“SOSYAL
SİYASET TERİMLERİ”
SÖZLÜĞÜNÜN GELİŞTİRİLMİŞ İKİNCİ BASKISI
SAKARYA
KİTABEVİ TARAFINDAN BASILDI
İKİNCİ
BASKIYA ÖNSÖZ
Sosyal siyaset alanıyla ilgili bir ansiklopedi
hazırlamak, sosyal politikaların gerek kavram, gerek kapsam, gerekse bu
politikaların belirlenmesi ve uygulanmasında rol alan aktör ve kurumların
karmaşık ve dinamik yapısından dolayı hayli güçtür. Diğer taraftan son
yıllarda sosyal güvenlik sistemlerini yeniden düzenleyen sosyal reform
niteliğindeki kanunların sayısı arttığından dolayı bu alanla ilgili yeni
sosyal kavramlar da ortaya çıkmıştır. Mesela 2005 tarihli “Özürlüler
Kanunu” sayesinde “korumalı işyeri” ve “bakıma muhtaç özürlü”
kavramları ilk kez Türk Sosyal Hukuk literatürüne kazandırılmıştır.
“Sosyal Siyaset Terimleri” ansiklopedisinin güncelliğini
koruyabilmek adına kitabın ikinci baskısında bu gibi yeni kavramlara yer
verilmiştir. Diğer taraftan kitapta zaten mevcut olan kavram ve uygulamalar,
yeni kanunî düzenlemeler ekseninde tekrar gözden geçirilmiş, gerektiğinde
ilave tanımlar yapılmış ve bir önceki uygulamalar ve düzenlemelerle
kıyaslanarak değerlendirilmiştir. Bu bağlamda 2004 tarihli “(Büyükşehir)
Belediyesi Kanunu”, 2006 tarihli “Sosyal Güvenlik Kurumu Kanunu”
ile “Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu”nda yer alan
yeni kavramlar ve düzenlemeler, “Sosyal Siyaset Terimleri” ansiklopedisine
ilave edilerek, açıklamalarla zenginleştirilmiştir.
Gerek hacim, gerekse kavram olarak genişletilmiş olan
kitabımızdaki terimlerin sayısı bundan dolayı 2.200’lerden yaklaşık olarak
4.900’lara çıkmıştır. Ansiklopedik çalışmamız, sosyal hizmetler, sosyal
güvenlik ve sosyal sigortalar gibi alanlara ait kavramlara geniş kapsamlı
olarak yer vermekle multi disipliner ve bütüncül bir sosyal siyaset
anlayışının oluşumuna da katkı sağlamak istemektedir. Sosyal siyaset
terimlerinin kuşatıcı bir perspektifle bir araya getirilmesi ve açıklamalı
ansiklopedi biçiminde hazırlanması, Türkiye açısından herhalde bir ilktir.
Bundan dolayı çalışmamızın daha geniş bir okuyucu kitlesi ile buluşmasını
ümit ederiz.
Prof. Dr. Ali Seyyar:Adapazarı;
Şubat 2008
SUNUŞ
Tarihî boyutuyla sosyal siyaset, gerek bir sosyal bilim
dalı olarak, gerekse 20. yüzyılın başlarından itibaren değişik Avrupa
ülkelerinde oluşan sosyal devletlerin bir politikası olarak “yeni” bir olgu
olarak kabul edilebilir. Sosyal siyasetin kökleri ise, 19. asra
dayanmaktadır. Çarpık sanayileşme ile beraber ortaya çıkan işçi
hareketlerinin baskısı sonucunda kapitalist devletler, özellikle çalışma
hayatına yönelik iyileştirme tedbirlerinin yanında sosyal güvenlik
sistemlerini uygulamak mecburiyetinde kalmışlardır.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti ise 1961’den beri anayasal
bir görev olarak “Sosyal Devlet” ilkelerini ve hedeflerini, sosyal siyaset
vasıtaları ile yerine getirmeye gayret etmektedir. Türkiye’nin, gerçek
anlamda sosyal siyaset hedeflerini (örn. gelir dağılımında adalet, fert
başına düşen milli geliri sürekli artırmak, sosyal refah hizmetlerinin dar
gelirli veya geliri olmayan sosyal kesimlere ulaştırılması, sağlıklı,
kaliteli, geniş kapsamlı ve etkili bir sosyal güvenlik sisteminin
oluşturulması, insan haysiyetine yaraşır bir sosyal düzenin tesisi, fırsat
eşitliğinin yaygınlaştırılması, sosyo-ekonomik ilerlemeyi temin etmek)
gerçekleştirebilmiş olduğunu iddia etmek mümkün değildir.
