|
Kitapları Arasında:
1 Çalışma
Ekonomisi, 1965, 1968, 1972, 1975, 1978, 1983, 1986, 1990, 1992, 1997. İ.Ü.
İktisat Fakültesi Yayını, Filiz Kitapevi, İstanbul 10. Baskı.
2 Türkiye'nin
Ücret ve Gelirler Siyaseti, Türkiye İşveren Konfederasyonu Yayın:28, 1974.
3 Bölge Şehir
Planlaması Yönünden İstanbul Sanayi Bölgeleri, İstanbul Üniversitesi İktisat
Fakültesi Yayın No:1781/304,1971.
4 Türkiye'nin
Nüfus Meselesi, Boğaziçi Yayınları, No:13,1973.
5 İstanbul
Mensucat Sanayiinin Bünyesi ve Ücretler, İstanbul Üniversitesi, İktisat
Fakültesi, Yayın No:655/83, 1956, İstanbul.
6 İşletme
İdaresi ve Moral ( İngilizce'den tercüme ) Roothlisberger, İşletme İdare
Enstitüsü Yayını, 1960 )
7 İslam,
İnsan ve Ekonomi, Yeni Asya Yayınları, 1992, 1995, İstanbul.
8 Türk ve
İslam Dünyası'nın Yeniden Yapılanması,Yeni Asya Yayınları, 1993, İstanbul,
Nil Yayınları, 1997, İzmir.
9 Dünya İslam
Ticaret Merkezi, Ankara, 1985.
10 Sabahattin
Zaim'in Bütün Makaleleri, 3 Cilt, İşaret Yayınları, İST, 2005.
Makalelerden Bazı Örnekler:
1 Türkiye'nin
Milli Ücret Siyaseti, Sosyal Siyaset Konferansları, İstanbul Üniversitesi,
İktisat Fakültesi, Cilt 20, 1968.
2 İktisadi
Devlet Teşebbüslerinde Prodüktivite ve Rantabilite, Sosyal ve Ekonomik
Konferanslar Heyeti, 1968, Ankara.
3
Sanayileşmenin Türkiye'nin Sosyal ve İktisadi Gelişmesine Tesiri, Sosyal
Siyaset Konferansları, Yayın No: 1122/166, 1965, İstanbul.
4 Sanayileşme
de Beşeri Faktör, Sosyal Siyaset Konferansları, 1960, İstanbul.
5 Avrupa
Ortak Pazarı ve Türkiye, Galatasaray Yüksek Ticaret Okulu Yayın No:3, 1970,
İstanbul.
6 Türkiye'de
Montaj Sanayinin İktisadi Yönü, Refik Şükrü Suvla'ya Armağan İçinde İstanbul
Üniversitesi Yayın No: 1620/295, Sh.123 124, 1977, İstanbul.
7 Türkiye'de
Toplu Sözleşme Düzeninin İktisadi ve Sosyal Sahadaki Tesirleri, İ.Ü. İktisat
Fakültesi Sosyal Siyaset Konferansları, İstanbul.
8 Çalışma
Barışı, Fındıkoğlu'na Armağan İstanbul Üniversitesi Yayın No: Sh. 123124,
1977, İstanbul.
9 İslam
Ülkeleri Arasında İktisadi İşbirliği İmkanları, Orhan Tuna'ya Armağan,
Kitabında: Cilt; 31, Sh:5567, İstanbul.
10 Toplu
Sözleşmelerde Değişken Ücret Uygulaması ( EŞELMOBİL ), İ.Ü. İktisat
Fakültesi, Sosyal Siyaset Konferansları, Cilt:3233, İstanbul, sh:143.
11 İşçi,
İşveren Kuruluşlarının Sosyo Ekonomik Önemi, MESS Yayınları, No:94, 1985,
İstanbul, Sh:87110.
12
SocioEconomic Problems Of Rapid Urbanization, " The Middle East City,
Ancient and Tradations a Modern World", Paragon House Publishers, Newyork,
1987, Sh:305324.
13
Vakıflarımızın İktisadi ve Sosyal Açıdan Değerlendirilmesi, İstanbul
Üniversitesi, İktisat Fak. Sosyal Siyaset Konferansları, Cilt:3738,
İstanbul, 1992, Sh:18.
14
Integration of the Masses in the Development Process, Procceedings of
Internatıonal Seminar on Development from Below, Magosa, KKTC, 1987 (İslam
bankaları ile ilgili)
15 Mimar
Sinan Döneminin İktisadi Durumu, VI. Vakıflar Haftası, Vakıflar Genel
Müdürlüğü, 1998, Sh:4764.
16 "Modern
Education In Turkey " Survey of Muslim Education: TURKEY IN THE Islamic
Academy Cambridge U.K. p.p.:29.1985.
17
Türkiye'nin İktisadi Meselesi İç Borç Faiz Sarmalı, Yeni Türkiye Mecmuası.
Ankara, 1999.
18 Türkiye'de
Demokratik Rejimin İktisadi ve Sosyal Düzenlemesi, Yeni Türkiye
Mecmuası.1999 |
|
Büyükdedeleri,
Konya'dan evladı fatihan olan Sabahaddin Hocam, pek çok kişi gibi benim de
kendisinden ilim ve irfan olarak istifade etme imkanı bulduğum değerli bir
şahsiyettir. Kendisini, 1986 yılında doktora eğitimine başladığım İstanbul
Üniversitesi İktisat Fakültesinde tanıdım. Derslerinde sınıf arkadaşım
(kendi tabiriyle) olmam, yanında doktora tezini kendisinde hazırladım. İlmi
dakikliği ve yol göstericiliği akademik hayatımda bana yol gösterici
olmuştur.
Fakülte'deki
odası Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümünün en sonunda,
kütüphanenin yanındaydı. Kıdemli hocanın usta öğretici gibi olması güzel bir
gelenektir. Bu geleneği hocanın yetiştirdiği tüm akademisyenler takip
ederler.
Hoca,
ülkemizdeki İktisat Fakültelerinde ekol olacakların ilkidir.
Hocamızın
engin hoş görüsü, beyefendiliğinden kaynaklanır. Çünkü; kendisi hem bey
(yani zeamet sahibi) hem de efendi (ilmiye) den gelme bir aileye mensuptur.
Bu özelliği tüm beşeri münasebetlerine yansımıştır. Fikri bakımdan O'na
muhalif olanlar bile O'nun hakkında hep güzel konuşurlar.
İnsanın
hayatında, hele bir akademisyenin pek çok öğretmeni ve ders aldığı kişi
vardır. Ancak bunlardan isimleri ilk planda sayılabilecekler çok azdır.
Sabahaddin Hocamız ismi onun öğrencisi olanlar için ilk olan özelliği olan
bir akademisyendir. Bazen akademik dünyada kolaycılığa kaçmak için hoca
tercih edildiği çok görülür. Ehliyet hususunda o yumuşak tavırlı hocanın
yerini, kılı kırk yaran bir şahsiyet alıverir. Allah kendisine uzun ömür
versin, öğrencilerinin bu arada benim yaptığım çalışmaları, en kısa sürede
tashih eder, tavsiyelerini belirtir ve yol gösterir.
Yaşı ve
sağlık durumuna rağmen, akademik bilimsel hiç aksatmamaktadır. Yıllar önce
İslam Kalkınma Bankasının Kuveyt'te yaptığı seminerlere katılmıştım.
Bankanın ileri gelen danışmanlarına Sabahaddin Hocanın öğrencisi olduğumu
söylediğimde, hemen onlar "Hoca hepimizin hocasıdır" diye karşılık verdiler.
O'nun
hocalığını sosyal bilimlerin her alanında görmek mümkündür. 'Kargadan başka
kuş tanımam' diyerek alanın dışına taşamayanlar, muhakkak Hocamı örnek
olarak kendilerine ufuk çizmelidirler.
İlmin
üstünlüğüne inanan Hocamız uygulamanın dışında da kalmamıştır. Bu yönü ile
teoriyi pratikle en güzel bağdaştırmaktadır. Sözlerinin sağlam ve güvenilir
olmasına dikkat eder. Bunun içinde zaten siyasi kulislerde saygınlığını
korumuştur. Her zaman fırsatı olmasına rağmen, hiç siyasete girmemiştir.
Bunun için yöneticiler ve siyasetçilere tavsiyeleri ve uyarıları bu sebeple
hep etkili olmuştur. O'nun hiçbir siyasetçi veya akademisyene aşırı övgüler
veya yergiler sergilediğine rastlamadık. Çünkü "güzel insanı" model
almaktadır.
Ülkemizdeki
ve Dünyadaki faizsiz bankacılığın ve bu doğrultudaki iktisadi anlayışın
teoride olduğu kadar pratiğinde en büyük emeği olan Hocamızın çok ortaklı
holdinglerle ilgili teorileri manidardır:
1999 yılında
belediye başkanı seçildiğim ilk yıldı. Ramazan ayına tesadüf eden Şeb_i Arus
törenlerine ve arada bir konferans vermek üzere Hocamızı Konya'ya davet
ettik. Rahmetli eşi ile gelen Hoca, benden o zaman Konya'da etkinlikleri
olan holdinglerin başkanlarını çağırmamı istedi. Amaç, holdinglerin
karşılaşacakları muhtemel sonuçları onlara haber vermek ve aralarında
dayanışmayı sağlamak, olumsuzluklara meydan vermemek ve yasa koyucu nezdinde
lobi faaliyetleri yapmak için bir birlik oluşturmaya çalışmaktı. Ben, pek
çok holding yöneticisini arayıp bunu haber verdim ve Büyükşehir Belediyesine
ait Meram Yeni yoldaki misafirhaneye davet ettim. Maalesef bugün isimlerini
bile unuttuğumuz holding yöneticileri gelmediler.
Ülkemizde
İslam ve Türk Dünyası konusunda en önemli çalışmalar da hocamıza aittir.
Tespitleri pek çok akademisyene ve siyasetçiye yol gösterici niteliktedir.
Son
ziyaretinde yaptığı ziyaretlerde daha önceki ziyaretinde gezdirme fırsatı
bulduğum ağaç dikimini de sordu. Çünkü Takkeli Dağı ve Rahmet Bereket
ormanlarını beraber gezmiştim ve bu konudaki tavsiyelerini almıştım.
Sitemizde Yer Alan Röportajını Okuyabilirsiniz:
http://www.sosyalsiyaset.net/documents/sabahattin_zaim.htm
Zaim, Sabahattin; “İşkip’ten İstanbul’a, Kaymakamlıktan
‘Hocaların Hocası’na...”; Sosyal Politikalar Dergisi; İstanbul; Sayı: 01;
Güz 2006. (www.sosyalpolitikalardergisi.com).
Zaim Sabahattin; "Genç İlim
Adamına Nasihatler", I. Genç Akademisyenler Buluşması Açılış Konuşması, 30
Haziran 2007.
