Bakıma Muhtaç Özürlülere Dönük Manevî Bakım Uygulamaları
Prof. Dr. Ali Seyyar
ÖZET
GİRİŞ
1. Bir Bilim ve Meslek Dalı Olarak
Manevî Bakımın Teorik Çerçevesi
1.1. Bakıma Muhtaçlık (BM) Kavramının
Maneviyat Ekseninde Yeniden Tanımlanması
1.1.1. BM Manevî Güzellikler Yansıtan
Özel Bir Durumdur
1.1.2. BM Manevî Farkındalığı
Geliştirmesi Açısından İbadet Hükmündedir
1.1.3. BM İlahî Lütuf Açısından Sevap
Kazandıran Bir Fırsattır
1.1.4. BM Uhrevî Boyutuyla Geçici Bir
Süreçtir
1.1.5. BM Yaratan’ın Kudretini
Gösteren Kaderî Bir Durumdur
1.1.6. BM Günahların Kefaretini
Sağlayan Bir Durumdur
1.1.7. BM Özürlünün Manevî Tekâmülünü
Kolaylaştıran Bir Durumdur
1.1.8. Ölüm İle Sonuçlanan BM Kişiye
Şehit Sevabı Kazandırır
2. Manevî Bakım Uygulama Süreçleri
ve Yöntemleri
2.1. Manevî Bakım Plânının
Oluşturulması
2.1.1. Bakıma Muhtaç Özürlünün Manevî
İhtiyaçlarının Belirlenmesi
2.1.2. Manevî İhtiyaçların
Karşılanmasına Dönük Programın Belirlenmesi
2.1.3. Bakım Aktörlerinin
Görevlerinin ve Bakıma Muhtaç Özürlülere Dönük
Yaklaşımlarının Belirlenmesi
2.2. Bakıma Muhtaçlığın Manevî
Avantajları Çizgisinde Özürlülere Telkin ve Teselliler
2.2.1. Bakıma Muhtaç Özürlü Tevekkül
ve Teslimiyet Göstermelidir
2.2.2. Bakıma Muhtaç Özürlü
Maneviyata ve İbadete Yönelmelidir
2.2.3. Bakıma Muhtaç Özürlü Emanet ve
Kulluk Şuurunu Geliştirmelidir
2.2.4. Bakıma Muhtaç Özürlü Aktif
Sabır Göstermelidir
2.2.5. Bakıma Muhtaç Özürlü Ahireti
ve Ölümü Hatırlamalıdır
2.2.6. Bakıma Muhtaç Özürlü Şükür
İçinde Bulunmalıdır
SONUÇ
KAYNAKLAR
ÖZET
“Bakıma Muhtaç Özürlü” kavramı 2005
tarih ve 5378 sayılı Özürlüler Kanununda ilk kez
tanımlanmıştır. Buna göre “günlük hayatın alışılmış,
tekrar eden gereklerini önemli ölçüde yerine
getirememesi nedeniyle hayatını başkasının yardımı ve
bakımı olmadan devam ettiremeyecek derecede düşkün olan
kişiler”, bakıma muhtaç özürlüler olarak kabul
edilmektedir. Özürlüler Kanununda, gerek SHÇEK
kurumlarında, gerekse ev ortamında yaşayan bakıma muhtaç
özürlülere dönük tıbbî ve sosyal bakım uygulamalarına
yönelik temel uygulamalara yer verilirken, özürlülerin
manevî ihtiyaçlarının karşılanmasına yönelik bakım,
danışmanlık ve rehberlik hizmetleri göz ardı edilmiştir.
Hâlbuki bütüncül ve etkin bir bakım
konseptinin oluşturulabilmesi açısından tamamlayıcı bir
unsur olarak manevî bakım (spritual care) hizmetlerine
her halükarda ihtiyaç vardır. Manevî bakım, geniş
anlamda (tıbbî) sosyal hizmetler, dar anlamda sosyal
bakım hizmetleri alanında bakıma muhtaç özürlü ve(ya)
kronik hastalara yönelik maneviyat (din) odaklı destek,
teskin ve teselli hizmetleridir. Sosyal boyutuyla manevî
bakım, bakıma muhtaç kişinin maneviyatını (kişisel
gelişimini, moralini) güçlendirmeyi, hayata bağlılığını
artırmayı, iç dünyasıyla (ruhuyla) barışık olmasını,
manevî sapmalarını ve korkularını gidermeyi amaçlayan
insan odaklı bütüncül hizmetlerdir.
Bilimsel ve akademik boyutuyla manevi
bakım, insanlarda ve özellikle bakıma muhtaç özürlülerde
manevî risk, sapma gibi sorunlara yol açan alanları
inceleyen, sorunların sebeplerini ve çok yönlü
etkilerini ve çözüm yollarını araştıran, manevî koruma
ve rehabilitasyon yöntemlerini geliştiren bir bilim
dalıdır. Manevî bakım, bakıma muhtaç özürlülerin manevî
ihtiyaçlarını tespit eden, bu ihtiyaçlar doğrultusunda
manevî tedavi (terapi) ve rehabilitasyon hizmetleri
sunan teorik olduğu kadar uygulamaya dönük multi
disipliner bir bilim dalıdır. Kısacası manevî bakım,
fert ve manevî dünyası arasındaki münasebetleri
iyileştirmeyi, manevî riskleri azaltmayı, manevî
sapmaları önlemeyi ve manevî rehabilitasyon hizmetlerini
manevî terapi (telkin) yöntemleriyle vermeyi hedefleyen
bir bilim ve meslek dalıdır.
Bu bildiride, Batı Dünyasındaki
uygulamalardan da yola çıkarak, manevî bakım modelleri
ve hizmetleri teorik çerçevede tanıtılacağı gibi, manevî
bakımın temel gayesi ekseninde bu hizmetlerin
muhatapları ve alanlarının özellikleri tahlil
edilecektir. Bildirimizde Batı’daki manevî bakım
uygulamalarının, muhatapları üzerinde yaptığı olumlu
psiko-sosyal etkileri dikkate alınarak, manevî bakım
hizmetlerinin Türkiye şartlarına ve İslâm (Kuran ve
Sünnet) esaslarına uygun hale getirilmesi
gerekliliğinden yola çıkılarak, manevî bakım
uygulamalarının sözel araçları (telkin yöntemleri) somut
olarak belirlenecek ve örnekleriyle açıklanacaktır.
GİRİŞ
Bilindiği gibi, insanın hayattan zevk almasını
engelleyen ve mutluluğunu azaltan önemli maddî
etkenlerden biri de bakıma muhtaçlıktır. Bazen değişik
derecelerde bu tür sıkıntılara maruz kalan özürlüler,
intiharı bile akıllarından geçirebilmektedirler. Bundan
dolayı memleketimizde yaşayan bakıma muhtaç özürlülere
ve bakıcı aile fertlerine hitap eden, onların manevî
yüklerini hafifletmeyi ve huzurlarını sağlamayı
hedefleyen manevî bakım hizmetlerine ihtiyaç vardır.
Bunun için de diğer tıbbî ve sosyal yaklaşımlardan
farklı olarak ilk önce bakıma muhtaçlık için yeni manevî
tanımlamaların geliştirilmesi gerekmektedir. Bakıma
muhtaçlığa manevî bir anlam kazandırmayı amaçlayan
makalemiz, bakıma muhtaçlığın reel şartları içinde bile
özürlülerin ve aile fertlerinin mutlu olabilecekleri
yöntemler ve yollar sunmaktadır.
1. Bir Bilim ve Meslek Dalı Olarak
Manevî Bakımın Teorik Çerçevesi
Manevî bakım, yaşlılık, özürlülük
ve(ya) kronik hastalıktan ötürü bakıma muhtaç hâle
gelmiş kişilere yönelik maneviyat odaklı destek ve
yardım hizmetleridir. Sosyal boyutuyla manevî bakım,
bakıma muhtaç özürlünün maneviyatını güçlendirmeyi,
hayata bağlılığını artırmayı, iç dünyasıyla (ruhuyla)
barışık olmasını, manevî sapmalarını ve korkularını
gidermeyi amaçlayan insan odaklı bütüncül hizmetlerdir.
Bilimsel ve akademik boyutuyla manevi bakım, insanlarda
ve özellikle bakıma muhtaç özürlülerde manevî risk veya
sapma gibi sorunsal alanları inceleyen, sorunların
sebeplerini ve çok yönlü etkilerini ve çözüm yollarını
araştıran, manevî koruma ve rehabilitasyon yöntemlerini
geliştiren bir bilim dalıdır.
Manevî bakım, bakıma muhtaç
özürlülerin manevî ihtiyaçlarını tespit eden, bu
ihtiyaçlar doğrultusunda manevî eğitim, tedavi ve
rehabilitasyon hizmetleri sunan, teorik olduğu kadar
uygulamaya dönük multi disipliner bir bilim dalıdır.
Bakıma muhtaç özürlü ve manevî hayat arasındaki
münasebetleri ilmî yöntemlerle inceleyen, bakıma muhtaç
özürlülerin huzur ve saadetleri en üst düzeyde
olmalarını sağlamaya gayret gösteren uygulamaya dönük
bir meslek dalıdır. Kısacası manevî bakım, fert ve
manevî dünyası arasındaki münasebetleri iyileştirmeyi,
manevî riskleri azaltmayı, manevî sapmaları önlemeyi ve
manevî rehabilitasyon hizmetlerini manevî terapi
yöntemleriyle vermeyi hedefleyen bir bilim ve meslek
dalıdır.
Manevî bakımın gayesi, geniş
anlamıyla manevî sosyal hizmetlerle yakından ilgili
olduğu için, sosyal hizmetler alanlarına giren ve manevî
risk altında olan kişi ve sosyal grupları manevî koruma
altına almaktır. Tabiri diğerle manevî yönden korunmaya
muhtaç özürlüleri, manevî (kalbî-ruhî) hastalıklara
yakalanmamaları yönünde koruyucu manevî eğitim
programları hazırlamak ve uygulamaktır. Diğer taraftan
sapık düşünce ve manevî hastalıklara yakalanmış kişilere
de manevî rehabilitasyon hizmetleri sunmak ve onları
manevî hayatlarıyla yeniden barışık hâle getirip, toplum
içinde mutlu fertler olmalarını sağlamak, manevî bakımın
genel hedeflerindendir. Dar anlamda manevî bakımın
gayesi, bütüncül bakım hizmetleri kapsamında özellikle
bakıma muhtaç özürlüleri manevî koruma altına almak ve
bu çerçevede onlara her türlü manevî rehberlik,
refakatçilik ve teselli yöntemleriyle kalben huzurlu ve
mutlu olmalarını sağlamaktır.
