TÜRKİYE’DE ÖZELLEŞTİRME ve
ÇALIŞANLARIN MÜLKİYET SAHİPLİĞİ :
KARDEMİR ÖRNEĞİ
Halis Y. Ersöz,
Süleyman Özdemir,
Arif Yavuz,
Tekin Akgeyik,
Hasan Şenocak
ÖZET
“Türkiye’de Özelleştirme ve Çalışanların Mülkiyet
Sahipliği: Kardemir Örneği” konulu bu makalede; özelleştirmenin çalışanlar
ve endüstri ilişkilerine etkileri, Kardemir A.Ş.’de alan araştırması
yapılarak incelenmiştir. Araştırmada, genel olarak özelleştirmenin çalışma
hayatına etkileri ile işçilerin mülkiyete ortak edilmeleri halinde ortaya
çıkan sonuçlar karşılaştırılmış, mülkiyet sahipliğinin özelleştirmenin
sosyal sakıncalarını izole eden bir araç olarak etkinliği tartışılmıştır.
Mülkiyet sahipliğinin geleneksel sendikacılık ve toplu pazarlık anlayışında
değişime yol açtığının ortaya konulduğu çalışmada, Kardemir A.Ş.’deki
özelleştirme süreci ve özelleştirme sonrası gelişmeler geniş bir biçimde ele
alınmıştır.
ABSTRACT
Privatization in Turkey and Employee
Ownership, Kardemir Case Study :
In this research the
effects of privatization on the employees and the industrial relations has
been analyzed through a field study in Kardemir A.Ş. The effects of
privatization on the labor life in general and the consequences of employee
ownership have been compared and the effectiveness of employee ownership has
been discussed as a tool covering the social problems of privatization. In
the study, emphasizing the employee ownership has caused significant changes
in the traditional unionism and collective bargaining, the privatization
process and the changes after the privatization period in Kardemir A.Ş. has
been extensively examined.
GİRİŞ
20. yüzyılın son çeyreğine damgasını vuran kavramlardan
biri şüphesiz özelleştirmedir. Özelleştirme devletin ekonomik ve sosyal
hayattaki rolü ve konumunu küçültmeyi ve devletin görev ve yetkilerini asli
sorumlulukları çerçevesinde sınırlandırmayı amaçlayan ideolojik bir
politikadır. 1970’li yılların sonları ile 1980’li yılların başlarında
liberal politikaları benimseyen İngiltere ve ABD’de başlayan özelleştirme
uygulamaları, kısa bir süre içinde dalga dalga tüm dünya ülkelerine
yayılmıştır (Shirley,1998:1-Alper,1993:3-24).
Türkiye’de özelleştirme politikaları ise ülkenin
gündemine 1983 yılı sonrasında girmiştir. Cumhuriyetin ilk yıllarında özel
sektörün gelişme sürecini başlatmada yetersiz kalması, devletin çok çeşitli
alanlarda yatırımlar yapmasını gerekli hale getirmişti. Ancak, 1980’li
yıllarda bilim, teknoloji, iletişim ve ulaşım imkanlarında meydana gelen
hızlı gelişmeler küreselleşme ve rekabeti ve dolayısıyla serbest piyasa
ekonomisinin alanının genişlemesine yol açmıştır. Türkiye ise, piyasa
ekonomisine geçme, bu yeni global sistemle entegrasyon ve ekonomisini
yeniden yapılandırmada önemli mesafeler katetmiştir.
Bu çerçevede devlet, ekonomik konulara doğrudan
müdahalede bulunmayacak ve sadece asli görevlerini yerine getirecektir.
Nitekim, Türkiye’de özelleştirmenin temel felsefesi, devletin, asli
görevleri olan adalet ve güvenliğin sağlanması yolundaki harcamalar ile özel
sektör tarafından yüklenilemeyecek alt yapı yatırımlarına yönelmesi,
ekonominin pazar mekanizmaları tarafından yönlendirilmesidir.
Türkiye’de özelleştirmeye yönelik ilk yasal düzenleme
1984 yılında yapılmış, ilk düzenlemeyi izleyen bir dizi yasa çıkarılmakla
birlikte, özelleştirme konusunda siyasal ve sosyal konsensüsün oluşması uzun
bir süre almış ve kapsamlı bir özelleştirme yasası ancak 10 yıl sonra
yürürlüğü girmiştir. Bütün siyasi partilerin ve sendikaların önerileri
doğrultusunda hazırlanan 4046 sayılı özelleştirme yasası 27 Kasım 1994
tarihinde yürürlüğe konmuştur.
1984 yılında kamuya ait yarım kalmış tesislerin
tamamlanması veya yerine tesis kurulması amacı ile özel sektöre devredilmesi
şeklinde başlayan özelleştirme çalışmaları, 1986 yılından itibaren hız
kazanmıştır. Böylece 1986-2002 yılları arasında tamamı kamuya ait veya kamu
iştiraki olan kuruluşlardaki kamu paylarının özelleştirme kapsamına alınması
yoluyla yürütülen program çerçevesinde 167 kuruluşta hisse senedi veya
varlık devir işlemi yapılmış ve bu kuruluşlardan 150 tanesinde kamu payı
kalmamıştır. 17 kuruluşta ise halen kamu payı bulunmaktadır. Bugün
özelleştirme kapsamında, 27 tanesindeki kamu payı %50’nin üzerinde olan 34
kuruluş bulunmaktadır. 1985 yılında itibaren özelleştirme kapsamına; 221
kuruluşa ait kamu payları, 22 yarım kalmış tesis, 5 taşınmaz ve 4 elektrik
santrali alınmıştır. (ÖİB, 2002: 1-8) – (www.oib.gov.tr)
Fakat bugüne kadar yeterli düzeyde özelleştirme
gerçekleştirilememiştir. Nitekim, Türkiye’de kamu kesimi hala oldukça
büyüktür.
Dar anlamda “Bir iş
veya endüstrinin kontrol ve mülkiyetini kamudan özel kesime geçirme” olarak
tarif edilen özelleştirme sadece ekonomik içerikli bir kavram olmayıp, çok
çeşitli sosyal etkileri olan bir uygulamadır (Savas,1994:3).
Özelleştirmeden en fazla çalışanların etkilendiği
açıktır. Gerçekten, dar anlamda bir iş veya endüstrinin kontrol ve
mülkiyetinin kamudan özel kesime geçirme olarak tarif edilen özelleştirme
sadece ekonomik içerikli bir kavram olmayıp, çok çeşitli sosyal etkileri
olan bir uygulamadır. Nitekim, bir işletmenin kamu sektöründen özel sektöre
devri yönetim, çalışma ve endüstri ilişkileri alanında köklü değişiklikler
meydana getirmekte ve özelleştirilen birçok işletmede makro düzeyde yönetim,
örgütlenme biçimi, işçi – işveren ilişkileri, sendikacılık ve toplu pazarlık
sistem ve geleneği, mikro düzeyde ise işçilerin çalışma koşulları, ücret,
kıdem ve terfi sistemleri büyük ölçüde değişmektedir. Diğer bir ifadeyle,
özelleştirmenin sosyal etkileri kapsamında değerlendirilen çalışma yaşamına
ilişkin bu sorunlar, özelleştirmenin ortaya çıkarttığı en önemli
sorunlardır.
Özelleştirmeden en fazla çalışanların etkilenmesi, bu
uygulamaya karşı tüm ülkelerde en güçlü muhalefetin işçiler ve onların
örgütlerinden gelmesine yol açmıştır. Kimi ülkelerde sendikalar, hiç bir
politika ve alternatif geliştirmeksizin özelleştirmeye karşı çıkarken, bazı
ülke sendikaları özelleştirmeyi kaçınılmaz bir durum olarak görüp,
özelleştirme çalışmalarının içinde yer alarak temsil ettikleri işçiler ve
örgütleri için en uygun özelleştirme yöntemlerinin uygulanmasını sağlamaya
çalışmışlardır.
Özelleştirmenin sosyal etkilerinin azalmasında etkili
olan yöntemlerin başında ise “çalışanların mülkiyet sahipliği”,
“çalışanların hisse senedi sahipliği-pay ortaklığı” yöntemleri (ESOP)
gelmektedir. Bu yönteme, bazı gelişmiş ülkelerde ve özellikle de ABD’de hem
kapanma tehlikesi ile karşı karşıya kalan işletmeler hem de finansal kaynak
ve vergi muafiyeti sağlayan bir yöntem olarak daha çok sağlıklı işletmeler
de başvurulur iken, gelişmekte olan ülkeler ve geçiş ekonomilerinde
özelleştirmenin sosyal etkilerini ve dolayısıyla özelleştirme karşıtı
muhalefeti azaltıcı etkiye sahip bir araç olduğu için kamu kurumlarının
özelleştirilmesinde başvurulmaktadır.
Ülkemizde de ilk defa Karabük Demir – Çelik Fabrikaları,
hisselerinin yarısından fazlası çalışanlara satılmak suretiyle
özelleştirilmiş ve bir nevi çalışanların mülkiyet sahibi olduğu özelleştirme
tipi ortaya çıkmıştır. Bu tür işletmelerde mülkiyet sahipliği gerek
çalışanların ve gerekse mülkiyet sahibi çalışanlar adına işletmeyi
yönetenlerin davranışlarında önemli değişiklikler meydana getirmekte,
geleneksel çalışma ilişkileri, sendikacılık ve toplu pazarlık anlayışı büyük
ölçüde değişime uğramaktadır. Kısaca, çalışanların mülkiyet sahibi olduğu
işletmelerdeki özelleştirme, diğer özelleştirme yöntemlerinden farklı
sonuçlar ortaya çıkarmaktadır.
Bu araştırmada, diğer özelleştirme yöntemlerinden oldukça
farklı özellikler gösteren ve ülkemizde ilk defa uygulanarak işletme
hisselerinin, çoğunluğu işçilere olmak üzere, yöre halkına, esnaf ve
sanayicilerine devredilen Kardemir A.Ş’deki özelleştirme yöntemi ile
özelleştirmenin yönetim biçimi, çalışanlar ve endüstriyel ilişkileri
üzerindeki etkilerinin ortaya konulması amaçlanmıştır. Bu amaçla;
a.
Kardemir özelleştirmesinin temel özellikleri,
b.
Özelleştirme süreci ve sonrasında işçi
sendikasının rol ve etkinliği,
c.
Mülkiyet sahipliği faktörü ve mülkiyet
sahipliğinin geleneksel sendikacılık ve toplu pazarlığa etkisi,
d.
Yönetim yapısı ve anlayışı ve
e.
Özelleştirmenin işletmedeki çalışma koşulları,
ücret ve ücret eklentileri ve sosyal yardımlara etkisi incelenecektir.
Türkiye’de Kardemir
özelleştirilmesi, çalışanlara mülkiyet sahipliği sağlayan bir yöntem olmakla
birlikte, ülkemizde, ABD ve diğer bazı ülkelerde uygulanmakta olan ve
işletmelere finansal kaynak ve vergi muafiyeti sağlayan bir ortaklık
planınının varlığından söz edilemeyeceği gibi, “çalışanların pay ortaklığı
sistemini” düzenleyen bir yasal çerçevenin de mevcut olmadığı
belirtilmelidir.
I.
İşletmenin Kuruluşu, Özellikleri ve Bölgesel Önemi
Türkiye’de Cumhuriyetin ilk yıllarında, demir – çelik
endüstrisini kurmak adeta medeniyet mücadelesini kazanmanın temel önkoşulu
olarak değerlendirilmiştir. Çünkü, Türk devleti, gelişen birçok ülkede
olduğu gibi, demir ve çeliği, endüstrileşme ve modernleşmenin belkemiği
görmekteydi. 1929 Dünya Ekonomik Bunalımı’nın ülke ekonomisine belirli
düzeylerde olan etkisi de demir – çelik endüstrisini kurma kararlılığının
güçlenmesine yol açmıştır. Böylece, 1939 yılında Batı Karadeniz bölgesinde
yer alan Karabük’te, 3 yıl gibi kısa bir süre içinde, ülkenin ilk
demir-çelik fabrikası kurulmuştur.
İşletme, Karabük ve çevresinin gelişmesinde en önemli
etken olmuştur. Karabük, 1937 yılında bir rivayete göre 18, diğer bir
rivayete göre ise 13 haneli ve aşağı yukarı 100 nüfuslu bir mahalle iken
(Fındıkoğlu, 1961 : 3 – 6), günümüzde 100,000’i aşan nüfusu, sosyo –
kültürel özellikleri ile kompleks bir sanayi kenti haline dönüşmüştür.
İşletme, bölgenin ekonomik, sosyal ve kültürel kalkınmasında bir motor
işlevi görmüş, sanayi ve kent kültürünün oluşmasına hizmet etmiştir.
Karabük, çok uzun tarihi geçmişe sahip diğer yerleşim birimlerine göre, çok
daha hızlı gelişmiş, kısa bir süre içinde modern bir kent haline gelmiştir
(Yazıcı, 1992 : 90).
Fındıkoğlu, ağır sanayi olarak demir – çelik
fabrikalarının varlığının yanısıra, Karabük’te demir – çelik sektörüyle
ilgili küçük sanayinin 1950’li yılların ortasında doğmaya başladığını ve
Karabük’ün aynı zamanda bir küçük sanayi şehri haline geldiğini
belirtmektedir. Nitekim, 1955 yılında Ticaret Odası’na kayıtlı 10 çeşit
teşebbüs türü içinde demircilikle alakalı işler önemli bir yer tutmaktadır.
Daha 1955 yılında şehirde 12 haddehane bulunmakta ve bunların kapasitesi 100
– 120 bin tona ulaşmaktaydı (Fındıkoğlu, 1963 : 5 – 7). Haddehane sayısı
1961 yılında 27’ye çıktığı gibi, çok sayıda boru fabrikası ve dökümhane
faaliyette bulunmaya başlamıştır. (Kurtkan, 1963 : 6 – 7). İşletmenin
hammaddelerini işleyen bu küçük sanayi müteşebbisleri, ilk teknik
eğitimlerini işletmeden almışlar, ayrılarak özel sektöre geçmişlerdir.
