titremesi de öyle günahları silker” diyen İslâm Peygamberi[14], çekilen bedenî ıstırapların aslında ahiret hayatına avantajlar sağlayan manevî arınma fırsatları olduğunu gösterir.

Son Peygamber, bakıma muhtaçlık hâlinin sabretmek şartıyla günahlara kefaret olacağını bir kutsi hadiste şöyle müjdeler: “Allah, şöyle buyurdu: Mümin kullarımdan birine bir bela ve hastalık verdiğimde Bana hamd eder ve verdiğim bela ve hastalığa sabır gösterirse, yatağından kalktığında annesinden doğduğu günkü gibi günahlardan temizleniş olarak kalkar. Allah, hafıza meleklerine şöyle buyurur: ‘Ben bu kulumu yatağa esir ettim ve ona bela verdim. O halde ondan önce sıhattayken kendisine yazmış olduğunuz sevapları yazmaya devam edin”. Bir başka hadiste ise kısaca şu tespitte bulunur: “Hastalıkta geçen saatler, günah işlenen saatlere kefaret olur”. [15]

 

1.1.7. BM Özürlünün Manevî Tekâmülünü Kolaylaştıran Bir Durumdur

Bakıma muhtaçlık, mânâ âleminde ilahî bir hediye olması hasebiyle mahiyetinde birçok hikmet gizlidir. Bakıma muhtaç özürlü, hikmet ekseninde tefekkür etmesi hâlinde gizli gibi görünen bazı sırları manevî derecesine göre keşfedebilir. Bu vesile ile Yaratan’ın Rahman ve Rahim isimlerini de düşünerek, gelecek endişelerini ve kaygılarını giderir. Korku (havf) ve ümit (recâ) arasında dengeli ve müspet bir düşünce geliştirmek sûretiyle sağlıklı bir ruh yapısına kavuşur. Dengeli bir ruh yapısıyla kişi, gafletten uzaklaşır ve imanın gereklerini daha büyük bir iştiyakla yerine getirmek ister. Tevekkül, sabır ve hatta şükür gibi duygularla dengeli bir hayat yaşayan bakıma muhtaç bir özürlü, sağlığına güvenip de gaflet içinde bir ömür geçirenlere göre daha çok manevî kazanç elde edecektir. Böylece manevî yönden en zayıf insanlar bile yaşadıkları acı tecrübelerden dolayı mânâ kahramanları olabilmektedirler.

1.1.8. Ölüm İle Sonuçlanan BM Kişiye Şehit Sevabı Kazandırır

Bakıma muhtaçlığa sebebiyet veren rahatsızlıkların bir kısmı var ki, eğer ölümle neticelense, manevî şehit hükmünde, şehadet gibi bir velâyet derecesine sebebiyet verir. Çocuk doğurmaktan gelen hastalıklar ve karın sancısıyla, boğulma, yanma ve tâun ile vefat edenler, mânevî şehit olduğu gibi, çok mübarek hastalıklar var ki, velâyet derecesini ölümle kazandırır. Nitekim yüce Peygamber bir hadislerinde şöyle buyurur: “Beş durum vardır ki, onlardan biri üzere ölen kimse şehittir: 1.) Allah yolunda öldürülen şehittir. 2.) Allah’a itaat yolunda ölüp boğularak ölen şehittir. 3.) Allah’a itaat yolunda olup da karnındaki bir hastalık sebebiyle ölen şehittir. 4.) Allah’a itaat yolunda olup da yaralanarak ve vebadan ölen şehittir. 5.) Allah’a itaat yolunda olup da doğum sebebiyle ölen şehittir”.[16]

Manevî şehit sevabı almayı hak eden bakıma muhtaç bir mümin, değişik hastalıkların ileri bir boyutu olan bakıma muhtaç hâliyle dünya hayatına veda etse, takva derecesine göre, diğer kabir ehlinden daha sağlıklı ve dinç olarak dirilir ve Cennete girmeyi hak eder. Bu konuda bir kudsî hadiste şöyle buyurulur: “Kulumun iki sevgili uzvunu (göz nurlarını) giderirsem, o da ona sabrederse, iki gözüne karşılık ona Cenneti veririm”.[17]

2. Manevî Bakım Uygulama Süreçleri ve Yöntemleri

2.1. Manevî Bakım Plânının Oluşturulması

Bakım aktörleri, manevî bakım hizmetlerini etkin bir şekilde yürütebilmeleri için, plânlı ve sistemli bir şekilde hareket etmelidirler. Bunun için manevî bakım plânının hazırlanması gerekmektedir. Manevî bakım plânı, bakıma muhtaç özürlünün fizikî ve psiko-sosyal sorunlarının yanında özel manevî ihtiyaçlarını belirleme ve bu ihtiyaçlarının giderilmesine yönelik bir plândır. Bakıma muhtaç özürlüye sunulacak manevî bakım programlarının içeriği ve sıklığını detaylı anlatan bu yazılı plân, bakım hizmetleri verilmeden önce hazırlanır. Hazırlık safhasında atılacak adımların birbirleriyle ilişkisi aşağıdaki sıraya göredir:

2.1.1. Bakıma Muhtaç Özürlünün Manevî İhtiyaçlarının Belirlenmesi

Manevî ihtiyaçlar, özürlünün, Yaratan’ıyla dinamik ilişkisini sürdürmesi için gerekli olan temel gereksinimlerdir. Kişinin manevî kaynaklarını harekete geçirmesine yardımcı olan ihtiyaçların başında gelen istekler şunlardır: a) Ferdin umut besleme ihtiyacı, b) Hayatın anlamı ve amacına yönelik cevapların bulunması, c) Sevgi ve ait olma ihtiyacı, d) ibadet etme isteği, e) Hastalığın hikmetini anlama ihtiyacı, f) Ölüm sonrası sorulara tatmin edici bir şekilde cevap verilmesi ve ahiret ile kaygıların giderilmesi ihtiyacı. [18]

Manevî ihtiyaçlar, fiziksel gereksinimlere göre daha soyut ve karmaşık olduğu için, ölçümü nispeten güçtür. Bununla birlikte kişilerin manevî ihtiyaçlarının tanımlanması ve bu ihtiyacı karşılayacak uygun bir bakımın sağlanması, kişinin mutluluğu için önemlidir. Bunun için, ilk önce maneviyatın doğası ve bütün fertler tarafından nasıl ifade edildiği konusu aydınlatılmalıdır. Çünkü sağlık için manevî ihtiyaçlar, vücudu oluşturan fiziksel organlar kadar önemli bir unsurdur, hepimizin gözlemlediği fiziksel durum, zihnimizi ve ruhumuzu etkileyebilir. [19]

Manevî ihtiyaçlar, tüm insanlar için önemlidir. İnsanlar, bu ihtiyaçları, beşerî münasebetler yoluyla veya Yaratan’larına yönelerek giderirler. Bakıcı personelin bütün insanları bu bakış açısıyla değerlendirmesi, kişilerin sağlığını bütüncül olarak sağlama açısından önemlidir. Renetzky’e göre maneviyat ile ilgili ihtiyaç türleri üçtür:[20]

1.) Hayat, acı çekme ve ölüm kavramlarının anlamı, amacı ve manevî güç bulma ihtiyacı: İnsan, yaşamak için bir sebebe ihtiyaç duyar ve eğer bu varsa kişi, hayata olumlu bakar ve yaşamak ister. Ölümün, yokluk olmadığını idrak eden insan ise, ölüm sonrasına hazırlık yapar.

