KÜRESELLEŞME, SOSYAL POLİTİKANIN DÖNÜŞÜMÜ ve SİVİL
TOPLUM ÖRGÜTLERİ
İstanbul Üniversitesi, Sosyal Siyaset Konferansları
Dergisi, 45.Kitap, 2003.
Yrd. Doç. Dr. Abdulkadir ŞENKAL
Abstract
Discussions on civil society
were resurrected in the late 1980s when globalization began to march rapidly
when social life became more complicated and when states failed in various
fields. States and societies were enforced to adopt new policies as a
response to uncertainties of the new situation and acute difficulties with
which they harshly confronted. Yet, few have been successful in
consolidating free market economy, sustaining technological development,
decreasing poverty, guaranteeing a justifiable distribution of income and
preventing civil wars, and social unrest. As globalization augments, not
only attitudes, beliefs and values vary but also conflicts and struggles
become complicated so that no state can entirely cope with them and maintain
a well functioning social structure in isolation. In this study, the
relationship between globalization and civil society is analyzed.
Particularly, the role of civil society in social policy is emphasized. It
is argued that an institutionalized civil society seems as an appropriate
mechanism for alleviating global and regional problems.
Anahtar Kelimeler:
Küreselleşme, Sosyal Politika,
Sivil Toplum Örgütleri,
Özet
Son yirmi yılda küreselleşmenin ortaya çıkmasıyla
birlikte sivil toplum örgütlerine olan ilgi artmıştır. Küreselleşmenin
ortaya çıkardığı sosyal politika sorunlarının çözümü konusunda devletlerin
yetersiz kalması sivil toplum örgütlerinin önemli sosyo-politik fonksiyonlar
üstlenmelerine yol açmıştır. Günümüzde birçok ülkede sivil toplum örgütleri
sosyal politika sorunlarının çözümü konusunda önemli faaliyette
bulunmaktadırlar. Sivil toplum örgütlerinin faaliyetleri çok çeşitlidir. Bu
özelliklerinden dolayı sivil toplum örgütleri önemli sosyal politika
araçları olarak kendilerini kabul ettirmişlerdir. Sivil toplum örgütleri,
sosyal politika açısından devlete yardımcı olma amacıyla ya da bir boşluk
olması durumunda devreye girerler. Bu açıdan önümüzdeki yıllarda sivil
toplum örgütlerinin sosyal hayatta daha aktif olacaklarını söylemek
mümkündür.
Giriş
Sivil toplum örgütleri (STÖ) çok eski
dönemlerde ortaya çıkmalarına karşılık özellikle küreselleşme kavramının
geliştiği 1980’lerin sonlarında gündeme gelmişlerdir. 19. yüzyılın ikinci
yarısına kadar devlet sosyal hayatı düzenleyen tek otorite olarak
biliniyordu. Ancak sosyal hayatın gittikçe karmaşıklaşması ve devletin
birçok alanda başarısızlığa uğraması yeni arayışları gündeme getirmiştir. Bu
durum sosyal hayatın işleyişinin sağlanması açısından önemlidir. Çünkü
sosyoekonomik hayatın işleyişinde önemli sayılabilecek problemlerin meydana
gelmesi birçok ülke için hayati önemi olan zorlukları beraberinde
getirmiştir. Bu gelişmeler sivil toplum örgütlerine duyulan ilgiyi
arttırmıştır. Özellikle son yıllardaki gelişmelere bakıldığında gerek ulusal
gerekse uluslararası boyutta ortaya çıkan boşluğu en iyi doldurabilecek
kurumlardan birinin sivil toplum örgütleri olduğu görülmektedir.
Ekonomik açıdan Keynesyen refah devleti
politikalarının başarısızlığı ve ülkelerarasında gün geç tikçe artan
ekonomik ve sosyal nitelikli sorunlar, ortaya çıkan yeni sosyoekonomik
düzeni zor durumda bırakacak önemli gelişmelerdir. Küreselleşme ile
birlikte, serbest piyasa ekonomisine geçiş, teknolojideki gelişmeler,
yoksulluk, gelir dağılımı, dünyada önüne bir türlü geçilmeyen iç savaşlar
gibi faktörler hem ülke içinde ve hem de uluslararası alanda çözülmesi
gereken önemli sorunlar olarak göze çarpmaktadır. Birçok ülke bu sorunları
çözmede yetersiz kalmaktadır. Bu sorunların çözülmesine yardımcı olma
bakımından sivil toplum örgütleri, 20. yüzyılın ikinci yarısında ortaya
çıkan önemli bir gelişmedir.
Günümüzde dünyanın azgelişmiş bölgelerine
yardım ve küresel sorunlara karşı en iyi temsil aracı olarak sivil toplum
örgütleri görünmektedir. Sivil toplum örgütleri, küreselleşme ile birlikte
güç dengesini genel çıkarlardan özel çıkarlara doğru harekete geçirmeye
başlamışlardır. Otorite ve güç dağılımındaki değişim küreselleşme denilen
sürecin karakteristiğidir. Siyasi egemenliğin çöküşü ve işçi sınıfının
üretim sürecinde etkinliğinin nitel ve nicel olarak azalması bunun tipik
örnekleridir.
Küreselleşmeyle birlikte ekonomik, sosyal ve politik
alanda yaşanan sürekli değişim, güç ilişkilerinde de bir değişiklik
gerektirmiştir. Bu da başkalarının gücüyle sosyo-politik gelişimi sağlamaya
yönelme konusundaki eğilimdir. Ancak bu durumun, kişisel değişimlere karşı
sürekli bir ilgiye, tutum ve davranışlarda birtakım sorunlara neden olduğu
söylenebilir. Bu çalışmada son yirmi yılda ekonomik gelişmelerin ve bunun
yarattığı sosyal problemlerin yapısal gelişmeleri ve küreselleşmenin ortaya
çıkardığı sorunlar konusunda sivil toplum örgütlerinin oynadığı rol
incelenmektedir. Özellikle 1980’lerden sonra küreselleşmeyle birlikte
sosyal yapının işleyişi açısından büyük önem taşıyan sivil toplum
örgütlerinin ekonomide, siyasi hayatta ve sosyal politikadaki faaliyetleri
ve bu faaliyetlerin sosyal politika açısından önemi açıklanmıştır.
1-Küreselleşme ve Sivil Toplum Örgütleri
Son yirmi yılda gündelik hayatta en sık duyulan
kavramlardan biri hiç kuşkusuz küreselleşmedir. Küreselleşmenin tanımı
konusunda tam bir konsensüs oluşmamasına rağmen etkileri hızlı bir şekilde
ortaya çıkmaktadır. Toplumsal yapının tüm alt sistemlerini etkileyen
küreselleşme konusunda farklı tez ve görüşler mevcuttur. Kuşkusuz
küreselleşme, paranın ve malların serbest dolaşımından daha fazla şeydir.
Küreselleşme kavramı genel olarak değişim süreci ve uluslararası politika,
ekonomi ve kültürel yapıdaki dönüşümü tanımlamak için kullanılmaktadır. Bu
durum bir anlamda sosyal bilimlerde karşımıza çıkan bir paradigma gibi
gözükür. Aslında Cerny’nin 1994’te ortaya koyduğu gibi küreselleşme ne
bütünleyici (tek tip), ne de homojen (türdeş) bir kavram değildir
(Cerny;1994;319-321).
Küreselleşme kavramı, küresel ekonomi, küresel politika
ve küresel toplum terimlerinin uluslararası alandaki değişimi ve bu
değişimlerin etkilerini biçimlendirmek için kullanılmaktadır. Bu açıdan
küreselleşme geniş boyutlu bir kavramdır. Değişen zaman, mekan
kavramalarıyla birlikte, sınırların ortadan kaybolmaya başlaması ve
yeryüzündeki tüm insanlar arasındaki karşılıklı bağımlılığın artmasışeklinde
bir tanımlamaya gidilebileceği gibi siyasal açıdan devletin fonksiyonlarının
işlerliği açısından da tanımlanabilir. Edwards’a göre, küreselleşmenin en
önemli etkileri otorite ve güç dağılımındaki değişikliklerdir. Edwards bu
değişikliklerin küreselleşme olarak tanımlanabileceğini iddia etmektedir.
Bunun en açık örnekleri devlet özerkliğinde yaşanan erozyon ve çalışanların
yetkilerinde ortaya çıkan zayıflamadır. (1999;10-14)
Küreselleşme konusunda bir diğer tartışma
küreselleşmenin bir fenomen olduğu yolundadır. Ancak fenomen olarak
nitelendirilen bu gelişme dünyanın birçok ülkesinde eşitsizliğe yol
açmaktadır. Uluslararası ekonomi, kültür ve telekomünikasyon alanında önemli
gelişmeler yaşanmakla birlikte bu gelişmelerin faydaları evrensel boyutta
eşit dağılmamaktadır. Gelişmekte olan birçok ülke bu süreçte kenara atılmış
ve yoksullaştırılmıştır. Bu durum küreselleşmenin paradokslarından yalnızca
biridir. Son yıllarda yaşanan küreselleşme süreci kadın-erkek,
yetişkin-çocuk ve değişik kültürlerden gelen insanlar arasındaki ve bunların
değişen teknolojiyle ilişkilerini yeniden şekillendirmiştir. Bu durum sadece
özelden genele doğru bir güç hareketliliği değil, ülke nüfusunun çok küçük
bir bölümünün yararı için çalışan çok sayıda insanın ekonomik, sosyal ve
siyasi açıdan aşındırıldığı daha derin ve karmaşık bir süreçtir. Söz konusu
ekonomik, sosyal ve siyasi etkiler gün geçtikçe inanılmaz derecede
eşitsizlik ve güvensizliği de beraberinde getirmektedir.