Tebliğimizde de ağırlıklı olarak bu kesime hitap
edilecektir.
1.1. Bakıma Muhtaçlık (BM)
Kavramının Maneviyat Ekseninde Yeniden Tanımlanması
Genelde, bir insanın günlük
hayatına ait her
zaman tekerrür
eden olağan ve basit hareketlerin
ifasında başkalarının
fizikî yardımına
mutlak anlamda ihtiyaç duyan aciz
kişiler, bakım
hizmetlerine, ya devamlı (sürekli-uzun vadeli),
ya da belirli bir
süre için (geçici olarak) ihtiyaç duymaktadırlar.
Bakıma muhtaçlık, özürlünün, bedensel
hareket edebilirliğinin engellenmesi veya kısıtlanması
sonucunda gerek beden temizliğinde, gerek beslenmede,
gerekse ev idaresinde değişik sıklık ve yoğunlukla evde
veya kurumda düzenli ve sürekli olarak bakım
hizmetlerine ihtiyaç duymasıdır. Normal hayatını
yaşayabilmek ve sürdürebilmek için, değişik derecelerde
de olsa, başkalarının sürekli (uzun dönemli) bakımına
zorunlu ve bir zaruretin gereği olarak ihtiyaç
duyan kişiye,
bakıma muhtaç
özürlü denilmektedir. Yani, hayatın idamesi için,
yapılması zarurî olan temel iş ve görevleri, kendi
kendine yapma kabiliyetine ve gücüne sahip olmayan ve
bundan dolayı da başkalarına bağımlı olan bir kişi,
bakıma muhtaç özürlü olarak kabul edilmektedir.
Acizlik (yetersizlik-bağımlılık)
içinde bulunan bakıma muhtaç özürlülerin genelde
fizyolojik, psikolojik veya anatomik yapı ve
fonksiyonları ciddî derecede kayba uğramıştır.
Yetersizliklerin tümüyle ortadan kaldırılması mümkün
değilse de çoğu kez yardımcı teknolojiler
(araç-gereç-cihaz sistemleri) sayesinde hayat daha
yaşanabilir hale getirilmektedir.
Bakıma muhtaçlığa
sebebiyet
veren hastalık ve özürlülük
durumları,
hareket ve yaşama mekanizmasında
kayıp, aşınma, felç
veya diğer
fonksiyonel bozukluklarla
yakından ilgilidir. Bu durumda olan kişinin aktivite
potansiyeli kısıtlı ve performansı düşük olduğundan
dolayı fiilî görevlerini yerine getirmede birçok güçle
karşılaşır. Bakıma muhtaçlıkla ilgili bütün bu objektif
izahlar, netice itibariyle bakıma muhtaç özürlü ve
bakıcı aile fertleri için olumsuz bir durumdur.
Bakıma muhtaçlık konusu, manevî
boyutuyla ele alınıp değerlendirildiğinde, durumun
tamamen farklı bir boyut kazanacağını söyleyebiliriz.
Manevî yaklaşımlar sayesinde olumsuz gibi görünen bakıma
muhtaçlığın içinde gizli sırlar ve hikmetler keşfetmek
mümkündür.
1.1.1. BM Manevî Güzellikler
Yansıtan Özel Bir Durumdur
Maddî (bedenî) rahatsızlığın bir
sonucu olarak ortaya çıkan bakıma muhtaçlık, tamamen
kişinin bedenî fonksiyonları ile ilgili olup, özürlünün
maneviyatıyla (manevî dünyasıyla) ilgili bir durum
değildir. Dolayısıyla bakıma muhtaçlık, bir manevî
hastalık (musibet) değildir. Manevî bakış ve anlayış,
asıl musibetin bedene değil kişinin maneviyatına ve
dinine gelen musibetlerin olduğunu gösterir. Bakıma
muhtaçlık gibi dinî olmayan musibetin bir kısmının ise,
özellikle kader ve ahiret boyutuyla bakıldığında,
rahmanî ihtar, birer ilahî iltifat ve birer ruhanî
arındırma ameliyesi, bir kısmının günahlara kefaret, bir
kısmının da aczi ve zaafı tam hissedip Allah’a teslim
olmaya vesile olan bir durumdur.
İnsanın zihninde pek hoş bir intiba
bırakmayan bakıma muhtaçlık konusunda insanların birçoğu
yanılabilir. Kuran, bu hususta insanları uyarır: “Çirkin
(olumsuz) gördüğünüz bir şey, belki sizin için
hayırlıdır. Sevdiğiniz bir şeyde de belki sizin için şer
vardır. (Hakikati) Allah bilir, siz bilemezsiniz”
(Bakara; 2/216).
Sağlık ve buna bağlı olarak bedenî
fonksiyonellik gibi nimetleri Allah yarattığı gibi,
hastalık, özürlülük, yaşlılık ve bunun ileri bir boyutu
olarak bakıma muhtaçlığı da Allah halk etmiştir. Allah,
her iki durumu, ilahî hikmete bağlı olarak yaratmıştır.
Bu hikmete binaen bazen kalıcı bir bakıma muhtaçlık
durumu, kaderin mutlak bir cilvesi olarak hiçbir şart ve
sebebe bağlı olmadan kesin bir hükümle ortaya çıkabilir
(Kaza-i Mübrem). Bu gibi durumların karşısında insanlar
genelde ya isyan eder, ya da kaderlerine teslim olurlar.
Allah da zaten bu gibi durumları, kişileri imtihan
etmek, denemek ve durumlarına razı olup kaderlerine
boyun eğenlerle isyan edenleri birbirinden ayırmak için
meydana getirir. Dolayısıyla bakıma muhtaçlık, özürlünün
bakışına, tutum ve davranışlarına göre hayrına da
şerrine de olan bir durumdur.
Gerçek musibet gibi algılayan ve
durumuna itiraz eden bir özürlü için bakıma muhtaçlık,
dünyevî bir çile olduğu kadar ahirete yönelik bir çile
davetiyesidir. İlahî bir imtihan olduğuna iman şuuruyla
idrak eden bir kişi için bakıma muhtaçlık, geçici ve
önemsiz dünyevî bir sıkıntının ötesinde sayısız manevî
faydalar sağlaması açısından olağan üstü avantajlı bir
durumdur. Hadiseye kader ve ahiret boyutuyla bakabilen
bir kişi, bakıma muhtaçlığa bizzat kendisi sebebiyet
vermiş olsa da, durumundan ders çıkarır ve Allah’ın
rahmetine sığınır. Nitekim Kuran-ı Kerim de bu konuya
işaret edilmektedir: “Başınıza gelen her musibet (bela),
kendi ellerinizden kazandığı (günahlar) yüzündendir.
Böyle iken Allah, günahların birçoğunu bağışlar (da
bundan dolayı manevî-uhrevî musibet vermez)” (Şura;
42/30).
Bakıma muhtaçlık, imtihan vesilesi
olduğu için hayırlara vesile olabilecek bir durumdur.
Allah, kullarını bir takım musibetlerle dener, ta ki
samimî olan ile olmayan, inanan ve inanmayan açıkça
belli olsun. Bir gün İslâm Peygamberi, ashabına şöyle
bir sual sordu: “Hasta olmamayı sever misiniz?” Sahabe:
“Vallahi biz sıhhat ve afiyette olmayı severiz” dediler.
Bunun üzerine Peygamberimiz: “Allah’ın kendisini
(hastalık v.s. ile) hatırlamadığı hiç birinizde hayır
yoktur” buyurdu.
Mümin, O’ndan gelen her musibete razı olup, bunda bir
hikmet ve nimetin bulunabileceğini düşünüp sabrederse,
hem günahlarına kefaret, hem sevap kazanmak, hem de
manevî derecesinin artması açısından birçok hayır
yakalamış olur.
1.1.2. MB Manevî Farkındalığı
Geliştirmesi Açısından İbadet Hükmündedir
Bilindiği gibi, ibadetler çeşit
çeşittir. İmkân dâhilinde normal (müspet) şartlarda
yapılan ibadetler vardır ve olumsuzlukların bir araya
geldiği zor ve olağanüstü (menfî) şartlarda yapılan
ibadetler vardır. Menfî şartlarda yapılan ibadetlerde
bakıma muhtaç kişi, zaafını ve aczini hakka’l-yakîn
hissedeceği için, Yaratan’a iltica edercesine teveccüh
eder (yönelir) ve halis bir şekilde ubûdiyetini yani
riyasız olarak kulluk görevini yerine getirir.
İnsanın bedenî ızdırapları gibi pek
bilinmeyen ve hükmen ibadet olan bu menfî ibadet
kısmında riya ve gösteriş söz konusu olmayacağına göre
bakıma muhtaç kişi, sabrederse, musibetinin mükâfatını
düşünüp şükrederse, ibadet hükmüne geçer. Dolayısıyla
bakıma muhtaçlık, insanın ibadet yaptığını farkına
varmadan kişiye sevap kazandıran özel bir durumdur.
Allah, içinde riyanın bulunmadığı menfî ibadet dediğimiz
hususlarla kendi salih kullarının manevî derecelerini
yükseltiyor.
Said Nursi’ye göre bakıma muhtaçlığı
sabır içinde geçirmenin her bir saati ve belki de her
bir dakikası, bir gün ibadet yapmışçasına eşdeğerdedir.
O zaman bundan elde edilecek sevap ve uhrevî mükâfat
açısından bakıma muhtaç özürlü, manen avantajlı bir
durum yakalamış olmaktadır. Manevî avantajın bedeli
bakıma muhtaçlık hâlini yaşamak olmakla beraber sonuç
itibariyle bundan dünyevî ve uhrevî manevî faydalar
sağlanacağına göre, özürlüye sadece şükretmek düşer.