2.) Hayata ümit bağlama ihtiyacı: İnsanların yaşama umudu ne kadar büyükse, hastalığı yenme şansları da o oranda artar. Kronik hastalık durumlarında ise hayata, uhrevî bir boyut kazandırılarak, ölümden sonra da hastalıksız bir hayatın devamına yönelik inanç geliştirilir ve kişilerin umudu korunur. Umut; davranışların en temel motivasyon kaynağı ve hayata dair en etkili güçtür. Geleceğini biçimlendirmek, umut sayesinde ancak olur.

3.) Kişinin iç dünyasında Yaratan’a inanma ve O’na güven duyma ihtiyacı. Aklî mekanizmalarını fıtrat ekseninde kullananlar, hangi musibet ile karşılaşırlarsa karşılaşsınlar, her şeyin Allah’tan geldiğine inanırlar ve tevekkül, teslimiyet, sabır ve şükür içinde imanlarını korurlar.

Alman bilim adamları Weber ve Frick, hastaların manevî ihtiyaçlarının belirlenmesine dönük olarak (hekimlerin de uygulayabileceği) bir soru formatı hazırlamışlardır. [21]

a)      Hastanın maneviyata bakışı nasıl ve inancı var mıdır?

b)      Hastanın özel hayatında bu inancın yeri ve etkileri nelerdir?

c)      Hasta, herhangi bir dinî cemaate mensup mudur veya mensup olmak ister mi?

d)      Hekimin rolü: Hekim, hastanın manevî beklentileri veya sorunlarıyla nasıl ilgilenebilir?

Christina Puchalski, manevî ihtiyaçların tespitinin yanında manevî kaynakların da ortaya çıkmasını sağlayan daha kapsamlı bir soru formatı hazırlamıştır: [22]

a)      Kime bel bağlayarak, ümit var oluyorsunuz? Gücünüzü nerden alıyorsunuz?

b)      Hayatınıza bir mana kazandıracak bir şey var mıdır?

c)      İmana dair hangi inançlar sizin için önemlidir?

d)      Kendinizi manevî insan olarak mı yoksa dindar insan olarak mı görüyorsunuz? [23]

2.1.2. Manevî İhtiyaçların Karşılanmasına Dönük Programın Belirlenmesi

Bilimsel araştırmalar, bedensel özürlülerin, yaşadıkları zorluk ve sıkıntılarını aşmada manevî ihtiyaçlarının bir tezahürü olarak dua ve ibadet gibi “dini başa çıkma etkinliklerine” müracaat etmektedirler.[24] O hâlde bakıma muhtaç özürlülerin bu ihtiyaçlarının isabetli bir şekilde karşılanmasına yönelik uygun bir programın da hazırlanması gerekmektedir.

Bir örneklemeden yola çıkarak, manevî bakım programının süreci ve unsurları şu şekilde belirlenebilir:

1.) Kişisel manevî sorunlara ve sıkıntılara göre bakım teşhisinin konulması. (Mesela: Genel Teşhis: Manevi sıkıntı mevcuttur. Kişi, ölüm ötesi akıbetini bilmediği için ve günahlarının da çok olduğunu düşündüğü için, cehenneme gideceğini düşünmekte ve korkmaktadır).

2.) Manevî bakım hedeflerinin belirlenmesi. (Hedef: Ölüm korkusunu gidermek ve kişiye ümit aşılamak).

3.) Manevî bakım hizmet programı kapsamında manevî telkin yöntemlerinin belirlenmesi. (Uygun yöntemler: a) Allah’ın rahmetinin genişliğini anlatmak; b) Tövbenin önemini vurgulamak; c) Allah’tan ümit kesmemenin manevî faydalarını göstermek; vd)

4.) Manevî bakım hizmet programının aktif olarak uygulanması. (Uygun görülen spesifik telkinleri, belirli bir süre için ikna edici tatlı bir dille iletmek).

5.) Uygulanan manevî bakım hizmetlerinin etkinliğinin değerlendirilmesi. (Kişideki düşünce değişikliğini, hâl ve hareketlerini tespit etmek ve değerlendirmek).

6.) Etkinlik neticelerine göre, bakım plânının (yeniden) gözden geçirilmesi ve gerektiğinde yeni teselli araçlarına başvurulması. (Telkinlerin etkisiz kalması durumunda teskin edici yeni tavsiyelerde bulunmak veya farklı uygulamalara geçmek).

2.1.3. Bakıcı Aktörlerinin Görevlerinin ve Bakıma Muhtaç Özürlülere Dönük Yaklaşımlarının Belirlenmesi

Manevî bakım uygulamalarında bakım aktörlerine (sağlık elemanı, sosyal hizmet uzmanı, manevî terapist, bakıcı personel, hemşire vb) düşen ilkesel görevler kısaca şunlardır:[25]

1.) Manevî ihtiyaçlara yönelik bakım teşhisini yaparken (manevî bakım plânını oluştururken), mevcut ve muhtemel bedenî problemler kadar bakıma muhtaç kişinin manevî kaynakları aracılıyla psiko-sosyal gücünü tespit etmek.

2.) Bakıma muhtaç özürlünün manevî kaynaklarını telkin ve destek yöntemleriyle harekete geçirmek.

3.) Bakıma muhtaç özürlünün dünya görüşünü ve bakış açısını değiştirmek veya inançlarından döndürmekten ziyade kişinin ifade ettiği manevî ihtiyaçlarına cevap veren çabalarda bulunmak.

4.) İhtiyaç doğrultusunda sunulan manevî bakım, bakım aktörleri ve bakıma muhtaç özürlüler arasında güvenilir, samimî ve duyarlı bir ilişki üzerine kurulmalıdır.

5.) Manevî bakım, bakıma muhtaç özürlünün sosyal ve manevî kaynaklarını dikkate alan ve dinî uygulamalara da imkân tanıyan bir şekilde plânlanmalıdır.

6.) Bakım aktörleri, bakım plânında manevî bakım unsurlarının yazılı olarak yer almasının önemini bilmelidirler.

Bütün bu görev ve ilkelerden sonra bakım aktörleri, bakıma muhtaçlığın manevî faydalarını bütün boyutlarıyla bilmeli ve bu durumu bakıma muhtaçlara güzel ve ikna edici bir üslupla anlatabilmelidir. Manevî telkinlerde bulunurken üzerinde durulması gereken önemli bir husus da şudur: Bakıcı aktörlerinin, başkalarının manevî ihtiyaçlarını fark edebilmeleri için, öncelikle kendi maneviyatlarını keşfetmeleri gerekmektedir. Hayatın akışı içinde bakım aktörlerinin edindikleri meslekî tecrübelerin yanında Allah’a olan inançları, hayatın ve ahiretin anlamına ilişkin doğru tasavvurları, güzel ahlâk ve diğer manevî kaynaklarına ilişkin farkındalıkları, bakıma muhtaç özürlülerin manevî ihtiyaçlarını giderme bakımından daha etkili olmaktadır.[26]

Diğer taraftan manevî (dinî) değerler ekseninde yapılacak telkinler, sadece idrak boyutuyla uygulanması kendi başına yeterli değildir. Manevî telkin yöntemlerini itikat boyutuyla kalben tasdik etmenin önemi büyüktür. Bakım aktörleri tarafından inanç boyutuyla mânen sindirilmemiş manevî bakım yöntemlerinin uygulanmaya konulması, bakıma muhtaç özürlü üzerinde olumlu ve kalıcı bir etki yapamaz. Manevî bakım alanında meslekî faaliyetlerde bulunmak isteyen bir eleman, anlayıp hazmettiği manevî telkin yöntemlerini inançla ve samimiyetle uygulamalıdır. Maneviyat şuuruyla ve gönül diliyle seslendirilmemiş telkin sözleri, ne kadar yaldızlı olsa da yine de ruhlar üzerinde kalıcı bir etki icra edemedikleri bilinmelidir. Manevî telkinlerde etkili olabilmek için, bakım hizmetlerinde yer alan personelin ruhu, manevî, bedenî ve cismanî ihtirasların ve sapmaların baskısı altında olmamalıdır.