Diğer taraftan henüz sağlam bir sosyal güvenlik
sisteminin yanında istihdam politikalarının geliştirilemediği ülkemizde
kayıt dışı ekonomi ve yolsuzluk kaynaklı bütçe açıklarından dolayı sık sık
ekonomik krizler yaşanmaktadır. Dış borç temini ile yurt içinde yatırım
imkânlarını daraltan Türkiye, dünya pazarında da küreselleşme sürecinde
rekabet şansını artıramamaktadır. Gelişmiş ülkelerde dahî ücret artışlarına
getirilen sınırlamalara paralel olarak işletmelerin uluslar arası rekabet
potansiyellerini artırabilmek için teknolojik yoğun yatırımları tercih
etmeleri sonucunda işsizlik sayısı artmaktadır. Bu gelişmeler, sosyal
devletleri, malî boyutuyla iki yönden müşkül duruma düşürmektedir: Bir
taraftan devlet, yeni işsizlere artan oranla sosyal transferlerde bulunmak
mecburiyetinde (Örn. işsizlik ödeneği, kamusal sosyal yardım), diğer
taraftan da aktif sigortalıların sayısı gerilemekte olduğundan daha az
sosyal sigortalar prim aidatları ve vergi gelirleri elde etmektedir. Buda
sosyal bütçeyi zamanla zorlayan bir gelişmedir.
Benzer gelişmeler ülkemizde daha belirgin bir şekilde
yaşanmakla beraber, özellikle işsizlikten dolayı herhangi bir gelir elde
edemeyen geniş kitlelerin sosyal güvenliği temin edilemediği için, maddî
güvence, sosyal adalet ve sosyal barış tehlikeli bir boyuta gelmiştir.
Yaşanan sosyal sorunlarımızı çoğaltmamış mümkündür.
Ancak, şu kısa açıklama dahî, sosyal siyasetin önemini anlamak açısından
yeterlidir. Çünkü sosyal sorunların çözümü, sosyal politikaların uygulanması
ile mümkündür. Bunu da, sosyal devlet üstlenmek durumundadır. Bir başka
ifadeyle, sosyal politikaların mahiyetini ve sosyal faydalarını idrak
edemeyen veya tam anlamıyla uygulayamayan devletler, hem sosyal devlet
ilkelerinin icaplarını yerine getirmemekle anayasal suç işlemekte, hem de
toplumsal çözülmeye ve sosyal patlamalara yol açabilmektedirler.
Sosyal siyaset, bir devlet politikası olduğu kadar, aynı
zamanda iktisat bilim dalının en önemli kollarından birisidir. Nitekim dünya
bilim dünyasında iktisat ve sosyal (sosyo-ekonomik) politikalar birlikte
anıldığı gibi, birçok üniversitenin iktisat fakültesinde sosyal siyaset
dersi, makro ekonomik boyutlu olması hasebiyle, mecburî ders olarak
okutulmaktadır. Türk üniversitelerinde ise sosyal siyaset dersi, iktisat
bölümlerinden ziyâde çalışma ekonomisi bölümlerinde okutulmaktadır. Ancak,
Türkiye’de İktisadî ve İdarî Bilimler Fakültelerinin Çalışma Ekonomisi
bölümlerinde “Sosyal Siyaset ve Sosyal Güvenlik Ana Bilim Dalı” olarak
teşkilatlanmış sadece iki ana bilim dalı mevcuttur (İstanbul; İktisat
Fakültesi ve Sakarya Üniversitesi; İktisadî ve İdarî Bilimler Fakültesi).