İşletme, küçük sanayinin kurucuları ve onların vasıflı işgücünü sağlayan bir
sanayi okulu işlevi görmüştür. Ayrıca, ülke genelindeki birçok sanayi
tesisinin yapım ve montajı işletme tarafından gerçekleştirildiğinden,
işletme “fabrikalar kuran fabrika olarak da adlandırılmıştır.
İşletme, yörenin ekonomik kalkınmasının yanısıra, temel
belediye hizmetlerinin karşılanmasından şehirleşmeye, eğitim ve sağlık
imkanlarının sağlanmasından dini, sosyal ve kültürel yapıların ve eğlenme ve
dinlenme tesislerinin kuruluşuna kadar çok çeşitli alanlarda Karabük’te çoğu
kez ilk ve en büyük adımı atan kuruluş olmuştur. Öyle ki, belediye
hizmetlerinin gelişmediği Karabük’te 1960’lı yılların başında elektrik
ihtiyacının tamamı, su ihtiyacının bir kısmı DÇİ tarafından karşılanmış, ilk
ilkokul ve ilk sağlık kuruluşu (1955) yine işletme tarafından hizmete
sokulmuştur. Şehir içi ve çevre köyler ve kazalarla ulaşım, işletme
servislerince sağlanmıştır. Şehirleşmede de işletme temel belirleyici olmuş
ve şehrin önemli bir kısmını kapsayan 1,000’in üzerindeki lojman ve 5,000
civarındaki işçi konutlarıyla şehirleşmeye yön vermiştir.
Şehrin sosyo – kültürel gelişimi bakımından ise; daha
1957 yılında yenişehir bölgesinde 4,000 kişilik stadyum yapılmış, diğer
birçok şehirde örneğine rastlanmayan büyük bir gençlik kulübü ile 1,000
kişilik modern bir sinema hizmete sokulmuştur.
Yine, bir yandan çalışanlara ve diğer yandan halka
yönelik yaygın ve mesleki eğitim kursları yoğun bir şekilde tertip edilmiş,
okuma – yazma kursları açılmıştır. Hatta, ülkede işçiler tarafından inşa
ettirilecek ilk Sendika Sarayı’nının yapımı için “Karabük Ağır Sanayi
İşçileri Sendikasına” önemli miktarda ayni yardım yapılmıştır (Fındıkoğlu,
1963 : 5 – 13).
İşletme, kurulduğu ilk yıllardan itibaren bölgenin en
önemli gelir ve istihdam kaynağı olmuştur. 300 bin nüfuslu bölgenin ekonomik
yaşamı bütünüyle işletmenin varlığına bağlıdır. Halen 4000 civarındaki
çalışanı ile bölgenin en büyük işvereni konumundadır. İşletmede çalışan her
işçinin ilave bölgede ilave 13 iş yaratığı tahmin edilmektedir. Ayrıca,
yaklaşık 2000 civarında işçi istihdam eden 24 adet küçük ve orta ölçekli
haddehanenin faaliyetini sürdürebilmesi işletmenin üretimine devam etmesine
bağlıdır.
1940’lı yılların başında bir devlet teşebbüsü olarak
işletme ülke koşullarına göre daha cazip çalışma ve yaşam koşulları sunduğu
için ülkenin çeşitli bölgelerinden 3,000’i aşan işçi Karabük’e göç etmiştir.
İşletmede çalışan sayısı genelde (1968 – 86 yılları arasında) onbinlerin
üzerinde gerçekleşmiş ve en yüksek olduğu 1983 yılında 13,269’a kadar
yükselmiştir. Çalışan sayısı 1986 yılından itibaren azalmaya başlamış
(Yazıcı, 1992 : 94-96) ve 1994 yılından itibaren 5,000’ler civarına
düşmüştür.
A. Kapatma – Özelleştirme Gerekçeleri ve Eylemler
İşletme 1989 yılına kadar karlı bir KİT olarak
faaliyetini sürdürmüş, ancak birçok KİT gibi kamu bürokrasisinin hantallığı
ve merkeziyetçi yapısının yanısıra, gerekli yatırım ve modernizasyon
çalışmalarının ihmal edilmesinin yol açtığı verim düşüklüğü ile sermaye
yetersizliği nedenleriyle, 1989 yılından itibaren zarar etmeye başlamıştır.
1994 yılı dahil son 6 yılda işletme 174 milyon dolar zarar etmiştir. Ancak
zararın % 75’i, yani 130 milyon doları faiz giderlerinden kaynaklanmıştır.
İşletmenin kuruluşundan bu yana elde ettiği mali birikimlerin işletme
sermayesine ilave edilmemesi ve dış alanlara transfer edilmesinden ve emek
maliyetlerindeki artıştan dolayı ortaya çıkan sermaye yetersizliği, yüksek
faizle borçlanmayı zorunlu hale getirmiştir. Sermaye yetersizliği, tesisler
için gerekli olan teknolojik yenileştirmenin gerçekleştirilememesine ve
dolayısıyla verim düşüklüğüne neden olmuştur.
Aynı dönemde yıllık ortalama ciro 216 milyon dolar,
ortalama personel giderleri ise 125 milyon dolardır. Personel giderlerinin
artışında, oy temin etmek uğruna politikacıların atanmış yöneticileri
gereğinden fazla eleman çalıştırmaya zorlamalarının yanısıra, yine aynı
beklentilerle yüksek ücret artışı vermeleri (%500 zam verilmesi) etkili
olmuştur. Öyle ki, personel giderleri oldukça yükselmiş olup,
özelleştirmeden önce işletmenin toplam cirosunun % 58’ine yükselmiştir. Bu
oran dünya entegre demir – çelik tesislerinde % 15 – 20 arasında
değişmektedir (Özçelik – İş Sendikası, 1999 : 135 – 136). İşletmede tek bir
işçinin yıllık maliyeti 20.000 doların üzerinde iken, benzer işletmelerde
8000-10.000 dolardı.
Öte yandan, uzmanlara göre işletmenin zarar etmesinde
üretim türü ve kapasitesi de oldukça etkilidir. İşletmede, uzun yıllar
ülkede arz fazlası bulunan kütük demir üretiminde bulunulmuş, katma değeri
yüksek ve pazar gereksinime duyarlı ürün çeşitine ancak özelleştirmeden
sonra geçilmiştir. Yine uzmanlarca yıllık üretim kapasitesi 3-4 milyon
tondan az olan demir-çelik işletmelerinin rantable olamayacağı
belirtilmektedir. Oysa, işletmenin yıllık üretim kapasitesi, özelleştirme
sonrasında yapılan yeni yatırımlarla 1 milyon tona çıkmıştır.
Üstelik, işletme, ülkedeki diğer kamu kamu kurumlarında
olduğu gibi, aşırı istihdam, politik müdahale, yönetsel yetersizlik ve
bürokrasi sebebiyle düşük verimle çalışmıştır. 1981-1994 döneminde işletme
bağlı bulunduğu genel müdürlüğün ülkenin başşehrine taşınması yönetsel
sıkıntıların artmasına yol açmıştır. Karar-almada gecikmeler ortaya çıkmış
ve merkezle işletme arasında çok zayıf bir iletişim kurulabilmiştir. İşletme
ile ilgili her türlü karar (üretim türü, miktarı, fiyat artışı ve tüm
ihtiyaçların temini vb) Ankara’daki genel müdürlük tarafından alınmıştır.
1994 Nisanın’da ülke genelinde büyük bir ekonomik krizin
ortaya çıkışı, zarar eden KİT’lerin hızla özelleştilerek hazine üzerindeki
finansal yükün azaltılması tedbirlerini beraberinde getirdi. 5 Nisan
Kararları’ndan biri de Karabük Demir – Çelik Fabrikaları’nın yıl sonuna
kadar özelleştirilmesi ya da üretimin durdurulması, yani kapatılmasıydı.
Dönemin Hükümeti, 1994 yılında 5 trilyon zarar ettiğini ve kamuya yükünün 10
trilyonu aştığını belirttiği işletmeyi, Ekonomik Tedbirler Programı
kapsamına almıştı. Yaklaşık 5000 işçinin işini kaybedeceği bölgede
alternatif istihdam olanakları da çok azdı. Hükümetin bu kararına, güçlü bir
toplumsal reaksiyonla cevap verildi. Karara karşı, işyerinde yetkili olan ve
çalışanların çoğunu temsil eden Özçelik – İş Sendikası başta olmak üzere,
sivil toplum kuruluşları, ticaret ve sanayi odaları ile yöre halkı büyük bir
kampanya başlattılar. İlk eylemler işçi sendikası merkezli başlamış ve
sendikanın kontrolünde şekillenmiştir. Fakat daha sonra eylemlere tüm sivil
toplum örgütleri ve yöre halkı etkin bir şekilde katılmışlardır. Hatta,
eylem planı tüm kesimlerin temsil edildiği 35 üyeli “Şehir Meclisi”
tarafından yapılmıştır. Şehir meclisinde Özçelik – İş Sendikası’nın
yanısıra, ilçede örgütlenmiş olan diğer bazı işçi ve işveren sendikaları,
dernekler ile tüm siyasi partiler gibi oldukça farklı menfaat gruplarını
temsil eden sivil toplum örgütlerinin aynı çatı altında yer almış olması,
fabrikanın ilçe için arzettiği önemi ve büyük bir toplumsal muhalefetin
varlığını ortaya koymaktadır. 7 ay devam eden kampanya boyunca binlerce işçi
ve ailesi, kapatma veya özelleştirme kararını protesto eden toplantı ve
yürüyüşler düzenlediler. (Hürriyet, 14.08.1996). İşletmenin kapatılmasına
kararı karşısında Sendika, tesisin çalışabilirliğini kanıtlayan raporlar
hazırladı, Karabük’ün kapatılamayacağına dair kitapçıklar çıkardı, yayınlar
yaptı. 8 Kasım’da ise Karabük’te “Hayatı Durdurma” eylemi yapıldı. Bu
eylemde, tüm araçlar ve dükkanlar siyah kurdele asmış, 10.00 – 14.00
saatleri arasında tüm işyerleri kapatılmış, araçlar bu süreler arasında
bulunduğu yerde durdurularak trafik kilitlenmiş ve öğrenciler okullara
gönderilmemiştir. Üstelik memurlar da çalışmamış, mitinge katılmıştır.
Mitingde, Hak – İş ve Özçelik – İş Sendikaları başkanlarının yanısıra,
belediye başkanı da bir konuşma yapmıştır (Batı Karadeniz Ekspres,
09.11.1994).Eylemlerle, konuya tüm kamuoyunun dikkatinin çekilmesi
başarılmıştır. Kararlı biçimde sürdürülen direniş ve girişimler, artan
kamuoyu baskısı hükümetin işletmenin kapatılması kararından vazgeçmesine,
işletmenin özelleştirme kapsamına alınması ve çalışanlarca satın alınmasına
destek olunmasına dönüştü (Milliyet, 16.10.1996).
Başbakan yardımcısı açıklamasında; “şayet özelleştirme
gerçekleştirilemezse, üretim 1994’ün sonunda durdurulacak. Eğer işçiler
isterlerse yıl sonuna kadar işletmeyi alabilirler. Biz işçi kardeşlerimizin
zarara uğramasını istemeyiz. Aksine, biz onları işyerlerinin sahibi yapmak
istiyoruz” demektedir. (Koç,1995: 33)
Kapatma yerine işletmenin işçilere satılması düşüncesi,
politik olarak da elbette hükümetin tercih edeceği bir yöntemdi. Üstelik,
koalisyon hükümetinin küçük ortağı olan SHP’nin (Sosyal Demokrat Halkçı
Parti) genel başkanı ve başbakan yardımcısı, işçi sendikasının talebi
karşısında, konuyu araştırmak üzere bir 28 uzmandan oluşan bir komisyon
kurdurmuş ve bu komisyonun raporunda, yeni yatırımların üstlenilmesi ve işçi
azaltılması koşuluyla işletmenin üretimini sürdürebileceği belirtilmişti.
Kardemir özelleştirilmesinin
gerçekleştirilmesi esnasında taraflar arasında çok çetin tartışmalara sahne
olan bir dizi toplantı yapılmıştır (Milli Gazete, 15.12.1994). Modelin
ortaya çıkışı, tarafların görüşmeleri ile şekilllenmiş ve bu toplantılarda
özelleştirilmenin nasıl yapılacağı, mülkiyetin şirkete nasıl devredileceği
ile şirket statüsünün ne olacağı konuları tartışılmıştır. Sıkı pazarlık
atmosferinde üç gün devam eden son toplantının ardından varılan kararı (Yeni
Yüzyıl, 30.12.1994) Başbakan Çiller 1995 yılının ilk gecesinde Karabük’te
açıklamıştır.
B. İşçilere Özel Satınalma Koşulları
Türkiye’de ilk defa uygulanan bu özelleştirme yöntemine
göre işletme, blok hisse devri usulüyle 30.03.1995 tarihli sözleşme ile, 1
TL sembolik bedelle, % 35 kuruluş çalışanlarının, % 40 yöre sanayi odaları
ve esnaf derneklerinin(Karabük Sanayi ve Ticaret Odası, Karabük ve
Safranbolu Esnaf ve Sanatkarlar Derneği), % 25 oranında da yöre halkı ile
kuruluş emeklilerinin hissedarlığında kurulan Kardemir A.Ş.’ye
devredilmiştir
Üstelik, yine aynı tarihli karar uyarınca Özelleştirme
Fonu’ndan 21.6 milyon ABD doları işletme sermayesi, 20.6 milyon ABD doları
yatırım finansmanı, 46 milyon ABD doları da çalışanların kıdem ve ihbar
tazminatları ile diğer yükümlülüklerinin karşılanmasında kullanılmak üzere,
toplam 88.2 milyon ABD doları nakit kaynak aktarımı yapılmış, işletmenin
özelleştirme öncesine ait 250 milyon ABD doları tutarındaki borçları da
Türkiye Demir – Çelik İşletmeleri Genel Müdürlüğü’nce üstlenilmiştir
Kardemir A.Ş., sözleşme gereği, hisse dağılımını grup ve
oranlarına göre en geniş katılımı sağlayacak biçim ve tarzda sağlayacak
ortaklık yapısının oluşturulacağını ve tesislerin en az üç yıl süreyle
çalıştırılacağını taahhüt etmiştir. Buna göre 7 – 14 Temmuz tarihleri
arasında gerçekleştirilen halka arz işlemi ile işletme, 12.780 ortaklı hale
gelmiştir (http://www.oib.gov.tr/karabuk.htm).