Maddî hastalıklar ve fizikî engeller,
gaflet perdelerini yırttığı gibi, kişinin Yaratanın
karşısındaki aczini ve zaafını daha berrak bir şekilde
göstermektedir. Yaratanın karşısından aczini anlayan
imanlı bir insan, Allah’ın kudretini ve rahmetini daha
iyi idrak etmek suretiyle kulluk görevini daha bilinçli
ve ihlâslı yerine getirebilecektir. O hâlde, bir insanın
itikadını düzelten, imanın nurlanmasına ve
kuvvetlenmesine yol açan, hayatını mânen güzelleştiren
bakıma muhtaçlık bağlamında her rahatsızlık, manevî
boyutuyla kişinin menfaatinedir.
1.1.3. BM İlahî Bir Lütuf
Açısından Sevap Kazandıran Bir Fırsattır
Hayır da şer de Allah’tan geldiğine
göre, insanların vefasından, Allah’ın şer ve cefasının
daha iyi olduğunu bilmekte fayda vardır. Bakıma
muhtaçlığın şerri, kişiye verdiği zararlar ve acılardır.
İnançlı bir kişi, o acılardan ve zararlardan Allah’a
sığınır ve kederlerin hayırlı yönlerini ve gizli
lütuflarını düşünür. Belki tam olarak algılayamadığımız
o gizli lütuflardan mahrum olmamak için, kişi Allah’a
niyazda bulunmalıdır. “Hele gamın, gerçek inanç ehlinin
kulu, kölesi olduğunu idrak eden kişiye, gam daha fazla
lütuflarda, ihsanlarda bulunur”
diyen Hz. Mevlana, rıza derecesi ile manevî lezzet
arasındaki doğru orantıya vurgu yapar. Son Peygamber de
bu yönde şu hadisleri dile getirir: “Büyük mükâfat,
büyük musibetlerle beraberdir. Allah, bir topluluğu
sevince onlara bela verir”. Ümmetimin azabı dünyadayken
verilir.
İslâm Peygamberi, bir hadislerinde
şöyle buyurur: “Kul, ibadet üzere iyi bir yolda iken
hastalansa, o kul ile görevli meleğe denir ki:
‘İyileşinceye veya ölünceye kadar sıhhatli iken yaptığı
ameli gibi sevap yazın”.
Allah, hasatlık gibi değişik musibetler sebebiyle
müminin günahlarını bağışlayıp sevap verdiği gibi,
sağlıklı iken devam ettiği amellerine hastalanınca devam
edememesi durumunda o ameli yapmış gibi kabul edip, amel
defterine yazar.
1.1.4. BM Uhrevî Boyutuyla Geçici
Bir Süreçtir
Biraz tefekkür edebilen insan, en geç
olgunluğun zirveye ulaştığı yaşlılık hâlinde hayatta çok
ilgi gösterdiği dünyevî alışkanlıkların ve müptela
olduğu fâni şeylerin geçiciliğini ve bir derece de
önemsizliğini anlamaya başlar. Yaşlı ve aciz insan ise,
belki de haricî manevî desteklerin bir yansıması olarak
geçmişine baktığında ve geleceğini düşündüğünde bir iç
muhasebe yapacak ve insafa gelebilecektir.
İşte bu kalbî düşünceler sayesinde
özellikle yaşlanan bakıma muhtaç özürlü, ölümün karanlık
yüzünü görmekten ziyade asıl nuranî simasını görmeye
başlar. Yaşlılığa bağlı bakıma muhtaçlık, bu yönüyle
dünyanın geçiciliğini ve ölümün de hakikat boyutunu
gösteren son bir ikaz dönemidir.
1.1.5. BM Yaratan’ın Kudretini
Gösteren Kaderî Bir Durumdur
İnsan, hayatında hoşlandığı ve
hoşlanmadığı birçok değişik olayla karşı karşıya
gelebilir. Ahirete, kadere, hayır ve şerrin mutlaka
Allah’tan olduğuna inanan bir kimse, sevindirici olaylar
karşısında Rabbine şükreder, üzüntü verici olaylar
karşısında ise elinden bir şey gelmese ve iradesiyle
durumunu iyileştirmesi mümkün olması dahî aktif sabır
gösterir ve ilahî takdire teslim olmanın iç huzurunu ve
manevî faydalarını ruhunda hisseder. Nitekim Kuran-ı
Kerim kader ve teslimiyet konusunda şu öğütlerde
bulunur:
“(Kıtlık ve karanlık gibi) ne yerde,
ne de (hastalık ve afet gibi) nefislerinizde bir musibet
başa gelmez ki, biz onu yaratmadan önce (kader planında)
bir kitapta (levh-i mahfuzda) yazılmış olmasın. Şüphesiz
bu, Allah’a göre kolaydır. (Dünya nimetlerinden) elde
edemediğinize (elden yitirdiklerinize) üzülmeyin. Ve
(Allah’ın) size verdiğine de, güvenip, sevinmeyiniz
(şımarmayınız). Allah çok övünen, çok kurumlanan hiçbir
kimseyi sevmez.” (Hadid; 57/22-23).
Bütün hastalıklar ve sakatlıklar,
Allah’ın takdir ve iradesi ile meydana gelir. Allah’ın
her şeye kadir olduğuna tam inanan insan, bakıma
muhtaçlık gibi kaçınılması mümkün olmayan talihsizlikler
ve sıkıntılar karşısında üzülmez, tam aksine kuvvetli
bir cesaretle, sağlam bir tevekkülle Allah’ın kaderine
sığınır. Duayı ibadet telakki edip, bakıma muhtaçlığı da
dua ibadetinin vakti olduğuna inanır ve bu şekilde
Yaratan’a iltica eder. Daimî bakıma muhtaçlık, kaza-i
mübrem açısından nihaî ve dolayısıyla değiştirilmesi
mümkün olmayan bir durum bile olsa, kaderine rıza
gösteren mümin, bunda da bir hayır (manevî nimet) görür
ve kuruntulardan ve lüzumsuz ıstıraplardan kendini uzak
tutabilir.
1.1.6. BM Günahların Kefaretini
Sağlayan Bir Durumdur
İslâm Peygamberi, müminin ayağına
batan bir dikene varıncaya kadar başına gelen her güçlük
ve üzüntünün onun günahlarını temizlemeye vesile
olduğunu müjdeler.
Sadece şahsına değil, malına ve çoluk çocuğuna gelen bir
belanın da Allah’ın huzuruna tertemiz çıkmasına vesile
olabileceğini ifade eder. Kulun günahları olup da,
sildirecek yeterli sevabı yoksa üzüntü ve hastalık bu
fonksiyonu görür ve onu ahiretin acı ve sıkıntılarından
kurtarır.
Kişi, ihmal, tedbirsizlik, yanlış
beslenme veya zararlı tüketim alışkanlıları gibi hatalı
ve zararlı tutum ve davranışlarından dolayı bakıma
muhtaçlığa bizzat kendisi sebebiyet vermiş ise
ümitsizliğe kapılmadan bakıma muhtaçlığın manevî
faydalarını görmeli ve bunlardan yararlanmak adına
samimî olarak derhal tövbe ve istiğfar etmeli ve ibadete
yönelmelidir. Bu durumda Yaratan, engin rahmetin bir
tezahürü olarak kişiyi affedecektir.
Diğer taraftan bakım ihtiyacı
duyulsun veya duyulmasın özürlülük ve hastalıklar, çoğu
zaman Müslümanların işledikleri günahların daha dünyada
iken affına sebebiyet veren avantajlı durumlardır.
Yaratan, günahlarla kalbini manen kirleten bir kişiye
değişik türde ve şiddette bazı rahatsızlıklar vermek
suretiyle onun manevî temizliğine - şefkatinin bir
tezahürü olarak - yardımcı olmaktadır. “Ermiş ağacı
silkmekle nasıl meyveleri düşerse, imanlı bir hastanın
titremesi de öyle günahları silker” diyen İslâm
Peygamberi,
çekilen bedenî ıstırapların aslında ahiret hayatına
avantajlar sağlayan manevî arınma fırsatları olduğunu
gösterir.
Son Peygamber, bakıma muhtaçlık
hâlinin sabretmek şartıyla günahlara kefaret olacağını
bir kutsi hadiste şöyle müjdeler: “Allah, şöyle buyurdu:
Mümin kullarımdan birine bir bela ve hastalık verdiğimde
Bana hamd eder ve verdiğim bela ve hastalığa sabır
gösterirse, yatağından kalktığında annesinden doğduğu
günkü gibi günahlardan temizleniş olarak kalkar. Allah,
hafıza meleklerine şöyle buyurur: ‘Ben bu kulumu yatağa
esir ettim ve ona bela verdim. O halde ondan önce
sıhattayken kendisine yazmış olduğunuz sevapları yazmaya
devam edin”. Bir başka hadiste ise kısaca şu tespitte
bulunur: “Hastalıkta geçen saatler, günah işlenen
saatlere kefaret olur”.
1.1.7. BM Özürlünün Manevî
Tekâmülünü Kolaylaştıran Bir Durumdur
Bakıma muhtaçlık, mânâ âleminde ilahî
bir hediye olması hasebiyle mahiyetinde birçok hikmet
gizlidir. Bakıma muhtaç özürlü, hikmet ekseninde
tefekkür etmesi hâlinde gizli gibi görünen bazı sırları
manevî derecesine göre keşfedebilir. Bu vesile ile
Yaratan’ın Rahman ve Rahim isimlerini de düşünerek,
gelecek endişelerini ve kaygılarını giderir. Korku
(havf) ve ümit (recâ) arasında dengeli ve müspet bir
düşünce geliştirmek sûretiyle sağlıklı bir ruh yapısına
kavuşur. Dengeli bir ruh yapısıyla kişi, gafletten
uzaklaşır ve imanın gereklerini daha büyük bir iştiyakla
yerine getirmek ister. Tevekkül, sabır ve hatta şükür
gibi duygularla dengeli bir hayat yaşayan bakıma muhtaç
bir özürlü, sağlığına güvenip de gaflet içinde bir ömür
geçirenlere göre daha çok manevî kazanç elde edecektir.
Böylece manevî yönden en zayıf insanlar bile yaşadıkları
acı tecrübelerden dolayı mânâ kahramanları
olabilmektedirler.