Bu süreçten en çok etkilenen kurumların
başında sivil toplum örgütleri gelmektedir. Teknolojik alanda meydana gelen
gelişmeler sivil toplum örgütleri açısından olumlu sonuçlar doğurmuştur.
Dünyanın birçok ülkesinde sosyal sorunlara müdahale etme ve kamuoyu
oluşturma konusunda başarılı çalışmalar yapmaktadırlar. Birçok sivil toplum
örgütü iletişim teknolojisini kullanarak seslerini bütün dünyaya duyurma
gibi bir olanağa da sahip olmaktadırlar. Sosyal sorunlara karşı duyarlılık
bu örgütlerde oldukça gelişmiştir. Özellikle kendi web sayfalarıyla dünyanın
her tarafındaki sorunlardan haberdar olma ve baskı oluşturma
faaliyetlerinde bulunmaktadırlar.
Küreselleşme ile birlikte önem kazanan bireyselcilik
akımları, sınır ötesi kirlilik, global ticaret, karapara, yoksulluk,
işsizlik, kitlesel mülteci hareketleri gibi 21. yüzyıl kollektif sosyal
politika problemlerinin çözümlenmesinde ülkelerin ve uluslararası
işbirliğinin yetersiz kalması, dayanışma kurumlarına olan ihtiyacı zorunlu
hale getirmektedir. 21.yüzyılda yaşanan bu değişmeler sivil toplum
örgütlerini kritik bir öneme taşımıştır.
1.1- Sivil Toplum Örgütlerinin Özellikleri
Sivil toplum örgütlerinin amacı çok
çeşitlidir. Bu çeşitlilik sivil toplum örgütlerinin farklı tanımlarının
ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Faaliyetin niteliğine göre sivil toplum
örgütleri “Kar-Amaçsız Örgütler, Üçüncü Sektör veya Gönüllü Kuruluşlar”
olarak da adlandırılırlar (Lewis; 1998;510). Günümüzde sivil toplum
örgütlerinin sayısı ve nitelikleri oldukça değişmiştir. Sivil toplum
örgütleri, ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel işlevleri yerine getirerek
insanı evrensel değerlere dayalı bir değişim içine sokmaya çalışmaktadırlar.
Bu örgütlerin bir diğer faydası da yurttaşlık kavramını yaratmaktır. Modern
toplum ve siyaset öyle karmaşık bir hale gelmiştir ki, bireylerin
sosyoekonomik sisteme katılımı giderek olanaksız hale gelmeye başlamıştır.
İnsanların vatandaş olarak sisteme katılımları oy vermekle sınırlı kalmaya
başlaması, toplumdaki birey açısından bazı olumsuz sonuçları beraberinde
getirmektedir.
Sivil toplum örgütlerine katılım gönüllüdür
ve bireylere bir şeyleri değiştirebildikleri hissini vermektedir. Ayrıca
bireylerin, iş yaşamı dışında cemaat dayanışmasını ve vatandaş sorumluluğunu
canlı tutacak kurumlara gün geçtikçe ihtiyaçları artmaktadır. Sivil toplum
örgütlerinin her biri farklı toplumsal problemlerle uğraşmaktadır. Böylece
toplum daha çoğulcu ve katılımcı bir hale gelmektedir. Bu örgütlerin
amaçları kamuoyunda güç kazanmak ya da hükümet olmak değildir. Amaçları
yaptıkları işlerde özerk olmaktır. Bu örgütler sadece kendi amaç ve
görevleri doğrultusunda çalışmaktadırlar (Drucker;(a)1989;88-90). Gelişmiş
ülkelerde çeşitli sivil toplum örgütlerinin siyasi mekanizmayı belli
şekillerde etkileme güçleri vardır. Ayrıca bu etkiyi uluslararası boyuta
taşıma gibi bir özelliğe de sahiptirler. Birçok gelişmiş ülke
vatandaşlarının oluşturduğu ”dünya sivil toplumu” tarafından son yıllarda
toplumun bilgilendirilmesi konusundaki faaliyetler yoğunluk kazandı.
Greenpeace ve Red Cross gibi uluslararası sivil toplum örgütleri
sosyopolitik konularda şirketler ve hükümetlerden bile daha inandırıcı hale
gelmiştir (Hirst, Thompson; 1996;226). Sivil toplum örgütlerinin bu özelliğe
sahip olmaları bir çok ülke vatandaşlarının nezdinde güvenirliklerini
arttıran ve faaliyetlerinde başarıya ulaşmalarına yardımcı olan bir faktör
olmaktadır.
Sivil toplum örgütleri, kendi örgüt
sınırlarını aşan bir misyon için kurulurlar. Ancak sosyal değişim modeli
için öznel alanda kişileri değişime özendiren ve kurumsal yöntemlerle
bütünleştiren birçok dolaylı yol vardır. Bu konuda önemli yöntemlerden biri
sivil toplum odaklı bir değişim anlayışının bireylerce benimsenmesini
sağlamaktır. Başka bir deyişle, kişisel değişimin amacı bilinçli bir şekilde
tespit edilmiş olmalı ve açık öğelerden oluşmalıdır. Özellikle kurumsal
alanlarda içsel dönüşümler bilinçli bir şekilde uygulandığı sürece kişi
kendi ekonomik, sosyal ve siyasi sorumluluklarını kişisel dönüşümler için
kullanmaya devam edecektir. Ekonomik veya siyasi açıdan önemli bir davranış
olsa da sevecenlik ve şefkat, sivil toplum örgütleri tarafından
şekillendirilen bilinçli bir davranıştır. Sivil toplum örgütlerinin
faaliyetlerinin altında yatan asıl faktör de dayanışma ruhu olmaktadır.
1.2- Küreselleşme Sürecinde Sivil Toplum Örgütlerinin
Rolleri
Küreselleşme süreci ile birlikte sivil toplum
örgütlerinin de rolleri değişmiştir. Günümüzde uluslararası düzeyde faaliyet
gösteren çok sayıda sivil toplum örgütü mevcuttur. Dünyanın herhangi bir
ülkesinde yaşanan sorunlar o ülkedeki insanları ya da diğer ülkeleri
etkiliyorsa, sivil toplum örgütleri bu sorunları gidermek amacıyla
faaliyette bulunmaktadırlar. Örneğin Greenpeace dünyanın herhangi bir
yerinde çevre kirliliği ile ilgili bir sorun olduğunda protesto faaliyetinde
bulunmaktadır. Sivil toplum örgütlerinin gücü özellikle uluslararası düzeyde
etkili olmaktadır. IMF ve Dünya Bankası’nın Mayıs 2001’de, Prag’ta
gerçekleştirilen yıllık toplantıları, sivil toplum örgütlerinin
protestolarına maruz kaldı. Küreselleşme karşıtları tarafından
gerçekleştirilen protestolar dünyada büyük yankılar uyandırdı. Bunun üzerine
Dünya Bankası Başkanı James Wolfenson sivil toplum örgütlerinin
temsilcileriyle görüşerek kendilerine şans verilmesini istedi. Bu ve bunun
gibi yüzlerce örnek günümüzde sivil toplum örgütlerinin uluslararası alanda
etkinliklerinin arttığını göstermektedir.
İnsan hakları düşüncesinin uluslararası düzeyde ortak bir
tema haline gelmesi ancak sivil toplum örgütleri vasıtasıyla bir anlam
kazanabilir. Ekolojik felaket, nükleer silahlanma ve AİDS‘le mücadele gibi
uluslararası sosyopolitik sorunların çözümü ancak uluslararası düzeyde
faaliyet gösteren sivil toplum örgütlerinin çabalarıyla etkin olabilir
(Robertson; 1999; 218). Bu noktada uluslararası düzeyde faaliyet gösteren
sivil toplum örgütlerine büyük iş düşmektedir. Sivil toplum örgütlerinin
uluslararası düzeyde kabul gören ve tartışmasız bir konuma sahip oldukları
fikri son dönemlerde kabul görmektedir (Roca;1998;122). Örneğin The
Jubilee 2000 Campaign‘in Türkiye ve Yunanistan’daki depremzedelere
yardım etmek için harcadığı çabalar buna güzel bir örnektir (Gerarad;
(a)2000; 886). Söz konusu bu deneyimleri temel eğilim olarak ele almak demek
yeni sosyoekonomik sistemde her zaman sivil toplum örgütlerine ihtiyaç
duyulacak demektir. Ancak yönetim yapısının tüketimde ve tarafsız aktörlerin
otoritesinde azalma gerektiren radikal değişimlere öncülük etmesi imkansız
görünmektedir. Asıl baskı, yeni sosyal ve ekonomik modellere izin veren söz
konusu sivil toplum örgütleri tarafından gelmektedir.
Latin Amerikan belediyeleri, yerel yönetim tarafından
alınan kararları paylaşan sivil toplum temsilcileri aracılığıyla “karşılıklı
demokrasi” adı altında yeni bir yönetim tarzı geliştirmişlerdir. Dünyanın
her yerinde buna benzer olaylar yaşanmaktadır. Örneğin, Hindistan’da
“Panchayati Raj Sistemi” adı altında yerinden yönetim ve 21.yüzyılla
ilgili planlar çerçevesinde çatışma sonrası yeniden yapılanma ve milli
gelişme stratejileri adı altında yeni girişimler oluşturuldu. Söz konusu bu
değişimler, toplumda güçlü kesimin ilgi alanına giren diktatörlüğün
tehlikelerini azaltmakla kalmayıp, aynı zamanda karar alma sürecinde
insanların seslerini duyurmalarına da yardımcı olur. Bu tip uygulamalar,
karşılıklı diyalog kurabilmek için yeni katılım modelleri ile eski kurumsal
sınırlamalara karşı işbirliği oluşturma fırsatları da yaratırlar
(Edwards,Sen; 2000; 605-607).