Kısaca, işletme çalışanlara çok özel koşullar altında
satılmıştır. Çalışanlar işletme hisselerini kıdem tazminatları ile satın
almışlardır. Her çalışana ücret düzeyi ve kıdemine uygun miktarda hisse
satın alma hakkı verilmiştir. Şirketin ana sözleşmesi gereği, hisse
senetleri kuruluştan itibaren 3 yıl süreyle nama yazılı olarak kalacak ve
satılamayacaktı. Üstelik, grup içi ve gruplararası hisse senedi işlemleri
için yönetim kurulunun izni gerekmekteydi. Hisse dağılımında hiçbir pay
sahibinin payı toplam şirket sermayesinin % 1’ini aşamayacaktı.
İşletmenin hisse dağılımı özelleştirme kararında planlandığı şekilde
gerçekleştirilemediği gibi, yıllar itibariyle de değişime uğramıştır.
Şirketin hisse ve sermaye yapısı başlangıçta A, B, C ve D olmak üzere dört
ana hissedar grubuna ayrılmış, fakat 1998 yılında C grubunun B grubu ile
birleştirilmesi sonucu ana hissedar grubu üçe inmiş olup, yıllar itibariyle
aşağıdaki gibidir.
Tablo 4 – Sermayenin % 10 ve Daha Fazlasına Sahip
Ortakların
Hisse Oran ve Tutarı, Hisse Dağılımı, (% )
Grup |
Hissedar |
31.12.1995 |
31.12.1996 |
31.12.1997 |
31.12.1998 |
31.12.1999 |
31.12.2000 |
A |
Kardemir A.Ş.
Çalışanları |
51,8 |
51,8 |
51,8 |
49,19 |
32,80 |
24,59 |
B |
Karabük –
Safranbolu San. Ve Tic. Odası Üye. |
24,2 |
24,6 |
24,6 |
24,46 |
16,30 |
12,23 |
C |
Karabük ve
Safranbolu Esnaf ve Sanat. Der. Üye. |
1,3 |
1,1 |
1,2 |
|
|
|
D |
Yöre Halkı ve
Kardemir A.Ş. Emeklileri ile Nakit Halka Arz |
22,7 |
22,5 |
22,4 |
26,35 |
50,90 |
63,18 |
Kaynak:
Kardemir A.Ş. Yıllık Faaliyet Raporları, 1996 – 2000.
Kardemir A.Ş.’de A grubu hissedarlar yönetim kuruluna 4,
denetim kuruluna 1 üye, B grubu hissedarlar yönetim kuruluna 2, denetim
kuruluna 1 üye, D grubu hissedarlar yönetim kuruluna 4, denetim kuruluna 2
üye seçme hakkına sahiptir.
Hisse dağılımı incelendiğinde, Kardemir çalışanlarının
payının 5 yıl içinde yarıya düştüğü, 1998 yılından itibaren nakit halka arz
ile birlikte D grubu hisselerinin payının hızla yükselerek, D grubunun
işletme hisselerinin % 60’ından fazlasına sahip olduğu görülmektedir
(Kardemir Faaliyet Raporları, 1996 – 2000).
Oysa işçi sendikası, özelleştirmenin başlangıcında yöre
halkına satılması planlanan D grubu hisselere yeterli talep olmaması
nedeniyle, toplantılar düzenleyerek, bildiri ve bültenler hazırlayarak
işçileri bu hisseleri de almaya teşvik etmişti. Sendika işçilere, “halk
hisselerini kendilerinin almamamaları halinde başka bir grubun payını % 50 –
60’lara çıkararak yönetimi ele geçirebilecekleri” uyarısında bulunmuş ve
işçilerin payının % 51,8’e kadar yükselmesini sağlamıştı (Özçelik – İş Haber
Bülteni, 08.07.1995). Ancak, işletmenin hisse değerinin beklentilerin çok
altında kalması, çalışanların ve halkın elindeki hisselerin hızla el
değiştirmesine yol açmıştır.
Bu gelişmeler üzerine işçi sendikası, çalışanların payını
korumak ve genel kurulda hisse sahipleri ile çalışanların birlikte hareket
etmelerini sağlamak amacıyla, çalışanların pay ortaklığı planlarını
uygulayan Batılı ülkelerdeki işletmelerde olduğu gibi bir vakıf
yapılanmasına gitmiştir. Bu amaçla Ağustos 1999’da “Kardemir Çalışanları
Vakfı” kurulmuştur. Vakıf, A grubu hisseleri alıp, daha doğrusu vakıf
bünyesinde bloke edip çalışanların haklarını korumayı amaçlamaktadır. Tüm
çalışanlar vakfa üye yapılarak belirli bir miktarda Kardemir A.Ş. hissesi
onlar adına vakıfta bloke edilmektedir. Buna göre hernekadar hızlı bir işçi
devri olmuş olsa ve hernekadar işçilerin ellerindeki hisseler el değiştirse
dahi belirli oranlarda hisseye tüm Kardemir çalışanlarının sahip bulunması
temin edilmiştir.
C.
Özelleştirme Sonrası Gelişmeler
Özelleştirmeden sonra, teknolojik açıdan eskimiş olan
işletmede büyük bir yatırım ve modernizasyon hamlesi başlatılmıştır. 1998
yılına kadar, üretim kapasitesini 700 bin tondan, 1 milyon tona çıkaracak 72
milyon dolarlık yatırım harcaması yapılmıştır. Üretim teknolojisindeki
değişim, ton başına üretim maliyetinin 265 dolardan, 211 dolara inmesini
sağlamıştır. (Kardemir Faaliyet Raporu;1996: 7) İlk iki yılda satışlar %55
oranında artmış, işletme 1996 yılında 27, 1997 yılında ise 42,9 milyon dolar
kar etmiştir. Aynı zamanda büyük bir üretim artışı da gerçekleştirilmiş,
sıvı çelik üretimi 1995 yılında 620 bin ton iken, 1996 yılında 758 bin tona
yükselmiştir. Satış cirosu da bir önceki yıla göre 3 kat artmıştır. (Son
Dünya, 09.01.1997) İşletmenin ilk yıllık performansının göstergelerinden
biri de hisse değerleridir. İşçilerin elindeki hisselerin değeri 1996 yılı
sonunda 11 kat değerlenmiştir. (Milliyet, 16.10.1996)
İlk iki yıl Kardemir özelleştirmesi örnek bir
özelleştirme modeli olarak sık sık yazılı ve görsel basında yer almış ve
hükümetin işletmeyi kapatma kararının yanlışlığı vurgulanmıştır. Gerçekten,
ilk yıllarda gerek yeni yönetim ve gerekse tüm çalışanlar, başarılı olmaktan
başka çarelerinin olmadığı bilinciyle işletmenin kara geçmesi için elinden
geleni yapmıştı. Öyle ki, işçiler, fabrikada boşa maaş alan kimsenin
olamayacağını, bir kişinin yerine dört kişinin iş yapamayacağını, kimsenin
boş duramayacağını ve yönetimin en ufak ihmali olursa baskı yapacaklarını,
hem çalışacak ve hem de denetleyeceklerini belirtmektedirler. Öyle ki,
yapılan yatırımlar konusunda tüm işçiler bilgili hale gelmiş ve bu
yatırımların işletmeyi karlı hale getireceğine inanılmıştır. (Cumhuriyet,
30.12.1996).
Ancak, işletme 1998 yılından itibaren zarar etmeye
başlamıştır. 1998 yılındaki Asya ve Rusya krizi tüm dünyada demir-çelik
sektörünün krize girmesine neden olmuştur. Aynı yıl hükümet tarafından hurda
ve kütük demirden üretim yapan elektrikli ark ocaklarına tanınan enerji
girdi bedellerini eteleme imkanından cevherden üretim yapan işletmenin
yararlanaması, işletmenin bu kuruluşlar karşısında zaten zayıf olan rekabet
gücünün iyice azalmasına yol açmıştır.(Akit,10.9.1998) Üstelik Asya krizi
çelik fiyatının, işletmenin üretim maliyetinin oldukça altına düşmesine yol
açmıştır. İşletmeye 1 ton çeliğin maliyeti 205-210 dolar iken, çeliğin
piyasa fiyatı 170-175 dolardır. Asya ve Rusya krizlerinin çelik fiyatlarını
düşürmesinin yanısıra, hurda ve kütük fiyatlarındaki düşme ve kalitesiz
kütük ve ucuz hurda ithalatındaki artış, kamudan alınan mal ve hizmet
bedellerindeki artış, Kasım 2000 ve Şubat 2001 krizleri ile artan finansman
giderleri işletmenin son 5 yıldır sürekli zarar etmesine yol açmıştır.
İşletme zararlarının büyük bölümünü, faiz oranlarının çok yüksek olduğu
ülkede finansman giderleri oluşturmaktadır. Örneğin, 2001 yılı Eylül sonu
itibariyle gerçekleşen 87,6 milyon dolarlık zararın, 70 milyon doları
finansman gideri zararıdır (Özçelik-İş, 2002: 8-10). Zaten işletme, bu tür
kuruluşlar için oldukça düşük olan 10 milyon dolarlık işletme sermayesi ile
faaliyete başlamış ve öz kaynakları ile sermaye artırımını
gerçekleştiremediğinden hem çok ciddi bir faiz yükü ile karşılaşmış ve hem
de ihtiyaç duyduğu üretim girdilerini düzenli bir şekilde sağlayamadığı içi
eksik kapasite ile çalışmıştır. Oysa, üretim maliyetlerini azaltabilmek ve
elektrikli ark ocakları ile rekabet edebilmesi için işletmenin tam kapasite
ile çalıştırılması gerekmekteydi.
İşletmenin geleceği konusundaki belirsizlik hala
sürmektedir. 2002 yılı ortalarından krizden etkilenen işletmelere destek
planı çerçevesinde kamu kurumlarına olan borçları ertelenen ve 20 milyon
dolar kredi verilen işletme, bir müddet daha üretime devam etme imkanı
bulabilmiştir. Ancak, bu yardımın çok ciddi miktarlarda borç yükü içindeki
işletme için yetersiz olduğu belirtilmektedir. Diğer bir konuda geçmişte
olduğu gibi işletme yönetiminin, ekonomik güçlükleri daima devlet desteği
ile aşmaya çalışmasıdır. Lobi faaliyetleri ile hükümetler üzerinde siyasal
baskı oluşturmakta ve devlet desteğini sağlanmaktadır.
D.
Yönetim Yapısı ve Anlayışı
Kardemir uygulamasının en çarpıcı yönü, işçilerin yönetim
kurulunda çoğunluğu oluşturmalarıdır. Nitekim, yönetim kurulundaki 7 üyenin
4’ü işçi temsilcisi olarak yer almaktadır. Kalan üç üyenin ikisi sanayici ve
tüccarları, son üye ise halk ve esnafı temsil etmektedir. Temsilciler genel
kurullarda hisse sahipleri tarafından belirlenmektedir. Böylesi bir yönetim
yapısına sahip tek işletme Kardemir’dir. Bu işletmede işçiler en üst düzeyde
yönetime katılma imkanını elde etmişler ve hatta temsilcileri aracılığıyla
işletme yönetimini üstlenmişlerdir. Bu durum basında “işçi patronlar
yönetimde” şeklinde yer almıştır.
Ancak, Kardemir’de oluşturulan yönetim yapısı, uygulamada
birçok sorunu da beraberinde getirmiştir. İşletmenin özelleştirilmesinde
etkin bir role sahip olan işçi sendikası, yönetim temsilcilerinin
belirlenmesinde, dolayısıyla işletmenin yönetiminde de benzer bir rol
oynamıştır. Öyle ki, gerek işçi temsilcileri ve gerekse kısmen diğer grup
temsilcileri işçi sendikası tarafından belirlendiği gibi, yönetim kurulunda
birkaç yıl doğrudan sendikacılar da yer almıştır. İşçi sendikası, yönetime
aday gösterdiği işçi temsilcilerini doğrudan yönlendirirken, diğer grupların
adayları üzerinde de etkili olmuştur. Kısaca ifade etmek gerekirse,
özelleştirme sonrasında Kardemir’de işçi sendikası belirli bir süre doğrudan
işletmenin yönetimini yürütmüştür.
Oysa,
Karabük Demir – Çelik Fabrikalarının özelleştirmesi amacıyla yapılan
toplantılarda, işçi kesimini temsilen taraf olan dönemin Hak – İş Başkanı
Necati Çelik patronluğa soyunmadıklarını, müessesesenin satılması halinde
buranın sendika tarafından işletilmeyeceğini, sendikanın görevinin denetim
fonksiyonu ile sınırlı olduğunu belirtmişti (Milli Gazete, 15.12.1994).
Gerçekten, özelleştirmenin ilk yıllarında işçi sendikası
denetim ve gözetim rolünü benimseyerek, işletmenin işleyişine çok fazla
müdahalede bulunmamış ve işçiler yönetim kurulunda profesyonel yöneticiler
tarafından temsil edilmiştir. Ancak, daha sonra işçileri temsilen yönetim
kurullarında işçi sendikası görevlileri yer almaya başlamıştır. Üstelik bu
görevliler, aynı zamanda sendikadaki görevlerini de sürdürmüşlerdir.
Nitekim, 1996 yılında boşalan bir yönetim kurulu üyeliğine getirilen işçi
sendikacı temsilcisi, sendikadaki genel teşkilatlanma sekreterliği görevine
de devam etmiştir. Hem sendikacı ve hem de yönetici olarak görev yapmanın
hiçbir sakıncası bulunmadığını belirten Özçelik – İş Sendikası Teşkilatlanma
Sekreteri, “yıllardır sözleşmelere şirket yönetimlerine girmek için madde
koyduklarını, fakat işverenin tutumu nedeniyle bu uygulamayı hayata
geçiremediklerini ve bu durumun ilk defa Kardemir’de
gerçekleştirilebildiğini” ifade etmiştir (Yeni Yüzyıl, 10.10.1996).