PROF. DR. SABAHATTİN
ZAİM HOCAMIZI KAYBETTİK
'İktisadın duayeni' olarak tanınan
SOSYAL SİYASET ilminin kurucularından Prof. Dr. Sabahattin Zaim hocamız,
İstanbul'da tedavi gördüğü hastanede
09 Aralık
2007 Pazar 09:56’da vefat etti. Lenf kanseri sebebiyle yaklaşık 15
gün önce Maltepe'deki Özel Sema Hastanesi'nde ameliyat geçiren Prof. Dr.
Zaim, dün rahatsızlanarak aynı hastaneye kaldırıldı. Yoğun bakıma alınan
hocamız, bu sabaha karşı hayatını kaybetti.
Hocaların
hocası olarak anılan Sabahhattin Zaim, başta Cumhurbaşkanı Abdullah Gül
olmak üzere önde gelen isimlere hocalık yapmıştı. Türkiye Milli Kültür
Vakfı, İlim Yayma Vakfı, Aydınlar Ocağı, İslami İlimler Araştırma Vakfı,
Milletlerarası İslam İktisatçıları Cemiyeti kurucu üyeliği gibi birçok vakıf
ve dernekte hizmetlerde bulunan Türkiye'nin önde gelen iktisat Profesörü
Sabahattin Zaim, yaklaşık bir ay önce bel ağrısı şikayetleriyle geldiği
hastane de tedavi altına alınmıştı. Zaim, dört yıldır üzerinde çalıştığı
hatıralarını kaleme aldığı kitabının tamamlandığını ve içinde bulunduğumuz
ay çıkacağını söylüyordu.
Sabahattin Zaim toprağa verildi
İstanbul'da vefat eden Prof. Dr. Sabahattin Zaim
(81), 10 Aralık 2007 Pazartesi günü
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan Recep Tayyip
Erdoğan'ın da katıldığı cenaze töreniyle son yolculuğuna uğurlandı. Gül ve
Erdoğan, namazın ardından Prof.Dr. Zaim'in tabutunu bir süre taşıdı.
Prof.Dr.
Zaim için Fatih Camii'nde düzenlenen cenaze törenine Cumhurbaşkanı Abdullah
Gül ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın yanı sıra, İçişleri Bakanı Beşir
Atalay, Maliye Bakanı Kemal Unakıtan, Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım,
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Hilmi Güler, Başbakanlık Başdanışmanı Ahmet
Davutoğlu, Saadet Partisi (SP) Genel Başkanı Recai Kutan, SP Genel Başkan
Yardımcısı Prof. Dr. Numan Kurtulmuş, İstanbul Valisi Muammer Güler,
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş katıldı. Törende
siyasilerin yanı sıra, yüzlerce vatandaş da hazır bulundu.
Cenaze
töreni nedeniyle camide yoğun güvenlik önlemleri alındı. Törene katılanlar,
oluşturulan polis noktalarında güvenlik kontrolünden geçirildi. Basın
mensuplarına da cami içerisinde bir bölüm ayırılarak buradan görüntü
almaları sağlandı.
Cumhurbaşkanı Gül ve Başbakan Erdoğan, cenaze namazı sırasında ön safta yer
aldı. Kılınan namazın ardından dualar edildi. Prof.Dr. Zaim'in
öğrencilerinden Prof.Dr. Raşit Küçük, cenaze namazı sonrasında yaptığı
konuşmada, Türkiye'nin çok büyük bir insanını kaybettiğini belirterek,
Prof.Dr. Zaim'in ülkeye sayısız insanlar kazandırdığını söyledi. Prof.Dr.
Zaim'in cenazesi, daha sonra omuzlar üzerine alındı. Cumhurbaşkanı Gül ve
Başbakan Erdoğan da, Prof.Dr. Zaim'in tabutunu cami dışına kadar omuzlarında
taşıdı. Cenaze, toprağa verilmek üzere Edirnekapı Mezarlığı'na götürüldü.
Hakkında
Yazılanlar
Bir Kâmil
insan: Sabahattin Zaim
Hasan Celal Güzel
Dün, kelimenin tam mânâsıyla bir 'insan-ı kâmil'
i, Hocaların hocası Prof. Dr. Sabahattin Zaim'i toprağa verdik. Sabahattin
Hoca, hayatım boyunca tanıdığım her bakımdan mükemmel birkaç insandan
biriydi. Daima mütebessim, nurlu, güzel çehresini yaşadığım müddetçe
unutmayacağım.
O, başlı başına bir mektepti. Allah ve vatan sevgisinin âdeta tecessüm etmiş
hâli gibiydi. Aziz ve mübarek sıfatlarını hak etmiş bir güzel adamdı...
O'nu dinlerken büyük bir milletin şanlı mâcerasını yaşar gibi olurdunuz.
Mostar'da Bulagay Tekkesi'nde yatan Sarı Saltuk, Prizren'de bir müderris,
Üsküp'te bir Akıncı Beyi sanki karşınızda yeşil, çocuksu, gülen gözleriyle
size bakardı. O 'evlâd-ı fatihân'ın timsaliydi.
Hemşehrisi Yahya Kemal'in tasvir ettiği gibi;
'Balkan şehirlerinde geçerken çocukluğum
Her lâhza bir alev gibi hasretti duyduğum'
Zaim Hoca, bugünkü Makedonya'nın İştip kasabasındandı. Dedelerinin zeameti
olduğu için soyadlarının 'Zaim' olduğunu söylerdi. Rumeli'den 8 yaşında
ayrılıp İstanbul'a gelişlerini, çekilen sıkıntıları her zamanki mütevazı
hâliyle anlatırdı.
Zaim Hoca'yı yakından tanıma mazhariyetine erenler, vatan sevgisinin imandan
geldiğini O'nun şahsında idrak ederlerdi. Vardar boylarındaki bir Akıncı
Beyi olarak yaşadı ve bu sıfatıyla Hakk'a yürüdü.
Mülkiye'yi bitirdikten sonra, Anadolu'nun çeşitli
ilçelerinde idealist bir kaymakam olarak çalıştı. Bana özellikle Kâhta
Kaymakamlığı sırasında yaşadıklarını anlatır, Kâhtalıları hep sevgiyle
anardı.
Sonra sıra, İstanbul İktisat Fakültesi'ndeki efsanevî öğretim üyeliğine
geldi. Merhum Sabahattin Hocamız'ın mübarek elleriyle yetiştirdiği fidanlar
büyüyüp Osmanlı Çınarları gibi, genç Türkiye Cumhuriyeti'ne hizmet verdiler.
Ben de, naçizâne son yarım asırlık devrede O 'nun rahle-i tedrîsinden
geçenlerden olduğum için kendimi şanslı addediyorum.
Prof. Dr. Sabahattin Zaim'in yetiştirdiği fidanlar, özellikle Özal ve
Erdoğan dönemine damgalarını vurdular. İnançlı, idealist, vatansever,
milliyetçi kadroların 'birinci dalgası' rahmetli Özal döneminde yaşandı.
Koordinasyonunu Başbakanlık Müsteşarı olarak benim yürüttüğüm bu kadro,
Türkiye'ye 1983-1993 yılları arasındaki 'Altın Dönem' de hizmet verdi.
Zaim'in 'ikinci dalga' kadrosu bugün Türkiye'yi idare ediyor. Düşünebiliyor
musunuz? Dünkü cenaze merasimine gelen ülkenin Cumhurbaşkanı, Başbakanı ve
Bakanlar Kurulu'nun önemli bir kısmı O'nun talebeleriydi.
Bu talebeler, Türkiye'ye ikinci bir 'Altın Dönem'
yaşatmak için uğraşıyorlar.
Sabahattin Hoca çok değerli bir iktisatçı ve
sosyal siyasetçi idi. Merhum Prof. Sabri
Ülgener ekolünü, kendi özgün tezleriyle devam ettirmişti. İslâm'ın ekonomiye
bakışını, yatırım, kalkınma ve refah politikasını O'nun kadar güzel anlatana
rastlamadım. İlmî çalışmalarının yanında, gönüllü kuruluşlarla yakından
ilgilenir, tek tek hepimizle meşgul olurdu. Aydınlar Ocağı'nda, Millî Kültür
Vakfı 'nda, Gönüllü Kuruluşlar Vakfı'nda hep O'nu görürdünüz.
Türk Milleti'nin ruh ve mânâ dünyasını, medeniyetini ve kültürünü O'nun
kadar hazmetmiş ve temsil eden kimseyi tanımadım.
Melek yüzlü, nurlu, güzel Hocamız'ı uğurlarken hüzün doluyum. O'na Cenâb-ı
Hakk'tan rahmet niyaz ediyor, ailesine ve Türk Milleti'ne başsağlığı
diliyorum.
Şimdi O'nun aziz ruhu, belki de ceddi Murâd-ı Hüdavendigâr ile birlikte
Priştine'dedir kimbilir?...
O'nu Mohaç Türküsü'yle teşyi ediyoruz:
'Bir bahçedeyiz şimdi şehitlerle beraber
Bizler gibi ölmüş o yiğitlerle berâber' Ruhun şâd olsun Aziz Hocam...
11/12/2007 Radikal Gazetesi
* * *
HOCALARIN
HOCASI VE İKTİSAD’IN DUAYENİ PROF. SABAHATTİN ZAİM’İN ARDINDAN
Mustafa Turan
“İnsan oldur ki, koya yerine bir eser, eseri
olmayanın yerinde yeller eser.”Sözü sanki rahmetli Zaim Hoca için söylenmiş.
Yurt içinde ve yurt dışında öylesine devasa eserler bıraktı ki, bunlar ne
anlatmakla biter, ne de yazmakla tükenir. Şu fani dünyada her salisesi dolu
dolu tam 81 yıl yaşadı. Zaten malum bir persip vardır. “ Ne kadar
yaşadığınız değil, nasıl yaşadığınız önemlidir.” O da, akisleri evrensel
boyuta yayılan güzel bir örnek hayat yaşayarak, ardında silinmez izler
bırakan abide şahsiyetlerden biri olmuştur.
Benim şahsen, sıra dışı, velüt
ve nev’i şahsına münhasır insanlara ayrı bir sempatim ve alakam vardır.
Onları sıradan, stetükocu ve gelişigüzel insanlardan ayırıp, başıma taç,
gönül tahtıma konuk eylerim. Sabahattin Zaim Hoca da, gönül sarayımın
köşkünde ve baş köşede bağdaş kurup oturan hatırlı konuklarımdandı. İstanbul
Üniversitesi’nin biz öğrencisiyken , o da hocasıydı. Bölümlerimiz ayrı
olmakla beraber , İbrahim Kafesoğu, Abdülkadir Karahan, Nihat Keklik, Ayhan
Songar gibi Zaim Hoca’dan da çok müstefit olduk. 'Âlimin ölümü, âlemin ölümü
gibidir' denir ya, hakikaten sadece Türkiye değil, dünya büyük bir alimi ve
yüce bir insanı kaytbetti. İlim ve insanlık adına üzülmemek mümkün
değildir. O, Cumhurbaşkanların, bakanların,genel müdürlerin,valilerin ve
nice akademisyenlerin gönüllerinde iz bırakan hocasıydı. Halkın içinde,
halkla beraber ve halkın değerleriyle barışık bir mümtaz insandı. 1948’deki
seçimlerde Mülkiye’den CHP’ye tek bir oy çıkınca, İçişleri Bakanı rey
vermeyenlerin isimlerini istemişti. İşte o zaman yönetimin bu yakışıksız
isteğine başkaldıran 4 kahraman kaymakamdan biri de Hoca’nın ta kendisidir.