Birçok kimseye göre, sivil toplum örgütlerinin hem
gelişmiş ve hem de gelişmekte olan ülkelerde artması kurumsal bir devrimi
başlatmıştır (Gerarad; (b)2000 ;885). Bu örgütler hem sosyal yapının
işleyişini sağlama hem de sorunları çözme açısından önemli faaliyette
bulunmaktadırlar. Sosyal politika açısından güzel bir örnek Hindistan’dan
verilebilir. Hindistan’daki “Serbest Çalışan Kadınlar Birliği (SEWA)”
ve Bangladeş’teki Grameen Bankası gibi organizasyonlar, çocukların
korunması konusunda riskleri, bedelleri ve sorumlulukları paylaşmak amacıyla
birtakım yeni yöntemler geliştirerek kadınların, mutluluklarından ve
sağlıklarından feda etmeden, çocuklarıyla beraberliklerini sürdürerek,
gelirlerini ve servetlerini arttırmalarını sağlamışlardır
(Edwards,Sen;2000;605-607). Bu değişiklikler bir yandan sosyal ve ekonomik
sonuçlar arasında daha iyi bir seçim yapmanın önemini gündeme getirirken,
diğer yandan sosyal politikalara katılımı da teşvik etmektedir. Aynı şekilde
sosyal ilerleme; politik güç açısından sesi az çıkanlara gerekli pay yeniden
dağıtılmadıkça uzun süreli olmayacaktır. Burada kişisel değişimlerin önemli
bir unsur olduğu söylenemezse de, geliştirdikleri yöntemler ve kurumlar ile
ortaya çıktıkları öznel alan arasındaki bağlantı göz ardı edilemez.
2- Sosyal Politika ve Sivil Toplum Örgütleri
Sosyal politika ve sivil toplum örgütleri arasındaki
ilişki çok eski dönemlere kadar uzanmaktadır. Demokrasinin gelişmesi ile
birlikte demokratik anlayışın fertlerde olduğu gibi toplumu meydana getiren
sosyal grup ve sınıflara kendi sorunlarını çözme konusunda tanınan olanaklar
sivil toplum örgütlerinin ortaya çıkışı açısından önemli bir süreç sayılır
(Tuna, Yalçıntaş ;1999;212). Bu süreçte ortaya çıkan ilk sivil toplum örgütü
olarak sendikalar gözükmektedir. Sanayi devriminin ortaya çıkardığı
elverişsiz yaşam şartlarını kendi kendine yardım suretiyle düzeltmek için
kurulan, faaliyetleri belli bir amaca yönelmiş meslek teşekkülleri olan
sendikalar önemli sivil toplum örgütleri olarak göze çarpmaktadır (Erkul,
Altan;1984;150). Ayrıca kooperatifçilik hareketi de toplumsal dayanışmaya
güzel bir örnektir (Keane;1993;18). Çünkü 18. yüzyılda kooperatifçiliğin
ortaya çıkışında sivil bir dayanışma ruhu vardır.
Sosyal politika açısından kendi kendine yardım
mekanizması olarak adlandırılan sivil toplum örgütleri ancak demokrasinin
olduğu ortamlarda doğup gelişebilirler. Sivil toplum örgütlerinin Batı’da
gelişmelerinin temel nedenlerinin biri de bu ülkelerde demokrasinin
gelişmesidir. Çünkü böyle bir gelişme o ülkede temel sosyal politikalar
oluşturulurken, toplumun değer yargılarının referans alınarak hareket
edilmesini gerektirmektedir. Bu durum belirlenen politikaların toplumca
benimsenmesinde ve uygulanmasında karşılaşılacak dirençleri azaltır. Önemli
bir sivil toplum örgütü olan sendikaların kurulup faaliyete geçebilmeleri
için ekonomik ve demokratik hakların gelişmiş olması gerekir. Sendikalar ilk
geliştikleri yıllarda üyelerine yardım etme, üyeleri arasındaki dayanışmayı
sağlamaya yönelik faaliyete önem vermişlerdir. Sendikalar birçok ülkede,
siyasal sisteme baskı yaparak siyasi açıdan bazı hakların elde edilmesi
yönünde başarılı çalışmalar yapmışlardır. Örneğin Polonya’da sivil toplum
oluşturmaya yönelik ilk faaliyet 1976’da kurulan İşçi Savunma Komitesi (KOR)
tarafından başlatılmıştır. Bu dönemde İşçi Savunma Komitesi, eşitsizlik,
yolsuzluk ve hükümetin başarısız politikalarına karşı muhalefet ederek geniş
çapta bir sivil toplum hareketi başlatmıştır (Pelczynski; 1993; 385-386).
Sivil toplum örgütlerinin amaçları birçok yönden sosyal
politikanın amaçlarıyla benzerlikler gösterir. Sivil toplum örgütü hem
gelişmiş ve hem de gelişmekte olan ülkelerde sosyal hayata ve sosyal
değişime önemli katkılar sağlamaktadırlar. Sosyal refah, sosyal bütünleşme,
adil gelir dağılımı, çevre kirliliği, evrensellik gibi sosyal politikanın
temel bazı amaçları doğrultusunda faaliyet gösterirler. Bir bakıma sivil
toplum örgütleri kendi amaçlarına ulaştıkları ölçüde sosyal politikanın
hedeflerini de gerçekleştirmiş olurlar. Örneğin, ekonomide yeni tarz
girişimler etkili rekabet edebilirlerken, sosyal amaçlı iş ve kar dağılımı
hem çalışma koşullarını aynı düzeye getirmek için hem de etik tüketim
hareketlerini geliştirmek için desteklenirler. Latin Amerika’daki tarım
üretimi sistemleri ile endüstrileşmiş ülkelerdeki tüketim amaçlı kampanyalar
arasında oluşturulmuş bağlantılar gelecek için güzel bir örnek teşkil eder.
Sosyal politika açısından sivil toplum örgütlerinin iki
temel işlevi vardır. Bunlardan birincisi demokratik hakların elde edilmesi,
diğeri de ekonomik açıdan bireyler ve sınıflar arasında oluşan dengesizliği
gidermeye yönelik politikaların geliştirilmesidir. Bu açıdan devletin
yetersiz kaldığı durumlarda sivil toplum örgütleri politikalar üreterek ya
da baskı oluşturarak bazı sosyoekonomik hakların elde edilmesinde önemli bir
rol üstlenebilirler. Bu durum sivil toplum örgütlerinin uluslararası alanda
etkin faaliyet göstermelerine de yol açmıştır. Günümüzde birçok ülkede sivil
toplum örgütleri önemli faaliyetlere girişmektedirler. Bazı üçüncü dünya
ülkelerinde yoksul mahallelerde okuma-yazma öğretmeye yönelik komiteler
oluşturma, açlık çekenlere gıda ve sağlık yardımı, dünyanın dikkatini
sorunlu bölgelere çekme gibi faaliyetlere girişmektedirler. Ayrıca birçok
Avrupa ülkesinde sivil toplum örgütlerinin çabalarıyla sosyopolitik alanda
kamuoyu oluşturmaya da çalışmaktadırlar. Örneğin bu ülkelerde ithal edilen
ürünlerde “mamulümüzde çocuk emeği kullanılmamıştır” ibaresi eklenmektedir.
Bütün bu gelişmeler önümüzdeki yüzyılda sivil toplum örgütlerinin sosyal
hayatı düzenleme açısından önemli roller üstleneceklerini göstermektedir.
Kısacası sivil toplum örgütleri çok kademeli siyasal sistemde hem ulusal ve
hem de uluslararası düzeyde koalisyon oluşturacak şekilde
örgütlendiklerinde, işbirliğini arttırarak ve politik tartışma ortamını
etkileyerek sosyal politika tercihlerini yönlendirebilirler.(Cram;1997,
Greenwood;1997)
3- Toplumsal Değişim ve Sivil
Toplum Örgütleri
1980’li yıllardan sonra ortaya çıkan hızlı
değişim süreci sosyoekonomik yapıyı birçok açıdan derinden etkilemiştir.
Küreselleşmenin ortaya çıkmasıyla başlayan ve Doğu Bloku’nun çökmesiyle
devam eden bu süreç toplumsal yapıyı oluşturan bütün alt sistemleri
etkiledi. 1990‘lardan sonra yaşanan bu değişim süreci sosyal politikada bir
evrim değişikliğine yol açmıştır. Uluslararası rekabetin artması, refah
devletinde yaşanan kriz ve birçok Avrupa ülkesinde sosyal demokrat
hükümetlerin işbaşından uzaklaşmaları sosyal politika sorunlarının çözümünü
zorlaştırmıştır. 1990’lardan sonra sosyal demokraside önemli değişiklikler
meydana gelmesi başta İsviçre olmak üzere birçok ülkede önemli sosyal
problemleri de beraberinde getirdi. İsviçre’de sosyalist partinin tarihsel
sürecinin bitmesi ekonomik ve sosyopolitik açıdan pek çok değişim problemini
ve bunlara çözüm bulacak sistem arayışını gündeme getirmiştir (Ramseh;
1998;482). Bu açıdan değerlendirildiğinde küreselleşmeyle birlikte ortaya
çıkan ve sosyal politikayı etkileyen değişimin temel parametreleri aşağıdaki
gibi sıralanabilir.