Sendika görevlilerinin yönetim kurulunda yer alması
uygulamasını, bir dönem Özçelik – İş Sendikası başkanlığı ile beraber
Kardemir A.Ş. yönetim kurulu üyeliğini birlikte yürüten Recai Başkan, “zaten
işin içinde olup, hertürlü karardan kendilerinin sorumlu tutulduklarını, bu
nedenle bizzat yönetmelerinin daha uygun olacağı” şeklinde açıklamaktadır
(Posta, 26.03.1998).
Sendika yöneticilerinin işçileri temsilen yönetim
kurulunda yer almalarına yönelik eleştiriler, özellikle işletmenin zarar
etmeye başladığı 1998 yılından itibaren artmış ve bu durumdan sendika üyesi
çalışanlar da dahil olmak üzere tüm kesimler rahatsız olmuştur.
(www.bkha.net/haberler/kardemir/ tso_rapor).
İşletmenin içinde bulunduğu krizden
işçi sendikasının sorumlu tutulması ve sendika görevlilerinin işletmenin
yönetiminde yer almasına yönelik tepkilerin giderek yoğunlaşması, 2001 yılı
Eylül ayında Özçelik – İş Sendikasında görev değişikliğine neden olmuş ve
yeni göreve gelen yönetimi önlem almaya itmiştir. Yeni yönetim, derhal
sendikanın yönetime müdahale etmeyeceğini ve hiçbir profesyonel sendika
yöneticisinin ne Kardemir’in ne de yan kuruluşların yönetim kurullarında yer
almayacaklarını açıklayarak, işçi sendikası ile Kardemir A.Ş. ve
diğer kurumlar arasında bozulan ilişkileri düzeltme
çabasına girmiştir. Yeni yönetim sendikanın rolünü ise, çalışanların hak ve
çıkarlarının korunması, sahip oldukları hisselerinin değerlenmesi ve
işletmenin uzman kişiler tarafından doğru kararlarla yönetilmesi için
gözetim ve denetim görevine devam edilmesi olarak belirlemiştir (Özçelik –
İş Sendikası, 04.09.2001 : 8).
Ancak, işçi sendikasının yönetimde
etkin olmasında, gerek sendikanın özelleştirme sürecinde üstlendiği rolün ve
gerekse işletmenin yönetim yapısının etkili olduğu dikkate alınmalıdır.
Sendika, özelleştirme eylemlerinde öncü olmuş, hükümetle yapılan görüşmelere
işçileri temsilen katılmış, diğer bir ifadeyle Kardemir modelinin doğuşunda
en önemli aktör olmuştur. Diğer taraftan, yönetim yapısı gereği yedi üyeden
dördünün işçi temsilcisi olması, yönetimdeki işçi temsilcilerinin
kararlarından sendika sorumlu tutulmasına yol açmıştır. Sonuçta, işletmenin
başarısı ya da başarısızlığından sorumlu tutulan sendikanın, işletmenin
yönetiminde rol almak gibi, geleneksel rolü dışındaki işlevlere yönelmesi
çok fazla yadsınmamalıdır.
İşletmenin yönetim yapısı, yeni
yönetim anlayışının da şekillenmesinde etkili olmuştur. Gerçekten, üç farklı
grubu temsilen seçilen profesyonel yöneticilerin, bu grupların değişik
konulardaki farklı taleplerini karşılamak durumunda kalmaları ve bir
dereceye kadar da kendi bağımsız yönetim anlayışlarını uygulamada
güçlüklerle karşılaşmaları doğaldır. Kardemir’de işçileri temsil eden
yöneticilerin yönetim kurulunda çoğunluğa sahip olması ve bu yöneticilerin
işçi sendikası tarafından aday gösterilen kişiler olmaları, yönetim ile
çalışanlar ve sendika arasındaki ilişkilerin profesyonel bir özel sektör
anlayışı çerçevesinde gelişimini de olumsuz etkilemiştir.
Öte yandan, yönetim yapısının
yanısıra, işletmenin kompleks ve büyük bir ağır sanayi tesisi olması, bir
yandan yeni yönetimlerin işletmenin bütününü kapsayan bir kontrol sistemi
kuramamalarına, diğer yandan kamu kesimi dönemindeki yerleşik
alışkanlıkların varlığını sürdürmesine yol açmıştır. Kısacası, işletmede
profesyonel bir özel sektör yönetim anlayışına geçilememiştir.
Bu olumsuz faktörlere rağmen, özelleştirme sonrası yeni
yönetim, işletmeyi kara geçirmek amacıyla örgüt yapısını gözden geçirmiş ve
yeni yönetim ve üretim tekniklerini hızla uygulamaya koymuştur. Organizasyon
şeması değiştirilmiş, Genel Müdür yardımcısı sayısı 5’ten 3’e, 30’dan fazla
olan müdür yardımcısı sayısı ise 22’ye düşürülmüştür (Sabah, 21.08.1995)
Ardından ISO 9002 ve toplam kalite yönetimi çalışmaları başlatılmış, kalite
takımları oluşturulmuş ve özelleştirmeden yaklaşık birbuçuk yıl sonra
işletme, ISO Kalite Sistem Belgesi almıştır (Türkiye, 16.10.1996).
Örgütsel yapıyı rasyonelize etmek ve modernleştirmek
amacıyla başlatılan yeniden yapılanma çalışmaları çerçevesinde bazı birim ve
üniteler kaldırılır veya birleştirilirken, bazılarının yetki ve
sorumlulukları yeniden düzenlenmiştir. Örneğin, özelleştirmeden önce
faaliyette bulanan 5 ayrı müdürlük (Personel, Eğitim, Sosyal Hizmetler,
Organizasyon, İstatistik) “İnsan Kaynakları Müdürlüğü”nün çatısı altında
toplanmıştır.
Özelleştirme sürecinde tamamen durmuş bulunan eğitim
faaliyetlerine öncelikle başlanmış, yeni alınan personel ile görev
değişikliği olanlar için oryantasyon, verimliliği artırmak için toplam
kalite, kalite çemberleri, takım kurma, yeni yönetsel teknikler ve sürekli
gelişme konularında eğitimler verilmeye başlanmıştır.
E. Endüstri İlişkileri
Kardemir’deki çalışma ilişkileri genel hatlarıyla
incelendiğinde, özelleştirme sonrası meydana gelen birçok olumsuz sonucun bu
işletmede ortaya çıkmadığı görülmektedir. Özelleştirmenin ilk sonucu olan
işçilerin işten çıkarılması gündeme gelmediği gibi, çalışan sayısı ve
dolayısıyla sendika üye sayısı da yıllar itibariyle çok fazla azalmamıştır.
Üstelik, 1998 yılında işletmedeki taşeron uygulamasına son verilerek,
850 taşeron işçisi daima kodroya geçirilerek sendikaya üye olmaları
sağlanmıştır. Böylece, işletmedeki sendikalı işçi sayısı artırılmış ve bu
işçiler toplu sözleşme kapsamına alınmıştır (Milli Gazete, 25.12.1998).
Yalnız, bu işletmede işçi çıkarılmamakla birlikte, genç
ve eğitimli eleman istihdam edilmesi amacıyla 25 yılını doldurmuş işçiler
gönüllü olarak emekli edilmişlerdir (http://www.ozcelik – is.org/mit –
krb.html). Emekli olanlara karşılık nispeten daha az sayıda işçi istihdam
edilmesi çalışan sayısının yıllar itibariyle azalmasına yol açmıştır. Ancak
asıl azalış memur sayısında, yani kapsam dışı personel sayısında meydana
gelmiştir. İşçi sayısındaki gelişim incelendiğinde, işçi sayısının genel
olarak azaldığı görülmektedir. 1994 yılında 4,765 olan işçi sayısı 1998
yılında taşeron işçilerinin daimi kadroya geçirilmesiyle 5,507’ye çıkmış,
fakat emekli olanların sayısındaki artışa bağlı olarak azalmış ve 2001
yılında 3,712’ye düşmüştür.
İşletmenin kamu mülkiyetinde olduğu dönemde, devlet
paternalizmi ve işçi sendikasının uyuşmazlıktan kaçınması, endüstri
ilişkilerinin nispeten barışçı bir süreçte cerayan etmesini sağlamıştır.
İşçi sendikası 1950 yılında kurulmuş ve işletme yönetimi işçileri üye olmaya
teşvik etmiştir. (Fındıkoğlu,1961: 20) Sendika ve yönetim arasındaki
uyuşmazlık konuları ise daha çok işçi sendikası tarafından politikacılara
veya bürokratlara götürülmek suretiyle çözüme kavuşturulmuştur. İşçi
sendikası, işçilerin menfaatlerini geliştirmek için onları harekete geçirme
gereğini duymamışlardır. Diğer devlet işletmelerinde olduğu gibi,
işçi-işveren ilişkilerinden ziyade politik manevralarla ilgilenmişlerdir.
Ancak, 1989 yılına gelindiğinde durum değişmiş, işletme tarihindeki ilk ve
en uzun grev yapılmıştır. Bu grev 137 gün sürmüş ve gerev sonunda yine
politik bir kararla işçilere, taleplerinin de oldukça üzerinde %500 zam
verilmiştir.(Çelik-İş,1989: 37) – (Sendikacılık Ansiklopedisi; s. 233) bul
dipnot Bu zam işçilerin yaşam standartlarını çok yükseltmiş, kayıtlı araç
sayısı 1989 yılında 3.000 iken, üç yıl sonra 15.000’e yükselmiştir. Ayrıca,
1993 yılındaki görüşmelerde de anlaşma sağlanamadığı için grev kararı
alınmıştı (Özsever, Sabah, 01.06.1993).
İşletme işçilerin mülkiyetine geçtiğinde ise, yeni
yönetim, yönetici ve çalışanların aynı gemide bulunduklarına odaklanmak
suretiyle aktif bir işbirliği ruhunu işçilere aşılamaya gayret etti. Konu,
toplu iş sözleşmelerinin kapsam ve içeriği açısından ele alındığında her iki
alanda da çalışanların haklarında bir gerileme ortaya çıkmadığı
görülmektedir. 1990 yılından itibaren yapılan tüm toplu iş sözleşmeleri
değerlendirildiğinde, işçilerin sadece “kıdemli işçiliği teşvik primlerine”
ilişkin düzenlemenin, özelleştirme sonrası toplu iş sözleşmelerinde yer
almadığı görülmektedir. (Bkz. Özçelik – İş Sendikası ile Kardemir A.Ş.
arasında yapılan toplu iş sözleşmeleri).
İşçilerin hak türlerinde bir değişme olmamakla birlikte,
bu haklarda oransal bir gerileme meydana geldiği söylenebilir. Öyle ki,
özelleştirilmenin yapıldığı ilk yıl ücretlere zam yapılmamış ve işçiler
özelleştirme öncesindeki ücretlerle çalışmaya devam etmişlerdir. İkinci yıl
ise ücretlere % 60 oranında zam yapılmış ve 30’ar milyon TL de kar payı
dağıtılmıştır (Yeni Şafak, 10.10.1996). 1999 yılına gelindiğinde ise, işçi
ücretlerine ilk altı ay için % 40 zam yapılmış ve sonraki 6 aylık
dönemlerdeki ücret zamları enflasyon artış oranına bağlanmıştı (Özçelik – İş
Sendikası, 4. Dönem Toplu İş Sözleşmesi). Enflasyon oranının altındaki ücret
artışları, Kardemirdeki işçi ücretlerinin diğer çelik işletmeleri
ücretlerinin altına inmesine yol açmıştır.
Diğer taraftan, işçi ve işveren taraflarının toplu iş
sözleşmeleri görüşmelerindeki tutum ve davranışlarının, “işbirliğine dayalı
pazarlık modeli” çerçevesinde ortaya çıktığı görülmektedir (Demirbilek, 1996
: 30 – 32). Ayrıca, yönetim kurulundaki işçi temsilcilerini (genellikle
sendika yöneticileri) üyeleri adına seçen Özçelik – İş Sendikası’nın, toplu
pazarlığın her iki tarafını da temsil eden bir davranış kalıbı içinde
hareket ettiği ve işletmenin önceliklerini esas aldığı görülmektedir.
Nitekim, Özçelik – İş Sendikası Genel Başkanı Recai Başkan’ın, 1999 yılı
toplu iş sözleşmesi görüşmelerinde, işçi ücretlerine yapılacak zam oranının
düzeyini işletmeye yapılan yeni yatırımların sonucuna bağlaması ve
yatırımların olumlu etkisinin yüksek olması halinde ücret zammının da yüksek
olacağını, aksi durumda, ücret zammı için daha gerçekçi olunması gerektiği
yönündeki açıklaması, işçi sendikasının yaklaşım biçimini göstermektedir.
Ayrıca Başkan, hedeflerinin hiçbir zaman grev yapmak olmadığını, ama artık
özveride bulunan işçileri rahatlatma zamanı geldiğini ifade etmektedir
(http://www.superonline.com/nethaber).
Öte yandan, aynı dönem toplu iş sözleşmesi görüşmeleri
için hem dönemin Kardemir Genel Müdürünün ve hem de Sendika Genel
Sekreterinin, uyuşmazlıkla sonuçlanan görüşmelerle ilgili grev olasılığının
zayıf olduğu fikrini paylaşmaları, Özçelik – İş Sendikası Genel
Sekreterinin, Türkiye'de ilk kez çalışanların, temsilcileri aracılığıyla
yönetime katıldıkları bu işletmede bilançoların ellerinde olduğu ve şirketin
finans durumuna bütünüyle vakıf olduklarını belirtmesi, sendikacılık ve
toplu pazarlık anlayışı ile ilgili önemli ipuçları vermektedir (Cumhuriyet,
12.05.1999).