“Her toplumu 10-15 bin insan
yönetir. Bunlar mühimdir. Bir ülkenin kalkınması, yetiştirdiği I. Sınıf
mütehassıs elemanlarının doğru olarak yetiştirilmesi demektir.Evvela çözüm
üretecek eleman yetiştirilmelidir…Eğer sendikaların istikameti bizim kürsüde
değilde, İdris Küçükömer’in kürsüsünde olsaydı,Türkiye komünist olurdu. 80
yıllık Cumhuriyet dönemindeki kavgaların temelinde din faktörü vardır.”
Diyen Sabahattin Zaim ismi, Sakarya için de ayrı bir anlam ifade eder. Zira
Sakarya Üniversitesi’nin temelini oluşturan Mühendislik Fakültesi’nin kurucu
dekanıdır. Aynı zamanda Sosyal Siyaset Kürsüsünün de kurucu başkanıdır.
Şimdi bu görevi devralan ve kürsü
başkanlığını deruhte eden, Zaim Hoca’nın öğrencisi, benim de çok değerli
dostum Prof. Dr. Ali Seyyar Bey’dir.
Böyle bir yazı yazmadan önce Ali Hoca’yı arayıp başsağlığı dileyerek selefi
ve hocası hakkındaki düşüncesini bir cümlede ifade etmesini istedim. Derin
bir iç çekerek dedi ki “ O, eşi bulunmaz bir Hoca, gönül adamı bir insan ve
yeri doldurulamayacak bir alimdi.” Prof.
DR. Ali Seyyar Beylerin çıkardığı “Sosyal Siyaset Dergisi”inde Zaim
Hoca’nın harika bir röpartajı var. İlgililere okumalarını tavsiye ederim.
Büyükşehir Belediye Başkanı
Sayın Aziz Duran’ın da, kendisinden feragatla rahmetli Hoca’ya çok güzel
bir jest yaptığını öğrendim. Sabahattin Zaim isminin Sakarya’da ebedileşmesi
amacıyla, “Aziz Duran Bulvarı” nın “Sabahattin Zaim Bulvarı” olarak
değiştirme teklifini meclisten geçiren Aziz Başkan’ın bu kadirşinaslığı her
türlü takdirin fevkinde olup, bu tavrıyla gözümüzde ve gönlümüzde bir kez
daha heykelleşmiştir. Zaim Hoca’nın sevenleri olarak Başkan’a minnet ve
şükranlarımızı arz ederiz.
Öte yandan Çağ Kız Koleji de
adını “Özel Sabahattin Zaim Lisesi” olarak değiştirmişti. Okul Müdürü dostum
Sayın İlyas Türkmen Bey’e de teşekkürlerimizi sunarken, başsağlığı
dileklerimizi de iletmiş olalım.
Vefatı ile bütün bir ülkeyi
yasa boğan Prof.Sabahattin Zaim’i minnet ve şükranla anıyor ve Cenab-ı
Hak’tan rahmet diliyoruz. Makamı cennet olsun.
* * *
En Dikkat
Çeken Yönü Gerçek Bir Müslüman Olmasıydı
(Ali Coşkun'un dilinden
Sebahattin Zaim)
"Hocaların Hocası" olarak bilinen Sabahattin Zaim'i en
iyi tanıyanlardan birisi Eski Sanayi ve Ticaret Bakanı Ali Çoşkun. Uzun
yıllar çeşitli sivil toplum kuruluşlarında beraber çalışan Ali Çoşkun ile
Zaim Hoca aynı zamanda akrabalardı... Hoca'yı en son görenlerden biri olan
Ali Çoşkun'a göre Hoca ile kıyaslanabilecek insan sayısı çok az....
Galiba bugün, 'Âlimin ölümü, âlemin ölümü gibidir' hadis-i şerifinin
tezahürünü yaşıyoruz. Sabahattin Zaim Hoca'nın vefatı, sizde nasıl bir his
uyandırdı?
Sabahattin Zaim Hoca, bizi millet yapan milli manevi değerleri yıllarca
örnek olarak yaşatmış, ilim ve sosyal hayatımızın mümtaz bir şahsiyeti.
Kendisinin Hakk'a yürümüş olması, hem Türkiye için hem millet için gerçek
bir kayıp. Kendisi, öğrencileri, dostları ve eserleriyle amel defteri
kıyamete kadar kapanmayacak hakikaten hürmete layık bir hocamızdı. Peygamber
Efendimiz hadislerinde buyuruyor ki; "Üç kişinin amel defteri kıyamete kadar
kapanmaz. Kendilerine gıpta edebilirsiniz. Bunlardan birincisi, ilmiyle
hizmet eden kişi, ikincisi servetiyle hizmet eden kişi, üçüncüsü ise hayırlı
evlat yetiştiren kimsedir." Sabahattin Zaim Hoca, bu üçüne de nail olmuş bir
isimdir.
Sabahattin Zaim Hoca ile nasıl tanıştınız?
Kendisiyle, 1957-60 yılları arasında Milli Türk Talebe Birliği'nde tanıştık.
Televizyonun, basın organlarının, iletişim araçlarının yaygın olmadığı
dönemde, Milli Türk Talebe Birliği başta olmak üzere, Türk Ocakları,
Aydınlar Ocağı, Birlik Vakfı gibi sivil toplum örgütlerinde görev aldı.
Bizim tanışıklığımız da Milli Türk Talebe Birliği'ne dayanır. Türk
toplumunun bugünlere gelmesinde büyük katkısı olan çok önemli bir isimdi
Zaim Hoca. Çok daha yakın tanışıklığımız ise rahmetli kızımı istemeye
gelmesiyle oldu. Rahmetli kızımı, damadım için istedi. Damadım Mehmet
Zaim'in amcası. O tarihten sonra aramızda aile bağı oluştu. Bizim aile
ocağımızın büyüklerinden oldu. Ayrıca TOBB başkanlığım sırasında Yüksek
İstişare Kurulu üyesiydi.
Sabahattin Zaim Hoca nasıl bir insandı?
En çok önem verdiği şey, Peygamberimiz'in 'İnsanların en hayırlısı,
insanlara faydalı olandır.' hadisiydi. Bütün hayatı boyunca örnek bir
şahsiyet olarak yaşadı. Yarım asrı aşan akademik hayatında İslam
ekonomisinin gerçeklerini, topluma ve devlet idaresine anlatan çalışmasıyla
dikkat çekti. Bu konuda örnek ve kaynak eserler verdi. Hocanın en önemli
özelliklerinden biri de yüce İslam'dan aldığı terbiye ile sosyal ilişkileri
çok kuvvetliydi. Herkesi kucaklar, evladı gibi davranırdı. Hocamızın kaş
çattığını, kötü söz söylediğini, kızdığını görmedim. Hep tebessüm eden bir
isimdi.
Son günlerine kadar ilim irfan işleriyle meşgul oldu. Adeta ayakta
öldü demek mümkün mü?
Yetiştirdiği öğrenciler ve eserleriyle her türlü takdirin üzerindedir. Benim
de master yaptığım İşletme Fakültesi'nde hocalığımı yaptı. Bugün ülkemizin
en üst yönetimi olan Cumhurbaşkanlığı'nı deruhte eden Doç. Dr. Abdullah Gül
Bey de öğrencisidir. Abdullah Bey'le ilişkisi hep devam etmiştir.
İngiltere'ye gitmesine vesile olan da, İslam Kalkınma Bankası'nda
çalışmasını sağlayan da, Nevzat Yalçıntaş Hoca ile birlikte Zaim Hoca'dır.
Onun öğrencileri halen birçok üniversitede profesör oldu, hükümet içinde ve
bürokraside görev aldı. Kendisiyle birlikte 1991-1994 yılları arasında Zaman
Gazetesi'nde üst kurul üyeliği ve başkanlığı yaptık. Kendisi başkan, bense
üyeydim. Daha sonra Samanyolu Televizyonu'nun kuruluşunda yönetim kurulunda
bulunduk.
Zaim Hoca'nın talebeleriyle ilişkileri nasıldı?
Kendisi adeta bir müracaat kapısıydı. Bursu yetmeyen, maddi imkandan yoksun
lisans öğrencisinden doktora öğrencisine bir fahri danışma merkezi gibi
hizmet verirdi. Başı sıkışan, dara düşen, hocaya başvururdu. Herkese yardım
eder, yol gösterirdi... Öğrencilere öyle bakardı ki onlar evladı gibi
olurdu. Hayatı İslami anlayışla şekillenmiş bir insandı. Hem İslami
yaşantısında örnek olurdu hem de dünyevi yaşantısında.
Yaş haddinden emekli olmasına rağmen Sakarya Üniversitesi'nin
kuruluşunda nasıl görev aldı?
Sakarya Üniversitesi'nde görev alabilmesinde rahmetli Özal'ın bulduğu bir
formül etkili oldu. İstanbul Üniversitesi'nden yaş haddinden emekli olmuştu.
Mevzuat değişikliğine gidilerek idari görev alarak Sakarya Üniversitesi'nin
kuruluşunda bulundu. Abdullah Bey orada yanındaydı. Abdullah Bey o tarihten
itibaren talebeliği boyunca yanından hiç ayrılmadı. Hep beraber burada çok
önemli hizmetlerde bulundu. Çok sayıda talebe yetişmesine katkısı oldu.
Hoca ile en son ne zaman görüşmüştünüz?
En son görüşen isim ben oldum. Geçtiğimiz çarşamba günü kendisini Sema
Hastanesi'nde ziyaret ettim. O gün kendisini biraz toparlamıştı. Yataktan
kalktı, tekerlekli sandalyeye oturdu. Benim hemen yanımda yemeğini yedi,
benimle sohbet etti. Arkadaşları sordu. Şuuru yerindeydi. Bir yandan
ümitlenmiştim. Fakat benden sonra yine fenalaşmış. Sonra zaten kimseyi
içeriye almamışlar. Son gördüğümde çok halsizdi, fakat şuuru yerindeydi. Eşi
dostu, göremediği kimseleri sordu. "Hasta olmadan sağlığın kıymetini bilin."
dedi. Helallik aldı.
Size, öğrencilerine en önemli tavsiyesi neydi?
Öğrencilerine iyi ekip kurmalarını tavsiye ederdi. Dostlukların
sıklaştırılmasına ve karşılıklı bilgi alışverişine çok önem verirdi. Biz
sadece hocamızı değil, aynı zamanda bir aile büyüğümüzü kaybettik. Kendisi
eşini kaybettikten sonra çok sarsılmıştı. Çocukları çok yakından
ilgileniyordu, biz hep ziyaret ediyorduk; ama zaman zaman yalnızlık çektiği
de oluyordu. Kendini kitaplara vermişti. Yeni bir kitap hazırlığı içindeydi.