Gerek iktisat bölümlerinde sosyal siyaset derslerinin
okutulmaması, gerek çalışma ekonomisi bölümlerindeki örgütsel ve personel
yetersizlikler, gerekse bu iki bölüm ve diğer bölümler (örn. sosyoloji,
işletme) arasındaki inter-disipliner kopukluk, Türkiye’nin sosyo-ekonomik
sorunlarının çözümüne yönelik bilimsel araştırmaları da olumsuz yönde
etkileyecektir.
İşte elinizdeki “Sosyal Siyaset Sözlüğü”, yukarıda anılan
endişeleri bir nebze de olsa gidermek ve çalışma ekonomisi, iktisat, işletme
ve sosyoloji bölümlerinde okuyan üniversite talebelerine faydalı olmak
maksadıyla hazırlanmıştır.
Sosyal Siyaset Terimlerinin Mahiyeti ve
Özellikleri
Sosyal siyaset terimleri, bilhassa sosyal bilimler ve
meslekler ile ilgili özel ve belirli kavramı anlatan, bir başka ifadeyle
sosyal hayatımızdaki varlıkların, nesnelerin, olguların, hadiselerin ve
sosyo-ekonomik sorunların çözümlerine yönelik dilde anlatım bulmasını temin
eden mânâlı kelimelerdir. Böyle kelimeler, çoğu zaman sözlük mânâsının
dışında daha geniş bir mânâ ile kullanılmaktadır.
Belirli topluluğa veya meslek grubuna ait bir kelimenin,
sözlük mânâsı ile terim mânâsı arasında, umumîlik-hususîlik, ortaklık veya
benzerlik yönleri de bulunabilir. Sözlük ve terim mânâları arasında bir
bağın bulunması hâlinde (menkul), ilk mânâ, yani sözlük mânâsı genelde terk
edilir ve daha geniş bir anlam ile kullanılan ikinci mânâ kabul edilir.
Kelimelerde, sözlük mânâsı ile diğer mânâ arasındaki bağ, kısmen veya
tamamen kopmuş da olabilir (mürtecel). (Örn. Miskin, sözlük itibariyle
“güçsüz ve fakir” anlamlarına geldiği halde, bugün daha çok “tembel” olarak
algılanmaktadır).
Diğer terimlerde olduğu gibi, sosyal siyaset terimleri
de, bir iç dinamizmin etkisi altındadır. Kullanılan kavram, hele hele
toplumla ve toplumdaki birtakım sosyal yapı ve süreçlerle ilgili ise,
mutlaka dinamiktir. Sosyal süreçleri dondurmak mümkün olmadığına göre, ya
eski kavramların içi genişletilmesi, ya da yeni sosyal fenomenlere (olgu ve
hadiselere) yeni bir ad konulması gerekmektedir. Örn. “Sosyal siyaset”in
kavramsal içeriği, zamanla genişlemiştir. İlk başlarda sadece çalışanların
sosyal güvenliği şeklinde algılanan sosyal siyaset, bugün bütün sosyal
kesimlerin sosyal sorunlarına yönelik politikalar üreten bir devlet
politikası hâline gelmiştir.
Sosyal terimlerin, ferdî ve
toplumsal boyutu olduğu kadar, kültürel, psikolojik, tarihî, millî ve mânevî
bir misyonu ve(ya) muhtevası da vardır. Meselâ bazı sosyal terimler, tarihî
süreç içinde ya belirli bir sosyal gelişmeyi ifade eder, ya da onlara işaret
eder. Bazen de sosyal nitelikli bir kavram, kendisini hazırlayan olgunun
ortaya çıkmasından çok sonraları ortaya çıkabilmektedir (Örn. Endüstri
İlişkileri kavramı, tarihî olarak, kendisinden önce ortaya çıkan gelişmeleri
anlatmak üzere de kullanılmaktadır).