Gerçekten, işçi sendikasının mülkiyet sahibi çalışanlar
adına toplu iş sözleşmeleri görüşmelerinde “uzlaşmacı sendikacılık”
anlayışını benimsedikleri ve özelleştirme sonrasında “grev” silahını
kullanmadıkları görülmektedir.
II.
Özelleştirmede Mülkiyet Sahipliğinin Çalışma Yaşamına Etkileri Üzerine Bir
Alan Araştırması : Kardemir
A. Araştırma Yöntemi
Araştırmada iki temel yöntem
belirlenmiştir. Bunlar anket ve görüşme tekniklerinin kullanılarak gerekli
bilgilerin toplanmasıdır. Kardemir işçileri ile anket, işletme yöneticileri,
işçi sendikası merkez ve şube yöneticileri, işyeri sendika baş temsilcileri
ve bazı yöre basın ve ticaret ve sanayi odaları temsilcileri ile
derinlemesine görüşmeler yapılmıştır. Derinlemesine görüşmelerde açık uçlu
sorular yöneltilmiş ve bu görüşmeler randevu yöntemiyle
gerçekleştirilmiştir. İşçi sendikası Karabük Şube başkanı, genel sekreteri
ve eğitim sekreteri ile işçi sendikasında birkaç ay arayla birden fazla
görüşme yapılmıştır. Genellikle görüşme süreleri 1 – 3 saat arasında
değişmiştir. Araştırma ile ilgili toplantılara katılınmıştır.
Anket araştırması iki ayrı
soru formu ile gerçekleştirilmiştir. Özelleştirme öncesi çalışmaya başlayan
51 işçi ile AN1, özelleştirme sonrası işe başlayan 55 işçi ile AN2 başlıklı
anket yapılmıştır. Anket görüşmeleri işçilerin çalışma ortamlarında ve
birebir gerçekleştirilmiştir. Böyle bir ayırıma gidilmesinin temel
nedenlerinden biri özelleştirme öncesi işe başlayan işçilerden geçmiş döneme
ilişkin daha açık ve kesin değerlendirmelerin alınabileceği düşüncesi, bir
diğeri ise kıdemli, kıdemsiz işçiler arasındaki yaklaşım farklılıklarının
ortaya konulabilmesidir. Ayrıca, kıdemli işçi sayısının yıllar itibariyle
hızlı bir biçimde azalmış olmasının yanısıra araştırmanın salt dönemsel bir
karşılaştırma yapılmasının ötesinde amaçlar taşıması böyle bir ayırımı
gerekli kılmıştır. Özellikle mülkiyet ortaklık veya sahipliğinin işe,
işletmeye, yönetime ve örgütlülüğe bakışta nasıl bir değişim meydana
getirdiğinin belirlenmesinde bu ayrım önem taşımaktadır.
B. Araştırma Bulguları
1. İşçi Sendikasının Rol ve Etkinliği
Çalışanların mülkiyet sahibi olduğu özelleştirmelerde ve
özelleştirme sonrası yeni yapıda işçi sendikaları önemli görevler
üstlenmektedir. İşçi sendikaları işletmenin kapatılmasını engellemek
amacıyla çok büyük eylemler gerçekleştirme ve bu süreçteki etkinliğini
özelleştirme sonrası oluşan yönetim üzerinde de sürdürme eğiliminde
olmaktadırlar. Nitekim, ABD’de çalışanların mülkiyet sahibi olduğu
işletmelerin bir kısmında kapanma/özelleştirme sürecinde eylemleri
yönlendiren bazı işçi sendikası yöneticileri şirketlerin yönetim kurulu
başkanlığına gelebilmektedir.
(Bruno, 1998 : 63).
Öte yandan, çalışanların mülkiyet sahibi olduğu
işletmelerde, işçi sendikalarının işletme içinde etkin bir iletişim
kurulmasına, eğitim ve katılım imkanlarının artırılmasına, eşitlikçi bir
yönetim yaklaşımının benimsenmesine, devamsızlık, israf ve şikayetlerin
azalmasına ve daha da önemlisi işletmenin performasının artışına katkıda
bulunacağı düşünülmektedir (Logue - Yates, 2001: 119-128).
Gerçekten, Kardemir işçilerinin üçte ikisinden fazlası, çalışanların
mülkiyet sahibi olduğu bu özelleştirmenin işçi sendikasının etkinliğini
artırdığını düşünmektedirler. Buna karşılık, işçilerin % 75’ler civarındaki
kısmı, bu özelleştirme tipinin kendilerinin yönetim üzerindeki denetim
fonksiyonlarını güçlendirdiğini düşünmemektedir. İşçilerin sadece % 25’i,
çoğunluğu kendi oylarıyla seçilen yönetim üzerindeki denetsel
etkinliklerinin arttığını belirtmektedir. İşçilerin, özelleştirmenin işçi
sendikasının etkinliğini artırırken kendilerinin etkinliğini geliştirmediği
konusundaki düşünceleri büyük ölçüde işçi sendikasının, işçi temsilcisi
adaylarını, işçiler adına belirlemesinden kaynaklanmaktadır.
Tablo 1 – Özelleştirmenin İşçi Sendikasının
Etkinliğini Artırdığı
Konusundaki Görüşleri, %
|
Anket 1 |
Anket 2 |
Evet
|
70,6 |
70,9 |
Hayır |
19,6 |
16,4 |
Fikri Yok |
9,8 |
10,9 |
Yanıt Yok |
–
|
1,8 |
Tablo 2 – Özelleştirme Tipinin İşçilerin Yönetim
Üzerindeki Denetimini Artırdığı Konusundaki Görüşleri, %
|
Anket 1 |
Anket 2 |
Evet
|
24 |
25,5 |
Hayır |
58 |
54,5 |
Fikri Yok |
18 |
20 |
Çalışanların işletmenin mülkiyetine sahip olmaları ile
yönetsel etkinliklerinin artması arasında doğru ilişki yoktur. Örneğin, 1975
yılında South Bend Lathe şirketi % 100 çalışan mülkiyetinde olmasına rağmen,
çalışanların şirketin nasıl yönetileceği konusunda etkileri yoktu. Diğer
yandan yine % 100 çalışan mülkiyetinde olan Avis şirketinde ise,
çalışanların şirketin yönetiminde önemli ölçüde söz sahibi olduğu bir sistem
bulunmaktadır.
Diğer taraftan, çalışanların mülkiyet payları da bir
uygulamadan diğerine değişebilmektedir. Nitekim, Tribune şirketinde
çalışanlar şirketin % 10’una sahip iken, bu oran Lockheed’de % 17,
Polaroid’de % 20, Elliot Meat’de % 30 ve Weirton Steel’de % 100’dür (Pierce
– Furo, 1990 : 34 – 35).
İşçi sendikalarının bir işletmede çalışanların mülkiyet
sahipliğinin kurulması aşamasındaki rolünün ne olduğu konusu açık iken,
işletmenin işçilerin mülkiyetine geçtikten sonra sendikanın rol ve konumunun
ne olacağı pek açık değildir. Herhangi bir şirkette sendikanın rolü, her
dönemde üyelerinin menfaatlerini temsil etmektir. Fakat, işçi mülkiyetindeki
şirketlerde sendikalar bu görevi geleneksel işletmelere göre farklı bir
anlamda temsil ederler (Bado – Logue, 1991: 36)
Geleneksel mülkiyet yapısındaki işletmelerde sendikanın
rolü, daha yüksek ücretler, daha iyi sosyal yardımlar ve bireysel işçilerin
haklarının korunmasında pastadan daha fazla pay almak vb. amaçlarla sıkı
pazarlık etmektir. Herbir toplu pazarlık, görüşme dönemlerinde ekonomik
konular üzerinde yoğunlaşırken, toplu iş sözleşmesi dönemleri arasında
sözleşmeye dayalı şikayet prosedürü çerçevesinde, amirlerin tecavüzüne karşı
bireysel hakların korunması sağlanır. Buna karşılık yönetimin rolü, pazarlık
masasında mülkiyet sahiplerinin çıkarlarını temsil etmek, pazarlık dönemleri
arasında da firmayı etkin ve verimli bir şekilde çalıştırmaktır.
Çalışanların haklarının savunulması ise yöneticilerin iş tanımları,
sorumlulukları içinde yer almaz.
Buna karşılık işçi mülkiyetindeki şirketlerde durum
oldukça farklıdır. Çalışanlar, ya yöneticiler ya mülkiyet sahibi aile ya da
dışarıdaki mülkiyet sahipleri ile birlikte mülk sahipleridir veya bu
nitelikteki işletmelerin çoğunda olduğu gibi çalışanlar, işletmenin
mülkiyetinin büyük bir kısmına veya tamamına sahiptir.
Sendika üyeleri hem işçi hem de mülkiyet sahibidir. Yöneticiler ise. bir
yandan mülkiyet sahibi çalışanları işçileri olarak yönetirken, diğer yandan
bu mülkiyet sahibi olan bu işçiler adına işletmede çalışırlar. % 100’ü
çalışanların mülkiyetinde olan işletmelerde ise mülkiyet sahibi ve
çalışanların rolleri açıkça diğerlerinden farklı olup, bu konumdakiler aynı
zamanda iki rol yerine getirirler. Yani bunlar doğrudan hem çalışan ve hem
de mülk sahipleridir (Logue – Glass – Patton, 1998 : 108 – 110).
Özçelik – İş Sendikası da Kardemir’in özelleştirme
sürecinin başlangıcından günümüze kadar oldukça etkin bir rol üstlenmiştir.
Kardemir özelleştirmesindeki yönetim yapısının gereği olarak işçi sendikası
işletme yönetimi üzerinde çok fazla etkili olmuştur. Bu husus, özellikle
işletmenin zarar etmeye başladığı 1998 yılından itibaren şiddetle
eleştirilmeye başlanmıştır. Gerçekten işçiler de sendikanın özelleştirme
sürecindeki rol ve etkinliğini desteklemekle birlikte işletme yönetimine
müdahale etmemesi gerektiğini düşünmektedirler. Nitekim, işçilerin çoğunluğu
Özçelik – İş Sendikasının işletmenin kapatılması kararına karşı yeterince
mücadele ettiğini, özelleştirmeyi işletme yönetimine hakim olmak amacıyla
değil bir zorunluluk gereği kabul ettiğini ve özelleştirme sürecinde aktif
bir rol üstlendiğini belirtmişlerdir.
Buna karşılık, işçilere göre işçi sendikasının
özelleştirme sonrası rolü kesinlikle işletmeyi yönetmek değil, yönetimi
onlar adına denetim ve gözetim altında bulundurmaktır. Özelleştirme öncesi
çalışanlardan tek bir işçi dahi sendikanın işletme yönetimini üstlenmesini
uygun bulmamaktadır. Özelleştirme sonrası işe başlayanların ise sadece %
3,6’sı sendikaya bu rolü vermektedir.
Tablo 3 – İşçilerin Özelleştirme Sonrası İşçi
Sendikasının İşletmedeki Rolü Ne Olması Gerektiği Hakkındaki Düşünceleri
|
Anket 1 |
Anket 2 |
|
İşçi |
%
|
İşçi |
%
|
İşletmeyi
yönetme |
–
|
–
|
2 |
3,6 |
Denetim ve
gözetim |
35 |
68,6 |
28 |
50,9 |
Üyelerini
temsil |
16 |
31,4 |
24 |
43,6 |
Yanıt yok |
–
|
–
|
1 |
1,8 |
Ayrıca, özelleştirme sonrası çalışanlarda daha yüksek
olmakla birlikte işçilerin % 30 – 40’lar civarındaki bir kısmı da işçi
sendikasının rolünü işletmenin yönetiminin tamamiyle dışında, üyelerini
temsille sınırlandırmıştır. İşçilerin, daha büyük bölümü ise sendikanın
işlevini yönetimi, denetim ve gözetim olarak görmektedir.
Özelleştirme öncesi çalışanlar, yani özelleştirme
sürecini işçi sendikasıyla birlikte geçiren işçiler sendikanın denetim
konumunu, özelleştirme sonrası çalışanlara göre daha fazla tercih ederken,
özelleştirme sonrası çalışanların daha yüksek oranda işçi sendikasına,
üyelerini temsil rolünü uygun gördükleri anlaşılmaktadır.
Tablo 4 – İşçilerin Yönetimdeki İşçi Temsilcilerinin
Kimler Olması Gerektiği Konusundaki Düşünceleri
|
Anket 1 |
Anket 2 |
|
İşçi |
%
|
İşçi |
%
|
İşçiler |
2 |
3,9 |
6 |
10,9 |
Profesyonel
yöneticiler |
40 |
78,4 |
30 |
54,5 |
Sendika
yöneticileri |
3 |
5,9 |
7 |
12,7 |
Devletin
atayacağı yöneticiler |
6 |
11,8 |
11 |
20 |
Yanıt yok |
|
|
1 |
1,8 |
İşçilerin büyük bir bölümünün yönetimdeki işçi
temsilcileri olarak profesyonel yöneticileri tercih etmiş olmaları bu hususu
desteklemektedir. Özelleştirme öncesi işçilerin % 78,4, sonrası işçilerin %
54,5’i yönetim kurulundaki kendi temsilcilerinin profesyonel yöneticiler
olmasını istemektedir. Bir kaç dönem Kardemir’de olduğu gibi işçi
temsilcileri olarak sendika yöneticilerinin yönetime girmelerini, yani
yönetimdeki işçi temsilcilerinin sendika yöneticileri olmasını işçilerin çok
küçük bir bölümü tercih etmektedir. Özelleştirme öncesi işçilerin sadece %
5,9, özelleştirme sonrası işçilerin % 12,7’si yönetimdeki işçi
temsilcilerinin sendika yöneticileri olması gerektiğini belirtmişlerdir.
Dikkati çeken bir konu da yönetimdeki işçi temsilcilerinin devlet tarafından
atanması konusudur. Yapılan görüşmelerde Ereğli Demir – Çelik
Fabrikalarındaki yapıya atıf yapılarak, işçi temsilcilerinin devlet
tarafından atanmasının daha uygun olacağı belirtilmiştir.