Bakım aktörleri, manevî telkinlerin içeriğine inandıkları kadar ancak inandırıcı olabilirler. Bakıma muhtaçlığa dönük manevî faydalar eksenindeki hakikatleri hissettiği kadar muhataplarına hissettirebilir. Bundan dolayı da bakım aktörlerinin gönül dili güçlü olmalıdır. Tavsiye ve telkinin gerçek değeri ve tesirinin şifreli anahtarı, kalp ve ruhun derinliklerinde aranmalıdır. Bakım ahlâk ilkelerini[27] benimseyerek ve güler yüzle uygulayan, gönülden konuşan bakım aktörleri, fıtratları müsait ve kalpleri açık muhataplarının üzerinde er veya geç etkili olacaktır.

2.2. Bakıma Muhtaçlığın Manevî Avantajları Çizgisinde Özürlülere Telkin ve Teselliler

Bakıma muhtaç özürlülerin her şeye rağmen hayata olumlu nazarla bakmalarını sağlayacak ve özel durumlarının perde arkasında ebedî âleme ışık tutan rahmetlerin gizli olduğunu gösteren aşağıdaki teskin ve teselliler, manevî terapi, rehabilitasyon ve tekâmül çalışmalarının en önemli araçlarındandır.[28]

2.2.1. Bakıma Muhtaç Özürlü Tevekkül ve Teslimiyet Göstermelidir

Tevekkülde, iyi veya kötü olarak yorumlanan neticeyi kabul edip, ne aşırı sevince, ne de aşırı üzüntüye kendini vermeden, Allah’a tam teslim olmak vardır. Tevekkül ehli bir kişi, en iyi neticeyi almak için, yine de dünyevî boyutuyla maddî ve manevî şartlara uygun olarak gerekli tedbirleri alır, yapılabilecek işleri noksansız ifa eder, ancak her türlü riske ve ihtimale karşılık neticeyi yine de Allah'tan bekler.

Bazı bakıma muhtaçlar, tıbbî tedavi ve rehabilitasyon hizmetlerinin etkisiz kaldığını ve dolayısıyla durumlarının düzelmesinin mümkün olmadığını gördüklerinde çoğu zaman ümitsizliğe düşmektedir. Bakıma muhtaçlığın manevî faydalarından habersiz olanlar, durumlarına rıza göstermedikleri gibi, kadere âdeta isyan ederler, sağlıkları ve gelecekleri ile ilgili aşırı ve lüzumsuz merakların içine dalarlar.

Hâlbuki “O kimseler ki, başlarına bir musibet geldiğinde 'Biz Allah'ın kullarıyız; dönüşümüz de ancak O’nadır' derler[29] sırrıyla bakıma muhtaç özürlüler, kaderlerine razı olup aktif sabrederlerse manen rahatlarlar ve bakıma muhtaçlığın manevî faydalarından haz almaya başlarlar. Tevekkül eden, yani çaresizlik halinde kalbini sadece Allah’a çeviren ve kurtuluşun yalnızca O’nda olduğuna inananın bu duruş, başlı başına büyük ve halis bir ibadettir. Hâline rıza gösterebilen bakıma muhtaç özürlüler, içinde bulundukları durumu şuurlu bir şekilde değerlendirebildikleri için, bakıma muhtaçlıkları hakkında acele hüküm vermezler, sabrederler ve hayatlarını insan-ı kâmil ufkuna göre plânlarlar.

Bakıma muhtaç hâliyle sarsılmayan ve kaderin tecellileri karşısında huzur duyabilecek seviyeye gelmiş bakıma muhtaç özürlüler, tam anlamıyla rıza şuuruna da kavuşmuş olurlar. Zaten rıza da, başkalarının üzülüp, şaşırıp dehşete düştükleri olaylar karşısında gönül mekanizmasının sükûn ve huzur içinde olmasıdır. Bu yönüyle bakıma muhtaç özürlüler, başkalarına ne kadar bağımlı olursa olsun, haddizatında manen güçlüdürler. “İnsanların en güçlüsü olmak isteyen kimse Allah’a tevekkül etsin”[30] hadisi de zaten buna işaret eder.

O halde değişik sıhhî musibetlerle imtihan olan bir kişi, kalbi ve vicdani ile Allah’a tam güvenmelidir. Bu şekilde bir güven olmazsa, tevekkülden de bahsedilemez. Haddizatında kalp kapıları başkalarına da açık kaldığı sürece hakikî tevekküle ulaşılamaz. Güven ve tevekkül dolayısıyla iç içedir. Yaratan da zaten inananlardan bu tarz bir tevekkül şuuru istemektedir. Kuran-ı Kerim’de geçen şu ayet, buna açık bir delildir: “Tevekkül edecekler, başkasına değil, sadece ve sadece Allah’a güvenip dayansınlar” (İbrahim; 14/12). Güvenmenin dereceleri de olacak ki bu sefer Yaratan, bir başka ayetinde şöyle buyurmaktadır: “Gerçek müminler iseniz Allah’a itimad-ı tam (tam güven) içinde bulunun” (Maide; 5/23).

Kalbin kapılarını O’ndan başkasına bütünüyle kapalı tutan gerçek bir mümin, bedenini ubudiyete (kulluğa) ve kalbini de Yaratan’a kilitleyerek, Allah’a büsbütün güvenir. Sebepler dairesinde arızasız sebeplere riayet edip, Yaratan’ın tasarrufunu ümitle bekleyen kişi, tevekkül görevini layıkıyla ifa edeceği için, bir ileri boyut olan teslimiyet mertebesine ulaşır. Demek ki tevekkül, teslimiyeti doğurur. Tevekkül, imanî süreç açısından bir başlangıç, teslimiyet ise onun tabiî neticesidir. Teslimiyet ruhuyla her şeyi Allah’a havale edip, yine her şeyi O’ndan bekleyen kişi, bu sefer teslimiyet yolunda daha ileri bir noktaya ulaşır ve bu ilerlemiş hâliyle sebepler dairesinden sıyrılır, vasıtaları gönlünden çıkarır ve Allah’a bütün manevî duygu ve kaynaklarıyla tam bir kulluk şuuruyla teslim olur.[31] 

Allah’a teslimiyet, Yaratan’a yönelmek ve O’na sığınmak anlamına gelir. Acıların ve ızdırapların hakkından gelecek olan tevekkül ve teslimiyet kapısı, bakıma muhtaç olan her garibe her zaman açık bir sığınaktır. Teslimiyet, insanın kalbinde Yaratan’a karşı bir sevgi eğilimi ile başlar. Kişi, Yaratan’ı severse, Yaratan da kendini seveni fazlasıyla sever. Allah’a teslim olmak aynı zamanda O’nun rızasını kazanma arzusunun bir ifadesidir. O’nun rızasını elde eden gerçek anlamda mutlu bir insandır. Nitekim son Peygamber, bir hadislerinde buna işaret etmektedirler: “Allah’ı Rab, İslâm’ı din, Muhammed’i nebi kabul edip razı olan, imanın manevî zevkini tatmış olur”.