1.1.8. Ölüm İle Sonuçlanan BM
Kişiye Şehit Sevabı Kazandırır
Bakıma muhtaçlığa sebebiyet veren
rahatsızlıkların bir kısmı var ki, eğer ölümle
neticelense, manevî şehit hükmünde, şehadet gibi bir
velâyet derecesine sebebiyet verir. Çocuk doğurmaktan
gelen hastalıklar ve karın sancısıyla, boğulma, yanma ve
tâun ile vefat edenler, mânevî şehit olduğu gibi, çok
mübarek hastalıklar var ki, velâyet derecesini ölümle
kazandırır. Nitekim yüce Peygamber bir hadislerinde
şöyle buyurur: “Beş durum vardır ki, onlardan biri üzere
ölen kimse şehittir: 1.) Allah yolunda öldürülen
şehittir. 2.) Allah’a itaat yolunda ölüp boğularak ölen
şehittir. 3.) Allah’a itaat yolunda olup da karnındaki
bir hastalık sebebiyle ölen şehittir. 4.) Allah’a itaat
yolunda olup da yaralanarak ve vebadan ölen şehittir.
5.) Allah’a itaat yolunda olup da doğum sebebiyle ölen
şehittir”.
Manevî şehit sevabı almayı hak eden
bakıma muhtaç bir mümin, değişik hastalıkların ileri bir
boyutu olan bakıma muhtaç hâliyle dünya hayatına veda
etse, takva derecesine göre, diğer kabir ehlinden daha
sağlıklı ve dinç olarak dirilir ve Cennete girmeyi hak
eder. Bu konuda bir kudsî hadiste şöyle buyurulur:
“Kulumun iki sevgili uzvunu (göz nurlarını) giderirsem,
o da ona sabrederse, iki gözüne karşılık ona Cenneti
veririm”.
2. Manevî Bakım Uygulama Süreçleri
ve Yöntemleri
2.1. Manevî Bakım Plânının
Oluşturulması
Bakım aktörleri, manevî bakım
hizmetlerini etkin bir şekilde yürütebilmeleri için,
plânlı ve sistemli bir şekilde hareket etmelidirler.
Bunun için manevî bakım plânının hazırlanması
gerekmektedir. Manevî bakım plânı, bakıma muhtaç
özürlünün fizikî ve psiko-sosyal sorunlarının yanında
özel manevî ihtiyaçlarını belirleme ve bu ihtiyaçlarının
giderilmesine yönelik bir plândır. Bakıma muhtaç
özürlüye sunulacak manevî bakım programlarının içeriği
ve sıklığını detaylı anlatan bu yazılı plân, bakım
hizmetleri verilmeden önce hazırlanır. Hazırlık
safhasında atılacak adımların birbirleriyle ilişkisi
aşağıdaki sıraya göredir:
2.1.1. Bakıma Muhtaç Özürlünün
Manevî İhtiyaçlarının Belirlenmesi
Manevî ihtiyaçlar, özürlünün,
Yaratan’ıyla dinamik ilişkisini sürdürmesi için gerekli
olan temel gereksinimlerdir. Kişinin manevî kaynaklarını
harekete geçirmesine yardımcı olan ihtiyaçların başında
gelen istekler şunlardır: a) Ferdin umut besleme
ihtiyacı, b) Hayatın anlamı ve amacına yönelik
cevapların bulunması, c) Sevgi ve ait olma ihtiyacı, d)
ibadet etme isteği, e) Hastalığın hikmetini anlama
ihtiyacı, f) Ölüm sonrası sorulara tatmin edici bir
şekilde cevap verilmesi ve ahiret ile kaygıların
giderilmesi ihtiyacı.
Manevî ihtiyaçlar, fiziksel
gereksinimlere göre daha soyut ve karmaşık olduğu için,
ölçümü nispeten güçtür. Bununla birlikte kişilerin
manevî ihtiyaçlarının tanımlanması ve bu ihtiyacı
karşılayacak uygun bir bakımın sağlanması, kişinin
mutluluğu için önemlidir. Bunun için, ilk önce
maneviyatın doğası ve bütün fertler tarafından nasıl
ifade edildiği konusu aydınlatılmalıdır. Çünkü sağlık
için manevî ihtiyaçlar, vücudu oluşturan fiziksel
organlar kadar önemli bir unsurdur, hepimizin
gözlemlediği fiziksel durum, zihnimizi ve ruhumuzu
etkileyebilir.
Manevî ihtiyaçlar, tüm insanlar için
önemlidir. İnsanlar, bu ihtiyaçları, beşerî münasebetler
yoluyla veya Yaratan’larına yönelerek giderirler. Bakıcı
personelin bütün insanları bu bakış açısıyla
değerlendirmesi, kişilerin sağlığını bütüncül olarak
sağlama açısından önemlidir. Renetzky’e göre maneviyat
ile ilgili ihtiyaç türleri üçtür:
1.) Hayat, acı çekme ve ölüm
kavramlarının anlamı, amacı ve manevî güç bulma
ihtiyacı: İnsan, yaşamak için bir sebebe ihtiyaç duyar
ve eğer bu varsa kişi, hayata olumlu bakar ve yaşamak
ister. Ölümün, yokluk olmadığını idrak eden insan ise,
ölüm sonrasına hazırlık yapar.
2.) Hayata ümit bağlama ihtiyacı:
İnsanların yaşama umudu ne kadar büyükse, hastalığı
yenme şansları da o oranda artar. Kronik hastalık
durumlarında ise hayata, uhrevî bir boyut kazandırılarak,
ölümden sonra da hastalıksız bir hayatın devamına
yönelik inanç geliştirilir ve kişilerin umudu korunur.
Umut; davranışların en temel motivasyon kaynağı ve
hayata dair en etkili güçtür. Geleceğini biçimlendirmek,
umut sayesinde ancak olur.
3.) Kişinin iç dünyasında Yaratan’a
inanma ve O’na güven duyma ihtiyacı. Aklî
mekanizmalarını fıtrat ekseninde kullananlar, hangi
musibet ile karşılaşırlarsa karşılaşsınlar, her şeyin
Allah’tan geldiğine inanırlar ve tevekkül, teslimiyet,
sabır ve şükür içinde imanlarını korurlar.
Alman bilim adamları Weber ve Frick,
hastaların manevî ihtiyaçlarının belirlenmesine dönük
olarak (hekimlerin de uygulayabileceği) bir soru formatı
hazırlamışlardır.
a)
Hastanın maneviyata bakışı
nasıl ve inancı var mıdır?
b)
Hastanın özel hayatında bu
inancın yeri ve etkileri nelerdir?
c)
Hasta, herhangi bir dinî
cemaate mensup mudur veya mensup olmak ister mi?
d)
Hekimin rolü: Hekim, hastanın
manevî beklentileri veya sorunlarıyla nasıl
ilgilenebilir?
Christina Puchalski, manevî
ihtiyaçların tespitinin yanında manevî kaynakların da
ortaya çıkmasını sağlayan daha kapsamlı bir soru formatı
hazırlamıştır:
a)
Kime bel bağlayarak, ümit var
oluyorsunuz? Gücünüzü nerden alıyorsunuz?
b)
Hayatınıza bir mana
kazandıracak bir şey var mıdır?
c)
İmana dair hangi inançlar
sizin için önemlidir?
d)
Kendinizi manevî insan olarak
mı yoksa dindar insan olarak mı görüyorsunuz?
2.1.2. Manevî İhtiyaçların
Karşılanmasına Dönük Programın Belirlenmesi
Bilimsel araştırmalar, bedensel
özürlülerin, yaşadıkları zorluk ve sıkıntılarını aşmada
manevî ihtiyaçlarının bir tezahürü olarak dua ve ibadet
gibi “dini başa çıkma etkinliklerine” müracaat
etmektedirler.
O hâlde bakıma muhtaç özürlülerin bu ihtiyaçlarının
isabetli bir şekilde karşılanmasına yönelik uygun bir
programın da hazırlanması gerekmektedir.
Bir örneklemeden yola çıkarak, manevî
bakım programının süreci ve unsurları şu şekilde
belirlenebilir:
1.) Kişisel manevî sorunlara ve
sıkıntılara göre bakım teşhisinin konulması. (Mesela:
Genel Teşhis: Manevi sıkıntı mevcuttur. Kişi, ölüm ötesi
akıbetini bilmediği için ve günahlarının da çok olduğunu
düşündüğü için, cehenneme gideceğini düşünmekte ve
korkmaktadır).
2.) Manevî bakım hedeflerinin
belirlenmesi. (Hedef: Ölüm korkusunu gidermek ve kişiye
ümit aşılamak).
3.) Manevî bakım hizmet programı
kapsamında manevî telkin yöntemlerinin belirlenmesi.
(Uygun yöntemler: a) Allah’ın rahmetinin genişliğini
anlatmak; b) Tövbenin önemini vurgulamak; c) Allah’tan
ümit kesmemenin manevî faydalarını göstermek; vd)
4.) Manevî bakım hizmet programının
aktif olarak uygulanması. (Uygun görülen spesifik
telkinleri, belirli bir süre için ikna edici tatlı bir
dille iletmek).
5.) Uygulanan manevî bakım
hizmetlerinin etkinliğinin değerlendirilmesi. (Kişideki
düşünce değişikliğini, hâl ve hareketlerini tespit etmek
ve değerlendirmek).
6.) Etkinlik neticelerine göre, bakım
plânının (yeniden) gözden geçirilmesi ve gerektiğinde
yeni teselli araçlarına başvurulması. (Telkinlerin
etkisiz kalması durumunda teskin edici yeni tavsiyelerde
bulunmak veya farklı uygulamalara geçmek).
2.1.3. Bakıcı Aktörlerinin
Görevlerinin ve Bakıma Muhtaç Özürlülere Dönük
Yaklaşımlarının Belirlenmesi
Manevî bakım uygulamalarında bakım
aktörlerine (sağlık elemanı, sosyal hizmet uzmanı,
manevî terapist, bakıcı personel, hemşire vb) düşen
ilkesel görevler kısaca şunlardır:
1.) Manevî ihtiyaçlara yönelik bakım
teşhisini yaparken (manevî bakım plânını oluştururken),
mevcut ve muhtemel bedenî problemler kadar bakıma muhtaç
kişinin manevî kaynakları aracılıyla psiko-sosyal gücünü
tespit etmek.
2.) Bakıma muhtaç özürlünün manevî
kaynaklarını telkin ve destek yöntemleriyle harekete
geçirmek.
3.) Bakıma muhtaç özürlünün dünya
görüşünü ve bakış açısını değiştirmek veya inançlarından
döndürmekten ziyade kişinin ifade ettiği manevî
ihtiyaçlarına cevap veren çabalarda bulunmak.