3.1- Yeni Sosyo-ekonomik Sistem
Ekonomik küreselleşmeyle ortaya çıkan yeni sosyo-ekonomik
sistemin temel odak noktalarından biri varlık, para ve ekonomik gücün artan
konsantrasyonudur. Bu durum geleneksel toplumlarda yeniden sınıf
yapılandırmasını beraberinde getirmiştir. Bir toplumun sosyopolitik yapısı
varlık ve üretimde yer alan emek faktörünün dağılımını belirler (Brian;
2000;332). Günümüzde bu dağılımın özellikle çalışanların aleyhinde bir
değişme göstermesi, yeni sosyoekonomik sistemi en çok etkileyecek
gelişmelerden biridir. Yeni sosyoekonomik sistemin yüksek derecede önem
kazanmaya başlaması ve etkinliğinin artması üretimde yeniden dağılım
sorununu beraberinde getirmiştir. Bu yeni sistem, dünyadaki değişimin
gerekliliği ve yönü doğrultusunda bir enternasyonal karma küresel sistem
oluşturmayı hedeflemektedir. Tarihsel gelişim süreci incelendiğinde ve
eldeki veriler sosyal realitelerle birleştirildiğinde küreselleşmenin önemi
ortaya çıkmaktadır (Ramseh ;481). Bu perspektiften değerlendirildiğinde
dünyanın sosyopolitik yapısının temelinde pek çok sosyal sistem vardır.
Değişim perspektifinden ele alınırsa tüm sosyal sistemler üç temele dayanır:
-Ahlaki değerleri şekillendiren prensipler,
-Sistemin işleyişini sağlayan ve alttan destekleyen
kurumlar,
-Kişisel duygu ve düşüncelerimizi oluşturan öznel
durumlar.
Üretim faktörlerinin dağılımı ile piyasa ve firmaların
nasıl çalıştığını ifade eden ekonomik güç, değişik sosyal grupların
statülerini ve pozisyonlarını ifade eden sosyal güç ve son olarak özel
platformda genel meselelere getirilecek çözümlerde herkesin ayrı ayrı
katılımını ifade eden siyasi güçtür. Sivil toplum örgütlerinin ortaya çıkan
sistemde sosyal güçler arasındaki dengeyi sağlama fonksiyonu olması
dolayısıyla ayrı bir önemi vardır. Söz konusu güçlerden oluşan kartel, bir
sosyal düzen oluşturur. Bu sosyal düzeni değiştirmek de sosyal değişimlerin
bir amacıdır. Ortaya çıkan yeni sosyal düzen, bir grup insanı özellikle de
yoksulları, çalışma hayatındaki kadınları dışlayan bir sistem özelliği
sergilemektedir. Bu açıdan ortaya çıkan yeni sistemde değişik güç ilişki
yapıları kuruluncaya kadar, daha iyi sonuçlar elde edilene ve yeni sosyal
düzen kurulana kadar kullanılan yolların değişimi için şiddete başvurmak
sıklıkla kullanılan bir yoldur. Örneğin, insanlar belirli sosyal
dönüşümlerle geliştirilen özel durumlarla karşı karşıya gelebilir veya
değişik özel ve temel alanlarda çalışarak aynı ekonomik geliri daha az
sosyal ve siyasi bedelle sivil toplum örgütünü aracı kurum olarak
kullanabilirler. Böylece çokuluslu şirketler ve uluslararası örgütlerle
iletişim kurarak hedeflerine ulaşma konusunda daha kolay başarı
sağlayabilirler.
Sosyal değişiklikler söz konusu üç temel değişimin ve güç
sistemlerinin bütünleşmesini gerektirir. Burada önemli olan konu, söz konusu
teorik sistemlerin kabul edilmesi ve birkaç kurumun bunları yol gösterici
olarak kullanmalarıdır. Sosyal teoriler genel olarak değişimlerin açık ve
kurumsal yönlerini ele alarak ilgili özel durumları, insanoğlunun evrensel
açıklamaları veya değişimlerinin otomatik olarak kurumlar ve güdülerden
kaynaklandığını varsayarak oluşturulurlar.
3.2- İnsan İlişkilerindeki Değişim
Birçok ülkede sivil toplum örgütleri, sosyal hayatı
yöneten kural ve kurumların değiştirilmesinde etkin bir rol oynayarak insan
davranışlarında kalıcı değişiklikler yaratmaları mümkündür. Burada önemli
olan husus, diğer tüm alanlardaki değişimlere kaynak oluşturan kişisel
değişimdir. Sosyal değişim sürecinde çaba gösterilmeden bu süreci harekete
geçiren ve sürdürmeyi başaran değerler ve prensipler çok kolay yok
olabilmektedir. Sonuç olarak da, yeni kurulmaya çalışılan sosyal düzen sivil
bir dayanışma ruhunu gerektiriyor. Şöyle ki, bir yandan yoksulluk ve
güvensizlik toplumda bazı grupların marjinalleşmelerine neden olurken,
sınıflararası farklılığı da arttırmıştır (Koray;2000;291). Böyle bir gelişme
ancak etik değerlerin yeniden kazandırılması ile sosyal sistemin daha etkin
işlemesine yardımcı olabilir (Pieper;1999;38). Bu durum sosyopolitik açıdan
da büyük öneme sahiptir. Çünkü etiğe dayalı üretim sistemleri, etik
tüketiciler olmadan asla bağımsızlıklarını sürdüremezler. Örneğin, toplumu
oluşturan sosyal sınıflar, ödenmiş veya ödenmemiş iş yükünü paylaşma
taraftarı değillerse, adil bir sosyal politika oluşturmak olanaksızdır. Buna
karşılık gündemlerine kişisel değişimleri ekleyerek kazançlarını
birleştirebilir ve böylece yeni kurulmuş ortaklıklar, değerlerde ve
davranışlarda meydana gelen aynı değişikliklerle desteklenebilirler.
Bu tür etkenler insan davranışlarını doğal olarak
değiştirmektedir. Bireysel değişimleri dikkate almamak, sosyal dönüşümleri
engelleyebilir. Ne zaman ki düşünceler ifade edilirken kabalaşılır ya da
sessiz kalınır, işte o zaman sosyal çatışma kaçınılmaz hale gelir.
İnsanların kendi bilgilerini eksik bir şekilde saptaması, “toplumsal
dayanışma bilinci” kavramında anlatıldığı gibi başka insanların iç
dünyalarıyla bir tutarak kolayca tanıma fırsatı sağlar. Bu konu aslında
toplumsal dayanışma açısından çok önemlidir. Çünkü başkalarına karşı daha
samimi ve daha az zarar verici kişisel davranışların temelini oluşturur
(Pieper;1999;44). Bugünün küresel dünyasında tartışılan asıl sorun; sosyal
politika açısından zayıf ve yoksul durumda bulunan kişilere karşı daha
hassas ve dayanışmacı bir tutum sergilemektir. Bu da toplumda bulunan farklı
sosyal gruplar arasındaki dayanışmanın sağlanmasına yardımcı olur. Aksi
takdirde bencillik, açgözlülük, öfke ve nefret gibi huylar edinip; kavim,
cinsiyet, sınıf, kast, milliyet, din ve ekonomik bloklar gibi kriterler
arasında uyum sağlamak toplumsal dayanışmayı hiçbir zaman sağlamaz
(Edwards,Sen; 2000; 606). Yine de kendi kendini sorgulama disiplini içinde
bu kısırdöngüden çıkabilmek için tek bir yol vardır. O da tutumların ve
davranışların devamlı etkisinde kalarak sivil bir dayanışma ruhunu
geliştirmektir. Ancak sivil toplum örgütlerinin bu çabaları gönüllülük
esasına dayanır. Drucker, bireyin, gönüllü sıfatıyla etkin vatandaşlığını
yeniden keşfedebileceğini belirtmektedir (Drucker;1995(b);242). Paradoksal
olarak, söz konusu içten şefkat ve duyarlılık aslında dışsal çaba gerektiren
sosyal değişim için gerekli olan esneklik, cesaret ve düşünce
dayanıklılığından başka bir şey değildir. Yani buradan elde edilen sonuç
şudur, ancak kişisel dönüşümler desteklendiğinde bir toplumsal değişim söz
konusu olabilir. Küreselleşmenin ortaya çıkardığı toplumsal değişimin
gelecekteki çerçevesinin belirlenmesinde bireylerin desteğini sağlayan sivil
toplum örgütünün çabaları önemli ölçüde belirleyici olabilir.
Sosyal değişim, kişi ve grupları değişik
bazlarda ve değişik güç sistemleriyle bütünleşmeye zorlar. Bir alanda
yaşanan değişim bir başka alandakini peşi sıra getirir. Büyük bir olasılıkla
bu sonuç sürekli olacaktır ve kişisel kararlar işbirliği kurallarına uygun
olarak alınacaktır. İşbirliği çerçevesinde kendi kendini desteklemek, sosyal
düzen içerisinde tüm insanlara güvenlik sağlamak, eşit yetki tanımak, tatmin
edici bir yaşam için aynı fırsatlarla daha az riskle diğerlerini reddetmek
demektir. Bu durum önemi artan bireyin sosyal sistem içindeki rolünü de
olumlu ya da olumsuz yönde etkileyecektir. Birey–devlet ve birey-toplum
ilişkilerini sağlıklı bir şekilde düzenleyip sosyal politika açısından ideal
birey yetiştirmek, ortaya çıkan birçok sosyal politika sorununun teşhisi,
analizi ve bu konuda uygulanacak politikalar konusunda önemli katkılar
sağlayacaktır.