İş dünyasından birisi olarak iktisat alanında yaptığı çalışmaları
nasıl değerlendiriyorsunuz?
İktisat alanındaki çalışmalarıyla 'iktisat duayeni' nitelemesini hak
etmişti. Bunun yanı sıra çalışma ekonomisi ve sosyal siyaset konularında
çalışmalarıyla öne çıktı. Kurtuluşu 'İslam ekonomisinin' yaygınlaşmasında
buluyordu. Bu konuda İktisat ve İslam adıyla önemli bir eseri var. Faizsiz
bankacılığın kurulup yaygınlaşmasında büyük rol oynadı. Bizlere önder, örnek
olmuştur. Bu kuruluşlar şimdilerde önemli başarılara imza atıyor. Bütün
hepsi, hocanın gösterdiği yolda ve verdiği destekle olmuştur. Hoca, insan
yetiştirmenin önemine inanıyordu. Ülkelerin 5-10 kişi tarafından
yönetildiğinin farkındaydı. Bu anlamda Abdullah Bey'in cumhurbaşkanlığı ve
diğer talebelerinin çeşitli kademelerde görev alması, hocaya bu mutluluğu
yaşattı. Ölümünden önce o mutluluğu yaşadı. Demokrasinin içinde, fikir ve
düşünce özgürlüğü çerçevesinde mücadeleden yanaydı.
Hocaya ait hep hatırlayacağınız özelliği neydi?
En dikkat çeken yönü gerçek bir Müslüman olmasıydı. Kur'an ahlakını
benimsemiş olmasıydı. Çok da mütevazı bir isimdi. Bu mütevazılığın temelinde
yatan da İslam ahlakıydı. Onunla kıyaslanabilecek isim çok az.
Kaynak: Zaman Pazartesi, 10
Aralık 2007
* * *
Bir ’Beyaz
Müslüman’ın portresi: Sabahattin Zaim
Soner Yalçın
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül,
Başbakan Erdoğan, bakanlar ve üst düzey bürokratların cenazesine katıldığı
Profesör Sabahattin Zaim kimdi? "Hocaların Hocası", "İktisadın Duayeni" diye
tanımlanan Prof. Zaim’in ünlü akrabaları kimlerdi? İşte Rumeli göçmeni bir
muhacirin yaşam hikáyesi...
YIL, 1934. Türkiye’ye o yıl göç etmişlerdi. Dayısı İbrahim Vardar
(Gazeteci Ahmet Vardar’ın babasıdır) bir gün onu, Fatih Zeyrek’teki
Nakşibendi Şeyhi Hacı Hasip Efendi’ye götürdü. Sekiz yaşındaydı.
Ölene kadar Nakşibendi Gümüşhanevi tekkesine bağlı kaldı.
RUMELİ GÜNLERİ
15 Mayıs 1926’da, -bugün Makedonya sınırları içindeki- İştip’te doğdu.
Medrese Mahallesi’nde oturuyordu.
Annesi Saime ev kadınıydı.
Babası Mustafa Efendi esnaftı. Bir Yahudi’yle ortak kerestecilik
yapıyordu.
O zor günlerde Türkler ve Yahudiler birbirlerine yakındı. İki halk da
hedefti. Bu güç dönemde, iki halk arasında birbiriyle evlilik yapan bile
oldu. Örneğin, bugün İzmir’de yaşayan İştipli İbrahim Beyka Ailesi
gibi.
Sabahattin Zaim ilkokula, Yeniköy Kilisesi’nin bahçesindeki mektepte
başladı. Makedonya’nın ilk Cumhurbaşkanı Kiro Gligorov okul
arkadaşıydı.
Okulda öğrenciler "Cita Tursi Azia" Türkler Asya’ya şarkılarını
söylüyordu sürekli. Sabahattin’in kendinden dört yaş büyük ağabeyi
Burhanettin, bu ırkçı şarkılara, konuşmalara dayanamayıp, "Gávurlarla
birlikte okumayacağım!" diyerek İstanbul’a gitti.
Müslümanların, Yahudilerin, Hıristiyanların ortak çıktıkları yağmur duaları
çok eskilerde kalmıştı artık.
İki yıl sonra, yıl 1934.
Oğulları Burhanettin gibi Zaim Ailesi de baskılara dayanamadı.
Paraya çevrilebilen tüm malları sattılar. Paranın dışarıya çıkarılması
yasaktı. İmdada Yahudi tüccarlar yetişti, para İstanbul’a gönderildi.
Ve Zaim Ailesi, Selanik’te Atatürk’ün doğduğu evi ziyaret
edip, İtalyan mandıralı gemiye binerek Türkiye’nin yolunu tuttu.
Sabahattin Zaim, yaşamı boyunca hiç unutmadı; Kadıderesi’nde Türk
ailelerinin kadınlı erkekli tef çalıp oynadıkları; kahkahalar eşliğinde
yemek yedikleri piknikleri.
İstanbul Fatih’te dedeleri (annelerinin babası) Ali Vardar’ın
-şimdiki Fatih Kız Lisesi’nin olduğu- konağına yerleştiler.
Sabahattin, Fatih Çarşamba’daki Fethiye 16’ncı Mektebi’nin üçüncü
sınıfına kaydedildi. İlkokulu 1937 yılında bitirdi. Üç yıllık Fatih
Ortaokulu’ndan sonra 1940 yılında Vefa Lisesi’ne başladı. Lisedeki
öğretmenlerinden, "İslamcı-Sosyalist" Nurettin Topçu’nun etkisinde
kaldı. Zaten, her ikisi de Zeyrek’teki Nakşibendi Dergáhı’nın müridiydi.
Öğretmeni gibi o da, insanlığın kurtuluşunu ahlaki ve manevi değerlerin
yükselişinde görüyordu.
AYNI DERGÁH
Sabahattin Zaim, 1943 yılında Ankara’ya Mülkiye
Mektebi’ne gitti. Mayıs 1947’de okulu bitirip, temmuz ayında İstanbul Maiyet
Memurluğu’na tayin oldu. Fatih Merkez Bucağı Müdürlüğü’nde ve Eyüp Kaymakam
Vekilliği’nde staj yaptı. Kaymakamlık kursunu bitirdikten sonra, 30 Mart
1950 tarihinde Káhta Kaymakamlığı’na atandı.
Mayıs 1951-Nisan 1952 arasında yedek subay olarak askerlik yaptı. Mayıs 1952
Ayancık, Ağustos 1952’de Abana kaymakamlıklarına getirildi. Fakat
kaymakamlığı sevmedi.
Bir üst düzey bürokratın beş vakit namaz kılması, sık sık camiye gitmesi o
günlerde pek görülen olay değildi. Temmuz 1953’te istifa etti. Aynı yıl
açılan sınavı kazanarak İstanbul Üniversitesi İktisat Bölümü’nde asistan
oldu.
1955 yılında, "İstanbul Mensucat Sanayi’nin Bünyesi ve Ücretler"
konulu tezini savunarak "iktisat doktoru" oldu.
Bu süreçte İktisat Fakültesi’nin dekanı kimdi biliyor musunuz; Prof.
Sabri Ülgener!
Prof. Ülgener, İslam’ın kapitalizmle uyuşabileceğini, yani "İslam
Calvenizmini" ilk telaffuz eden akademisyendi.
İşin teorik yanından ziyade, başka bir ilişkiye dikkat çekmek istiyorum:
Prof. Ülgener’in babası Mehmed Fehmi Efendi, Nakşibendi
Gümüşhanevi Dergáhı’nın kurucusu Ahmed Ziyaeddin Efendi’nin sağ
koluydu! Sabri Ülgener, 1911 yılında bu dergáhta dünyaya gelmişti.
Sabahattin Zaim’e, Prof. Ülgener ve dolayısıyla Gümüşhanevi
Dergáhı sahip çıkmasın da kim çıksın?
SOĞUK SAVAŞ ÖDÜLÜ
Gümüşhanevi Dergáhı’nın üniversitelerde "örgütlenme" süreci,
Soğuk Savaş döneminde hız kazandı. Necmettin Erbakan, Turgut Özal, Recai
Kutan, Korkut Özal gibi üniversiteliler dergáhın müritleriydi.
Dergáh salt akademik dünyayla ilgili değildi; iş dünyasına da el attı.
23 Ocak 1956’da genel müdürlüğünü Necmettin Erbakan’ın yaptığı
"Gümüş Motor" adlı ilk özel teşebbüsü faaliyete geçirdi. Ortaklar
arasında Sabahattin Zaim de vardı.
"Gümüş Motor" iflas edip yerine "Pancar Motor" kurulduğunda
Sabahattin Zaim, şirketin yönetim kuruluna alındı.
1950’ler, Soğuk Savaş döneminin başladığı yıllardı. İktidarda Demokrat Parti
vardı. ABD’den kredi almak için, Türkiye’de komünist tehlikesi varmış havası
yaratıldı. Bu nedenle yakalanan bir avuç demokrat aydın, dünya kamuoyuna
"tehlikeli komünist" olarak gösterildi.
Kurucuları arasında Sabahattin Zaim gibi "Nakşibendi
münevverlerin" olduğu Komünizmle Mücadele Derneği, İlim Yayma Cemiyeti
gibi antikomünist örgütler faaliyete geçirildi. ABD, komünizmle mücadele
verenlere ödüller yağdırıyordu.
Sabahattin Zaim, 1955 yılında misafir öğretim üyesi olarak, ABD’nin
en iyi üniversitelerinden Cornell Üniversitesi’ne gitti. İki yıl kaldı.
Döndükten sonra 1957’de doçent, 1960’ta profesörlüğe yükseldi.
Aynı yıl:
27 Mayıs 1960 askeri ihtilalini yapanlardan bakanlık teklifi aldı! Teklif
getirenler, 14’ler olarak bilinen ihtilalin radikalleriydi ve Prof. Zaim
yanıt vermeden tasfiye edildiler. Ancak Prof. Zaim, ihtilalci
askerlere yardım etmekten geri durmadı; Milli Birlik Komitesi Sosyal
İlişkiler Sivil İşler Komitesi Başkanlığı görevinde bulundu.
ULYA CINGILLIOĞLU
10 Eylül 1959’da dünyaevine girdi. Eşi Ulya, Kayserili Galip
Cıngıllıoğlu’nun kızıydı. "Demirbank’ın sahibi" Cıngıllıoğlu
Ailesi, Kayseri’de demir, halı ve deri ticaretiyle uğraşırdı. Galip
Cıngıllıoğlu’nun dedesi Cıngıllızade Ömer Fevzi, İngilizce bilen,
Avrupa ile ticari ilişkileri olan tüccardı. 1923-25 yılları arasında
Londra’da yaşamıştı.
Sabahattin Zaim zengin bir aileye damat olmuştu. Ama o akademik
hayatı seviyordu. 1963-64 öğrenim yılında Almanya’daki Münih Üniversitesi’ne
misafir öğretim üyesi olarak gitti. Akademisyenliğin yanında, Türkiye’nin
önde gelen şirketlerinde de çalıştı. 1966-67 yıllarında Koç Holding’de
Sosyal Yardım Vakfı’nda görev aldı. İşçi-işveren ilişkilerinde aktif rol
oynadı.