4.) İhtiyaç doğrultusunda sunulan
manevî bakım, bakım aktörleri ve bakıma muhtaç özürlüler
arasında güvenilir, samimî ve duyarlı bir ilişki üzerine
kurulmalıdır.
5.) Manevî bakım, bakıma muhtaç
özürlünün sosyal ve manevî kaynaklarını dikkate alan ve
dinî uygulamalara da imkân tanıyan bir şekilde
plânlanmalıdır.
6.) Bakım aktörleri, bakım plânında
manevî bakım unsurlarının yazılı olarak yer almasının
önemini bilmelidirler.
Bütün bu görev ve ilkelerden sonra
bakım aktörleri, bakıma muhtaçlığın manevî faydalarını
bütün boyutlarıyla bilmeli ve bu durumu bakıma
muhtaçlara güzel ve ikna edici bir üslupla
anlatabilmelidir. Manevî telkinlerde bulunurken üzerinde
durulması gereken önemli bir husus da şudur: Bakıcı
aktörlerinin, başkalarının manevî ihtiyaçlarını fark
edebilmeleri için, öncelikle kendi maneviyatlarını
keşfetmeleri gerekmektedir. Hayatın akışı içinde bakım
aktörlerinin edindikleri meslekî tecrübelerin yanında
Allah’a olan inançları, hayatın ve ahiretin anlamına
ilişkin doğru tasavvurları, güzel ahlâk ve diğer manevî
kaynaklarına ilişkin farkındalıkları, bakıma muhtaç
özürlülerin manevî ihtiyaçlarını giderme bakımından daha
etkili olmaktadır.
Diğer taraftan manevî (dinî) değerler
ekseninde yapılacak telkinler, sadece idrak boyutuyla
uygulanması kendi başına yeterli değildir. Manevî telkin
yöntemlerini itikat boyutuyla kalben tasdik etmenin
önemi büyüktür. Bakım aktörleri tarafından inanç
boyutuyla mânen sindirilmemiş manevî bakım yöntemlerinin
uygulanmaya konulması, bakıma muhtaç özürlü üzerinde
olumlu ve kalıcı bir etki yapamaz. Manevî bakım alanında
meslekî faaliyetlerde bulunmak isteyen bir eleman,
anlayıp hazmettiği manevî telkin yöntemlerini inançla ve
samimiyetle uygulamalıdır. Maneviyat şuuruyla ve gönül
diliyle seslendirilmemiş telkin sözleri, ne kadar
yaldızlı olsa da yine de ruhlar üzerinde kalıcı bir etki
icra edemedikleri bilinmelidir. Manevî telkinlerde
etkili olabilmek için, bakım hizmetlerinde yer alan
personelin ruhu, manevî, bedenî ve cismanî ihtirasların
ve sapmaların baskısı altında olmamalıdır.
Bakım aktörleri, manevî telkinlerin
içeriğine inandıkları kadar ancak inandırıcı
olabilirler. Bakıma muhtaçlığa dönük manevî faydalar
eksenindeki hakikatleri hissettiği kadar muhataplarına
hissettirebilir. Bundan dolayı da bakım aktörlerinin
gönül dili güçlü olmalıdır. Tavsiye ve telkinin gerçek
değeri ve tesirinin şifreli anahtarı, kalp ve ruhun
derinliklerinde aranmalıdır. Bakım ahlâk ilkelerini
benimseyerek ve güler yüzle uygulayan, gönülden konuşan
bakım aktörleri, fıtratları müsait ve kalpleri açık
muhataplarının üzerinde er veya geç etkili olacaktır.
2.2. Bakıma Muhtaçlığın Manevî
Avantajları Çizgisinde Özürlülere Telkin ve Teselliler
Bakıma muhtaç özürlülerin her şeye
rağmen hayata olumlu nazarla bakmalarını sağlayacak ve
özel durumlarının perde arkasında ebedî âleme ışık tutan
rahmetlerin gizli olduğunu gösteren aşağıdaki teskin ve
teselliler, manevî terapi, rehabilitasyon ve tekâmül
çalışmalarının en önemli araçlarındandır.
2.2.1. Bakıma Muhtaç Özürlü
Tevekkül ve Teslimiyet Göstermelidir
Tevekkülde, iyi veya kötü olarak
yorumlanan neticeyi kabul edip, ne aşırı sevince, ne de
aşırı üzüntüye kendini vermeden, Allah’a tam teslim
olmak vardır. Tevekkül ehli bir kişi, en iyi neticeyi
almak için, yine de dünyevî boyutuyla maddî ve manevî
şartlara uygun olarak gerekli tedbirleri alır,
yapılabilecek işleri noksansız ifa eder, ancak her türlü
riske ve ihtimale karşılık neticeyi yine de Allah'tan
bekler.
Bazı bakıma muhtaçlar, tıbbî tedavi
ve rehabilitasyon hizmetlerinin etkisiz kaldığını ve
dolayısıyla durumlarının düzelmesinin mümkün olmadığını
gördüklerinde çoğu zaman ümitsizliğe düşmektedir. Bakıma
muhtaçlığın manevî faydalarından habersiz olanlar,
durumlarına rıza göstermedikleri gibi, kadere âdeta
isyan ederler, sağlıkları ve gelecekleri ile ilgili
aşırı ve lüzumsuz merakların içine dalarlar.
Hâlbuki “O
kimseler ki, başlarına bir musibet geldiğinde 'Biz
Allah'ın kullarıyız; dönüşümüz de ancak O’nadır' derler”
sırrıyla bakıma muhtaç özürlüler, kaderlerine razı olup
aktif sabrederlerse manen rahatlarlar ve bakıma
muhtaçlığın manevî faydalarından haz almaya başlarlar.
Tevekkül eden, yani çaresizlik halinde kalbini sadece
Allah’a çeviren ve kurtuluşun yalnızca O’nda olduğuna
inananın bu duruş, başlı başına büyük ve halis bir
ibadettir. Hâline rıza gösterebilen bakıma muhtaç
özürlüler, içinde bulundukları durumu şuurlu bir şekilde
değerlendirebildikleri için, bakıma muhtaçlıkları
hakkında acele hüküm vermezler, sabrederler ve
hayatlarını insan-ı kâmil ufkuna göre plânlarlar.
Bakıma muhtaç hâliyle sarsılmayan ve
kaderin tecellileri karşısında huzur duyabilecek
seviyeye gelmiş bakıma muhtaç özürlüler, tam anlamıyla
rıza şuuruna da kavuşmuş olurlar. Zaten rıza da,
başkalarının üzülüp, şaşırıp dehşete düştükleri olaylar
karşısında gönül mekanizmasının sükûn ve huzur içinde
olmasıdır. Bu yönüyle bakıma muhtaç özürlüler,
başkalarına ne kadar bağımlı olursa olsun, haddizatında
manen güçlüdürler. “İnsanların en güçlüsü olmak isteyen
kimse Allah’a tevekkül etsin”
hadisi de zaten buna işaret eder.
O halde değişik sıhhî musibetlerle
imtihan olan bir kişi, kalbi ve vicdani ile Allah’a tam
güvenmelidir. Bu şekilde bir güven olmazsa, tevekkülden
de bahsedilemez. Haddizatında kalp kapıları başkalarına
da açık kaldığı sürece hakikî tevekküle ulaşılamaz.
Güven ve tevekkül dolayısıyla iç içedir. Yaratan da
zaten inananlardan bu tarz bir tevekkül şuuru
istemektedir. Kuran-ı Kerim’de geçen şu ayet, buna açık
bir delildir: “Tevekkül edecekler, başkasına değil,
sadece ve sadece Allah’a güvenip dayansınlar” (İbrahim;
14/12). Güvenmenin dereceleri de olacak ki bu sefer
Yaratan, bir başka ayetinde şöyle buyurmaktadır: “Gerçek
müminler iseniz Allah’a itimad-ı tam (tam güven) içinde
bulunun” (Maide; 5/23).
Kalbin kapılarını O’ndan başkasına
bütünüyle kapalı tutan gerçek bir mümin, bedenini
ubudiyete (kulluğa) ve kalbini de Yaratan’a kilitleyerek,
Allah’a büsbütün güvenir. Sebepler dairesinde arızasız
sebeplere riayet edip, Yaratan’ın tasarrufunu ümitle
bekleyen kişi, tevekkül görevini layıkıyla ifa edeceği
için, bir ileri boyut olan teslimiyet mertebesine ulaşır.
Demek ki tevekkül, teslimiyeti doğurur. Tevekkül, imanî
süreç açısından bir başlangıç, teslimiyet ise onun tabiî
neticesidir. Teslimiyet ruhuyla her şeyi Allah’a havale
edip, yine her şeyi O’ndan bekleyen kişi, bu sefer
teslimiyet yolunda daha ileri bir noktaya ulaşır ve bu
ilerlemiş hâliyle sebepler dairesinden sıyrılır,
vasıtaları gönlünden çıkarır ve Allah’a bütün manevî
duygu ve kaynaklarıyla tam bir kulluk şuuruyla teslim
olur.
Allah’a teslimiyet, Yaratan’a
yönelmek ve O’na sığınmak anlamına gelir. Acıların ve
ızdırapların hakkından gelecek olan tevekkül ve
teslimiyet kapısı, bakıma muhtaç olan her garibe her
zaman açık bir sığınaktır. Teslimiyet, insanın kalbinde
Yaratan’a karşı bir sevgi eğilimi ile başlar. Kişi,
Yaratan’ı severse, Yaratan da kendini seveni fazlasıyla
sever. Allah’a teslim olmak aynı zamanda O’nun rızasını
kazanma arzusunun bir ifadesidir. O’nun rızasını elde
eden gerçek anlamda mutlu bir insandır. Nitekim son
Peygamber, bir hadislerinde buna işaret etmektedirler:
“Allah’ı Rab, İslâm’ı din, Muhammed’i nebi kabul edip
razı olan, imanın manevî zevkini tatmış olur”.
Bakıma
muhtaçlıktan bütün çabalarına rağmen kurtulamayan bir
özürlü, bu durumdan sonra artık “kaderim böyleymiş”
demek suretiyle Allah’a teslimiyetini gösterebilmelidir.