Bakıma muhtaçlıktan bütün çabalarına rağmen kurtulamayan bir özürlü, bu durumdan sonra artık “kaderim böyleymiş” demek suretiyle Allah’a teslimiyetini gösterebilmelidir. Çünkü bakıma muhtaç kişinin durumunu Allah’tan başka hiçbir güç değiştiremez. Bunu idrak edip kabul edenlere, Allah çok merhametli olacağını Kuranı-ı Kerim’de müjdelemektedir: "Eğer Allah sana bir zarar dokundurursa onu yine O'ndan başka giderecek yoktur. Eğer sana bir hayır dilerse O'nun keremini geri çevirecek (hiçbir güç) yoktur. O hayrını kullarından dilediğine eriştirir. Çünkü O bağışlayan ve çok merhamet edendir." (Yûnus; 10/ 107).

Elinden hiçbir şey gelmediği, sonucu asla değiştiremeyeceği durumlarda kişi aczini daha iyi idrak eder ve teslimiyeti de daha güçlü olur. Bu teslimiyet, ümitsizliğin, karamsarlığın ve üzüntünün giderilmesini sağlayan manevî bir ilaçtır. Allah’a sığınmanın ve tam teslim olmanın sonucunda O’nun rızasını kazanan bakıma muhtaç kişiye dünyaya bakan yönüyle de birçok manevî avantajlar verilir. Mesela bakıma muhtaç özürlü, bu aşamadan sonra Allah’ın takdir buyurduğu her şeyi gönül rahatlığıyla karşılar ve zahiren sıkıntılı görünen acı hadiseleri O’ndan bilir ve neticede durumundan şikâyetçi olmaz.

2.2.2. Bakıma Muhtaç Özürlü Maneviyata ve İbadete Yönelmelidir

Namaz, oruç, dua, tefekkür gibi ibadetler, insan ve yüce Yaratan arasındaki münasebetinin kopmaz manevî bağlarıdır. İnsan, bu manevî bağlarını ibadetleriyle güçlendirerek, imanın lezzetine varır ve varlığına bir anlam kazandırabilir. İnsan, fıtratında hem nefsaniyetten, hem de melekiyetten (maneviyattan-nurdan) manalar taşıdığı için, ihlâslı ibadetler sayesinde manevî tekâmül yolunda ilerleme fırsatları bulabilir. “İbadetlerin en faziletlisi, az da olsa devamlı olanıdır”[32] sözünden hareketle kişi, kalp ve ruhun gayb (ulûhiyet) âlemiyle münasebetlerini az da olsa sürekli olarak fa edilen ibadetlerle ancak inkişaf ettirebilir.

Son Peygamber’in, bakıma muhtaçlık hâlinin ibadet hükmünde değerlendirileceğine dair bir hadisleri mevcuttur. “Hayâ süstür. Takva şereftir. En hayırlı binek sabırdır. Musibet (bela) anında azizi ve celil olan Allah’tan kurtuluş beklemek de ibadettir”.[33] Bakıma muhtaçlık, insanın zayıf yönlerini ortaya çıkartması hasebiyle o çaresizlik hâliyle kişi, kulluk şuurunu daha kolay idrak edeceğinden Yaratan’a ibadet etmede daha büyük bir eğilim gösterebilir.

Kişinin aczini idrak ederek içten yaptığı ibadetlerin değeri, Allah katında daha üstündür. Bakıma muhtaç inançlı bir özürlü, her ne hâlde olursa olsun, farz ibadetlerini şu veya bu şekilde her zaman yerine getirmeye gayret gösterir. Bakıma muhtaçlığından dolayı diğer ibadetlerine yerine getirmese de Allah, bir manevî tazminat olarak kendisine yine de sevap verir. Nitekim Peygamberimiz, “muttakî bir mümin, hastalık sebebiyle yapamadığı daimî virdinin (belli zamanlarda yapılan zikir) sevabını, hastalık zamanında yine kazanır” buyurmaktadır.[34]

2.2.3. Bakıma Muhtaç Özürlü Emanet ve Kulluk Şuurunu Geliştirmelidir

Sahip olduğumuz sağlıklı bedenimiz ve tam teçhizatlı organlarımız haddizatında bize birer emanet olarak verildiğini düşünecek olursak, biz bu emaneti iyi korumak ve kollamakla yükümlüyüz. Bizden kaynaklanmayan sebeplerden dolayı bu emanetlerin bazılarında belirli olumsuzlar ve bundan dolayı da bedenî bazı rahatsızlıklar meydana gelmiş ise, bundan kişi mesul tutulamaz. Ancak, verilen emanetin de kısmen veya tamamen geri alınmasından da kişi, şikâyet hakkına sahip olamaz. Bedenimiz, iç ve dış organlarımız, gerçek anlamda bizim mülkümüz değildir. O hâlde bunların işlevselliğinin yitirilmesi karşısında isyan etmenin de bir anlamı ve faydası yoktur.

Bizleri yoktan var eden Allah, her yaratılanın gerçek maliki olduğu gibi, bedenimizin de sahibidir. Bedenimizin asıl ve tek sahibi, mülkünde istediği gibi ve istediği zaman sınırsız olarak tasarruf hakkına sahiptir. Bedenimizdeki geçici veya kalıcı rahatsızlıklar da netice itibariyle O’nun iradesi ile tahakkuk ettiğine göre, bize sabır, tevekkül ve teslimiyet içinde rıza göstermenin dışında bir görev düşmez. Hadiseye bu perspektifle bakıp görebilen bakıma muhtaç özürlü, durumunu hakka’l yakîn[35] derecede anlamış olur ve bunun hikmeti üzerinde durma ihtiyacını da başkalarına göre daha çok hisseder.

Diğer taraftan bakıma muhtaçlık durumu, belki de bakıma muhtaçlık şiddetine göre kişinin ruh dünyasında değişik derecelerde kulluk ilhamı doğurur. Bakıma muhtaçlık gibi birden ortaya çıkan bazı musibetler, insana vereceği manevî şok tesiriyle fıtratının rayına oturmasına yardımcı olur. Hayatına yeni bir anlayış ve istikamet kazandırır. Kişi, bazı şeyleri belki de ilk kez idrak etmeye başlar, hataların bir soncu olarak bu duruma düşmüş ise tövbe ile kulluk görevine dönme fırsatı bulabilir. Kulluk şuurunu bu vesile ile yakalamış olan bakıma muhtaç özürlü, kibir, gurur, kendini beğenmişlik gibi kötü duygularını da kolayca terk edebilir.