3.3- Sivil Toplumun Ortaya Çıkışı
Keynesyen refah devletinin başarısızlığı
sonucu ortaya çıkan siyasal tartışmalar sivil topluma olan ilgiyi
arttırmıştır. 1968’lerden sonra sivil toplum kavramının gelişmesi ve
etkinliğinin artması yeni görüş ve söylemlerin ortaya çıkmasına yol
açmıştır. Sivil toplum, 18. yüzyılda ortaya çıkan bir kavram olmakla
birlikte, çeşitli aşamalardan geçerek bugünkü anlamına ulaştığı
söylenebilir. Buna göre sivil toplumun geçirdiği ilk aşama; bir devletin
üyesi olmakla özdeşleşen anlamından kurtulmasıdır. İkinci aşama; sivil
toplum içindeki bağımsız toplulukların kendilerini devlete karşı
savunmalarının meşruiyet kazanmasıdır. Üçüncü aşama; sivil toplumun içerdiği
özgürlüğün, toplumsal çatışmaların kaynağı, devlet müdahalesinin bu
çatışmaları önleyici faktör sayıldığı bir anlayışı yansıtır. Son aşama ise;
üçüncü aşmaya tepki olarak, devlet müdahalesinin sivil toplumu pasivize
edeceğinden korkulmaya başlandığı dönemdir (Sarıbay;1994). A.Ferguson,
D.Hume ve Tocqueville gibi filozoflar sivil toplumun gerçek alanını daha
önce yaptıkları çalışmalarla genişletmişlerdi. Bunlara göre sivil toplum
kendi özel ilgi alanlarını barışçıl ve özgür bir şekilde takip etmelerine
olanak veren ihtiyari olarak yerleşmiş gelenekler düzeni oluşturan özgür
bireyler toplumudur (Keane; 1993; 19).
Kültürel yayılmanın yol açtığı toplumsal değişim günlük
hayatta somut bir farklılaşmaya yol açmıştır. Bu durum sosyal hayatta sivil
toplum örgütlerini vazgeçilmez kılmıştır. Böyle bir gelişmenin sonucu
olarak, yeniden bir denge kurmak için entegrasyon, toptan bir yenilenme
değil, sadece bütünleşmek için bir denemedir. Bu konuda, iyi düzenlenmiş bir
piyasanın nasıl işlediğine, serbest piyasa ekonomisinin fakirliği nasıl
engelleyebileceğine, ekonomik büyümenin yoksulluğu nasıl yok edeceğine,
sosyal faydanın nasıl sağlanacağına ve sermayenin nasıl korunacağına yönelik
birçok örnek ileri sürülebilir.
Sivil toplumu savunanlara göre, devletin ekonomi
piyasasına müdahalesi dışardan yardım almaya muhtaç olan kişi ve grupları
daimi hale getirmektedir. Bu durum girişimcilerin karlılık ve rekabet
güçlerini azaltmaktadır. Böylece uzun vadede işyerinin kapanması ve
çalışanların işsiz kalması gibi sorunlar ortaya çıkmaktadır. Devletin sosyal
hayata müdahalesi ekonomik krize yol açtığı gibi sosyal politika programları
-özellikle sendikaların lehinde olan politikalar- sivil toplum için tehdit
oluşturmaktadır (Keane;1993;19) Gerçekten de, sosyal değişimin başarı için
ne kadar önemli olduğunu gösteren birçok örnek vardır. Günümüzde birçok
sivil toplum örgütü açısından bu konu stratejik öneme sahiptir. Bundan
dolayı sivil toplum örgütlerinin diğer kurumlardan daha suçlu olduğunu,
değişimlerin iç temellerine ağırlık verilmedikçe başarısızlığa mahkum
olduklarını söylemek zordur. Bu koşullarda, gelirlerin artması temel
değişikliklere karşı önemli bir role sahiptir. Ancak kalan nüfus için temel
ihtiyaçlarda aynı seviyede memnuniyet sağlamanın da ayrı bir önemi vardır.
Aynı örnek özellikle kriz zamanlarında, paylaşmaya ve işbirliğine teşvik
eden kültürler arası arabulucu olmalarına rağmen, üçüncü dünya ülkeleri için
de apaçık görünmektedir. Tüm dünyada büyük ekonomik ortaklıklar daha derin
ve toplu hareketlerle sıkıştırılmış değerlere izin veren yeni kurumlara
eşlik etmedikçe bencil bir rekabet ortamı yaratacaktır. Bu durum özellikle
de küresel piyasada daha adil ve uzlaşmacı bir davranış biçimidir.Sonuç olarak sivil toplum, devlet dışında bir özgürlük alanıdır
(Keane; 1993; 30-32).
3.4- Refah Devletinde Kriz
İletişim ve ulaşım konularındaki ciddi değişimler,
sosyoekonomik ve kültürel sorunlar, dünya görüşlerinin birbirine yaklaşması
toplumların birbirleriyle olan ilişkilerini arttırdı. Bu bağlamda devletin
sisteme dolaylı ya da dolaysız katılımı son yıllarda en çok tartışılan
konulardan biri durumuna gelmiştir. Bu tartışmaların odak noktasında
devletin sosyoekonomik sisteme müdahalesinin küreselleşme ile birlikte
ortaya çıkan yeni sisteme ne kadar uyacağıdır. Her şeyi üreten, müdahale
eden devlet yerine standartları belirleyen, kuralları koyan, denetleyen;
rant yaratan değil, bunu engelleyen; ileri teknoloji ve yüksek verimlilik
düzeyinde demokratik sanayi oluşmasını hedefleyen bir devlet fikri son
yıllarda kabul görmektedir (Ekin; 1996; 191). Devletin tüm iktisadi
alanlardaki yatırımlardan çekilerek sosyoekonomik faaliyetleri sivil toplum
örgütleri gibi örgütlere bırakması gerektiğini öne süren görüşler artmıştır
(Kurtulmuş; 1996; 195). Özellikle ABD’nde hükümetlerin yetersiz kaldığı
sosyal sorunların çözümüne büyük katkı sağlayan sivil toplum örgütleri
Amerikan toplumunun en önemli ayırt edici özelliği haline gelmiştir (Şimşek;
2000; 335). Sermaye, mal ve hizmet hareketlerinin uluslararasılaşması,
kişilerin, fikirlerin ve bilgilerin eskisiyle kıyaslanmayacak derecede
ulusal hükümetlerin kontrol edemedikleri ilişkiler ağının ortaya çıkmasına
ve yaygınlaşmasına neden oldu. Bu durum devletlerin dünyasının (Statewelt)
yanı sıra bir de toplumların dünyası kavramının (Gesellschaftswelt) ortaya
çıkmasına yol açtı (Koçdemir; 1998; 57)
Küreselleşme, piyasa disiplini üzerine etki etmek
suretiyle refah devletinin tüm sosyal yapısını ve değer yargılarını
tamamiyle değiştirmiştir (Dominelli; 1999; 15). Küreselleşmeyle birlikte
ortaya çıkan yeni sistemde sosyal devlet, refah devleti gibi kavramlar yeni
sosyoekonomik sistemin perspektifi dışındadır. Bu konuda en çok merak edilen
devletin sosyal işlevlerine ve refah devleti niteliklerin ne olacağı
konusudur (Koray; 2000; 290). Bu noktada sivil toplum örgütleri söz konusu
bütünleşmiş değişimler üzerinde oynadıkları rolleri üç alanda ele
alınabilir. Birincisi sosyal program oluşturulmasındaki rolleri, ikincisi
sermaye artışı çalışmalarındaki rolleri ve sonuncusu da kendi
organizasyonları içinde yapı, sistem ve yönetim açısından değer kazanan
yollar açısından rolleridir. Bu rollerin karşılıklı işleyişi ortaya çıkan
yeni sosyoekonomik sistemin de sağlıklı işlemesine büyük katkı
sağlayacaktır.
Sosyal politika açısından diğer önemli sorun sosyal
standartların oluşturulması bağlamında ortaya çıkmaktadır. Refah devletine
karşı neo-liberal yaklaşımları benimsemeyle sonuçlanan devlet
harcamalarındaki kesintiler birçok sanayileşmiş ülkelerdeki zengin ve fakir
insanlar arasındaki zıt kutuplaşmayı arttırdı (Dominelli; 1999; 16). Bu
durum azgelişmiş ülkelerin sosyal politikalarını da dar gelirliler aleyhinde
bozdu. Azgelişmiş ülkeler açısından sosyal politikaların yerine
getirilememesi ileride sosyal politika açısından önemli sorunları
beraberinde getirecektir. Çünkü küreselleşme en güçlü sosyal devletleri bile
zor durumda bırakmaktadır. Özellikle azgelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler
sosyopolitik sorunların çözümünde yalnız başlarına pek etkili olamamaktadır.
Eğer bu sorunların çözümüne yönelik uygun politikalar bulunamazsa ve
uluslararası sosyopolitik yardımlar sağlanamazsa sosyal hizmetlerle
ilgili maliyetler bu ülke ekonomilerinin tahammül edemeyeceği bir düzeye
ulaşacaktır (Koçdemir; 1998; 65) Dünya üzerinde çeşitli sosyal sistemler
doğrultusunda toplumsal yapılar ayrı ayrı özellikleri ve içerikleriyle
düşünüldüğünde sosyal standartların oluşmasının söz konusu olması gerektiği
gerçeği göz önüne serilmektedir.
4-Sosyal Politikanın Dönüşümü ve Sivil Toplum
Örgütleri
Küreselleşme sürecinin sosyal politikayı nasıl
etkileyeceği konusu tartışmalıdır. Rekabet eksenli yeni ekonomik düzen
geleneksel sosyal politikadaki değişimin niteliğini önemli ölçüde
etkilemektedir. Bu durum bir çok ülkenin sosyal politikalarında bir dönüşüm
hareketi anlamına gelmektedir (Shin;2000;17). Sosyal politika
araştırmalarının amacı sosyal yapının işleyişi üzerinde doğrudan veya
dolaylı etkilerde bulunarak sosyal yapıyı belirli şekillerde etkilemek ve
böylece mevcut hukuksal düzenin devamını sağlamaktır. Sosyal politikanın
sosyal yapı üzerindeki bu etkileyici rolü iki açıdan ele alınmaktadır.