Çünkü bakıma muhtaç kişinin durumunu Allah’tan başka
hiçbir güç değiştiremez. Bunu idrak edip kabul edenlere,
Allah çok merhametli olacağını Kuranı-ı Kerim’de
müjdelemektedir: "Eğer Allah sana bir zarar
dokundurursa onu yine O'ndan başka giderecek yoktur.
Eğer sana bir hayır dilerse O'nun keremini geri
çevirecek (hiçbir güç) yoktur. O hayrını kullarından
dilediğine eriştirir. Çünkü O bağışlayan ve çok merhamet
edendir." (Yûnus; 10/ 107).
Elinden hiçbir
şey gelmediği, sonucu asla değiştiremeyeceği durumlarda
kişi aczini daha iyi idrak eder ve teslimiyeti de daha
güçlü olur. Bu teslimiyet, ümitsizliğin, karamsarlığın
ve üzüntünün giderilmesini sağlayan manevî bir ilaçtır.
Allah’a sığınmanın ve tam teslim olmanın
sonucunda O’nun rızasını kazanan bakıma muhtaç kişiye
dünyaya bakan yönüyle de birçok manevî avantajlar
verilir. Mesela bakıma muhtaç özürlü, bu aşamadan sonra
Allah’ın takdir buyurduğu her şeyi gönül rahatlığıyla
karşılar ve zahiren sıkıntılı görünen acı hadiseleri
O’ndan bilir ve neticede durumundan şikâyetçi olmaz.
2.2.2. Bakıma Muhtaç Özürlü
Maneviyata ve İbadete Yönelmelidir
Namaz, oruç, dua, tefekkür gibi
ibadetler, insan ve yüce Yaratan arasındaki
münasebetinin kopmaz manevî bağlarıdır. İnsan, bu manevî
bağlarını ibadetleriyle güçlendirerek, imanın lezzetine
varır ve varlığına bir anlam kazandırabilir. İnsan,
fıtratında hem nefsaniyetten, hem de melekiyetten
(maneviyattan-nurdan) manalar taşıdığı için, ihlâslı
ibadetler sayesinde manevî tekâmül yolunda ilerleme
fırsatları bulabilir. “İbadetlerin en faziletlisi, az da
olsa devamlı olanıdır”
sözünden hareketle kişi, kalp ve ruhun gayb (ulûhiyet)
âlemiyle münasebetlerini az da olsa sürekli olarak fa
edilen ibadetlerle ancak inkişaf ettirebilir.
Son Peygamber’in, bakıma muhtaçlık
hâlinin ibadet hükmünde değerlendirileceğine dair bir
hadisleri mevcuttur. “Hayâ süstür. Takva şereftir. En
hayırlı binek sabırdır. Musibet (bela) anında azizi ve
celil olan Allah’tan kurtuluş beklemek de ibadettir”.
Bakıma muhtaçlık, insanın zayıf yönlerini ortaya
çıkartması hasebiyle o çaresizlik hâliyle kişi, kulluk
şuurunu daha kolay idrak edeceğinden Yaratan’a ibadet
etmede daha büyük bir eğilim gösterebilir.
Kişinin aczini idrak ederek içten
yaptığı ibadetlerin değeri, Allah katında daha üstündür.
Bakıma muhtaç inançlı bir özürlü, her ne hâlde olursa
olsun, farz ibadetlerini şu veya bu şekilde her zaman
yerine getirmeye gayret gösterir. Bakıma muhtaçlığından
dolayı diğer ibadetlerine yerine getirmese de Allah, bir
manevî tazminat olarak kendisine yine de sevap verir.
Nitekim Peygamberimiz, “muttakî bir mümin, hastalık
sebebiyle yapamadığı daimî virdinin (belli zamanlarda
yapılan zikir) sevabını, hastalık zamanında yine kazanır”
buyurmaktadır.
2.2.3. Bakıma Muhtaç Özürlü Emanet
ve Kulluk Şuurunu Geliştirmelidir
Sahip olduğumuz sağlıklı bedenimiz ve
tam teçhizatlı organlarımız haddizatında bize birer
emanet olarak verildiğini düşünecek olursak, biz bu
emaneti iyi korumak ve kollamakla yükümlüyüz. Bizden
kaynaklanmayan sebeplerden dolayı bu emanetlerin
bazılarında belirli olumsuzlar ve bundan dolayı da
bedenî bazı rahatsızlıklar meydana gelmiş ise, bundan
kişi mesul tutulamaz. Ancak, verilen emanetin de kısmen
veya tamamen geri alınmasından da kişi, şikâyet hakkına
sahip olamaz. Bedenimiz, iç ve dış organlarımız, gerçek
anlamda bizim mülkümüz değildir. O hâlde bunların
işlevselliğinin yitirilmesi karşısında isyan etmenin de
bir anlamı ve faydası yoktur.
Bizleri yoktan var eden Allah, her
yaratılanın gerçek maliki olduğu gibi, bedenimizin de
sahibidir. Bedenimizin asıl ve tek sahibi, mülkünde
istediği gibi ve istediği zaman sınırsız olarak tasarruf
hakkına sahiptir. Bedenimizdeki geçici veya kalıcı
rahatsızlıklar da netice itibariyle O’nun iradesi ile
tahakkuk ettiğine göre, bize sabır, tevekkül ve
teslimiyet içinde rıza göstermenin dışında bir görev
düşmez. Hadiseye bu perspektifle bakıp görebilen bakıma
muhtaç özürlü, durumunu hakka’l yakîn
derecede anlamış olur ve bunun hikmeti üzerinde durma
ihtiyacını da başkalarına göre daha çok hisseder.
Diğer taraftan bakıma muhtaçlık
durumu, belki de bakıma muhtaçlık şiddetine göre kişinin
ruh dünyasında değişik derecelerde kulluk ilhamı
doğurur. Bakıma muhtaçlık gibi birden ortaya çıkan bazı
musibetler, insana vereceği manevî şok tesiriyle
fıtratının rayına oturmasına yardımcı olur. Hayatına
yeni bir anlayış ve istikamet kazandırır. Kişi, bazı
şeyleri belki de ilk kez idrak etmeye başlar, hataların
bir soncu olarak bu duruma düşmüş ise tövbe ile kulluk
görevine dönme fırsatı bulabilir. Kulluk şuurunu bu
vesile ile yakalamış olan bakıma muhtaç özürlü, kibir,
gurur, kendini beğenmişlik gibi kötü duygularını da
kolayca terk edebilir.
2.2.4. Bakıma Muhtaç Özürlü Aktif
Sabır Göstermelidir
Sabır, dinin gösterdiği yolda sebat
etme, sosyal hayatta veya beşerî münasebetlerde
doğabilecek bir çok olumsuzluğa ve acıya katlanma,
insanın kendi gücü ve iradesi dışında ve maddî-manevî
yönleriyle değişik türde tezahür eden sıkıntı, bela,
musibet, güç ve meşakkatlere (Örn.: ölüm, hastalık,
sakatlık, tabiî âfet, işsizlik, ekonomik kriz, fitne
vb.) karşı heyecana kapılmadan, tedirgin olmadan, fevrî
hareketlerde bulunmadan, paniğe kapılmadan, şikayet
etmeden fakat soğukkanlılıkla mukavemet etmektir.
Allah, “Demek ki, zorlukla beraber
bir kolaylık, muhakkak güçlükle beraber bir kolaylık
vardır”
buyururken, değişik bedenî rahatsızlıkların yol açtığı
keder ve gamdan sonra rahatlığın, kolaylığın geleceğini
müjdelemektedir. Bakıma muhtaç özürlü, aktif sabır
gösterir ve hâline olumlu yönde bakmaya başlarsa, içinde
bulunduğu durumdan fiilî anlamda tam olarak kurtulamasa
da, mânen kendini rahat hissedecektir.
Hz. Mevlana, böyle durumlarda şöyle
tavsiyelerde bulunmaktadır: “Gam düşüncesi, sevinç
yolunu keserse, üzülme; Çünkü o gam, senin için sevinç
ve neşe hazırlamaktadır”.
Demek ki sabretmenin sonunda kişi, er veya geç, belki
daha dünyada ama mutlak anlamda ahirette manevî
lezzetlerin yeşermesine vesile olan neşe ve mutluluğunu,
olumsuz olarak gördüğü ve keder zannettiği bakıma
muhtaçlık sayesinde kazanacaktır.
Musibetlere karşı sabır, tevekkül ve teslimiyetin bir
neticesidir. Sabreden bakıma muhtaçlar, “Muhakkak ki
Allah, tevekkül edenleri sever” (Âl-i İmrân; 3/159) ve
“Muhakkak ki Allah, sabredenleri sever” (Âl-i İmrân;
3/146) ayetlerindeki sevgiye mazhar olur. Sabırsızlık
ise Allah'tan şikâyeti içerir. O’nun fiillerini tenkit
ve rahmetini itham ve hikmetini beğenmemek manasına
gelir.
Bakıma muhtaçlara sıkıntı ve keder veren Yaratan, aynı
zamanda sabır kuvvetini de vermiştir. Bakıma muhtaç
özürlü, sabır kuvvetini yerli yerinde kullanırsa, bakıma
muhtaçlığın doğurduğu her sıkıntıya tahammül
gösterebilir. Hâlbuki hâlinden şikâyetçi olanlar,
çoğunlukla geçmiş günlerde çektiği acıyı ve gelecekteki
muhtemel sıkıntıları düşünür ve bundan büyük manevî
ızdıraplar görürler.
Her insan, hayatında değişik
derecelerde ve değişik alanlarda manevî imtihanlara tâbi
tutulur. Bu gibi durumlarda, Yaratan, insanlara şunları
tavsiye eder: “Ant olsun ki sizi biraz korku ve açlık;
mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz azaltma
(fakirlik ve hastalık) ile deneriz. (Ey Peygamber)
Sabredenleri müjdele. O sabredenler, kendilerine bir
bela geldiği zaman: Biz Allahın kullarıyız ve biz ona
döneceğiz derler. İşte Rabbinden bağışlamalar ve rahmet
hep onlaradır ve doğru yolu bulanlar da onlardır”
(Bakara; 2/154-157).