2.2.4. Bakıma Muhtaç Özürlü Aktif Sabır Göstermelidir

Sabır, dinin gösterdiği yolda sebat etme, sosyal hayatta veya beşerî münasebetlerde doğabilecek bir çok olumsuzluğa ve acıya katlanma, insanın kendi gücü ve iradesi dışında ve maddî-manevî yönleriyle değişik türde tezahür eden sıkıntı, bela, musibet, güç ve meşakkatlere (Örn.: ölüm, hastalık, sakatlık, tabiî âfet, işsizlik, ekonomik kriz, fitne vb.) karşı heyecana kapılmadan, tedirgin olmadan, fevrî hareketlerde bulunmadan, paniğe kapılmadan, şikayet etmeden fakat soğukkanlılıkla mukavemet etmektir.

Allah, “Demek ki, zorlukla beraber bir kolaylık, muhakkak güçlükle beraber bir kolaylık vardır”[36] buyururken, değişik bedenî rahatsızlıkların yol açtığı keder ve gamdan sonra rahatlığın, kolaylığın geleceğini müjdelemektedir. Bakıma muhtaç özürlü, aktif sabır gösterir ve hâline olumlu yönde bakmaya başlarsa, içinde bulunduğu durumdan fiilî anlamda tam olarak kurtulamasa da, mânen kendini rahat hissedecektir.

Hz. Mevlana, böyle durumlarda şöyle tavsiyelerde bulunmaktadır: “Gam düşüncesi, sevinç yolunu keserse, üzülme; Çünkü o gam, senin için sevinç ve neşe hazırlamaktadır”.[37] Demek ki sabretmenin sonunda kişi, er veya geç, belki daha dünyada ama mutlak anlamda ahirette manevî lezzetlerin yeşermesine vesile olan neşe ve mutluluğunu, olumsuz olarak gördüğü ve keder zannettiği bakıma muhtaçlık sayesinde kazanacaktır.

Musibetlere karşı sabır, tevekkül ve teslimiyetin bir neticesidir. Sabreden bakıma muhtaçlar, “Muhakkak ki Allah, tevekkül edenleri sever” (Âl-i İmrân; 3/159) ve “Muhakkak ki Allah, sabredenleri sever” (Âl-i İmrân; 3/146) ayetlerindeki sevgiye mazhar olur. Sabırsızlık ise Allah'tan şikâyeti içerir. O’nun fiillerini tenkit ve rahmetini itham ve hikmetini beğenmemek manasına gelir.

Bakıma muhtaçlara sıkıntı ve keder veren Yaratan, aynı zamanda sabır kuvvetini de vermiştir. Bakıma muhtaç özürlü, sabır kuvvetini yerli yerinde kullanırsa, bakıma muhtaçlığın doğurduğu her sıkıntıya tahammül gösterebilir. Hâlbuki hâlinden şikâyetçi olanlar, çoğunlukla geçmiş günlerde çektiği acıyı ve gelecekteki muhtemel sıkıntıları düşünür ve bundan büyük manevî ızdıraplar görürler.

Her insan, hayatında değişik derecelerde ve değişik alanlarda manevî imtihanlara tâbi tutulur. Bu gibi durumlarda, Yaratan, insanlara şunları tavsiye eder: “Ant olsun ki sizi biraz korku ve açlık; mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz azaltma (fakirlik ve hastalık) ile deneriz. (Ey Peygamber) Sabredenleri müjdele. O sabredenler, kendilerine bir bela geldiği zaman: Biz Allahın kullarıyız ve biz ona döneceğiz derler. İşte Rabbinden bağışlamalar ve rahmet hep onlaradır ve doğru yolu bulanlar da onlardır” (Bakara; 2/154-157).

Allah, manevî imtihanı nasıl başarabileceğimizin yolunu da gösterir: “Bir de sabır ve namazla Allah’tan yardım isteyin. Gerçi bu (nefislere) pek ağır gelirse de (Allah’a) saygısı olan kimselere ağır gelmez”. (Bakara; 2/ 45). Sabretmek ve bununla birlikte namaz kılıp, Allah’a sığınmak, aktif Müslümanın bir hasletidir. Bakıma muhtaç özürlü de, içinde bulunduğu ortamın sıkıcı atmosferinden ancak sabır ve namazla kurtulabilir. Zor olmakla beraber, tevekkül ve teslimiyet engellerini aşmış bakıma muhtaç bir kişi için bu görevlerin ifası, Allah’ın yardımı ile kolay gelir.

Son Peygamber, bu sabır çeşidinin önemine misaller vererek, vurgu yapar: “Allah Teâlâ buyurur ki: Kulumu iki sevgilisiyle (iki gözüyle) imtihan edip de kulum (şikâyet etmeyip) sabrederse iki gözüne karşılık olarak ona Cenneti veririm”.[38] "Bu hastalığa tutulup sabrederek, ecir umarsan, karşılık olarak sana Cennet vardır."[39] Göz bir örnektir, diğer organlar ve diğer rahatsızlıklar için de aynı durum geçerlidir.

Bu çeşit sabır, sabrın en yüce makamıdır ve bunun sevabı da, sevapların en büyüğüdür. Bundan dolayı Peygamberimiz: "Yâ Rabbi, Sen'den bana dünya musibetlerini küçültüp kolaylaştıracak bir yakîn (sağlam iman) istiyorum." diye duâ etmiştir.[40] Bir hadiste son Peygamber şöyle buyurur: “Kim sabretmek isterse, Allah ona sabır verir. Hiç kimseye sabırdan daha hayırlı ve daha geniş bir ihsanda bulunulmamıştır”.[41]

2.2.5. Bakıma Muhtaç Özürlü Ahireti ve Ölümü Hatırlamalıdır

Ahiret ve berzah (dünya ve ahiret arası yer) inancı, gaflet ve belki de dünyevî (toplumsal) unsurların etkisi ile beyinlerde ve ruhlarda tam olarak gelişemediği için, öbür âlem, karanlık bir muamma gibi algılanabilmektedir. Hâlbuki öbür âlemin varlığı, dinî kaynakların yanında kalbî aklın manevî işaretleri boyutuyla da bir gerçektir. İnsan, er veya geç yokluğa ve meçhule değil dostlarının ve sevdiklerinin gittikleri âleme geri dönüşü olmayan bir yolculuk yapacaktır. İnsan, mahşerde herkes ‘nefsi nefsi’ dediği zaman, yine ‘ümmeti ümmeti’ diyerek en kutsi ve en yüksek bir fedakârlık ile yine şefaatiyle ümmetinin imdadına koşan en son Peygamberin gittiği nurlu âleme gidecektir.

Ağır ve belki de ölümcül bir hastalıktan kaynaklanan bakıma muhtaçlık, kişiyi ölümü ve ahireti hatırlatır. Günlük hayatında belki uhrevî akıbeti hakkında pek düşünmeyen ve gafletin karanlığında bile yaşadığını farkına bile varmayan bir insanın, bakıma muhtaç hâle geldiğinde hayata bakışı da farklılaşmaktadır. Bakıma muhtaçlık, kişinin acziyetini gösterdiği için, zihnî plânda kulluk şuurunun oluşmasını da sağlamaktadır. Bakıma muhtaç kişi, ahirette hesap vereceğini daha yakin hisseder ve Yaratan’ın rızasını kazanacak bir şekilde hayatına yeniden bir şekil verir. Musibet gibi görünen bakıma muhtaçlık hâli, kişiye manevî bir bakış ufku kazandırdığı için, ilâhî bir hediye olarak algılanmaya başlar. Bakıma muhtaçlık hâli yaşanmasaydı belki de o kişi, hayatı boyunca Yaratan’dan tamamen veya kısmen kopuk olarak bir hayat sürdürecekti.