Birincisi, toplumu oluşturan bireyleri tek bir aktör olarak kabul edip,
politikaların bu aktörleri etkileme yoluyla bütün toplumu etkileme; diğeri
de politikaları makro-sosyolojik bir anlayışla uygulayıp toplumsal yapının,
bu politikaların sonuçlarını ve kullanımını nasıl etkilediği sorusuna cevap
aramasıdır (Coleman;1997;679).
Sosyal yapıda ortaya çıkan sorunlar giderek sanayileşmiş
kapitalist toplumlardaki siyasi tartışmaların merkezinde yer almaktadır. 21.
yüzyılda sivil toplum örgütlerine yönelik en önemli meydan okuma eylemleri,
sistemlerin ekonomik, siyasi ve sosyal yapısını motive eden rekabete dayalı
ortak etkileri yeniden dengelenmesi alanında söz konusu olmuştur. Sivil
toplum örgütleri güç sistemlerinin ayarlanması ve yeniden düzenlenmesini
farklı şekillerde yapabilirler. Bu da daha adil bir dağılım sağlayarak ve
üreticiler-tüketiciler arasında daha sistematik özelliğe sahip ortak
değerler ve davranışlar oluşturarak gerçekleştirilebilir.
Sosyal politikanın dönüşümüne ilişkin
belirtiler 1980’lerden sonra ortaya çıkmıştır. Bu konudaki önemli gelişme
sosyalizmin yıkılmasından sonra kendini göstermektedir. Sosyalizmin
yıkılması ile birlikte küreselleşmenin yaygınlaşması sosyal politikanın
dönüşümüne yönelik ilk belirtidir. Böyle bir gelişme sosyal politikanın
tanımını da etkilemiştir. Çünkü Batı kökenli sosyal politikanın ekseninde
Marx’ın öngörüsündeki sınıf çatışmasını önleyici tedbirleri alarak
sınıflararası çatışmayı azaltmayı ve toplumsal kaynaşmayı sağlamayı hedef
edinen bir anlayış vardı. Dolayısıyla Doğu Bloku’nun çöküşü sosyal
politikanın tarihsel misyonunu önemli ölçüde etkilemiştir. Son yirmi yılda
en çok merak edilen konu sosyal politikanın bu misyonunun yerini alacak yeni
misyonun ne olacağıdır. Bu konuda en önemli gelişme küreselleşme ve sosyal
politika arasındaki ilişkinin niteliği ve boyutları konusunda kendini
göstermektedir. Çünkü dünyanın birçok ülkesinde küreselleşmenin ortaya
çıkardığı ekonomik ve sosyal nitelikli sorunlarla baş etme ve bu sorunları
giderme konusu temel misyon gibi gözükmektedir.
Sosyal politikanın dönüşümüne ilişkin diğer belirti refah
devleti kavramında ortaya çıkmaktadır. Refah devleti ile ilgili olarak son
yirmi yılda yapılan araştırmalarda iki temel nokta göze çarpmaktadır.
Birincisi, küreselleşmenin sosyal politika üzerindeki etkileri diğeri ise,
küreselleşmenin refah düzenine yansımalarının sonuçlarının niteliğine
ilişkindir (Cerny; 1994; 319). Bu sonuçlar “refah devleti”ne yönelik ciddi
tehditler içermektedir. “Refah devletinden rekabet devletine” doğru
söylemler gün geçtikçe artmaktadır (Koçdemir; 1998; 57-59). Eğer bu
söylemler doğrulanacak olursa devletin sosyal hayatı düzenleme konusundaki
etkinliğinin azalması anlamına gelir ki, bu durum sosyal politika açısından
önemli bir revizyonu gerektirmektedir. Günümüzde ise birçok ülkede gerekli
altyapı yetersizlikleri, eğitim, sağlık, konut, işsizlik gibi sosyopolitik
sorunları çözme konusunda başarısız kalmaktadırlar. Ayrıca çok sayıda ülke
için bu sorunları yalnız başına çözmesi ve küreselleşme sürecinde başarılı
olması için herhangi bir umut ışığı gözükmemektedir. Azgelişmiş ülkelerin
sosyopolitik sorunların çözümünde yetersiz kalmalarının temel nedenleri,
aşırı dış borçlanma ve Soğuk Savaş sonrası liberal sistemin ulusal ve
uluslararası düzeyde benimsediği makroekonomik yönetim anlayışının
yaygınlaştırılmasına yönelik çabaların yoğunluk kazanmasıdır.(Chossudousky;
1999; 15-16)
Ekonomik kalkınma gerçekleşmeden refahın nasıl
arttırılacağı ve sosyal sorunların nasıl çözüleceği sorusu önemlidir
(Deacon, Hulse,Stubbs; 1997). Daha da önemlisi rekabete dayalı sosyal
adaleti bir arada gerçekleştirmek küreselleşmenin paradokslarından bir
diğeri olarak gözüküyor (Ekin;1996;1). Ekonomide ve sosyal hayatta milli
devletlerin belirleyiciliğinin ortadan kalkması, korunmaya muhtaç kişi ve
grupları zor durumda bırakacaktır. Özellikle ekonomik ve sosyal alanda
önemli sorunlarla uğraşan azgelişmiş ülkeler açısından önemli sorunları
beraberinde getirecektir. Böyle bir gelişmenin ortaya çıkması halinde
uluslararası sivil toplum örgütlerine olan ihtiyaç artacaktır. Birçok ülkede
sivil topum örgütlerinin gelişmesi sosyal politikaya önemli katkılar
sağlamıştır. Sivil toplum örgütleri sosyal politika açısından o kadar önemli
hale gelmiştir ki, geleneksel sosyal politikada devletin sosyal hayata
müdahale araçları olarak yasalar ve kamu kuruluşları yanında yer alacak
pozisyona ulaşmıştır. Dolayısıyla günümüzde birçok ülkede sivil toplum
örgütlerinin sosyal politikanın sosyal yapıya müdahale araçlarından biri
haline geldiklerini söylemek mümkündür.
5-Sivil Toplum Örgütlerinin Sosyopolitik Fonksiyonları
Günümüzde sivil toplum örgütlerinin gelişiminde rol
oynayan faktör, güven esasına dayanan organizasyonel temeller üzerinde
yoğunlaşmıştır. Bu yüzden sivil toplum örgütleri halkın vicdanı olarak da
hareket etmektedirler. Sivil toplum örgütleri söz konusu değerleri, kendi
organizasyonel yapıları ve davranışlar içerisine ya da öz değerlerine
koyduklarına dair pek fazla kanıt yoktur. İşte bu noktada, daha geniş bir
aşamada, değerleri destekleme amacıyla bir koalisyon oluşturuluyorsa, kendi
denemeleri sırasında kurumlar, söz konusu değerleri kullanır
görünmelidirler. Sivil toplum örgütlerinin soğuk savaştan bu yana
uluslararası değişimleri unutturan kitle hareketlerini genişletmeleri için
en iyi yol, yaratmak istedikleri toplumu örnek almaktır. Son yıllarda bütün
dünyada büyük etkin hizmetlerde bulunan sivil toplum örgütleri sosyopolitik
açıdan önemli işlevlerde bulunmaktadırlar. Bu örgütler, modern anlamda,
piyasa ekonomisinin sosyal ve ahlaki bir içerik taşımayan doğa yasalarına
göre işleyen ve öyle olması gerektiği kabul edilen iktisadî faaliyetlerin
yol açtığı toplumsal krizleri azaltarak ortadan kaldırmayı ve huzurlu bir
toplum oluşturmayı hedef alan sosyal politika yaklaşımı kapsamındaki
kuruluşlardır. Sosyal sınıflar arasındaki farklılıkların ve toplumdaki
servetin önemli bir kısmının, sosyal bir mülkiyet kategorisine aktarılması,
özel teşebbüse dayalı sistemlerde görülen sosyal sınıflar arası çatışmaları
hafifleterek yumuşak, sosyal ve insancıl bir piyasa ekonomisi modelinin
gerçekleştirilmesine yardımcı olabilir. Diğer bir deyişle, böyle bir
uygulama çalışanlarını ortak olarak kabul eden, ayrımcılığa karşı çıkan,
demokrasi uygulayan ve her zaman organizasyonel güç kullanan etkili bir
organizasyon olabilmenin mümkün olduğunu göstermektedir. Ancak gelişmiş
sivil toplum örgütlerinin çok azı bunu başarabilmiştir. Burada önemli nokta,
yabancı kaynaklara bağlılık ve uluslararası sözleşme ve tahkim konularındaki
sınırlamaların, temelde uzlaşma sağlanması gereken konuları giderek daha da
zorlaştırıyor olmasıdır. Bir başka nokta ise, sivil toplum örgütlerinin ne
sınıf kavramdan ne cinsiyet problemlerinden ve ne de kendi yarattıkları
cinsel baskı ve sömürüden muaf tutulamamalarıdır.
Dış dünyadaki sosyal değişimlere doğru ilerici tutumlar
arkasında aslında iç dünyada organizasyonlar etik bir engel görünümündedir.
Söz konusu bu organizasyonlar sosyal değişimden geniş çapta etkilenecek
güçte değillerdir. Bu hususların birçok sivil örgütleri tarafından dikkate
alınmaya başlanması önemli bir gelişme olarak değerlendirilebilir. Artık
pratik uygulamalar zayıf kalsa da, kişisel değişim ve organizasyonel etkiler
arasındaki bağlantı artan derecede kabul görmeye başladı.