Sosyal terimlerin tanımlamaları,
diğer teknik ve somut terimlerden farklı olarak, her zaman kolay
olmamaktadır. Bazen kullandığımız sosyal içerikli kavramlar aynı olmasına
karşılık, bu kavramlara yüklediğimiz mânâ farklı olabilmektedir. Bu da tabiî
olarak, sosyal olgulara ve hadiselere, farklı bir pencereden ve hatta ayrı
bir dünya görüşünden baktığımızdan kaynaklanabilmektedir.
Şunu da unutmamak gerekir ki bazı sosyal terimler,
belirli bir esnek payına da sahiptirler. Yani, mânâları her zaman mutlak
değildir. Bunun için, sosyal terimlerin tanımlarını yaparken, kavramların
birbirine karışmaması için, terimleri, kayıtlı ve temkinli olarak kullanmaya
gayret ettik. Bunun için, gerekli görüldüğü durumlarda, kelimelerin semantik
değişimlerini de dikkate alarak, etimolojik anlamlarını da vermeye uğraştık.
Böylece, kavramların tarihî gelişim süreci içindeki gelişim safhalarını,
bugün vardıkları sonuçlarla beraber, bir bütün olarak sergilemeye gayret
ettir
Diğer taraftan bir kavramın kendi bütünlüğünü anlamak
için, kavramlar arasındaki münasebetlerin bütünlüğünü de bilmek
gerekmektedir. Bir başka ifadeyle, kavramları gerçek anlamda anlayabilmek
için, çoğu zaman diğer kavramlarla olan münasebetlerini de ortaya sermek
kaçınılmazdır. Meselâ, sosyal gelişmeyi anlayabilmek için, sosyal siyaset,
sosyal güvenlik, sosyal tarih, çalışma ekonomisi, sosyal denge, sosyal
barış, sosyal adalet, sanayileşme gibi kavramları da iyi bilmek lazımdır.
Kavramlar arasındaki bağı iyi kavrayabilirsek, düşünce
ufkumuzu açabilir ve kavramların vermek istediği kendilerine has düşünce
yapılarını, eleştirel bir bakışla doğruluk-yanlışlık-yeterlilik
perspektifleri açısından da değerlendirebiliriz. Ancak bu şekilde sosyal
terimlerin karmaşık yönlerini ve hakikî mânâlarını anlayabiliriz. Böyle bir
yaklaşın göstermezsek, kavramların içerdiği dar düşünce şablonlarını aynen
alır ve herhangi bir ilave düşünce üretmeden, bize lanse edilmek istenen
bilgileri veya düşünceleri, hafızamıza aktarır ve bunun hamallığını yaparız.
Sosyal terimlerin anlamlarının yerli yerinde kullanılması
ve üzerinde fikir jimnastiği yapılması halinde, zihnî, aklî, kalbî ve ruhî
melekelerimizin çalışması sonucunda hem tefekkür boyutumuzu geliştirme, hem
de yeni kavramlar üretme bakımından toplum olarak üstün fikrî ve ilmî
başarılar elde edebiliriz. Sosyal bilimlerde sosyal içerikli terimlerin
çoğalması ve bunların sosyal politikalar aracılığıyla hayata geçirilmesi,
bir bakıma sosyal devlet ve sosyal toplum olma özelliklerinin de
gerçekleşeceğine dair önemli bir işarettir. Yeni ve faydalı sosyal
kavramların toplumun ekseriyeti tarafından benimsenmesi halinde, fertlerin
sosyal düşünce ve eylem plânındaki tutum ve davranış biçimleri de değişecek
ve sosyal gelişmenin önü de bu şekilde açılacaktır.
Sipariş İçin
www.sakaryayayincilik.com
|