Üstelik Kardemir’de sendika yöneticilerinin işletme
yönetiminde yer alması, sendika – üye ilişkisi açısından da bazı mahzurlar
doğurmuştur. Sendika yöneticileri ve işçilerle yapılan görüşmelerde bu
durumun işçilerin yönetimle ilgili öneri, şikayet ve problemlerini sendikaya
aktarmaktan kaçınmasına, çekingen davranmalarına yol açtığı bildirilmiştir.
Çünkü, hakkında kanaat bildirilecek yönetim kurulunda sendikanın
yöneticileri görev yapmaktadır. Oysa yönetimde işçileri temsilen profesyonel
yöneticilerin bulunduğu dönemde işçiler işletme yönetimine ilişkin
düşüncelerini rahatça sendika yönetimine iletebilmekte, böylece ciddi bir iç
denetim makenizması kurulmuş bulunmaktaydı.
Nitekim, ankete katılan işçilerin % 30’lar civarındaki
kısmı yöneticilerin işletme yönetiminde yer almasının sendika – üye
iletişimini olumsuz etkilediğini düşünmektedir. Bu durumun olumlu yönde etki
yaptığını belirten işçilerin oranı ise özellikle özelleştirme sonrası işe
başlayan işçilerde % 50’lere yaklaşmaktadır.
Tablo 5 – İşçi Sendikası-Üye İletişimi Nasıl Etkilendi
|
Anket 1 |
Anket 2 |
|
İşçi |
%
|
İşçi |
%
|
Olumlu |
20 |
39,2 |
26 |
47,3 |
Olumsuz |
17 |
33,3 |
16 |
29,1 |
Etkilemedi |
10 |
19,6 |
6 |
10,9 |
Yanıt yok |
4 |
7,8 |
7 |
12,7 |
2. Yönetim Yapısı ve Anlayışı
Kardemir özelleştirmesinde en fazla tartışılan konulardan
biri de yönetimin oluşum biçimidir. Yapılan görüşmelerde yöneticilerin
temsil ettikleri gruplardan bağımsız olarak profesyonel bir yönetim
sergileyemedikleri belirtilmektedir. Bu nedenle yönetim kurulu üyeleri sık
sık değişmiş ve birçok üst düzey yönetici ancak 1 – 2 ay görevinde
kalabilmiştir.
Tablo 6 – İşçilerin Yönetim Oluşumu Konusundaki
Görüşleri, %
|
Anket 1 |
Anket 2 |
Daha fazla
çalışanların temsilcisi olmalı |
9,8 |
14,5 |
Daha fazla
tüccar – sanayici temsilcisi olmalı |
2 |
1,8 |
Devlet
tarafından atanmalı |
23,5 |
30,9 |
Bağımsız
hareket edebilen profesyonellerden oluşmalı |
56,9 |
50,9 |
Diğer |
–
|
1,8 |
Yanıt yok |
2 |
–
|
Ankete katılan işçilerin de yarısından fazlası, yönetimde
daha fazla çalışan temsilcisi bulunması yerine, yönetimin hisse
sahiplerinden bağımsız hareket edebilen profesyonellerden oluşmasını tercih
etmektedir. Bunun yanısıra, özelleştirme öncesi işçilerin % 23,5,
özelleştirme sonrası işçilerin daha fazla olup 30,9’u yöneticilerin devlet
tarafından atanmasının uygun olduğunu düşünmektedirler.
Tablo 7 – İşçilerin Yönetim Hakkındaki Düşüncelerini
Tayin Eden Kriterler, %
|
Anket 1 |
Anket 2 |
İşyeri düzeni,
karlılık, üretim seviyesi,
iş akış
düzeni, kar dağıtımı |
33,3 |
20 |
İşçilere
tutumu, ücret ve ücret ekleri,
Toplu sözleşme
koşullarına uyma |
5,9 |
12,7 |
Her iki grup |
56,9 |
65,5 |
Yanıt yok |
3,2 |
1,8 |
Kardemir’deki işçiler, şirket uygulamalarının niteliğini,
işçilere nasıl davranıldığı veya yönetimin sözleşme kurallarına riayet
edilip edilmediğine göre değil öncelikle karlılık ve üretim düzeyine göre
değerlendirmektedir. İşçilerin önemli bir kısmı şirket yönetimi hakkındaki
düşüncenizi neler tayin eder sorusuna, işyeri düzeni, karlılık, üretim
düzeyi, iş akış düzeni, veya kar dağıtımı grubundan oluşan soruda karlılık
ve üretim düzeyinin yönetim hakkındaki kanaati belirlemede birincil etkenler
olduğunu ortaya koymaktadır.
Ancak, işçilerin yarısından fazlası her iki soru
grubundan tercih yapmıştır. Bu durum, özellikle özelleştirme sonrası
işçilerde daha belirgindir. Yani işçiler yönetimin performansını, hem işyeri
düzeni, karlılık, üretim düzeyi, iş akış düzeni ve kar dağıtımı ve hem de
işçilere karşı tutumu, ücret ve ücret ekleri, iş kapasitesi, toplu sözleşme
hükümlerine uyma gruplarından tercihlerde bulunarak belirtmişlerdir. İlk
grupta karlılık ve üretim seviyesi, ikinci grupta toplu iş sözleşmesi
koşullarına uyma en fazla seçilmiştir.
Buna göre çalışanların mülkiyet sahibi olduğu bir işletme
olan Kardemir’de işçilerin şirketin karlılığına ve üretim seviyesine çok
büyük önem vermekle birlikte, yönetimin işçilere davranış biçimi ve
sözleşmeye uygun davranması konularının da hala önemli olduğu görülmektedir.
3. Çalışma ve Endüstri İlişkileri
Çalışanların mülkiyet sahibi olduğu işletmelerde toplu iş
sözleşmeleri görüşmelerindeki en temel konu, çalışan mülkiyet sahiplerinin
ücret ve eklentilerinde daha iyi koşulların sağlanması yönündeki kısa
dönemli menfaatleri ile yeni yatırımlar, istihdam güvencesi ve mülkiyet
payındaki büyüme gibi uzun dönemli menfaatleri arasında uzlaşma sağlamaktır.
(Logue – Glass – Patton, 1998 : 111) Kardemir’de özelleştirme öncesi ile
özelleştirmeden sonra aşağıdaki konularda nasıl bir değişimin meydana
geldiği ve işçilerin tablo 26’da belirtilen konulara verdiği önemdeki
değişim bu farklılığı açıkça ortaya koymaktadır.
Tablo 8 – Özelleştirme Öncesine Göre Aşağıdaki
Konularda Nasıl Bir Değişim Olduğu Konusunda İşçilerin Görüşleri
|
Arttı |
Azaldı |
Değişmedi |
Yanıt yok |
Ücretler |
5,9 |
76,5 |
13,7 |
3,9 |
Ücret ekleri |
–
|
70,6 |
19,6 |
9,8 |
Sosyal
yardımlar |
3,9 |
39,2 |
52,9 |
3,9 |
Çalışma
süreleri |
2 |
2 |
92,2 |
3,9 |
İzin süreleri |
2 |
–
|
94,1 |
3,9 |
İşçi sayısı |
3,9 |
84,3 |
9,8 |
2 |
İşçi sağ. iş.
güv |
37,3 |
11,8 |
47,1 |
3,9 |
Yönetime
katılma |
35,3 |
5,9 |
54,9 |
3,9 |
Sendikal
faaliyetler |
51 |
5,9 |
37,3 |
5,9 |
Mesleki eğitim |
29,4 |
5,9 |
62,7 |
2 |
Ankete katılan işçiler, özelleştirme sonrası maddi
koşullarda (ücretler, ücret ekleri, nispeten sosyal yardımlar) ve işçi
sayısında gerileme meydana gelmekle birlikte, çalışma koşullarında (çalışma
süresi, izinler) herhangi bir değişiklik olmadığını, buna karşılık işçi
sağlığı ve iş güvenliği önlemleri, yönetime katılma, mesleki eğitim alanında
nispi, sendikal faaliyetlerde önemli bir iyileşmenin gerçekleştiğini
belirtmişlerdir. İşçilerin % 70’ten fazlası özelleştirmeden sonra ücret ve
ücret eklerinin, % 84,3’ü işçi sayının azaldığını ifade etmiştir. İşçilerin
yarısından fazlası ise işyerindeki sendikal faaliyetlerin özelleştirme
sonrası arttığını düşünmektedir. İşçilerin sadece % 5’ler civarındaki kısmı
yönetime katılma imkanları, sendikal faaliyetler ve mesleki eğitim alanında
özelleştirme sonrası bir gerilemeden söz etmektedir.
Tablo 9 – Özelleştirme Sonrası Aşağıdaki
Konulara
Verilen Önemdeki Değişme, %
Anket 1 |
Arttı |
Azaldı |
Değişmedi |
Yanıt yok |
Yüksek ücret |
13,7 |
56,9 |
19,6 |
9,8 |
İstihdam
güvencesi |
35,3 |
19,6 |
35,3 |
9,8 |
İşletmenin
karlılığı |
51 |
23,5 |
17,6 |
7,8 |
Yönetim
kararları ve uygulamaları |
31,4 |
17,6 |
43,1 |
7,8 |
Sendika |
43,1 |
3,9 |
35,3 |
17,6 |
Verimlilik |
51 |
19,6 |
19,6 |
9,8 |
Üretim artışı |
47,1 |
11,4 |
33,7 |
7,8 |
Çalışma
saatlerine uyma |
15,7 |
5,9 |
64,7 |
13,7 |
Tablo 10 – İşe Girişten Bugüne Kadar Aşağıdaki
Konulara
Verilen Önemdeki Değişme, %
Anket 2 |
Arttı |
Azaldı |
Değişmedi |
Yanıt yok |
Yüksek ücret |
29,1 |
34,5 |
30,9 |
5,5 |
İstihdam
güvencesi |
49,1 |
21,8 |
21,8 |
7,3 |
İşletmenin
karlılığı |
43,6 |
18,2 |
32,7 |
5,5 |
Yönetim
kararları ve uygulamaları |
45,5 |
12,7 |
32,7 |
9,1 |
Sendika |
49,1 |
7,3 |
38,2 |
5,5 |
Verimlilik |
34,5 |
40 |
18,2 |
7,3 |
Üretim artışı |
41,8 |
15,5 |
37,3 |
5,5 |
Çalışma
saatlerine uyma |
23,6 |
1,8 |
70,9 |
3,6 |
Hem çalışan ve hem de mülkiyet ortağı olan Kardemir
işçilerinin kısa dönemli menfaatlerinin başında gelen yüksek ücretler ile
istihdam güvencesi, işletmenin yönetim ve karlılığı, üretim ve verimlilik
gibi uzun dönemli menfaatlerine olan yaklaşımları ve sendikaya atfettikleri
önemdeki değişim değerlendirildiğinde, işçilerin nispeten büyük kısmının
uzun dönemli menfaatleri kısa dönemli menfaatlerine tercih ettikleri
görülmektedir. Fakat, işçilerin genellikle birbiriyle çelişen cevaplar
verdiği, hisse sahibi olmalarının kendilerini işletme ortağı gibi düşünmeye
yöneltmede yetersiz kaldığı anlaşılmaktadır. Bu durum özelleştirme sürecini
yaşamayan işçilerde daha açık bir şekilde görülmektedir. Bunda, anketin
yapıldığı dönemde işletmenin içinde bulunduğu ekonomik kriz nedeniyle işçi
ücretlerini ödeyememesi, çok sayıda işçi çıkarılacağı söylentileri,
işletmenin varlığını sürdürebilmesi için yerli veya yabancı sermaye
gruplarına satılmasının kaçınılmaz olduğu hususunda işçi sendikası dahil tüm
tarafların görüş birliği içinde bulunmaları etkili olmaktadır. Oysa Kardemir
işçileri, özelleştirmeden sonraki yıllarda üretim rekorları kırmışlar,
işletmeye kendilerinin ve çocuklarının gelecekleri olarak gördüklerini ve bu
nedenle talip olduklarını her fırsatta dile getirmişlerdir.
Nitekim, özellikle özelleştirme öncesi işe başlayan
yüksek ücretli işçilerin büyük bir bölümü için yüksek ücret artışı, önemini
azalan bir konu olmakla birlikte, özelleştirme öncesi işe başlayan düşük
ücretli işçilerin yaklaşık % 60’ı için önemi değişmeyen ve artan bir
konudur. İstihdam güvencesine verilen önemin artmasında ise işçilerin uzun
dönemli çıkarlarına odaklanmaları değil, 1998 yılından beri zarar eden ve
krizden kurtulamayan işletmenin geleceğindeki belirsizlik etkili olmaktadır.
Öte yandan, işletmenin karlılığı, verimlilik ve üretim
artışına verilen önemin özellikle özelleştirme öncesinden beri çalışan
işçilerde çok daha yüksek olduğu görülmektedir. Özelleştirme öncesi çalışan
işçilerin % 51’inin işletmenin karlılığına, % 47,1’inin üretim artışına ve
yine % 51’inin verimliliğe verdikleri önem artarken bu oranlar özelleştirme
sonrası çalışanlarda sırasıyla % 43,6, % 41,8 ve % 34,5’tir. Her iki işçi
grubunun da çalışma saatlerine uyma konusundaki hassasiyetleri çok fazla
değişmemiş, buna karşılık özelleştirme sonrası işçilerin daha büyük kısmının
yönetim karar ve uygulamalarına ve sendikaya verdikleri önem artmıştır. Bu,
özelleştirme sonrası işe başlayan genç işçilerin yönetim karar ve
uygulamalarını yakından takip ettiklerini ve bu işçilerde sendika üyesi
kimliğinin daha güçlü olduğuna işaret etmektedir.
4. Toplu Pazarlık
Çalışanların mülkiyet sahibi olduğu işletmelerde değişen
mülkiyet yapısı nedeniyle geleneksel sendikacılık ve toplu pazarlık anlayışı
büyük ölçüde değişime uğramakta, toplu pazarlık mücadeleleri tarafların
birbirleri hakkında tam bilgiye sahip olduğu bir ortamda gerçekleşmektedir.