Bu ilişkiler bugün çok kişiye şaşırtıcı gelebilir ama dün öyle değildi: 1958
yılında Vehbi Koç hacca giderken yanında Gümüşhanevi Dergáhı’nın
Şeyhi Mehmet Zahid Kotku vardı.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın danışmanı Cüneyd Zapsu’nun
dedesi İbrahim Uzel’in sahibi olduğu Uzel Makina’da danışmanlık
yaptı.
Devletin KİT’lerinde, Anadolu Cam Sanayii A.Ş. ve TÜMOSAN’da yönetici olarak
bulundu. Milli Prodüktivite Merkezi Yönetim Kurulu Üyeliği yaptı.
CİDDE’YE GİTTİ
Çok çalışkandı. Üniversitelerde ek akademik görevler aldı:
1967 yılından 1980 yılına kadar, Işık Mühendislik Akademisi ve Galatasaray
Y. İktisat ve Ticaret Akademisi’nde görev yaptı. 1977-79 yılları arasında
Orta Doğu Teknik Üniversitesi Mütevelli Heyeti Üyeliği’nde bulundu. 12 Eylül
1980 askeri darbesinden sonra Suudi Arabistan’a gitti. Cidde’de Melik
Abdülaziz Üniversitesi, Mühendislik Fakültesi’nde konuk öğretim üyesi olarak
çalıştı.
Bu ülkeyle kişisel ilişkileri hep iyi oldu. İslam Kalkınma Bankası’nda
Yöneticileri Seçme ve Değerlendirme Komitesi’nde müşavirlik yaptı. 1981-82
yıllarında İslam Konferansı, İslam Bankacılığı Temsilciliği’nde bulundu.
Görevi Prof. Nevzat Yalçıntaş’a teslim edip Türkiye’ye döndü.
Faisal Finans Kurumu Yönetim Kurulu Başkan Vekilliği (1998-2002) ve son
olarak Kuveyt Türk’te murakıplık yaptı.
SAKIZAĞACI KABRİSTANI
Ömrü çalışmakla geçti. Bel ağrısı şikáyetiyle gittiği hastanede "lenf
kanseri" teşhisi kondu. Kurtarılamadı.
"Parlamenter sisteme geçtiğimiz 1876’dan beri en iyi hükümet AKP
hükümetidir" diyen Prof. Zaim’in cenazesine, Cumhurbaşkanı
Gül’den Başbakan Erdoğan’a, bakanlardan üst düzey bürokratlara,
belediye başkanlarına kadar binlerce insan geldi.
Edirnekapı Sakızağacı Kabristanı’nda toprağa verildi. Burada "aile
mezarlığı"nın olduğu söylendi. Doğruydu; beş yıl önce kaybettiği eşi
Ulya, ağabeyi Burhanettin ve kardeşi Mustafa’nın mezarı
oradaydı. Ama...
Prof. Zaim’in Türkiye’de ilk bağlandığı Hacı Hasip Efendi ve
daha sonra dergáhın postnişine oturan Abdulaziz Bekine gibi
Gümüşhanevi Dergáhı’nın Nakşibendi şeyhlerinin de mezarı oradaydı.
Şeyhlerinden hiç ayrı düşmek istemedi...
Sabahattin Zaim’in çocuklarI
Mehveç Tarım: 1960 doğumlu. 1983 İÜ Tıp Fakültesi mezunu. Marmara
Üniversitesi’nde doçent. 1988’de göz doktoru Mesut Tarım ile evlendi. Merve
ve Safa adında iki çocuğu var.
Selim Zaim: 1962 doğumlu. İTÜ Makine mezunu. Babası gibi Cornell
Üniversitesi’nde doktora yaptı. Fatih Üniversitesi İşletme Bölüm
Başkanı’dır.
Anne tarafından akraba; BEKO Dış Ticaret ve Pazarlama Müdürü Funda Gökçin’le
evli. Zeynep ve Ulya Elif adında iki çocuğu var.
Kerim Zaim: 1963 doğumlu. İTÜ Sakarya Mühendislik mezunu. Gün Sazak
şirketlerinde çalıştı. Sonra kendi şirketini kurdu. Saadet Partisi’nden
İstanbul Büyükşehir Belediyesi meclis üyeliğine seçildi. Akrabadan,
Kayserili İclal Arslan ile evlendi.
Abdülhalim Zaim: 1969 doğumlu. Yıldız Teknik Üniversitesi bilgisayar
mezunu. Boğaziçi Üniversitesi’nde yüksek lisans yaptı. YÖK tarafından
doktora yapmak için ABD’ye gönderildi. İstanbul Üniversitesi’nde doçent
olarak çalışmaktadır. Özlem Kaya ile evli. Kerem Can, Ekrem ve Ediz adında
üç çocuğu var.
Halil Zaim: 1974 doğumlu. İstanbul Üniversitesi İktisat mezunu. Aynı
fakültede araştırma görevlisi olarak görev yapmaktadır. Malezyalı Nur
Hasimah ile evli. Nur Hatice ve Sabahattin adında iki çocuğu var.
Ünlü akrabalar
- Sabahattin Zaim’in anne soyu iki koldan ilerliyor. Büyük dedesi Köprülü
Ali Ağa’nın iki oğlu vardı. Ahmed Ağa ve Emin Ağa.
Emin Ağa kolundan gelen ünlüler arasında; Orgeneral Teoman Koman, Prof.
Macit Gökberk, Şükrü Naili Paşa, Prof. Demir Başar, Vali Bedri Oskay, Vali
Rıfat Vardar, Yazar Ayten Aygen, Gazeteci Emre Aygen gibi isimler var.
- Sabahattin Zaim’in teyze oğlu Profesör Cevat Babuna’nın, dört kızı, bir
oğlu var: Büyük kızı Ceyda, Prof. Zaim’in yanına asistan olarak aldığı Prof.
Tevfik Ertüzün’ün eşiydi. Ertüzün, DYP milletvekilliği yaptı; trafik
kazasında hayatını kaybetti.
Prof. Babuna’nın tüm çocukları, "Adnan Hoca" olarak bilinen Adnan Okyar’ın
arkadaşları oldukları gerekçesiyle sık sık medyada yer alıyor.
Diğer teyze oğlu Prof. Cavit Babuna, uzun yıllar İÜ Tıp Fakültesi’nde görev
yaptı. Oğlu Aydın Babuna, Boğaziçi Üniversitesi’nde profesör. Diğer oğlu
Adnan Babuna, Boğaziçi Üniversitesi makine mezunu. Mekke ve Libya’da
çalıştı. Halen Erdemir Şirketi’nin İstanbul temsilcisi.
- Bilgi Üniversitesi rektörlüğünü de yapmış olan Lale Duruiz, Sabahattin
Zaim’in babaanne tarafından akrabası.
Bilgi Üniversitesi İktisat Fakültesi Dekanı Prof. Burhan Şenatalar,
Sabahattin Zaim’in hem öğrencisi, hem akrabası. İÜ İktisat Fakültesi’nin
dekanlığını da yapan Şenatalar, YÖK üyesi.
- Anneanne tarafından akraba iki de üst düzey general var: 1960 İhtilali’ne
katılmış, Hava Kuvvetleri Komutanlığı yapmış Orgeneral Ahmet Dural ve halen
Kara Kuvvetleri Eğitim ve Doktrin Komutanı Orgeneral Orhan Yöney.
- Ailede ünlü futbolcular da var: Hüseyin Amcalarının küçük oğlu Selahattin
Aytaç’ın damadı, Galatasaray’ın Ankaraspor’a kiralık verdiği Necati.
Bir diğer futbolcu ise, babaanneleri Akile Hanım’ın yeğeni, Galatasaray’ın
eski kaptanı Cüneyt Tanman.
- Ağabey Burhanettin Zaim, eski Bakan Ali Coşkun ile dünür. Oğlu Mehmet
Zaim, Coşkun’un kızı Işıl ile evliydi. Sina adında oğulları vardı. 1992’deki
bir trafik kazasında Ali Coşkun, eşi ve kızı Işıl’ı kaybetti. Mehmet Zaim,
yeniden evlendi. Ülker Gıda’da üst düzey yöneticisi.
Burhanettin Zaim’in bir diğer oğlu Halit, Siemens’te Türkiye bilgisayar
bölümü müdürü. Kızı Yeşim ise uluslararası bir gözetim şirketinde yönetici
olarak çalışıyor.
- Sabahattin Zaim’in küçük kardeşi Mustafa, iş hayatına Eczacıbaşı’nda
başladı. Uzel Traktör Sanayi’nde devam etti. Amcasının kızı Mahture’yle
evlendi. İki çocuğu da sakat doğdu. Banu 13, Hakan 16 yaşında hayata
gözlerini yumdu. Çocuklarının üzüntülerine dayanamayan Mustafa Zaim, 47
yaşında vefat etti.
Hürriyet 16 Aralık 2007
* * *
Ekrem
Kızıltaş
Değişik ortamlarda, değişik vesilelerle gündeme gelen
ve cevabı, insanın yaşına, tecrübelerine, bulunduğu yere ve tabii ki dünyaya
ve olaylara bakışına göre değişen bir soru vardır: Ne durumdayız, gidiş
nereye?..
Ortak bir hedefe varmak hususundaki kararlılığımız,
heyecanımız ne alemdedir?
Geçen zaman heyecanlarımızı törpüleyip yok mu
etmiştir; yoksa, fazlalıklardan arındırarak, daha saf ve temiz bir hale mi
getirmiştir?
Geçmişin sayısı az ve ama hedefe varma hususunda
kararlılıkla dolu dava adamları yerine, şimdinin çok ama sanki biraz
gevşekmiş gibi görünen insanları, bizi sevindirmeli mi, yoksa düşünmeli
miyiz?
Toplumun tamamına baktığımızda gördüğümüz manzara;
olmasını gerektiğini düşündüğümüz şeyin; sulandırılmış, eksikliklerle malul
hali yani; negatiften pozitife geçişin mi müjdecisi; yoksa ‘eyvah nereye
doğru gidiyoruz?’ sorusunu sorduracak bir durumla mı karşı karşıyayız?
Seyrine durduğumuz manzaranın aktörlerinin çoğunu
tanımıyoruz. Değerlendirmelerimiz sadece müşahedeye dayalı. Bizim
müşahedelerimiz ya da bizlere aktarılanlar.
Yani içinde bulunulan halin, bir ara hal olduğunun
farkındayız ama bunun nereden nereye doğru bir gidiş olduğunu, bilmiyoruz.
İyiden kötüye doğru mu?.. Kötüden iyiye doğru mu?
Yarısı suyla dolu bardağa bakış gibi bir şey. Kimimiz
‘bardağın yarısı dolu’ diyoruz, kimimize göre ise ‘yarısı boş’.