Bakıma muhtaçlık durumu, kişinin daha hayattayken manevî dirilişine yardımcı oluyor ise kişinin içinde bulunduğu durum bir rahmet vesilesinden başka bir şey değildir. Bu durumda olan bir kişi, ahirete yönelik kalıcı bir manevî şifa kaynağını elde etmiş olmaktadır. Tersi bir durumda kişi, geçici olarak herkesçe bilinen dünya hayatında sağlıklı ve kimseye bağlı olmaksızın rahat fakat ahirette geçerli olan manevî şifa kaynaklarından mahrum olarak bir hayat sürdürmüş ise o kişinin ölümü, manevî ölümü de olacaktır. Hâlbuki hayatı boyunca ahirete inanarak yaşamış bir bakıma muhtaç bir kişinin ölümü, aynı zamanda manevî dirilişi olacağı gibi bütün rahatsızlıklarından arınmış azamî sağlığın ebediyeti de olacaktır.

Bakıma muhtaçların dünyada iken yeniden eski sağlıklarına kavuşamamaları, uhrevî boyutuyla manidardır. Belki de burada birçok manevî fayda gizlidir. “Dünyadaki sıkıntı anları, ahiretteki sıkıntı anlarını yok eder”[42] hadisini duyan herhangi bir bakıma muhtaç özürlü, ahirette tam anlamıyla her türlü bedenî rahatsızlıklardan kurtulacağına inanarak, bunun gereğini yerine getirme şuuruna erişebilir. Dünyada sağlığına yeniden kavuşamayacağını ama buna mukabil belki de öbür âlemde herkesten daha çok sağlıklı olacağını ümit eden bakıma muhtaç bir özürlü, kendisine özel olarak sunulan manevî şifa kaynaklarının aslında manevî bir imtiyaz olduğunu anlar ve Yaratan’a yönelik şükrünü de bu inançla ifa eder.

Dünyevî hayatın sonu olan ölüm, ebedî hayatı sağlayan bir mekân değişikliğinden başka bir şey değildir. Dünyevî hayat, büsbütün değersiz değildir. Ebediyete yapılacak yolculuğa bir hazırlık ve imtihan mekânı olmasından dolayı dünya hayatı değerlidir, iyi değerlendirilmesi gereken bir zaman dilimidir. O zaman dilimini değerli kılabilmenin yolu da, ruhun bedeni terk ettikten sonra da hayatın devam edecek olmanın inancı ve şuuruyla yaşamaktan geçer. [43]

2.2.6. Bakıma Muhtaç Özürlü Şükür İçinde Bulunmalıdır

Terim olarak şükür; kulun, Allah’ın ihsan ve iyiliklerini takdir etmesi, memnuniyet göstermesi, Allah’ın kadir ve kıymetini bilmesi, Allah’a iyiliklerinden dolayı dili ve kalbi ile ve beden azaları ile teşekkür etmesi, Allah’ın iyilikleri karşısında Allah’a minnet duyması demektir.[44] Kuran-ı Kerim, “Şüphesiz bunda sabreden ve şükreden herkes için âyetler (ibretler) vardır” (İbrahim; 14/5) buyurur. İslâm âlimleri, bu âyetten, imanın bir bütün olduğu, sabır ve şükürden oluştuğu anlamını çıkarırlar. Nasıl ki sabır, imanın yarısı ise, diğer yarısı da şükürdür.

Bakıma muhtaç özürlü, imanını kemale erdirmek adına sabrın yanında şükür görevini de ifa etmelidir. Sağlıklı insanlara bakarak, hâlinden şikâyetçi olmamalıdır. Bunun yerine kendinden sağlık noktasında aşağı derecelerde bulunan çaresiz hastalara ve ileri derecede bakıma muhtaçlara bakıp hâline şükretmelidir. Bakıma muhtaç özürlü, yitirdiği nimetlerden (beden fonksiyonlarından) ziyade sahip olduğu bütün diğer nimetleri (işleyen diğer bedenî fonksiyonlarını) göz önünde bulundurarak, bunlar için kalbî, kavlî (sözel) ve fiilî (amelî) şükürde bulunmalıdır. Şükrü eda edilen nimetleri (bu dünyada veya ahirette) fazlasıyla hediye ve bağışların tâkip edeceği unutulmamalıdır. Nitekim Allah, Kuran-ı Kerim’de buna açıkça işaret etmektedir: “Eğer şükrederseniz Ben de nimetimi artırırım; Şayet nankörlük yaparsanız, biliniz ki azabım çok şiddetlidir” (İbrahim; 14/7).

Hz. Ömer’in musibetlerin karşısındaki tutum ve davranışı, örnek olması açısından çok enteresandır. Hz. Ömer’in aşağıdaki sözleri, bize musibetlerin karşısında daha olgun ve metanetli olmamızı göstermektedir. “Belayı Cenabı Hak göndermiştir. Belayı sevgili gönderdiği için, tatlı olur. Allah-u Teala’ya, bundan daha büyük bela göndermediği için şükrederim. Allah-u Teala, insanlara boş yere, faydasız bir şey göndermez. Bir belaya karşılık, ahirette çok nimetler ihsan eder. Dünya belaları az, ahiretin nimetleri ise sonsuz olduğundan, gelen belalara sevinirim.”[45]

Allah, bakıma muhtaçlar dâhil bütün insanlara hayatlarında yaşadıkları olaylar karşısından şöyle bir tavır almalarını emretmektedir: “Siz Beni zikredin (anın) ben de sizi zikredeyim. Bana şükredin, fakat asla nankörlük etmeyin”. (Bakara; 2/152). Bakıma muhtaç özürlü, şikâyetçi olmayıp şükredince hadiselerin olumlu (manevî) yönlerini görmeye başlayacak, iyimserliğin hazzını tadarak daha dünyada iken manevî huzuru ve mutluluğu yakalayacaktır. Şükretmek; Allah’a güvenmek demek, hayata ve hadiselere hep müspet yönden bakıp, iyimser olmak demektir. Şükür, kulluk, Allah'tan razı olma, kadere iman ve tevekkül şuurunu çok ileri bir boyuta taşır, kişinin manevî olgunluğuna erişmesine ve insan-ı kâmil olmasına yardımcı olur.

İmam-ı Gazali, kişi bilmese de her belada bir hayrın varlığına işaret ederek, her çeşit belaya beş sebepten dolayı şükredilmesi gerektiğinin altını çizer:[46]

1.) Bedene ve dünyaya ait musibetler, gerçek (manevî) anlamda bir bela değildir: Din, iman ve ahiretle ilgili olmayan ama bedene veya mala gelen zararlar, şükre vesile olmalıdır. Bir hırsız, evin bütün eşyasını çalabilir ama şeytan insanın kalbine girip de imanını çalmadığı için, hâline şükretmelidir. İnsanın bedeni tamamen felç olabilir, ama ahiretini kurtaracak aklı ve kalbi sağlam kaldığı için, Yaratan’ına şükretmelidir.