Allah, manevî imtihanı nasıl
başarabileceğimizin yolunu da gösterir: “Bir de sabır ve
namazla Allah’tan yardım isteyin. Gerçi bu (nefislere)
pek ağır gelirse de (Allah’a) saygısı olan kimselere
ağır gelmez”. (Bakara; 2/ 45). Sabretmek ve bununla
birlikte namaz kılıp, Allah’a sığınmak, aktif Müslümanın
bir hasletidir. Bakıma muhtaç özürlü de, içinde
bulunduğu ortamın sıkıcı atmosferinden ancak sabır ve
namazla kurtulabilir. Zor olmakla beraber, tevekkül ve
teslimiyet engellerini aşmış bakıma muhtaç bir kişi için
bu görevlerin ifası, Allah’ın yardımı ile kolay gelir.
Son Peygamber, bu sabır çeşidinin
önemine misaller vererek, vurgu yapar: “Allah Teâlâ
buyurur ki: Kulumu iki sevgilisiyle (iki gözüyle)
imtihan edip de kulum (şikâyet etmeyip) sabrederse iki
gözüne karşılık olarak ona Cenneti veririm”.
"Bu hastalığa tutulup sabrederek, ecir umarsan, karşılık
olarak sana Cennet vardır."
Göz bir örnektir, diğer organlar ve diğer rahatsızlıklar
için de aynı durum geçerlidir.
Bu çeşit sabır, sabrın en yüce
makamıdır ve bunun sevabı da, sevapların en büyüğüdür.
Bundan dolayı Peygamberimiz: "Yâ Rabbi, Sen'den bana
dünya musibetlerini küçültüp kolaylaştıracak bir yakîn
(sağlam iman) istiyorum." diye duâ etmiştir.
Bir hadiste son Peygamber şöyle buyurur: “Kim sabretmek
isterse, Allah ona sabır verir. Hiç kimseye sabırdan
daha hayırlı ve daha geniş bir ihsanda bulunulmamıştır”.
2.2.5. Bakıma Muhtaç Özürlü
Ahireti ve Ölümü Hatırlamalıdır
Ahiret ve berzah (dünya ve ahiret
arası yer) inancı, gaflet ve belki de dünyevî
(toplumsal) unsurların etkisi ile beyinlerde ve ruhlarda
tam olarak gelişemediği için, öbür âlem, karanlık bir
muamma gibi algılanabilmektedir. Hâlbuki öbür âlemin
varlığı, dinî kaynakların yanında kalbî aklın manevî
işaretleri boyutuyla da bir gerçektir. İnsan, er veya
geç yokluğa ve meçhule değil dostlarının ve
sevdiklerinin gittikleri âleme geri dönüşü olmayan bir
yolculuk yapacaktır. İnsan, mahşerde herkes ‘nefsi
nefsi’ dediği zaman, yine ‘ümmeti ümmeti’ diyerek en
kutsi ve en yüksek bir fedakârlık ile yine şefaatiyle
ümmetinin imdadına koşan en son Peygamberin gittiği
nurlu âleme gidecektir.
Ağır ve belki de ölümcül bir
hastalıktan kaynaklanan bakıma muhtaçlık, kişiyi ölümü
ve ahireti hatırlatır. Günlük hayatında belki uhrevî
akıbeti hakkında pek düşünmeyen ve gafletin karanlığında
bile yaşadığını farkına bile varmayan bir insanın,
bakıma muhtaç hâle geldiğinde hayata bakışı da
farklılaşmaktadır. Bakıma muhtaçlık, kişinin acziyetini
gösterdiği için, zihnî plânda kulluk şuurunun oluşmasını
da sağlamaktadır. Bakıma muhtaç kişi, ahirette hesap
vereceğini daha yakin hisseder ve Yaratan’ın rızasını
kazanacak bir şekilde hayatına yeniden bir şekil verir.
Musibet gibi görünen bakıma muhtaçlık hâli, kişiye
manevî bir bakış ufku kazandırdığı için, ilâhî bir
hediye olarak algılanmaya başlar. Bakıma muhtaçlık hâli
yaşanmasaydı belki de o kişi, hayatı boyunca Yaratan’dan
tamamen veya kısmen kopuk olarak bir hayat sürdürecekti.
Bakıma muhtaçlık durumu, kişinin daha
hayattayken manevî dirilişine yardımcı oluyor ise
kişinin içinde bulunduğu durum bir rahmet vesilesinden
başka bir şey değildir. Bu durumda olan bir kişi,
ahirete yönelik kalıcı bir manevî şifa kaynağını elde
etmiş olmaktadır. Tersi bir durumda kişi, geçici olarak
herkesçe bilinen dünya hayatında sağlıklı ve kimseye
bağlı olmaksızın rahat fakat ahirette geçerli olan
manevî şifa kaynaklarından mahrum olarak bir hayat
sürdürmüş ise o kişinin ölümü, manevî ölümü de
olacaktır. Hâlbuki hayatı boyunca ahirete inanarak
yaşamış bir bakıma muhtaç bir kişinin ölümü, aynı
zamanda manevî dirilişi olacağı gibi bütün
rahatsızlıklarından arınmış azamî sağlığın ebediyeti de
olacaktır.
Bakıma muhtaçların dünyada iken
yeniden eski sağlıklarına kavuşamamaları, uhrevî
boyutuyla manidardır. Belki de burada birçok manevî
fayda gizlidir. “Dünyadaki sıkıntı anları, ahiretteki
sıkıntı anlarını yok eder”
hadisini duyan herhangi bir bakıma muhtaç özürlü,
ahirette tam anlamıyla her türlü bedenî
rahatsızlıklardan kurtulacağına inanarak, bunun gereğini
yerine getirme şuuruna erişebilir. Dünyada sağlığına
yeniden kavuşamayacağını ama buna mukabil belki de öbür
âlemde herkesten daha çok sağlıklı olacağını ümit eden
bakıma muhtaç bir özürlü, kendisine özel olarak sunulan
manevî şifa kaynaklarının aslında manevî bir imtiyaz
olduğunu anlar ve Yaratan’a yönelik şükrünü de bu
inançla ifa eder.
Dünyevî hayatın sonu olan ölüm, ebedî
hayatı sağlayan bir mekân değişikliğinden başka bir şey
değildir. Dünyevî hayat, büsbütün değersiz değildir.
Ebediyete yapılacak yolculuğa bir hazırlık ve imtihan
mekânı olmasından dolayı dünya hayatı değerlidir, iyi
değerlendirilmesi gereken bir zaman dilimidir. O zaman
dilimini değerli kılabilmenin yolu da, ruhun bedeni terk
ettikten sonra da hayatın devam edecek olmanın inancı ve
şuuruyla yaşamaktan geçer.
2.2.6. Bakıma Muhtaç Özürlü Şükür
İçinde Bulunmalıdır
Terim olarak şükür; kulun, Allah’ın
ihsan ve iyiliklerini takdir etmesi, memnuniyet
göstermesi, Allah’ın kadir ve kıymetini bilmesi, Allah’a
iyiliklerinden dolayı dili ve kalbi ile ve beden azaları
ile teşekkür etmesi, Allah’ın iyilikleri karşısında
Allah’a minnet duyması demektir.
Kuran-ı Kerim, “Şüphesiz bunda sabreden ve şükreden
herkes için âyetler (ibretler) vardır” (İbrahim; 14/5)
buyurur. İslâm âlimleri, bu âyetten, imanın bir bütün
olduğu, sabır ve şükürden oluştuğu anlamını çıkarırlar.
Nasıl ki sabır, imanın yarısı ise, diğer yarısı da
şükürdür.
Bakıma muhtaç özürlü, imanını kemale
erdirmek adına sabrın yanında şükür görevini de ifa
etmelidir. Sağlıklı insanlara bakarak, hâlinden
şikâyetçi olmamalıdır. Bunun yerine kendinden sağlık
noktasında aşağı derecelerde bulunan çaresiz hastalara
ve ileri derecede bakıma muhtaçlara bakıp hâline
şükretmelidir. Bakıma muhtaç özürlü, yitirdiği
nimetlerden (beden fonksiyonlarından) ziyade sahip
olduğu bütün diğer nimetleri (işleyen diğer bedenî
fonksiyonlarını) göz önünde bulundurarak, bunlar için
kalbî, kavlî (sözel) ve fiilî (amelî) şükürde
bulunmalıdır. Şükrü eda edilen nimetleri (bu dünyada
veya ahirette) fazlasıyla hediye ve bağışların tâkip
edeceği unutulmamalıdır. Nitekim Allah, Kuran-ı Kerim’de
buna açıkça işaret etmektedir: “Eğer şükrederseniz Ben
de nimetimi artırırım; Şayet nankörlük yaparsanız,
biliniz ki azabım çok şiddetlidir” (İbrahim; 14/7).
Hz. Ömer’in musibetlerin karşısındaki
tutum ve davranışı, örnek olması açısından çok
enteresandır. Hz. Ömer’in aşağıdaki sözleri, bize
musibetlerin karşısında daha olgun ve metanetli olmamızı
göstermektedir. “Belayı Cenabı Hak göndermiştir. Belayı
sevgili gönderdiği için, tatlı olur. Allah-u Teala’ya,
bundan daha büyük bela göndermediği için şükrederim.
Allah-u Teala, insanlara boş yere, faydasız bir şey
göndermez. Bir belaya karşılık, ahirette çok nimetler
ihsan eder. Dünya belaları az, ahiretin nimetleri ise
sonsuz olduğundan, gelen belalara sevinirim.”
Allah, bakıma muhtaçlar dâhil bütün
insanlara hayatlarında yaşadıkları olaylar karşısından
şöyle bir tavır almalarını emretmektedir: “Siz Beni
zikredin (anın) ben de sizi zikredeyim. Bana şükredin,
fakat asla nankörlük etmeyin”. (Bakara; 2/152). Bakıma
muhtaç özürlü, şikâyetçi olmayıp şükredince hadiselerin
olumlu (manevî) yönlerini görmeye başlayacak,
iyimserliğin hazzını tadarak daha dünyada iken manevî
huzuru ve mutluluğu yakalayacaktır. Şükretmek; Allah’a
güvenmek demek, hayata ve hadiselere hep müspet yönden
bakıp, iyimser olmak demektir. Şükür, kulluk, Allah'tan
razı olma, kadere iman ve tevekkül şuurunu çok ileri bir
boyuta taşır, kişinin manevî olgunluğuna erişmesine ve
insan-ı kâmil olmasına yardımcı olur.