Bütün bu soruların konuşulduğu hatta tartışıldığı
ortamlarda, benim referanslarım 1970’lerden başlıyor. Doğup büyüdüğüm ve
orta tahsilimi bitirdiğim Ordu’yu hatırlıyorum önce. Sonra da 1975’te
geldiğim İstanbul’u…
İyi olacak inşaallah…
O zaman bu günkü manzaranın aslında iyiye doğru gidişi
yansıttığını düşünüyorum. Belki de, bana hep ‘iyi olacak inşaallah!’
dedirten, iflah olmaz iyimserliğimle alakalı bir şey bu.
İşte 1975’in İstanbul’unu, üniversiteleri; o
üniversitelerde bulunan asistan, doçent, hatta profesörlerle alakalı
konuşmalarımız aklıma geldiğinde de, gözümün önüne gülümseyen, hep
gülümseyen bir sima geliyor: Prof. Dr. Sabahattin Zaim.
O yıllardaki durumun bu günküyle mukayese kabul
etmeyecek kadar kötü, ya da karmaşık olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
İnançlı, idealist gençliğin, model insan olarak
gözlerinin önünde bulunan birkaç isimden birisi idi, Prof. Dr. Sabahattin
Zaim.
Akademisyen olmanın inançlı olmaya mutlaka engel
olduğu şeklinde bir zihin yapısı vardı sanki o zamanlarda. En azından,
akademisyenler inanca ve tabii inancın tezahürlerine uzak dururlar gibi
geliyordu bizlere.
Profesörlük ünvanını taşıyan kişilerin, inanca yakın
olabilecekleri; bırakın yakın olmayı, o inancı bütün ateşiyle içlerinde
barındırabilecekleri, olması mümkün olmayan bir halmiş gibi idi o zamanlar.
İnançlı ve akademisyen…
Ama geçtiğimiz Pazar günü (9.12.2007) kaybettiğimiz
Prof. Dr. Sabahattin Zaim, ‘Hocaların Hocası’ yani; o yıllarda inançlı
gençliğin ‘hem akademisyen ve hem de inançlı olunabileceği’ hususunda
yollarını aydınlatan birkaç isimden birisi ve belki de en önemlisi idi.
Sadece doğrudan muhatap olduğu kendi talebelerine
değil, bayramlarda ya da çeşitli vesilelerle ziyaretine giden gençlere de,
hali ve kali ile, ‘tedirgin olmayın, gerektiği gibi çalışır ve gayretli
olursanız gelecek sizindir’ mesajını veren birisi idi o.
Öyle inanıyorum ki, kendinden emin ve geleceğe yönelik
en ufak bir ümitsizlik bile barındırmayan hali, o dönem gençlerinin
yollarını aydınlatan en güçlü ışıklardan birisi oldu.
Geleceğin mutlaka güzel olduğuna inanıyor ve sanki hep
o güzel geleceği görüyormuş gibi de, gülümsüyordu, Sabahattin Hoca.
En son, başörtüsü sebebiyle yolları kesilip Viyana’ya
gitmeye mecbur kalan kızlarımızın yanında olduğu bir zamanda birarada
olabildik kendisiyle.
Sürekli gülümsüyor, sürekli bir şeyler öğretmeye ve
bir anı bile boş geçirmemeye çalışıyordu.
Hayatı ile, eserleri ile, davranışları ile;
karanlıklardan aydınlığa doğru gidişte, kelimenin tam anlamıyla bir ışık
oldu önümüzde, Prof. Dr. Sabahattin Zaim.
Cenab-ı Hakk, gani gani rahmet eylesin, (amin).
Milli Gazete //
12.12.2007
* * *
Sabahattin Zaim Hoca vefat etti. Allah rahmet etsin. Onu cennetine koysun
Erol ERDOĞAN
Birkaç gündür
sevenleri, yakınları ve öğrencileri zaten bir vefat haberini bekler hale
gelmişlerdi; rahatsızdı ve tedavi görüyordu.
Sabahattin
Hoca ile son iki yılda 3-4 defa kısa kısa görüşme şansım olmuştu. İlki SPD
Sosyal Politikalar Dergisi’nin çıkışı sırasında bir telefon görüşmesi idi.
Bu görüşme, aynı zamanda ilk tanışmam sayılırdı hocamız ile. Sonraki
haftalarda, dergiyle ilgili bir istişare toplantısına davet ettiğimizde
severek bu daveti kabul etmiş, bizi sevindirmişti. O toplantıda yaptığı
kısa konuşmayı ben uzun uzun dinlemiştim. Benim için ufuk açıcı bir konuşma
olmuştu çünkü. Sonrasında dergiyle ilgili birkaç telefon görüşmesi daha
yaptık. Her defasında derginin genç ekibine dua ediyor, ne kadar önemli bir
iş yapıldığını vurgulamaya çalışıyordu.
Ben bu
görüşmeleri yaparken bir taraftan da hocanın “Türkiye'nin
Yirminci Yüzyılı”nı okumaya çalışıyordum. Üç ciltlik koca kitabı hala
bitiremedim.
Hocamızla en son evinde bir görüşmemiz daha
olmuştu. Bu görüşmede ise, İstanbul 2010 ile ilgili hazırladığımız geniş bir
projeyi kendisine takdim ederek, görüşlerini almak istemiştim. Yorgunluğuna
rağmen o kadar yakından ilgilenmişti ki, o görüşme bizler için hatırası bol
unutulmaz bir ana dönüşmüştü.
Büyük Hoca
olmak farklı bir şey. Hoca ile görüşme şansını yakaladığım bu birkaç zaman
diliminde büyük hocanın ne demek olduğunu daha yakından fark etmiştim.
Biyografilerinde Hocanın akademik alanının iktisat olduğu yazıyordu. Ancak
eserlerini okurken ve konuşmalarını dinlerken derin ve bütüncül bir bakış
açısı ile konulara bakıyor ve disiplinler arası hatta disiplinler üstü bir
analiz ile çözümler sunuyordu.
Sabahattin
Hocanın talebesi çok. Onların her biri bugün akademinin, siyasetin ve
bürokrasinin farkı alanlarında söz sahibi. Onun hakkında yazılacak yazı,
söylenecek sözü de en güzel onlar söyler.
Ben, Pazar
sabahı talebelerinden ve aile dostu Numan Kurtulmuş'tan, hocanın vefat
haberini aldığım zaman zihnime gelen üç beş satırı dua niyetine paylaşmak
istedim.
Hocanın
cenazesi Pazartesi günü öğle namazından
sonra Fatih Camii’nden kalkacak. Allah rahmet eylesin.
Allah bizi onun gibilerden mahrum bırakmasın
www.boyuthaber.com
/ haber/ (09. 12. 2007)
* * *
Övülmeye gerçekten layık faziletli Müslüman merhum Profesör Sabahattin Zaim
Bey
Mehmet Şevket Eygi
İnsanları
övme konusunda cömert değilimdir. Merhum Profesör Sabahattin Zaim bey
gerçekten övgüye layık bir zattı. Güler yüzlüydü, hep tebessüm ederdi.
Nezih, afif, temiz bir aydındı. Samimî ve muhlis bir Müslümandı. Muvahhid
idi, mü’min idi, musalli idi, müstakıym idi. Ehl-i Sünnet inancına bağlıydı.
Yüce İslâm dinine sadece hizmet etmiştir. Onun din ve mukaddesat istismarı
ve bezirganlığı yaptığı görülmemiştir. Mütevazı idi, dünya alâyişinden uzak
dururdu. Ömrünün sayılı nefeslerini tamamladı ve 81 yaşında olduğu halde
büyük yolculuğa çıktı. Allah rahmet eylesin, mekânı Cennet olsun.
Yeri doldurulur mu? İktisatçı olarak
doldurulsa bile insan olarak, Müslüman olarak doldurulması çok zor...
Cumhurbaşkanının ve Başbakanın
cenazesine gelmeleri bir kadirşinaslık olmuştur.
Camide yer bulamadım, avluya serilen
kağıtlar üzerinde namaz kıldım, Fatih Camii rüzgarlıdır, epey üşüdüm.
Merhum üstad Sabahattin Zaim’in cenaze
namazını muhterem Emin Saraç Hoca kıldırdı. Ben kalabalık dolayısıyla orada
iken göremedim. Cumhurbaşkanı ile Başbakan tabutu omuzlamışlar, bir müddet
taşımışlar. Bu taşıma kime şeref kazandırdı? Merhuma mı? Hayır,
taşıyanlara...
Bir toplum için en büyük felaket,
faziletli büyüklerin yerlerinin doldurulamamasıdır. Yabancı ülkelerde çok
bilgili, uzmanlık bakımından çok güçlü, birkaç dil bilen elemanlar
yetiştirebiliriz ama bunların bilgileri ve uzmanlıkları kadar ahlâkları,
karakterleri, faziletleri de yüksek olmalıdır...
Biz Müslümanlar üç şeye muhtacız:
-
Bilgi ve kültür üstünlüğü.
- Ahlâk ve karakter
üstünlüğü.
- Güzellik, estetik, sanat
üstünlüğü.
Hafızasını yitirmiş bir toplumuz. Genç
nesiller Sabahattin Zaim ve benzerlerini tanımıyor. Sebilürreşad mecmuası
sahibi Eşref Edib’i bilen kaç genç çıkar? Bir ülkenin, bir devletin, bir
halkın üç zamanı vardır: Geçmiş zaman, şimdiki zaman, gelecek zaman...
Sadece şimdiki zamanla ayakta kalmak mümkün olmaz.
Binlerce büyüğümüzün hatıralarını
yaşatmamız bizim için bir vefa ve sadakat borcudur. (Milli
Gazete // 12.12.2007)
* * *
Sabahattin Hocamı Anarken…
Prof. Dr. Ali Seyyar
Prof. Dr.
Sabahattin Zaim hocamızı 9 Aralık 2007 tarihinde kaybettik. Hemen ertesi gün
Fatih Camiinde kılınan cenaze namazıyla kendisi ebedî âleme yolculuk edildi.
On binlerce seveni, öğrencisi, hayranı hem camii içini, hem de camii
avlusunu doldurdu. Öyle güzel bir manevî atmosfer ve dikkat çekici bir
sükûnet hâkimdi ki, doğrusu imrendim. Cenazeye katılan herkes huşu içinde
hocamıza karşı son görevini ifa etti. Başta Cumhurbaşkanımız Sayın Abdullah
Gül ve Başbakanımız Sayın Tayyib Erdoğan olmak üzere Türkiye’nin en önemli
simaları cenaze namazında hazır bulundular. Peygamberimiz “Cenaze namazında
üç saf cemaat bulunan mümin, Cennete girer” ve “Kırk Müslüman, bir müminin
cenazesinde bulunup onun affı için dua ederlerse, duaları kabul olur”
buyurmaktadır. Sabahattin hocamın cenaze namazında Peygamberimizin
buyurduğunun çok üstünde şuurlu bir cemaat bulunmaktaydı, her kesimden gelen
müminler, hocamız için samimî dualarda bulunmuşlardır. Hayatını “Güzel
İnsan” yetiştirmek için vakfeden bir ilim adamının son yolculuğu da böyle
güzel oluyormuş meğer.