2.) Her bela, başka bir belanın yanında hafiftir: “Daha beteri olmayan hiçbir bela yoktur” düsturundan hareketle hiçbir hastalık yoktur ki, ondan da beteri olmasın. Daha şiddetlisine uğramadığı için, kişi halinden memnun olmalı ve şükretmelidir. Bir kişinin, bedenine zarar verecek aşırı derecede kötü alışkanlıları yüzünden normal şartlarda bütünüyle beden fonksiyonlarını kaybetme riski ile karşı karşıya geldiği hâlde kısmen felç olması, şükrü gerektirir. Tevekkül ehli (ve-fakat kendini günahkâr sayan) birinin başına bir leğen dolusu kül dökülür. O, bu durumu şu şekilde değerlendirir: “Ben normal şartlarda ateşe müstahaktım. Sadece külle cezalandırılmam, bütünüyle bir nimettir”. Böyle bir bakış ve amelî yaklaşım, şükür olarak değerlendirilebilir.

3.) Hiçbir ceza yoktur ki, ahirete kalınca daha büyük olmasın: Dünyada çekilen cezaların birçoğu ahiret cezalarının yerine geçer ve dolayısıyla ahiretteki cezaların ortadan kalkmasına sebep olur. İslâm Peygamberinin şu sözleri, kalpleri ferahlatıcı ve kişileri ümitlendiren bir etki yapmaktadır: “Bir kişiye dünyada ceza verilmişse ona ahirette ceza vermezler”. Eğer bir hekim, hasta bir kişiye uzun ve sıkıntılı bir teşhis sürecinde acı veren tedavilerde bulunursa bu şükre vesile olmalıdır. Çünkü bu kadar acı ile belki de kişi, kalıcı ve büyük bir hastalık acısından kurtulmuş olur.

4.) Bela, kader planında tayin edilmiştir: Lehvi mahfuzda yazılı olan her şey, bir gün mutlaka gerçekleşeceği için, her şey gününü ve zamanını bekler. Yani olacak bir şey, aslında yoldadır. Kaderin bir tecellisi olarak olumsuzluklara yol açabilecek bir şey gerçekleştiği hâlde sonuç itibariyle herhangi bir zarar meydana gelmemiş ise, kişi şükretmelidir. Mesela, bir kişi attan düşse ve bedeninde herhangi bir ezilme veya kırılma meydana gelmemişse hemen Allah’a şükretmelidir. Çünkü attan düşmek kaderde yazılı idi. Yani attan düşme mutlaka olacaktı. Ancak kişi bu düşmeden dolayı bedende doğabilecek herhangi bir arızayı ve zararı savdığı için, şükretmelidir. Attan düşüp bacağını kıran başka bir kişi de şükretmelidir. Çünkü bir değil iki bacağını da kırabilirdi veya kafası bir taşın üzerine düşüp beyin kanamasından da ölebilirdi.

5.) Dünyaya ve bedene ait belalar, ahiret sevaplarına sebep olur: Dünyaya ve bedene ait musibetlerle kişi, büyük sevaplar kazanabilir. Bu büyük sevaplarla da kişi, birçok kişiye göre daha rahat bir şekilde Cennete girebilir. Bu uhrevî avantajdan dolayı, malına veya bedenine zarar gelen kişi, Allah’a şükretmelidir. İslâm Peygamberinin, bu uhrevî avantajı teyit eden birçok hadisi vardır. “Cennette çok dereceler, duraklar vardır. Ama kişi, cehdederek, ona erişemez. Allah, o kişiyi bela ile o makama eriştirir”. Afiyet (nimet) ehli, kıyamet gününde bela çekenler için verilen büyük (manevî) dereceleri görünce afiyetten şişen etlerini makasla kesmek isterler”.

SONUÇ

Bu dünyada cereyan eden bakıma muhtaçlık gibi zahirî musibetlerin Yaratan’ın isim ve sıfatlarının yanında ahirete ve kadere bakan bir yönü vardır. İnsanın yaratılmasındaki maksatlardan biri de Yaratan’ın isimlerinin yansımalarını, daha dünyadayken görmek ve hadiselerin uhrevî ve kaderî boyutlarını düşünmektir. Hâl böyle olunca musibetlerin bu gayeye yönelik neticeleri ve gayeleri önemlidir.

Hadiselere bu manevî perspektiften baktığımızda dinî anlamda bir musibet olmayan bakıma muhtaçlığın, bazı hikmetler dâhilinde, Yaratan tarafından bazı özel insanlara gönderilmiş manevî bir hediye, bir ihsan veya bir ikaz olduğu söylenebilir. Makalede manevî boyutuyla tanımlanan ve değerlendirilen bakıma muhtaçlığın manevî faydaları tek tek belirlenmiş ve bu istikamette bakıma muhtaç özürlülere ve aile fertlerine manevî telkinler geliştirilmiştir. Bakıma muhtaçlığın, kişinin manevî dünyasındaki olumlu etkisi ve bu alandaki istidatlarının inkişafına vesile olabileceği ve özürlülerin de bu yolla manevî huzura erişebilecekleri düşüncesi, örnek yaklaşım ve telkinlerle somutlaştırılmıştır.

Makalede, asıl lezzet, sağlık, saadet ve mükâfat yerinin bakıma muhtaç özürlü için Cennet olduğu hatırlatılmış ve bu noktadan dünyevî sıkıntıların aktif sabırla hoş karşılanması, sağlayıcı sevaplardan dolayı da şükredilmesi gereğine vurgu yapılmıştır.

 

Google
 

KAYNAKLAR

İsmi Geçen Makaleler-Yazılar-Kitaplar

Bediüzzaman Said Nursi; Risale-i Nur Külliyatından Hastalar Risalesi; Lem’alar; Mektubat; Mesnevî-i Nuriye; Şualar; Sözler; Yeni Asya Neşriyat; İstanbul; 2001-2005.

Demirbaş, Mehmet Ali; Sohbet; Türkiye Gazetesi; 31.03.2007.

Ergül Şafak, Bayık A.; Hemşirelik ve Manevi Bakım, Cumhuriyet Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi, cilt:8, Sayı:1; 2004.

Gülen, Fethullah M.; Kalbin Zümrüt Tepeleri 1; Nil Yayınları; İzmir; 2005.

Harrington A.; What ıs spiritual care ın nursing? Australian Nursing Journal, Vol:2; Issue;10; 1995.

Hopfe, Christian; Die Pflegeversicherung; Verlag Aktüel; München; 1993.

İmam Gazali; Kimya-yı Saadet; Sağlam Yayınevi; İstanbul; (t.y.).

Karagöz, İsmail; Kuran’a Göre Musibetler Açısından İnsan ve Toplum; Çelik yayınevi; Ankara; 1996.

Kula, M. Naci; Bedensel Engellilik ve Dini Başa Çıkma; Dem Yayınları; İstanbul; 2005.

Mevlana; Mesnevî Tercümesi; (Tercüme: Şefik Can); Ötüken Yayınları; İstanbul; 2004.

Puchalski C, Romer AL; Taking a spiritual history allows clinicians to understand patients more fully; J Palliative Med 3; 2000.

Selim, Ahmet; Sevgiyle Yaşamak; Zaman Kitap; İstanbul; 2002.

Seyyar, Ali; Sosyal Hizmetlerde Bakım Terimleri (Ansiklopedik Sözlük); Şefkatli Eller Yayınları; Ankara; 2007.

Seyyar, Ali; Sosyal Hizmetlerde Manevî Bakım; Şefkatli Eller Yayınları; Ankara; 2007.

Seyyar, Ali; Teorik ve Pratik Boyutuyla Sosyal Bakım; Şefkatli Eller Yayınları; Genişletilmiş 2. Baskı; Ankara; 2007.