Kardemir’deki işçilerin de yaklaşık % 85’i özelleştirme sonrası toplu
pazarlık mücadelelerinin seyrinde bir değişim meydana geldiğini ifade
etmişlerdir.
Değişimin ne yönde bir gelişme doğurduğu ele alındığında,
bu işletmedeki toplu pazarlığın işbirliğine dayalı daha uzlaşmacı bir
süreçte cerayan ettiği anlaşılmaktadır. Özelleştirme öncesi işçilerin %
72’5’i, özelleştirme sonrası çalışanların % 83,6’sı bu görüşü paylaşmakta,
sadece % 4’lerden azı daha çatışmacı, gergin bir süreç olarak
tanımlamaktadır.
Tablo 11 – İşçilerin Özelleştirmenin Toplu
Pazarlık Mücadelelerine Etkisi Konusundaki Görüşleri, %
Toplu pazarlık
mücadelelerinin seyri değişti mi? |
|
Evet ise nasıl
bir değişim olmuştur? |
|
İşçi |
%
|
|
|
Anket1 |
Anket 2 |
Evet |
43 |
84,3 |
|
Çatışmacı |
3,9 |
3,6 |
Hayır |
8 |
15,7 |
|
Uzlaşmacı |
72,5 |
83,6 |
|
|
|
|
Diğer |
7,8 |
7,3 |
|
|
|
|
Yanıt yok |
15,7 |
5,5 |
Kardemir işçilerinin yarısından biraz fazlası için
özelleştirme sonrasında toplu iş sözleşmelerinin önemi azalmıştır. Bu,
işbirliğine dayalı uzlaşmacı bir süreçte geçen toplu pazarlık görüşmelerinin
ve özelleştirme sonrası bağıtlanan toplu iş sözleşmelerinden elde edilen
kazanımların yetersizliğinin yanısıra, büyük ölçüde işçilerin yönetim
kurulunda en çok üye ile temsil edilmelerine bağlı olarak ortaya
çıkmaktadır. Öyle ki, işçilerin yönetim kurulunda çoğunluğa sahip olmaları
ve buna bağlı olarak işçi sendikasının yönetim üzerindeki etkisi, toplu iş
sözleşmelerinin işçilerin haklarının korunmasında ve işyerinde çalışma
düzenin sağlanmasındaki rolünü ve dolayısıyla işçiler nazarındaki önemini
azaltmıştır.
Tablo 12 – İşçilerin Özelleştirmenin Toplu İş
Sözleşmesi ve Grevlerin Önemini Nasıl Etkilediği Konusundaki Görüşleri, %
|
Toplu iş
sözleşmesi
|
Grevler
|
Artırmış |
15,7 |
2 |
Azaltmış |
52,9 |
80,4 |
Değiştirmemiş |
29,4 |
17,6 |
Yanıt yok |
2 |
–
|
Nitekim, işçilerin toplu pazarlıktaki ücret artışlarını
ve diğer taleplerini belirlemedeki kriterlerin başında “işletmenin ödeme
gücü ve imkanları, işletme gerekleri” birincil sırada gelmektedir.
Özelleştirme sürecini yaşamış işçilerin, özelleştirme sonrası işe giren
işçilere göre taleplerini belirlemede, işletme koşullarını daha büyük ölçüde
dikkate aldıkları görülmektedir. Özelleştirme sonrası işe giren düşük ücret
grubundaki işçiler için ise emsal ücretler nispeten daha önemlidir. Kardemir
işçileri fiyat artışı ve verimliliği taleplerin belirlenmesinde etkili
olmayan kriterler olarak nitelendirmektedir.
Tablo 13 – İşçilerin Toplu Pazarlık Ücret
Artışlarını ve Diğer Talepleri Belirlemede En Fazla Etkili Olan Kriterler, %
|
Anket 1 |
Anket 2 |
Fiyatlar |
2 |
3,6 |
Emsal ücretler
|
5,9 |
18,2 |
İşletmenin
ödeme gücü ve imkanları |
76,5 |
56,4 |
Verimlilik |
3,9 |
3,8 |
Emek piyasası
koşulları |
9,8 |
13,5 |
Yanıt yok |
2 |
–
|
Öte yandan, bu işletmede özelleştirme grevlerin önemini
büyük ölçüde azaltmıştır. Özelleştirmeden sonraki 7 yılda greve gidilmeyen
Kardemir’de işçilerin % 80,4’ü, özelleştirme sonrası grevlerin önemsiz hale
geldiğini belirtmiştir. % 17,6’sı ise grevin öneminin değişmediğini
düşünmektedir.
5. Mülkiyet Sahipliğinin Sendikacılığa Etkisi
Tablo 14 – İşçilerin İşyeri İle İlgili
Problemlerine Öncelikle Çözüm Getiren Mekanizma Konusundaki Görüşleri, %
|
Anket 1 |
Anket 2 |
Sendika |
60,8 |
74,5 |
Yönetim
|
19,6 |
5,5 |
Sendika –
yönetim |
17,6 |
12,7 |
Yanıt yok |
2 |
3,6 |
Mülkiyet sahipliğindeki değişme geleneksel sendikacılık
anlayışı ve işçilerin sendikaya yaklaşımında değişiklikler meydana
getirmektedir. Gerrçekten, işçilerin hem işçi ve hem de mülkiyet sahibi
olarak iki role sahip olmalarının sendikaya yaklaşımlarında temel
belirleyici olduğu belirtilmelidir (Dilts – Paul, 1990: 19) Bazı
araştırmalarda (Bruno, 1998 : 55) mülkiyet sahipliğinin, işçide “sendikanın
işverene karşı işyerindeki güç dengesini sağladığı” düşüncesini zayıflattığı
ele alınmıştır. Araştırma cevapları, sendikanın geleneksel savunmacı rolünün
kısmen şirketin mülkiyet biçimine bağlı olduğunu ortaya koymaktadır.
Nitekim, çalışanların mülkiyet sahibi olduğu işletmelerdeki işçiler
sendikanın kurumsal gücünde zayıflama meydana geldiğini düşünmektedirler.
Buna karşılık Kardemir işçileri şirketle mücadelede sendikalarına önemli bir
rol yüklemektedir. Özelleştirme sürecini yaşayan işçilerin yarıdan fazlası
(% 60,8) sendikayı işçilerin problemlerine cevap veren birincil mekanizma
olarak görmektedir. % 19,6’sı yönetimin, % 17,6’sı ise hem sendika hem
yönetimin birlikte problemlerine çözüm bulduğu ifade etmişlerdir.
Özelleştirme sonrası işe başlayan işçiler sendkalarına daha büyük önem
atfetmektedirler
Kardemir, çoğunluğu işçilerin temsilcisi olan bir yönetim
kurulu tarafından yönetilmesine rağmen, işçilerin çoğunun problemlerinin
çözümünde yönetim yerine sendika yönelmelerinin sebebi, işçi temsilcisi
yöneticilerin doğrudan işçi sendikası tarafından belirlenmesi ve işçi
sendikasının uzun yıllar işletme yönetiminde, yönetim kurulu üzerinde, bir
konuma sahip olmasındadır. Ancak, özelleştirme öncesi işçilerin yaklaşık %
40’ının işyeri ile ilgili problemlerinde yönetimi de (yönetim – sendika)
dikkate alması, mülkiyet sahipliğinin sendikaya bakış açısında bir değişimin
meydana getirmekte olduğunun ilk belirtileri olarak değerlendirilebilir.
Problemlerinin çözümü için temelde sendikaya başvuran
işçiler, aynı zamanda sendika üyeliklerini de muhafaza etmek
istemektedirler. Öyle ki, sendika üyeliği işinizde kendinizi daha güvende
hissetmenizi sağlıyor mu sorusuna işçilerin % 90’lardan fazlası evet
cevabını vermiştir. İşçilerin % 10’dan daha azı, büyük ölçüde işletmenin
içinde bulunduğu kriz nedeniyle, sendika üyeliğinin güven hissi
sağlayamadığını düşünmektedir. İşçilerin üyeliği bir güvence olarak
görmelerinde, işçi sendikasının özelleştirme sonrası üstlendiği rol etkili
olmaktadır.
Tablo 15 – İşçilerin Öncelikle Bağlı
Olduklarını Düşündükleri Kurum, %
|
Anket 1 |
Anket 2 |
İşletme |
64,7 |
65,5 |
Sendika |
27,5 |
25,5 |
İşletme –
sendika |
3,9 |
5,5 |
Yanıt yok |
3,9 |
3,6 |
Mülkiyet sahipliğinin etkisinin, işçilerin sendika
haklarını savunmalarını ortadan kaldırmamakla birlikte, bazı bulgularda
işçilerin sendikalara atfettiği değerin değiştiği görülmektedir. Öyle ki,
işçilere öncelikle kendinizi bağlı oldunuz kurum hangisidir sorusuna
Kardemir işçilerinin yaklaşık % 65’leri “işletme” cevabını vermişlerdir.
İşçi sendikası cevabını verenlerin oranı % 25 – 27’ler civarındadır. Oysa
işçiler tarafından işçi sendikası problemlerine çözüm bulan ve kendilerini
güvende hissetmelerini sağlayan bir kurum olarak görmekteydi. İşçilerin
işyerlerinin kapanmasına, ölümüne yakın bir deneyim yaşamış olmalarının
duygularında değişime yol açmış olması muhtemeldir. Ayrıca, işçilerin hisse
sahibi olması bağlılıklarını yeniden değerlendirmeleri sonucunu doğurmuştur.
Ancak, bundan işçilerin sendikaya ilgilerini kaybettikleri anlamı
çıkarılamaz. Bununla birlikte sendikaya verdikleri değerde bir değişme
meydana gelmiş olduğu ileri sürülebilir
Sendikanın performansı hakkında hüküm verilmesinde temel
kriter şüphesiz “işçileri koruması” dır. İşçilerin üyesi sendikanın
etkinliği konusundaki kanaatleri değerlendirildiğinde, işçiler yaklaşık üçte
biri sendikalarından beklentilerini; iş güvenliği, haklarını koruması ve
daha iyi gelir elde etme olarak belirtmişlerdir. Toplu sözleşme
müzakereleri, bilgiyi paylaşma ve problem çözme işçilerin (özelleştirme
öncesi çalışan) sadece % 3,9’u için sendikanın etkinliğine işaret eden
göstergeler olarak değerlendirilmekle birlikte, her iki grubu seçen, yani
sendikalarından beklentilerini çeşitlendiren işçilerin oranının % 64,7
olduğu görülmektedir.
Tablo 16 – Sendikanın Etkinliğini Tayin Eden Unsurlar,
%
|
Anket 1 |
Anket 2 |
Toplu sözleşme
görüşmeleri, bilgiyi paylaşma, problem çözme |
3,9 |
–
|
İş güvencesi
sağlama, hakları koruma, daha iyi gelir elde etme |
31,4 |
12,7 |
Her iki grup |
64,7 |
83,6 |
Yanıt yok |
–
|
3,6 |
Her iki grubu tercih edenlerin oranı, özelleştirme
sonrası çalışan işçilerde daha yüksektir. Yani, mülkiyet sahibi Kardemir
işçilerinin işçi sendikasından beklentilerinin geleneksel sendikacılık
anlayışının dışına taşmakta olduğu görülmektedir. Bu noktada, hisse sahibi
olmalarından dolayı işçiler iş güvencesi sağlama, haklarının korunması ve
daha iyi gelir elde etmeyi işçi sendikasının dışına taşımadığı gibi, bu
kurumdan beklentilerine problemlerini çözmelerini ve bilgiyi paylaşmalarını
ilave etmektedirler.
SONUÇ VE DEĞERLENDİRME
Özelleştirmenin çalışanlar ve endüstri ilişkilerine
etkilerinin mülkiyet sahipliği perspektifinden değerlendirildiği çalışmada
başlıca şu sonuçlara ulaşılmıştır. Bunlardan birincisi, temel olarak
çalışanların mülkiyet sahipliğinin çalışanlar ve endüstri ilişkileri
açısından diğer özelleştirme yöntemlerinden farklı sonuçlar ortaya çıkaran
bir yöntem olmasıdır. Özelleştirmede çalışanların mülkiyete ortak
edilmeleri, diğer özelleştirme yöntemlerinde derhal ortaya çıkan ve çalışma
ilişkileri ve çalışma barışını bozan işçi çıkarma, taşeronlaşma,
sendikasızlaştırma gibi politikaların gündeme gelmesini önlemektedir.
Nitekim, Kardemir A.Ş’de gönüllü emeklilik dışında işçi çıkarılmadığı gibi
çalışanların sendikalaşma hak ve özgürlükleri en üst düzeyde teminat altına
alınmıştır. Ancak, özelleştirme süreci ve özelleştirme kararı ile işletme
üzerinde etkin bir konuma yükselen işçi sendikasının varlığı sendika
özgürlüğünü olumsuz etkileyeceği açıktır. Üstelik, Kardemir’de taşeron
işçileri daimi kadroya geçirilmişler ve işçilerin çalışma koşulları ile
sosyal haklarında bir gerileme meydana gelmemiştir. Ancak, gerek ücret ve
eklentileri ve gerekse sosyal yardımlar açısından aynı husus geçerli
değildir.
İkincisi ise özelleştirmede
çalışanların mülkiyet sahipliğinin ülkemizde yaklaşık yirmi yıldır
tamamlanamayan özelleştirmenin hız kazanmasına imkan sağlayabilecek bir
özelleştirme yöntemi olmasıdır. Gerçekten, çalışanların işletmelerine ortak
edildiği bu tür özelleştirmeler, bir yandan toplumda sermayenin yayılmasını
sağlarken diğer yandan özelleştirmenin çalışanlar açısından ortaya çıkardığı
birçok sorunu hafifletici etkiye sahip olabilmekte ve bu özellikleri
nedeniyle birçok ülkede özelleştirme karşıtı siyasi ve toplumsal muhalefeti
azaltmak amacıyla başvurulan bir yöntem olmaktadır. Kardemir uygulaması da
benzer zorunluluk çerçevesinde doğmuş olup, uygulamalarıyla ülkemizdeki
diğer kamu iktisadi teşebbüslerinin özelleştirilmesi için önemli bir örnek
olabilecektir. Fakat, Kardemir’in düşük bir ekonomik ekonomik performansa
sahip olması, işçiler ve örgütleri açısından negatif etkilere sahip olmayan
bu özelleştirmenin yaygınlaşmasına, özelleştirilen diğer işletmelerdeki işçi
ve sendikaların benzer talepde bulunamamalarına yol açmaktadır.