İlk Tanışmamız
Yıl 1993,
26 yıllık gurbet hayatından sonra Almanya’dan memleketime temelli dönüş
yaptım, gayem İstanbul Üniversitesi, Çalışma Ekonomisi bölümünde doktora
eğitimi almak idi. Bu bölümde benim gözümde iki değerli hoca vardı, Prof.
Dr. Nevzat Yalçıntaş ve Prof. Dr. Sabahattin Zaim. Kendileriyle tanışmak ve
onların talebesi olmak en büyük arzum idi. Türkiye’ye gelir gelmez ilk işim
onlarla görüşmek oldu. Kendilerine doktora eğitimi almak istediğimi
söyledim. Nitekim 1994 yılında bu bölüme doktora öğrencisi olarak kabul
edildim. Jüri heyetinde bölüm başkanı Prof. Dr. Nusret Ekin, Prof. Dr. Nur
Serter, Prof. Dr. Toker Dereli ve Prof. Dr. NevzatYalçıntaş vardı. Bütün
hocaların derslerine aralıksız olarak büyük bir şevkle devam ettim, ama
Sabahattin hocamın derslerine her zaman büyük bir iştiyakla ve gönülden
katıldım. Derslerinde hangi konu işlenirse işlensin mutlaka bir hikmet yönü
bulunurdu, sosyal bilimlerin perde arkası yani manevî boyut gösterilirdi.
Çoğu zaman müfredatta resmen ilan edilmemiş olsa da Zekât, Sadaka gibi İslâm
Ekonomisinin temel esasları ile ilgili dersler de verilirdi. Nevzat hocamız
da Sabahattin hocamıza çok hürmet ederdi, Nevzat hoca derslerinden sonra
bazen bizi yanına alıp “haydi çocuklar şimdi hocaların hocasına gidelim ve
biraz onunla sohbet edelim” derdi. Hangi siyasî görüşten olursa olsun
bölümdeki her hoca Sabahattin hocaya ayrı bir saygı gösterirdi. O, bütün
mütevazılığına rağmen İstanbul Üniversitesinde ilmî otoritesini kabul
ettirebilmişti.
Emekli Olması
Yıl 1997:
Ben İstanbul Üniversitesinde Nevzat hocamızın danışmanlığında doktora tezimi
tamamladıktan sonra aynı yıl Sakarya Üniversitesine öğretim üyesi olarak
alındım. Sabahattin hocamız, o eğitim yılında hem İstanbul, hem de Sakarya
Üniversitesinde son kez ders veriyordu. Hocamız artık emekli olacaktı.
Kaderin cilvesine bakın ki, Sakarya Üniversitesi, Çalışma Ekonomisi
bölümünün Sosyal Siyaset ana bilim dalı bana bırakılacaktı. Sabahattin
hocamız 1998’de resmen emekliye ayrıldı ve biz de onun kürsüsünü böylece
devraldık. Bu kürsünün hakkını verebilmek ve sosyal politikalar alanında
yeni ufuklar açabilmek için çok çaba gösterdim, inşallah onun bir talebesi
olarak bu kutsal görevimizi layıkıyla yerine getirebiliriz. Emekli olduğunda
fakültemiz kendisine bir veda yemeği tertipledi. 28 Şubatın soğuk rüzgârları
Esentepe Kampüsünde de estiğinden dolayı bu yemeğe başta üniversitemizin
rektörü olmak üzere birçok öğretim üyesi katılmadı. Veda yemeğine sadece bir
iki rektör yardımcısı katılma lütfünde bulunmuştu. Malum, hocamız dindar bir
âlim idi, dindarlığını da hiçbir zaman gizleme ihtiyacı duymazdı. Aslında
dindarlık ve ilim, birbirlerini tamamlayan iki güzel haslettir. Ama ne var
ki, laikçilik kıskacından kopamayan bazı idareciler, dindar bir bilim adamın
varlığından her zaman tedirgin olurlar. İstanbul Üniversitesi, buna rağmen
yine de geleneksel görevini yerine getirerek, hocamıza bir Armağan çıkardı.
Emekli hocalara üniversite adına bir Armağan çıkarmak hem ilmî teamüllerin
bir gereği, hem de emekliliğe ayrılan hocalarımıza saygının bir tezahürüdür.
Ne yazık ki, hocamıza Sakarya Üniversitesi olarak biz bir Armağan
çıkaramadık. Üniversitemize büyük emeği geçen hocamız, belli etmemiş olsa
dahî bu yüzden biraz hüzünlü olarak Sakarya’dan ayrıldı.
Hocamıza Vefa Borcumuz
Hocamızın
vefat haberini duyduğumda “bu ayıbı nasıl telafi edebiliriz acaba” diye
düşünürken aklıma Sabahattin hocamızın öğrencisi olan fakülte dekanımız
sayın Prof. Dr. Engin Yıldırım hocamızı aramak geldi. Sayın dekanımızın
sorumluluk duygusu ve duyarlılığı takdire şayandır. “Bu hatamızı hemen
telafi edeceğiz. Hem bir Armağan çıkartacağız, hem de Sabahattin hocamız
adına Sempozyum düzenleyeceğiz” dedi. Dekanımızın vefa ve sadakati bununla
da kalmayacak. Fakültemiz, gelecek yıl ek bir binaya kavuşacak. Bu binanın
en büyük salonun ismi hocamızın ismini alacak inşallah. Dekanımızın
girişimleriyle geçen hafta Üniversitemizde Sabahattin hocamıza eski Tarım
Bakanı Sayın Prof. Dr. Sami Güçlü’nün de katıldığı bir anma töreni de
tertiplenmiş oldu. Böylece geç de olsa Sabahattin hocamızın ilmî değeri ve
umumî saygınlığı Üniversitemizce de tescillenmiş oldu. Sabahattin hocamız,
Adapazarı Büyükşehir Belediyesi ve Sakarya Üniversitesinin müşterek
girişimleriyle ve büyük organizasyonlarla her yıl anılmalıdır. Böyle değerli
bir bilim adamı, genç nesiller tarafından her zaman hatırlanmalıdır.
Sakarya, ilmin beşiği olmak istiyorsa, bağrından yetiştirdiği bilim
adamlarına sadece öldüklerinde değil, hayatlarında da saygı göstermelidir.
Son Görüşmemiz
Sabahattin hocamızın himmetleri ve hayırlı dualarıyla ve Asal eğitim
şirketinin de maddî katkılarıyla geçen yıl Sosyal Politikalar Dergisini
çıkartmaya muvaffak olduk. İlk sayısında kendisiyle bir röportaj yaptık.
Böylece dergimizin sosyal politika boyutu da ortaya çıkmış oldu. Dergimizi
geniş bir kitleye tanıtmak ve yeni bir yazar kadrosu oluşturmak maksadıyla
geçen Ramazan ayında bir otelde iftar yemeği verdik. Baş konuğumuz
Sabahattin hocamız idi. Yemekten sonra hocamız bir konuşma yaptı,
çıkarttığımız derginin önemine vurgu yaparak, bizlere manevî desteklerinin
devam edeceğinin işaretini verdi. O akşam otelin bir salonunda birlikte
teravih namaz kıldık. Bu hocamla paylaştığım son hatıra idi. Hatıraların en
güzel yönü, birlikte geçirilen değerli, faydalı ve anlamlı anlardır. Geçmiş
gibi görünse de bunlar öyle anlar ki, insan hayatının akışına ve gönül
dünyasına yön verir. Ben hocamla birlikte namaz kıldım, onun derslerine
katılma şerefine eriştim, onun kürsüsünün başkanlığını yapmaktayım, onun
manevî desteğiyle azimli birkaç arkadaşla bir dergi çıkartabildik ve
dolayısıyla az da olsa onunla ilgili güzel hatıralara sahip olabildim. Bu
büyük bir lütuftur. Bunun için Allah’a şükrediyorum ve hocama Allah’tan
rahmet ve mağfiret diliyorum.
25 Aralık
2007 // Salı // Adapazarı Gazetesi
ÂLİMİN ÖLÜMÜ, ÂLEMİN ÖLÜMÜ
Prof. Dr. Engin
YILDIRIM
Âlimin
ölümünün, âlemin ölümü olduğunu bize hatırlatan hocamız Sabahattin Zaim, bu
gök kubbede hoş bir seda bırakarak aramızdan ayrıldı. Neredeyse yarım asra
dayanan akademik hayatında Zaim hoca, çalışma ekonomisi ve sosyal siyaset
disiplinlerinin Türkiye’deki öncülerinden biri olarak ülkemiz bilim hayatına
önemli bir katkı sağlamıştır. Hoca, dar anlamda akademik bir şahsiyet
olmanın ötesinde kelimenin tam anlamıyla kamuya mal olmuş bir aydın
kimliğini de uhdesinde toplamıştı. Nezaket ve zarafetle bütünleşen beyefendi
kişiliği ile öğrencilerine her zaman örnek olmuştur.
Sabahattin Zaim hocamızın derslerinde, sohbetlerinde sık
sık tekrarladığı İngilizce bir deyiş vardı: “where there is a wish,
there is a way”. Yani, arzu ve istek varsa, bir çözüm, bir çıkış
yolu vardır. Umutsuz durumlarda bu deyişi hatırlatır, özgüvenimizi adeta
tekrar canlandırırdı.
Sabahattin Zaim bildiklerini sadece üniversite
amfilerinde, sınıflarında anlatmamış, mümkün olan her ortamda, her kesimden
insana da anlatmaya gayret göstermiştir. Profesör kelimesinin Latince kökeni
“açıklayan, izah eden, bildiğini yayan” gibi anlamlar içermektedir Bu
anlamda hoca, Profesör unvanının da hakkını vermiş ama bu sıfatın ötesinde
âlim duruşu ve kimliği ile kalbimizde yer etmiştir.
"HOCALARIN HOCASI"
PEK MUHTEREM PROF. DR SABAHADDİN ZAİM BEYEFENDİ HOCAMIZI RAHMETLE ANIYORUZ
Prof. Dr. Osman Eskicioğlu
DEÜ İlahiyat Fakültesi İslam Hukuku Öğretim Üyesi
Herşeyden önce bu büyük ve değerli insan, idealist
müslüman, ehl-i ilim ve hilim, ahlak-ı hamide, edeb ve fazilet sahibi
samimi can hocamıza Cenab-ı Hak'tan rahmet ve mağfiretler dileyerek
sözlerime başlamak istiyorum. Kendileri doktora yöneticim ve danışmanım
olması dolayısıyla öğrencisi olma, onu çok yakından tanıma, hele gözleri
kamaştıran bazı hareket ve davranışlarını görme, örnek insan haza müslüman
bir sahib-i ilim ve irfandan ders alma şerefine nail olduğum için Allah'a
hamdediyorum.