İmam-ı Gazali, kişi bilmese de her
belada bir hayrın varlığına işaret ederek, her çeşit
belaya beş sebepten dolayı şükredilmesi gerektiğinin
altını çizer:
1.) Bedene ve dünyaya ait musibetler,
gerçek (manevî) anlamda bir bela değildir: Din, iman ve
ahiretle ilgili olmayan ama bedene veya mala gelen
zararlar, şükre vesile olmalıdır. Bir hırsız, evin bütün
eşyasını çalabilir ama şeytan insanın kalbine girip de
imanını çalmadığı için, hâline şükretmelidir. İnsanın
bedeni tamamen felç olabilir, ama ahiretini kurtaracak
aklı ve kalbi sağlam kaldığı için, Yaratan’ına
şükretmelidir.
2.) Her bela, başka bir belanın
yanında hafiftir: “Daha beteri olmayan hiçbir bela
yoktur” düsturundan hareketle hiçbir hastalık yoktur ki,
ondan da beteri olmasın. Daha şiddetlisine uğramadığı
için, kişi halinden memnun olmalı ve şükretmelidir. Bir
kişinin, bedenine zarar verecek aşırı derecede kötü
alışkanlıları yüzünden normal şartlarda bütünüyle beden
fonksiyonlarını kaybetme riski ile karşı karşıya geldiği
hâlde kısmen felç olması, şükrü gerektirir. Tevekkül
ehli (ve-fakat kendini günahkâr sayan) birinin başına
bir leğen dolusu kül dökülür. O, bu durumu şu şekilde
değerlendirir: “Ben normal şartlarda ateşe müstahaktım.
Sadece külle cezalandırılmam, bütünüyle bir nimettir”.
Böyle bir bakış ve amelî yaklaşım, şükür olarak
değerlendirilebilir.
3.) Hiçbir ceza yoktur ki, ahirete
kalınca daha büyük olmasın: Dünyada çekilen cezaların
birçoğu ahiret cezalarının yerine geçer ve dolayısıyla
ahiretteki cezaların ortadan kalkmasına sebep olur.
İslâm Peygamberinin şu sözleri, kalpleri ferahlatıcı ve
kişileri ümitlendiren bir etki yapmaktadır: “Bir kişiye
dünyada ceza verilmişse ona ahirette ceza vermezler”.
Eğer bir hekim, hasta bir kişiye uzun ve sıkıntılı bir
teşhis sürecinde acı veren tedavilerde bulunursa bu
şükre vesile olmalıdır. Çünkü bu kadar acı ile belki de
kişi, kalıcı ve büyük bir hastalık acısından kurtulmuş
olur.
4.) Bela, kader planında tayin
edilmiştir: Lehvi mahfuzda yazılı olan her şey, bir gün
mutlaka gerçekleşeceği için, her şey gününü ve zamanını
bekler. Yani olacak bir şey, aslında yoldadır. Kaderin
bir tecellisi olarak olumsuzluklara yol açabilecek bir
şey gerçekleştiği hâlde sonuç itibariyle herhangi bir
zarar meydana gelmemiş ise, kişi şükretmelidir. Mesela,
bir kişi attan düşse ve bedeninde herhangi bir ezilme
veya kırılma meydana gelmemişse hemen Allah’a
şükretmelidir. Çünkü attan düşmek kaderde yazılı idi.
Yani attan düşme mutlaka olacaktı. Ancak kişi bu
düşmeden dolayı bedende doğabilecek herhangi bir arızayı
ve zararı savdığı için, şükretmelidir. Attan düşüp
bacağını kıran başka bir kişi de şükretmelidir. Çünkü
bir değil iki bacağını da kırabilirdi veya kafası bir
taşın üzerine düşüp beyin kanamasından da ölebilirdi.
5.) Dünyaya ve bedene ait belalar,
ahiret sevaplarına sebep olur: Dünyaya ve bedene ait
musibetlerle kişi, büyük sevaplar kazanabilir. Bu büyük
sevaplarla da kişi, birçok kişiye göre daha rahat bir
şekilde Cennete girebilir. Bu uhrevî avantajdan dolayı,
malına veya bedenine zarar gelen kişi, Allah’a
şükretmelidir. İslâm Peygamberinin, bu uhrevî avantajı
teyit eden birçok hadisi vardır. “Cennette çok
dereceler, duraklar vardır. Ama kişi, cehdederek, ona
erişemez. Allah, o kişiyi bela ile o makama eriştirir”.
Afiyet (nimet) ehli, kıyamet gününde bela çekenler için
verilen büyük (manevî) dereceleri görünce afiyetten
şişen etlerini makasla kesmek isterler”.
SONUÇ
Bu dünyada cereyan eden bakıma muhtaçlık gibi zahirî
musibetlerin Yaratan’ın isim ve sıfatlarının yanında
ahirete ve kadere bakan bir yönü vardır. İnsanın
yaratılmasındaki maksatlardan biri de Yaratan’ın
isimlerinin yansımalarını, daha dünyadayken görmek ve
hadiselerin uhrevî ve kaderî boyutlarını düşünmektir.
Hâl böyle olunca musibetlerin bu gayeye yönelik
neticeleri ve gayeleri önemlidir.
Hadiselere bu manevî perspektiften baktığımızda dinî
anlamda bir musibet olmayan bakıma muhtaçlığın, bazı
hikmetler dâhilinde, Yaratan tarafından bazı özel
insanlara gönderilmiş manevî bir hediye, bir ihsan veya
bir ikaz olduğu söylenebilir. Makalede manevî boyutuyla
tanımlanan ve değerlendirilen bakıma muhtaçlığın manevî
faydaları tek tek belirlenmiş ve bu istikamette bakıma
muhtaç özürlülere ve aile fertlerine manevî telkinler
geliştirilmiştir. Bakıma muhtaçlığın, kişinin manevî
dünyasındaki olumlu etkisi ve bu alandaki istidatlarının
inkişafına vesile olabileceği ve özürlülerin de bu yolla
manevî huzura erişebilecekleri düşüncesi, örnek yaklaşım
ve telkinlerle somutlaştırılmıştır.
Makalede, asıl lezzet, sağlık, saadet ve mükâfat yerinin
bakıma muhtaç özürlü için Cennet olduğu hatırlatılmış ve
bu noktadan dünyevî sıkıntıların aktif sabırla hoş
karşılanması, sağlayıcı sevaplardan dolayı da
şükredilmesi gereğine vurgu yapılmıştır.
KAYNAKLAR
Bediüzzaman Said Nursi; Risale-i Nur
Külliyatından Hastalar Risalesi; Lem’alar; Mektubat;
Mesnevî-i Nuriye; Şualar; Sözler; Yeni Asya Neşriyat;
İstanbul; 2001-2005.
Gülen, Fethullah M.; Kalbin Zümrüt
Tepeleri 1; Nil Yayınları; İzmir; 2005.
Harrington A.; What ıs spiritual care
ın nursing? Australian Nursing Journal, Vol:2; Issue;10;
1995.
Hopfe, Christian; Die
Pflegeversicherung; Verlag Aktüel; München; 1993.
İmam Gazali; Kimya-yı Saadet; Sağlam
Yayınevi; İstanbul; (t.y.).
Puchalski C, Romer AL; Taking a
spiritual history allows clinicians to understand
patients more fully; J Palliative Med 3; 2000.
Seyyar, Ali; Teorik ve Pratik
Boyutuyla Sosyal Bakım; Şefkatli Eller Yayınları;
Genişletilmiş 2. Baskı; Ankara; 2007.
Kuran- Kerim (Kuran-ı Kerim ve İzahlı
Meali; Ahmet Davutoğlu; Çile Yayınları; İstanbul; 1988).
Diyanet İşleri Başkanlığı Din Hizmetleri
Dairesi; I. Din Hizmetleri Sempozyumu (Bugünü
ve Geleceği); Ankara-Kızılcahamam; 03-04 Kasım
2007.
Câmiü-s-Sağir; C. 3; No: 2645; No: 2635.
Konu ile ilgili bir hadis de mealen şöyledir:
“Müslüman’a fenalık, hastalık, keder, hüzün,
eziyet ve iç sıkıntısından tutun da bir diken
batmasına kadar uğradığı her musibete karşılık
Cenâb-ı Hak onun suçlarını ve günahlarını
örter”. (Müslim; Birr 52).
Câmiü-s-Sağir; C. 3; No: 2872 ve No: 2320.
Câmiü-s-Sağir; C. 3; No: 2070.
Puchalski C, Romer AL; ss. 129–137.
Câmiü-s-Sağir; C. 4; No: 3658.
Teslimiyetin ileri bir boyutu, “tefviz” olarak
tanımlanmaktadır. Allah’a kulluk sürecinde
tevekkül, bir başlangıç, teslimiyet onun sonucu,
tefviz de semerisidir. Bir başka ifadeyle tefviz,
her şeyi Allah’a havale etmenin arkasındaki
asaleti, vicdanî bir şuurla itirafın adıdır. Bkz.
Gülen, Fethullah M.; ss. 103–104.
Câmiü-s-Sağir; C. 3;, No 2033.
Yakîn; aksine ihtimal olmayan, kesinlik
derecesinde yerleşmiş sağlam bilgidir. İslâm
literatüründe “Yakîn”in üç derecesi vardır: 1.)
İlme’l-Yakîn (ilim seviyesi): Delil ile elde
edilen ve aklın kabul ettiği kesin bilgidir. Örn.:
Bir kişinin hastalık, özürlülük ve bakıma
muhtaçlık kavramlarını bilmesidir. 2.)
Ayne’l-Yakîn (müşahede seviyesi): Duyu
organlarıyla elde edilen veya tecrübe, deney ve
bizzat müşahede sonucu ile ortaya çıkan kesin
bilgidir. Örn.: Hastanın yanına gidip, bakıma
muhtaçlığını görmesi. 3.) Hakka’l-Yakîn (tecrübe-kalp-sezgi
ve vicdan seviyesi): Marifet mertebesinin en
ileri noktasıdır. İnsanın iç sezgi (ilham)
yoluyla, iç duygularla hissettiği, bizzat
yaşayarak elde ettiği kesin bilgidir. Örn.:
Kişinin bizzat kendisinin hasta ve bakıma muhtaç
olmasıdır.
Buhârî, Edebü'l-Müfred, C. 1, hadis no: 532.
Câmiü-s-Sağir; C. 3; No: 2319.
İmam Gazali; Kimya-yı Saadet; ss. 556-557.