Weber S, Frick E.; Zur Bedeutung der Spiritualität von Patienten und Betreuern in der Onkologie; Manual Psychoonkologie; München; 2002.

Dinî Kaynakları

Hadis Külliyatı (Buhari; Câmiü-s-Sağir; C. 3-4; Yeni Asya Neşriyatı; İstanbul; 2002; Müslim; Müsned; Ramuzü’l Ehadis; Tirmizî).

Kuran- Kerim (Kuran-ı Kerim ve İzahlı Meali; Ahmet Davutoğlu; Çile Yayınları; İstanbul; 1988).



[1] Diyanet İşleri Başkanlığı Din Hizmetleri Dairesi;  I. Din Hizmetleri Sempozyumu (Bugünü ve Geleceği); Ankara-Kızılcahamam; 03-04 Kasım 2007.

[2] Sakarya Üniversitesi; İİBF; Öğretim Üyesi; Özürlüler İdaresi Başkanlığı Kurum Danışmanı.

[3] Seyyar, Ali; Sosyal Hizmetlerde Manevî Bakım; s. 187.

[4] Seyyar, Ali; Sosyal Hizmetlerde Manevî Bakım; s. 188.

[5] Hopfe; 1993; s.21.

[6] Seyyar, Ali; Sosyal Hizmetlerde Manevî Bakım; s. 189.

[7] Karagöz, İsmail; Kuran’a Göre Musibetler Açısından İnsan ve Toplum; s. 147.

[8] Said Nursi; Lem’alar; 2. Lem’a; s. 10.

[9] Mevlana; Mesnevî Tercümesi; s. 294.

[10] Câmiü-s-Sağir; C. 3; No: 2645; No: 2635.

[11] Ahmet bin Hanbel; II; 203.

[12] Karagöz, İsmail; Kuran’a Göre Musibetler Açısından İnsan ve Toplum; s.145.

[13] Konu ile ilgili bir hadis de mealen şöyledir: “Müslüman’a fenalık, hastalık, keder, hüzün, eziyet ve iç sıkıntısından tutun da bir diken batmasına kadar uğradığı her musibete karşılık Cenâb-ı Hak onun suçlarını ve günahlarını örter”. (Müslim; Birr 52).

[14] Ramuzü’l Ehadis; No: 3;  s. 234.

[15] Câmiü-s-Sağir; C. 3; No: 2872 ve No: 2320.

[16] Câmiü-s-Sağir; C. 3; No: 2070.

[17] Buhari; Merda; 7.

[18] Seyyar, Ali; Sosyal Hizmetlerde Manevî Bakım; s. 31.

[19] Ergül Şafak, Bayık A.; Hemşirelik ve Manevi Bakım, s. 39-40.

[20] Seyyar, Ali; Sosyal Hizmetlerde Bakım Terimleri (Ansiklopedik Sözlük): Manevî İhtiyaçlar.

[21] Weber S, Frick E.;.ss. 106–109

[22] Puchalski C, Romer AL; ss. 129–137.

[23] Bu sorudaki manevî ile dindar kavramları, birçok okuyucumuz için belki aynı anlam taşıyabilir. Ancak, buradaki ince ayırım, tıpkı ICF’nin tanımlamalarında da görüldüğü gibi, maneviyatın, mutlak olarak dinle bağlantısının olmadığı yönündedir. Buna göre, bir insan, manevî değerleri benimseyebilir, ama dindar, yani herhangi bir dine mensup olmayabilir. Batı Dünyası’nın pozitivist aydınları, her ne kadar bu ayrımı yapıyorsa da, biz kitabımızda ve özellikle manevî bakım modelinde maneviyat ile dini ve dolayısıyla “manevî” ile “dindar”ı eşanlamlı tutuyoruz.

[24] Kula, M. Naci; ss. 61-64.

[25] Ergül Şafak, Bayık A.; s. 44.

[26] Harrington A.; s. 15.

[27] Bakım ahlâk ilkeleri ile ilgili temel bilgiler için bkz.: Seyyar, Ali; Teorik ve Pratik Boyutuyla Sosyal Bakım; ss. 130-140.

[28] Yaşlılığın manevî faydaları ekseninde belirlenen teselli odaklı tespitler, başka kaynak gösterilmedikçe genelde İhtiyarlar Risalesinin konseptinden ilham alınarak kaleme alınmıştır. Bkz. Bediüzzaman Said Nursi; Lem’alar; Yirmi Altıncı Lem’a; Yeni Asya Yayınları; İstanbul; 2001; ss. 281-323.

[29] Bakara Sûresi, 2:156.

[30] Câmiü-s-Sağir; C. 4; No: 3658.

[31] Teslimiyetin ileri bir boyutu, “tefviz” olarak tanımlanmaktadır. Allah’a kulluk sürecinde tevekkül, bir başlangıç, teslimiyet onun sonucu, tefviz de semerisidir. Bir başka ifadeyle tefviz, her şeyi Allah’a havale etmenin arkasındaki asaleti, vicdanî bir şuurla itirafın adıdır. Bkz. Gülen, Fethullah M.; ss. 103–104.

[32] Buhari; Libas; 43.

[33] Câmiü-s-Sağir; C. 3;, No 2033.

[34] Buharî, Cihad: 134; Müsned, 4:410, 418.

[35] Yakîn; aksine ihtimal olmayan, kesinlik derecesinde yerleşmiş sağlam bilgidir. İslâm literatüründe “Yakîn”in üç derecesi vardır: 1.) İlme’l-Yakîn (ilim seviyesi): Delil ile elde edilen ve aklın kabul ettiği kesin bilgidir. Örn.: Bir kişinin hastalık, özürlülük ve bakıma muhtaçlık kavramlarını bilmesidir. 2.) Ayne’l-Yakîn (müşahede seviyesi): Duyu organlarıyla elde edilen veya tecrübe, deney ve bizzat müşahede sonucu ile ortaya çıkan kesin bilgidir. Örn.: Hastanın yanına gidip, bakıma muhtaçlığını görmesi. 3.) Hakka’l-Yakîn (tecrübe-kalp-sezgi ve vicdan seviyesi): Marifet mertebesinin en ileri noktasıdır. İnsanın iç sezgi (ilham) yoluyla, iç duygularla hissettiği, bizzat yaşayarak elde ettiği kesin bilgidir. Örn.: Kişinin bizzat kendisinin hasta ve bakıma muhtaç olmasıdır.

[36] İnşirah Sûresi; Âyet: 3-6.

[37] Mevlana; Mesnevî Tercümesi; s. 294.

[38] Buhârî; Merdâ 7; Ahmed bin Hanbel, III/144.

[39] Buhârî, Edebü'l-Müfred, C. 1, hadis no: 532.

[40] Tirmizî; Deavât 79.

[41] Buharî, Rikak 20, 8/124; Müslim, Zekât 124, Hadis no: 1053, 2/729; Tirmizî, Birr 77, Hadis no: 2024.

[42] Câmiü-s-Sağir; C. 3; No: 2319.

[43] Selim, Ahmet;; ss. 13–15.

[44] Gülen, Fethullah, M.; s. 137.

[45] Demirbaş, Mehmet Ali; 31.03.2007.

[46] İmam Gazali; Kimya-yı Saadet; ss. 556-557.

 

 

 

Google