Sivil toplum örgütlerinin etkinliği, yönetimi,
organizasyonları ve kişisel değişimi, kurumsal performans ve etki yaratmak
için aranan geribildirim bağlantılarını oluşturan kişisel politikaları
değiştirmektedir. Bu yönde bir başlangıç yapılmıştır ancak hala
keşfedilmemiş birçok alan vardır. Belki de çalışma programları, faaliyet
bölgeleri ve organizasyonel yollar çerçevesinde sivil toplum örgütlerinin
stratejilerinin gözden geçirilip düzeltilmesiyle daha iyi bir başlangıç
sağlanabilir. Küreselleşmeyle birlikte etkinliği artan sivil toplum
örgütleri sosyal politikanın da yakın gelecekteki yapısını da
etkileyecektir. Bu açıdan değerlendirildiğinde küresel sosyal politika
sorunlarının ancak etkin ve gelişmiş sivil toplum örgütlerinin yardımıyla
çözülebileceği görülmektedir.
Bilindiği gibi sosyal yapı dinamik bir
özelliğe sahiptir. Bu durum sosyal sorunların da dinamik bir özelliğe sahip
olması sonucunu doğurmaktadır. Günümüzde ortaya çıkan sosyopolitik
problemler 18.yüzyılda karşılaşılan sosyal politika problemlerinden daha
farklı bir versiyonla karşımıza çıkmaktadır. Küreselleşmeyle birlikte ortaya
çıkan bu yeni problemler eski problemlerin aksine daha karmaşık, çözülmesi
zor ve evrensel nitelikli bir özelliğe sahiptirler. Bu açıdan yeni dönemde
her ne kadar sosyal yardımlarla ilgili harcamalar ve kamu müdahalesinin
minimum seviyeye indirilmesi konusunda baskılar varsa da ortaya çıkan
sosyopolitik sorunlar kamu müdahalesini zorunlu kılmaktadır. Günümüzde
liberalleşme eğilimli yeni kavramlar benimsettirilmeye çalışılsa da
önümüzdeki yüzyılda sosyal politika araştırmalarına ve çözümlemelerine
eskisinden daha fazla ihtiyaç duyulacağı açıktır.
5.1-Gelir Dağılımı : Küreselleşme ile birlikte
ortaya çıkan yeni sosyoekonomik sistem gelir dağılımını olumsuz yönde
etkilemiştir. Bu durum küreselleşmenin en çok tartışılan konularından
biridir. Bu açıdan gelir dağılımı son yirmi yılda sosyal politikanın en
önemli ulusal ve de uluslararası sorunlarından biri durumuna gelmiştir.
Zengin–fakir arasındaki uçurumun gün geçtikçe artması sivil toplum
örgütlerine olan ihtiyacı artırmaktadır. Sivil toplum örgütleri yüksek gelir
düzeyinden alt gelir düzeyine doğru bir gelir transferini sağlamakla
birlikte özellikle devletin sosyal politikalarının yetersiz kalması veya
boşluk olması durumunda, sosyal çatışmayı çözmek adına önemli bir katkı
sağlama gibi bir rol de üstlenebilirler.
Son yıllarda özellikle küreselleşmeyi savunanların
aksine, gelir dağılımındaki dengesizlik hem ülkelerin kendi içinde ve hem de
uluslararası alanda ciddi şekilde bozulmuştur (Chossudovsky; 1999; 15).
Sivil toplum örgütlerinin azgelişmiş ülkelere yönelik yardım kampanyalarının
yetersiz kalması, bu örgütlerin özellikle gelişmiş ülke hükümetlerine yardım
konusunda lobi faaliyetlerinde bulunmalarına yol açmıştır. Birleşmiş
Milletler’in 1999’da yayınladığı İnsani Kalkınma Raporu’na göre, dünya gelir
dağılımında ilk % 20’lik dilime giren kesim dünya gelirinin % 86 ‘sını
alırken, yoksul ülkelerde yaşayan, en düşük gelir grubunu oluşturan % 20’lik
kesim ise, her sektörde gelirin yaklaşık yüzde birini almaktadır (Bozkurt;
2000; 95).
Küreselleşme devletin sosyal gruplar arasında, karar
verme ve paylaşımın ulusal seviyedeki sosyal bütünleşmeyi tehlikeye
atabildiğinden, ulusal ekonomideki paylaşımı haklı çıkarmak için devlet
kurumlarının kapsamını azaltmaktadır. Böylece bir taraftan küreselleşme
yeniden gelir dağılımı beklentilerini yükseltirken diğer taraftan sosyal
harcamaları azaltır. Bu durum toplumsal açıdan gelir dağılımını daha da
eşitsiz hale getirir (Alonso; 2000; 352). Çünkü küreselleşme sosyal devlet
ilkesini en katı şekilde uygulayan ülkelerde bile yeniden dağılım
politikalarını olumsuz yönde etkilemektedir.
5.2-Küresel Refah : Küreselleşmeyle refahın nasıl
paylaşılacağı ya da nasıl sağlanacağı konusu tartışmalıdır. Özellikle son
yirmi yılda ortaya çıkan en olumsuz gelişme dünyada belli kesimlerin refahı
yükselirken, büyük bir kesimin sefalet ortamına sürüklenmesidir. Bir yandan
giderek bozulan gelir dağılımı ve artan yoksullukla birlikte tırmanan sosyal
gerginlikler ve refah devleti uygulamalarına yöneltilen eleştirilerle
işgücünün üretim süreci ve toplumsal yaşamdaki konumunun gittikçe gerilemesi
küresel refahı olumsuz etkileyen gelişmelerdir. Bu durum gerek sosyal
politika gerekse sivil toplum örgütlerinin amaçlarıyla tezat gösterir. Refah
devletini katı şekilde uygulayan ülkeler arasında uluslararası rekabetin
artması refahın küreselleşmesi açısından önemli bir tehdit unsuru
oluşturmaktadır. Böyle bir gelişme ise, küresel refahın oluşmasında sivil
toplum örgütlerine önemli bir işlev yüklemektedir (Deacon,Hulse,
Stubbs;1997;28).
Birçok ülkede sivil toplum örgütleri halkın vicdanı
olarak hareket etmektedirler. Özellikle demokratik ülkelerde birçok sosyal
programı başlatmışlardır. 1994’teki Kopenhag zirvesinde ABD Başkan
Yardımcısı Al Gore,”yoksul ülkelerin hükümetlerine verilen yardımın
yarısının sivil toplum örgütleri vasıtasıyla dağıtılacağını” açıklamıştır
(Sheelagh;1997;12).Brezilya,
Endonezya ve Afrika kıtasındaki bazı ülkelerde milyonlarca insanın temiz su,
yeterli gıda, sağlık araçları vs gibi gereksinimleri vardır. Dünyayı etkisi
altına alan yoksullukla mücadelede ülkeler yetersiz kalmaktadırlar. Bu
açıdan sivil toplum örgütleri hem ulusal ve hem de uluslararası alanda
(eğitim, sağlık, konut, tarım, altyapı vs) farklı işlevler
geliştirmişlerdir.
5.3-Sosyal Barış : Küreselleşme sürecinin en
önemli sonuçlarından biri hem ülkelerin kendi içinde hem de ülkelerarasında
sosyal çatışmaların ortaya çıkmasına zemin hazırladığı yolundadır. Çünkü
küreselleşmeyle ortaya çıkan en önemli gelişme sosyal sınıflar
arasında sosyopolitik farklılıkları arttırması yönünde olmuştur. Sosyal
farklılıklar arttıkça sosyal çatışma kaçınılmaz gibi gözükmektedir.
Azgelişmiş ülkeler açısından değerlendirildiğinde, küreselleşmenin şimdiye
kadar ki en somut belirtilerinden biri bu ülkelerde sosyal sınıflar
arasındaki farklılığı arttırmasıdır.
Son yıllarda sivil toplum örgütleri sadece üçüncü dünya
ülkelerinde değil, Batı ülkelerinde de (bilgi ve lobi faaliyetleri
açısından) siyasal anlamda önemli işlevler de üstlenmişlerdir. Bu durum
uluslararası sosyal barışın sağlanması açısından önemli bir gelişmedir
(Waal;1998;128). İnsan hakları evrensel beyannamesinde belirtildiği gibi
ahlaki değerlerin yeniden kazanılması ve barışın tesis edilmesi çerçevesinde
sivil toplum örgütleri dünyanın bir çok ülkesinde gerekli çabayı
göstermektedirler. Adalete dayalı bir barışın sağlanması ve herkese insan
onuruna ve haysiyetine yaraşır bir yaşam sunmak temel hedeftir.
5.4-Uluslar-üstü Vatandaşlık : Sosyal Politika ile
vatandaşlık kavramı arasında yakın bir ilişki vardır. Her ülkede yaşayan
vatandaşların medeni, sosyal ve siyasi hakları olması gerektiği fikri T .H.
Marshall tarafından ortaya atılmıştır. Bu haklardan özellikle sosyal haklar
2.Dünya Savaşından sonra ortaya çıkan refah devletinin gelişimine büyük
katkılar sağlamıştır. (Yıldırım;2000;77) Ancak küreselleşmeyle birlikte
geleneksel vatandaşlık kavramı köklü değişikliklere uğramıştır. Ortaya çıkan
yeni vatandaşlık kavramı ulusal sınırların ötesinde bir anlam kazanarak,
yeni bir uluslar üstü vatandaşlık kavramına dönüşmüştür.
Bu kavram özellikle Avrupa’da geniş bir uygulama alanı
buldu. “Küresel vatandaş” kavramı, eğer gerçek dünyada herhangi bir anlama
sahipse, o zaman vatandaşlığın gerektirdiği haklara ve sorumluluklara da
sahip olması gerektiği anlayışı en çok sivil toplum örgütleri tarafından
benimsenmiştir. Küresel vatandaşlık kavramı kişiler açısından, ülke
sınırları dışına çıkarak, küresel düzeyde kararlara katılıma dönüşmektedir.