Çağımız ekonomi çağı olması dolayısıyla 1970 yıllarında
İzmir İmam Hatip Lisesinde öğretmenlik yaparken aynı zamanda İslam Ekonomisi
üzerine çalışmalara başlamıştım. Bazı büyüklerimizin arkadaş ve
dostlarımızın teşviki ile bu çalışmalarımızın doktora yaparak daha bilimsel
bir nitelik kazanması arzu edildi. Böylece biz İslam ekonomisinin esaslarını
Kur'anda arayıp bulup tesbit etmek istiyorduk. Ancak o zamanlar Ankara
İlahiyat Fakültesi bizlere doktora yapma imkan ve hakkı tanımadığı için
Erzurum Atatürk Üniversitesi İslami İlimler Fakültesinde doktora yapmaya
karar verdik. Fakat İslam ekonomisi ifadesi literatürümüze henüz yeni yeni
girmeye başladığı için bu çalışmayı bir ekonomi alimi olan zatın denetim ve
gözetimi altında yapmak daha faydalı olacaktı. Bu zat da ancak kendilerini
1965 yıllarında İzmir Türkocağında verdiği konferansından tanıdığımız
muhterem hocamız Prof. Dr. Sabahaddin Zaim olabilirdi. Çünkü Türkiyede
akademisyenler arasında İslam ekonomisi üzerine düşünüp fikir üreten ve
çalışmalar yapan ondan başka bir kimse hemen hemen yok gibiydi. O sebeple
biz kendisine muraceat edip doktora yöneticisi olmasını kendilerinden
isteyerek ricada bulunduk. Hocamız da lütfedip memnuniyetle kabul
buyurdular.
Hocamız, ilmi seven, ilim öğrenmek isteyen kimseye yardım
etmeyi seven ve bunun için de zaman ve zemin sınırlaması tanımayan bir kimse
olduğunu bilfiil uygulayarak göstermiştir. Gece gündüz demeden,
üniversite, fakülte, çalışma odası ve ev demeden, hatta çalışma zamanı ve
tatil zamanı demeden her zaman ve her yerde ilim öğrenmek ve öğretmek onun
için olağan bir şeydi. O kendi ifadesile "güzel insanlar" yetiştirmek için
çalışan çalışan ve yorulmayan hep hizmet eden güzel bir insandı.
İlk defa Beyazıtta Üniversiteye gittiğim zaman odasında
bilimsel çalışma usul ve yöntemleri üzerine yol gösterip bir çok
tavsiyelerde bulunduktan sonra "gel şimdi seninle kütüphaneye gidelim, ben
sana oradan bazı kitapları seçip vereyim. Sen onları okursun, buna "kuluçka
dönemi" derler böylece asıl çalışacağımız konu kendiliğinden ortaya çıkar"
dedi. Kütüphanede tavana kadar uzanan raflarda dolu dolu kitaplar vardı.
Yüksekte oldukları için bunları elle dokunup almak mümkün olmadığından
hocamız orada duran seyyar merdiveni aldı, üzerine çıktı ve benim için
faydalı olabilecek olanlarından üç kitabı seçip bana verdi. Hocamın
kütüphaneye git, görevli memur şu şu kitapları sana versin demeyip, bizzat
kendisinin gelip meşgul olmasından son derece hislenmiştim.
Yine bir gün evine randövü vermişti. Erenköy'de Bilim
sokak Kardeşler Ap. No:6 D.6 da beni çalışma odasına aldı. Benim
yazdıklarımı okuyor ve bazı konularda tartışma yapıyorduk. Bir ara ben
"hocam, Necip Fazıl bu konuda biraz farklı düşünüyor; onun şu kitabında
şöyle yazıyor" dediğim zaman "Osmancım" dedi - bana genellikle "Osmancım"
diye hitap ederdi - "ilim ile sanat biraz farklıdır. Alimlerde abartı olmaz,
ilim ne ise odur. Halbuki şairler sanatkarlar şiir ve edebiyatlarında biraz
mübaleğa yaparak meseleleri abartabilirler" dedi. Vakit epeyce ilerlemiş,
saat 01.00 i geçmiş nerede ise 01.30 lara doğru yaklaşıyordu. "Osmancım",
dedi "ben hemen hemen her gece böyleyim, gece çalışmak benim için daha
verimli oluyor, Fakülteden ayrılıp vapura bindiğimde ininceye kadar
dinlenmiş oluyorum ve akşamları burada hep saatlerce çalışırım" dedi. "Sen
bana şimdi imam ol, yatsı namazımızı cemaatle kılalım inşallah" dediler.
Namaz bittikten sonra "vakit epey ilerledi; şimdi belediye otubüsleri ve
dolmuşlar çalışmaz. Ben seni götüreyim, sen nerede kalacaktın?" Ben "Çifte
Havuzlarda Fehmi Koru'ya gideceğim" diye cevap verdiğim zaman "tamam buyrun
inelim", deyip beni siyah renkli mercedes arabasıyla kalacağım yere
götürdüğünü şimdi olmuş gibi hatırlıyorum.
Evde bir ara teneffüs molası olmuştu sanki. Hocamız
odadan dışarı çıktı. Baktım henüz bir aylık veya iki aylık olduğu belli olan
5. çocuğu Halil kucağında olduğu halde salavatlar getirerek içeriye girdi.
"Amcası buna oku, dua et" diye söyledi. Ben de bazı dualar okumuştum. İşte
hocamız bu kadar ince, nezaketli ve çocuğunun sevgisini bir öğrencisiyle
bile paylaşacak kadar, onun için birlikte dua edecek kadar samimi ve alçak
gönüllü idi.
Fakültede çalışma odasındayız. Hocamız yine benim
yazdıklarımı kontrol edip bir takım tavsiyelerde bulundu. Zaman ilerleyip
dersimiz bitince "sen nereye gideceksin?" diye sordular. Ben de "Fatih-Karagümrükte
oturan bir arkadaşım var Abidin Sönmez ona gideceğim" deyince "a! ben de
oraya gidecektim, beraber gideriz" deyip arabasıyla beni oraya kadar
götürmüştür.Onun bu sözünden ve bu hareket ve davranışlarından son derece
etkilendiğimi söylemeliyim. Hayatımda Yaşar Tunagür Hocanın hitabeti ve
hutbeleri, Muhterem hocam Prof. Dr. Sabahaddin Zaim Hocamın da sözleri,
konuşma uslubu, büyük küçük kim olursa olsun, insanlara karşı hareket ve
davranışları beni çok etkilemiştir.
Hocamızın insana ve insanlara karşı olan sevgisi
komşularından tutun da çalışma arkadaşlarına varıncaya kadar, yakınlarına
karşı müstesna bir iletişim ve irtibat kurma özelliğini bahşetmiştir.
Beyazıtta Üniversitenin büyük giriş kapısının, portalin önündeyiz.
"Osmancım" dedi, "şu anahtarı al ve benim odaya git ben geliyorum." Epey
zaman geçtikten sonra odaya giren Hocamız "Osmancım, biraz beklettim seni
ama, ben arkadaşların odalarına uğrayıp onlara birer selam verip hayırlı
sabahlar demek istedim. Beklettim kusura bakmayın" deyecek kadar gönül
insanı olduğunu göstermiştir.
Hocamız, ilme sadece gecelerini tahsis etmekle kalmamış
aynı zamanda dinlenme tatillerinde bile öğrencilerine randövü vermiş ve
onlarla beraber olabilmiştir. Mesela telefonlaşmamız neticesinde Bodrum'da
Turgutreis Dinlenme evinde beni kabul ederek hemen hemen sabahtan öğleye
kadar çalıştğımızı hatırlıyorum.
Ben sizlere bu büyük insan, değerli ilim adamı Merhum
hocamız Prof. Dr. Sabahaddin Zaim Beyfendinin çok uzaklarda olan bir
talebesi ile zaman zaman meydana gelen beraberliğinden bir iki örnek vermek
istedim ve bunu bir görev bildim. Bu kıymetli insanı hayatımda beni
etkileyen iki kişiden birisidir diye az önce ifade etmiştim. 10 Aralık 2007
Pazartesi günü Fatih camiinde kılınan cenaze namazı ise onun için dua etmeye
gelen insanların, onu tanıyan, o gülümseyen, devamlı insanlara gülerek hitap
etmek isteyen o güzel insanın etkilediği insanların sayısını vermektedir.
Ona yakışır bir cemaat, hem sayı itibariyle ve hem de nerede ise istanbulun
tüm müslüman eşrafının teşrif etmesiyle dua için saf tutan müminler,
hocamızın nasıl bir insan olduğunu bize çok açık bir şekilde göstermektedir.
Hiçbir şeyhülislama imam unvanını vermemiş olan bu kadir bilir büyük millet,
Birgivi Hazretlerine "imam" rütbesini verirken bu zamanımızın sahabisi
denilebilecek büyük şahsiyete de "Hocaların Hocası" sıfat ve payesini
vermiştir.
Son olarak burada Denizli’den kendisini çok sevdiğim,
yakın arkadaşım ve dostum olan orman mühendisi Fikret Kaftan Bey kardeşimin
bir hatırasını da açıklamak istiyorum. Yıl olarak 1962 lerde Merhum hocamız
aile ve çocukları ile beraber Denizli’ye gelirler. Arabasını da o zamanlar
Selçuk İlkokulu adıyla anılan şimdilerde ise Hacı Halil Bektar ismiyle
bilinen ilkokulun önüne park etmişler, kendileri de Delikliçınar’a doğru
cadde üzerinde ilerlerken o zaman lisede bir öğrenci olan Fikret Kaftan ile
karşılaşır. Sabahaddin Bey hocamız Fikret Kaftan’a “Ben buranın
yabancısıyım, ancak şehri tanımak istiyorum, bizi şöyle bir gezdirecek ve
şehir hakkında bilgi verecek birisini veya bir rehberi nasıl bulabilirim”,
dediği zaman Fikret kardeşim “eğer izin verirseniz o görevi ben yapabilirim,
der ve böylece birlikte arabaya doğru giderler. Hocamız direksiyonun başına
geçerken Fikret kardeşim de mihmandar olarak ön koltukta yerini alır, arka
koltukta da merhum eşleri ve çocukları da vardır. Fikret Bey şöyle
anlatıyor: Biz arabaya bindik Delikliçınar’a doğru gidiyorduk. Kurşunlu
Camii’nin hizasına geldiğimiz zaman arkada oturan çocuklardan birisi büyük
bir heyecanla baba! Baba! Cami! Cami! diye bağırdı.
Yakın ve akrabalarına baş sağlığı ve sabr-ı cemil
dilerken sanki karşımda olan hocama şunları söylemek istiyorum: Pek
muhterem üstadım, burada yaptığın hizmetlerin karşılığı olan sevaplarınızın
sizi orada karşıladığına inanıyorum. Namazına katılan tüm müslümanların
duası hep sizinle olmuştur. İnşallah nur içindesiniz, çünkü siz hep Allah
rızasından bahsederdiniz, onun için Rabbimiz Tealanın rahmet ve mağfireti
üzerinize olsun, makamın Cennet olsun, nur içinde yat inşallah. Bize olan
haklarınızı da helal ettiğinize inanıyorum. Rabbimiz, Rahman ve Rahim olan
Allah, size rahmetini bol bol ihsan eylesin.
|