Bu nedenle sorumlu vatandaşlığın gereği olarak evrensel niteliğe bürünen
sosyal sorunların çözümü de evrensel nitelikte olmalıdır (Şimşek;2000:337).
Özellikle sivil toplum örgütleri yeni sivil toplum/ vatandaşlık gündemini
kavramış ve Avrupa’daki demokratik ortamın etkisiyle kadınların, göçmenlerin
ve diğer alt kültüre mensup grupların “vatandaşlık” haklarını ulusal devlet
düzeyinin çok ötesine taşınması konusunda takındıkları tavır ile
kanıtlamışlardır (Weiner; 1997; 534-538). McDonalds’a göre, dünya düzeyinde
insan hakları ve demokrasinin gelişme sürecinde sivil toplum örgütleri çok
ilgili ve etkin araçlardır (McDonald;1994;267).
5.5-Evrensellik : Küreselleşme ile birlikte birçok
ülkede çağdaş problemlerin yakın bir gelecekte “farklı insan ihtiyaçlarının
evrensel bileşiminin nasıl belirleneceği ve bunun kolaylaştırılmasında
sosyal politikanın nasıl bir strateji izleyeceği konusu oldukça merak
edilmektedir”.
Bir ülkenin veya bir bölgenin sosyal politikaları oluşturulurken artık
ulusal hükümetler tarafından tamamen şekillenmeyecektir. Bu konuda sayısız
uluslarüstü ajanslardan, Dünya Bankası, IMF gibi uluslarüstü organlara
kadar, örneğin OECD ve Avrupa komisyonu, hükümet dışı ajanslar, OXFAM gibi
yayılan küresel kurumların sosyal politikaları tarafından artan şekilde
belirlenecektir (Deacon,Hulse,Stubbs;10). Bu noktada evrensel düzeydeki
sorunlarla mücadelede sivil toplum örgütleri aktif görev alabilirler.
6-Sonuç ve Genel Değerlendirme
Son yirmi yılda küreselleşme kavramının
neden olduğu köklü değişiklikler sosyo-ekonomik yapının tüm alt sistemlerini
etkilemektedir Gün geçtikçe karmaşıklaşan sosyal yapı, yeni sosyal sınıf ve
sosyal sorunları ortaya çıkardığı gibi bu sorunların çözümü de
zorlaşmaktadır. Çünkü küreselleşme ülkelerin sosyal politikalarını önemli
ölçüde etkilemektedir. Günümüzde sosyal sorunlar gittikçe artmaktadır.
Küreselleşmenin de bu sorunlara çözüm bulma yerine daha da ağırlaştırması
yeni arayışları gündeme getirmektedir. Belki de önümüzdeki yüzyılda en
önemli sorun sosyal politika bağlamında ortaya çıkacaktır. Sosyal sorunları
ve sosyal politikaları dışlayan ya da çözüm bulmada etkisiz kalan bir
küresel sistemin başarı şansı konusunda ciddi belirsizlikler bulunmaktadır.
18. yüzyılda ortaya çıkan sosyal politika
bilimi uzun yıllar sanayileşmenin ortaya çıkardığı sorunlarla ilgilenmiş ve
çözümlemelere gitmiştir. 18.yüzyılın”manufacture” endüstrisinin işçi sınıfı
üzerindeki olumsuz etkisini azaltma yönünde devamlı sosyal amaçlı
politikalar üretmiştir. Özellikle işçi sınıfının sömürülmesini engelleme ve
çalışma şartlarını düzenleme konusunda önemli mesafeler almıştır. Ancak
küreselleşmeyle birlikte sosyal politikanın öneminin azaldığına ve devlet
müdahaleciliğinin minimum düzeye indirilmesi gerektiğine yönelik söylemler
gittikçe artmaktadır. Ancak günümüzde ortaya çıkan sosyal sorunlar sanayi
devrimindekinden daha karmaşık , çözülmesi zor ve evrensel nitelikli
sorunlardır. Sosyal politikalar olmadan normal piyasa şartlarında bu
sorunların nasıl çözüleceği konusu şüphelidir. Küreselleşmenin en önemli
olumsuz etkilerinden biri sosyal sorunların artması ve çözüm konusundaki
başarısızlıklardır. Nitekim son yıllarda sosyal politikanın
uluslararasılaşmasına yönelik söylemler gün geçtikçe artmaktadır. Bu
bağlamda özellikle sivil toplum örgütleri uluslararası düzeyde ortak kamuoyu
oluşturmak, azgelişmiş ülkelerde karşılaşılan sorunları gündeme getirmek ve
çözüm bulma yönünde ciddi faaliyetlerde bulunmaktadırlar. Bu açıdan
değerlendirildiğinde sivil toplum örgütlerinin önemi ve etkinliği ortaya
çıkmaktadır. Gerçekten küreselleşme ile birlikte ortaya çıkan karmaşık
tutum, inanç ve değerleri, çatışmaları ve mücadeleleri çözebilmek, sosyal
yapının sağlıklı şekilde işleyişini sağlamak konusunda devletler oldukça
zorlanacak gibi gözükmektedir. Çünkü ortaya çıkan yeni sorunlar devletin tek
başına çözemeyeceği türden evrensel niteliği olan sorunlardır. Bu konuda
ortaya çıkan arayışlarda ilk göze çarpan önemli sosyopolitik özelliği olan
sivil toplum örgütleri gelmektedir.
Önemli olan, bu yeni yüzyılda beliren sorunların
üstesinden gelme konusunda sivil toplum örgütlerinin ne derecede başarılı
olabilecekleridir. Kuşkusuz sosyal düzenin tüm aksaklıklarını çözmek ve yeni
politikalar oluşturmayı tümden sivil toplum örgütlerine bağlamak yanlıştır.
Ancak adil ve müreffeh bir global toplum oluşturmaya yönelik faaliyetlerde
sivil toplum örgütlerinin oynayacağı hayati rolü görmemezlikten gelmek de
büyük bir hatadır. Ayrıca sivil toplum örgütlerinin ekonomik ve sosyal
açıdan devletin işlevlerini üstlenmesi kamusal politikalara son verilmesi
anlamına gelmez. Çünkü ancak kamusal politikalar toplumsal ve ulusal
bütünleşmenin ve ilerlemeyi sağlayabilir. Sivil toplum örgütleri, sosyal
politika açısından devlete yardımcı olma amacıyla ya da bir boşluk olması
durumunda devreye gireceklerdir.
Sivil toplum örgütleri, refaha toplu ulaşmak amacıyla
organize olmuş ve kazanılmış bir hak olarak yerinden yönetimi oluşturabilmek
için tüzel kişilerle kulis yapmış, toplumdaki sivil gruplardır. Bu konudaki
genel kanı, önümüzdeki elli yıl içinde söz konusu bu faaliyetlerin sivil
hareketlere hakim olacağıdır.
KAYNAKÇA
Bozkurt Veysel; “KÜRESELLEŞME, Kavram,
Gelişim ve Yaklaşımlar” Küreselleşmenin İnsani Yüzü (Der:
Veysel Bozkurt), Alfa Kitabevi, İstanbul, 2000.
Bozkurt Veysel; “ Küreselleşmenin
Toplumsal Sonuçları ” Küreselleşmenin İnsani Yüzü (Der:
Veysel Bozkurt ), Alfa Kitabevi, İstanbul, 2000.
Brian Murphy. K; International NGOS
and The Challenge of Modernity, Development in Pratice,
Vol:10, 2000, ss.330-348.
Cerny P.G;” The Dynamics of Financial
Globalization: Technology, Market Structure, and Policy Response.”
Policy Sciences, Vol: 27, 1994, ss.317-322
Chossudousky Michel; Yoksulluğun
Küreselleşmesi, IMF ve Dünya Bankası Reformlarının İçyüzü, (çev: N.
Sapan), Çiviyazıları Yayınları, Istanbul, 1999.
Cram, L; Calling the tune without
paying the piper? Social policy regulation: The role of the European
Commission, Policy and Politics, 21, 1997, ss. 135-146.
Dominelli L; “ Neo-liberalism,
social exclusion and welfare clients in a global economy”,
International Journal of Social Welfare, Vol:8, 1999, ss.14-22
Ekin,
Nusret; Küreselleşme ve Gümrük Birliği, İTO Yayınları,
İstanbul, 1996.
Greenwood, J; Representing
Interests in the European Union. New York: St. Martins Press, 1997.
Sarıbay, Ali Yaşar; “Türkiye’de Demokrasi ve Sivil
Toplum”, Küreselleşme, Sivil Toplum ve İslam, (Der. A. Yaşar
Sarıbay, E. Fuat Keyman), Vadi Yayınları, Konya, 1994.
Stewart
Sheelagh; “Happy ever After in the Marketplace: Non-government Organizations
and Uncivil Society”, Review of African Political Economy,
Vol:24, 1997, ss.11-35
Weiner, A. (1997). “Making sense of the new geography of
citizenship Fragmented citizenship in the European Union”, Theory and
Society, 26/4, 529-560.
Yıldırım Engin;(2000)
“Küreselleşme, Refah Devleti ve Risk Toplumu” Küreselleşmenin İnsani
Yüzü, (Der: Veysel Bozkurt) Alfa Yayınları , İstanbul.
Küreselleşmeyi
ortaya çıkaran faktörler konusunda Bknz, Veysel Bozkurt, “KÜRESELLEŞME,
Kavram, Gelişim ve Yaklaşımlar” Küreselleşmenin İnsani Yüzü
(Der: Veysel Bozkurt), Alfa Yayınları, İstanbul 2000, s.30.
|