Üçüncüsü, ülkemizde
çalışanların mülkiyet sahipliği, çalışanların pay ortaklığının yasal
çerçevesinin mevcut bulunmayışıdır. Ülkemizde, işletmelere finansal kaynak
ve vergi muafiyeti sağlayan bir ortaklık planı (ESOP) bulunmamaktadır.
Dördüncüsü, çalışanların mülkiyet sahibi olduğu
işletmelerde geleneksel sendikacılık ve toplu pazarlık anlayışı büyük ölçüde
değişime uğramaktadır. Kardemir’de Özçelik – İş Sendikasının konumunda,
diğer ülkelerde benzer özelleştirme süreçlerinde yer alan işçi sendikalarına
göre çok büyük bir değişim meydana gelmiştir. İşçi sendikası özelleştirme
kararı oluşturulan yönetim yapısı gereği işletme yönetimi ve geleceği
üzerinde işçiler adına tek belirleyici kurum olmuş ve bu özelliğini
sürdürmektedir. Hatta, işçi sendikası yöneticileri zaman zaman işletme
yönetim kurulunda görev almışlar ve her iki görevi birlikte yürütmüşlerdir.
Ancak, Kardemir’deki özelleştirme süreci ve sonrası oluşturulan yapının,
işçi sendikasının bu rolü üstlenmesini zorunlu hale getirdiği dikkate
alınmalıdır. Kapatılan bu işletmeye işçiler sendikaları önderliğinde talip
olmuşlar ve işçiler adına tüm görüşmelere işçi sendikası katılmıştı.
İşçi sendikasının yönetimdeki bu etkin rolü, toplu
pazarlıktaki değişimin de nedenlerinin çalışanların mülkiyetindeki
işletmelere göre farklı temellere dayalı olarak ortaya çıkmasına neden
olmuştur. Çalışanların mülkiyet sahibi olduğu işletmelerde toplu
pazarlıktaki değişim; çalışanların hem işçi hem de mülkiyet sahibi,
yöneticilerin ise bir yandan mülkiyet sahibi çalışanları işçileri olarak
yöneten, diğer yandan mülkiyet sahibi olan bu işçiler adına işletmede
çalışan kişiler olmaları etkili olurken, Kardemir’deki değişimde işçi
sendikasının konumu belirleyici olmuştur.
Bu işletmede özelleştirme öncesine göre toplu pazarlık,
işbirliğine dayalı, daha uzlaşmacı bir süreç haline gelirken, toplu iş
sözleşmeleri ve grevlerin önemi azalmıştır. Özelleştirmeden sonra grev
yapılmamamış, gergin ve çatışmacı toplu pazarlık görüşmeleri yaşanmamıştır.
Sonuç olarak, ülkemizde çalışanların hisse sahipliğinin,
mülkiyet ortaklığının bir özelleştirme yöntemi olarak benimsenmesi,
özelleştirmenin çalışanlar ve endüstri ilişkileri açısından birtakım olumsuz
etkilerini izale edebileceği gibi, sendikacılık ve özellikle toplu pazarlık
anlayışındaki değişimle çalışma barışının sağlanması ve sürekliliğine
katkıda bulunacaktır.
KAYNAKÇA
Adalet Gazetesi,
(1993), “Kan Gövdeyi Götürür”, 13.10.1993.
Aktan,
Coşkun Can (1995), Optimal Devlet, İstanbul, TÜSİAD Yayın No: 174.
Akit (1998),
“YPK’dan Çifte Standart”, 10.09.1998.
Alper, Yusuf
(1993), Özelleştirme, Ankara, Türkiye Sağlık İşçileri Sendikası
Yayını.
Arıcıoğlu, Fevzi (2002), “Uluslararası
Piyasalarda İlk Halka Arz”,
(Çevrimiçi): http://www.medyatext.com/elegans/sonbahar99/html/fevzi.html,
13.02.2002.
Atasoy,
Yasemin (1997), Employee Stock Ownership Plan: Implementation in
Privatization Process in Turkey, Sermaye Piyasası Kurulu Yayın No: 70.
Batı Karadeniz Ekspres Gazetesi
(1993), “Gereken Yapılacak, Sendika Panel Hazırlığına Başladı”, 13.10.1993.
Batı Karadeniz Ekspres Gazetesi (1993), “Karabük
İçin Mücadele Verilecek”, 22.10.1993.
Batı Karadeniz Ekspres Gazetesi
(1994), “Özelleştirmenin Hikayesi”, 09.11.1994.
Batı Karadeniz Ekspres Gazetesi (1995),
“Özelleştirmenin Hikayesi”, 01.09.1995.
Batı Karadeniz Ekspres Gazetesi (1995),
“Özelleştirmenin Hikayesi”, 14.09.1995.
Berksoy, Taner (1993), “Kamu Kesiminin Yeniden
Düzenlenmesi ve Özelleştirme”, Basisen Dergisi, Sayı: 51, Ekim 1993.
Bado, J – Logue, John (1991), “Hart Hats and Hard
Decision”, The Journal of Employee Ownership Law and Finance, Vol: 3,
No: 2, Spring 1991.
Bogetic,
Zeljko (1993), “The Role of Employee Ownership in Privatization of State
Enterprises in Eastern and Central Europe”, Europe – Asian Studies,
Vol: 45, Issue: 3.
Bölgenin Sesi Gazetesi
(1993), “Karabük Badireden Döndü”, 29.06.1993.
Bruno,
Robert (1998), “Property Rights or Entitlements: How ESOPs Influence What
Workers Value About Their Unions”, Labor Studies Journal, Vol: 23,
Issue: 3, Fall 1998.
Cevizoğlu,
Hulki; (1989),
Türkiye’nin Gündemindeki Özelleştirme, İstanbul, İlgi Yayıncılık.
Clifford,
Stephen (1995), “A Steel Worker Solution”, Progressive, Vol: 59,
February 1995.
Cumhuriyet (1996), “Biz Yaptık Başardık”, 30.12.1996.
Cumhuriyet (1994), “Tüm Kent Halkı Fabrikaları İçin Ayağa
Kalktı”, 25.04.1994.
Cumhuriyet (1996), “İşçilerin Elinde Ölsün Planı”, 27.12.1996.
Cumhuriyet (1999), “Çalışanların Yönetime Katıldığı Mülkiyet Modeli Olarak
Kardemir Başarısını Kanıtladı”, 12.05.1999.
Çelik-İş (1989), 137 Gün Süren Grevimiz, Ankara.
Demirbilek, Tunç (1996), Toplu Pazarlığın Davranışşal Boyutu,
İstanbul, Basisen Eğitim ve Kültür Yayınları No: 28.
Dereli, Toker (1993), “Özelleştirmenin Endüstri İlişkilerine Etkisi”,
Basisen Dergisi, Sayı: 51, Ekim 1993.
Dereli, Toker (1979), “Türk Endüstri İlişkileri Sisteminin Makro Ekonomik ve
Sosyal Sorunları”, Endüstriyel İlişkiler, İstanbul, MESS Yayını.
Dilts,
David. A – Paul, Robert J. (1990) Employee Ownership of Unionized Firms:
Business&Society, Spiring 1990, Vol. 29.
Dünya (1994),
“Karabük Kararı Siyasidir”, 29.04.1994.
Ekin,
Nusret (1979), “Türkiye’de Endüstri İlişkilerini Etkileyen Faktörler”,
Endüstriyel İlişkiler, İstanbul, MESS Yayını.
Ertüzün, Tevfik (1991), “KİT’ler ve Özelleştirme Uygulamaları”,
İSO Dergisi, , Sayı: 301, Mart 1991.
Falay,
Nihat (1990), “Özelleştirme Yöntemleri ve Sorunları”, Dünyada ve
Türkiye’de Özelleştirme Sempozyumu, ODTÜ Kamu Yönetimi Blm, 14 – 16
Kasım 1990.
Fındıkoğlu, Z.F. (1961), “Karabük’ün Teşekkülü ve Bazı Demografik ve
İktisadi Meseleler”, Sosyoloji Konferansları, No: 61.
Fındıkoğlu, Z.F. (1963), “Karabük Sanayileşmesi ve İçtimai Tesirleri”,
İstanbul, İ. Ü. İkt. Fak, İktisat ve İctimaiyyat Enstitüsü, No. 31.
Fındıkoğlu, Z.F. (1961), “Karabük ve Çalışma Sosyolojisi İle Alakalı
Problemleri”, İstanbul, İ. Ü. İktisat Fakültesi Mecmuası, Vol. 22.
Gürol,
Mehmet (1991), Çalışanların İşletmelerine Ortaklıkları (ABD ESOP
Uygulaması), Ankara.
Gürol,
Mehmet (1994), Bir Sosyal Özelleştirme Yöntemi: Çalışanların Pay
Ortaklığı (Türkiye Uygulaması), Ankara, Hak – İş Yayın No: 18.
Haber Bülteni
(1995), Özçelik – İş Sendikası, 08.07.1995.
Hürriyet
(1994), “Erez, Karabük Başka”, 30.12.1994.
Hürriyet
(1996), “İşçinin Kardemir Mucizesi”, 14.08.1996.
Işıklı, Alpaslan (1990), “Özelleştirme ve Sendikalar”, Dünyada ve
Türkiye’de Özelleştirme Sempozyumu, ODTÜ Kamu Yönetimi Blm, 14 – 16
Kasım 1990.
Kardemir A.Ş.,
Yeni Başlayan Elemanlar
İçin Kardemir Tanıtım Kitabı,
İnsan Kaynakları Eğitim ve Tanıtım Müdürlüğü.
Kardemir A.Ş., Yıllık Faaliyet Raporları, 1996 – 2000.
Kardemir Faaliyet Raporu, 1996, Karabük.
Karluk, Rıdvan (1994), Türkiye’de Kamu İktisadi
Teşebbüsleri ve Özelleştirme, İstanbul.
Koç, Yıldırım (1995), “Özelleştirme ve Sendikaların
Alternatif Yaratma Çabaları”, Mülkiyeliler Birliği Dergisi, Vol. 19.
Kurtkan, Amiran (1963), Karabük Çalışma Müessesesi ve Sosyal Şartları,
İ.Ü. İktisat Fak., İktisat ve İçtimaiyyat Enstitüsü Yayın No: 31.
Logue –
Glass – Patton, John– Richard – Wendy, (1998), Participatory Employee
Ownership: How It Works, Ohio, Worker Ownership Institute.
Logue –
Yates, John – Jacquelyn; (2001), The Real World of Employee Ownership,
İthaca-London, Cornell University Press.
Lordoğlu, Kuvvet – Müftüoğlu, Özgür (1994), “Çalışma İlişkilerinde Yeni Bir
Boyut: Özelleştirme ve Etkileri”, Dünyada ve Türkiye’de Özelleştirme,
Ankara, Türkiye Maden İşçileri Sendikası.
McElrath, R.G., - Rowan, R.L., (1992), “The American Labor Movement and
Employee Ownership: Objections to and Uses Employee Stock Ownership Plans”,
Journal of Labor Research, Vol: 1, Issue: 1, Winter 1992.
Milli Gazete
(1994), “Karabük İçin İkinci Toplantı”, 15.12.1994.
Milli Gazete
(1996), “Kardemir’e Kar Güneşi Doğdu”, 16.10.1996.
Milli Gazete
(1998), “Kardemirde Taşeron İşçiliğe Son”, 25.12.1998.
Milliyet
(1993), “Karabük Esnafı Kepenk Kapatacak” , 20.10.1993.
Milliyet
(1996), “İşçi Bir Koydu Onbir Aldı”, 16.10.1996.
Nokta Dergisi
(1994), “Karabük’ün Kurtuluş Savaşı”, 10 – 16 Nisan 1994.
Olson,
Deborah Groban (1982),
Wisconsin Law Review,
V: 5, pp. 732
– 735.
OİB
(2002), Türkiye’de Özelleştirme, T.C. Başbakanlık Özelleştirme İdaresi
Başkanlığı.
www.o.i.b.gov.tr/1985-1998-2.htm. 06.02.2003
Özçelik – İş Sendikası (1999), 9. Olağan Genel Kurul Raporu, Ankara,
5 – 6 – 7 Mart 1999.
Özçelik – İş Sendikası Aylık Yayın Organı
(2001), “Karabük’te
Değişim Rüzgarı”, Yıl. 1, S: 4, Eylül 2001.
Özçelik – İş Sendikası Aylık Yayın Organı
(2002), “Kardemir’e
Reçete Hazır”, Yıl. 2, S: 5, Ocak 2002.
Özgür Ülke
(1994), “Özelleştirmede Sendika Sermaye Elele”, 16.12.1994.
Özsever, Atilla (1993), “Çalışma Dünyası”, Sabah, 21.06.1993.
Pierce –
Candace, Jon L. – A. Furo (1990), “Employee Ownership: Implications For
Management”, Organizational Dynamics, Winter 1990, Vol: 19, Issue: 3.
Posta
(1998), “Kardemir’de İpler İşçide”, 26.03.1998.
Sabah (1994),
“Türk – İş: Karabük’ün Devri Tehlikeli Oyun”, 01.05.1994.
Sabah (1995), “Karabük Hayata Dönüyor”,
21.08.1995.
Sabah (1995),
“Kardemir A.Ş. Yan Çiziyor”, 21.03.1995.
Sakka,
İbrahim Atilla (1976), Türkiye’de Demir – Çelik ve Döküm Sanayi,
Ankara, İdeal Matbaası.
Savas,
E.S. (1994), Özelleştirme: Daha İyi Devlet Yönetmenin Anahtarı, (Çev.
Ergun
Yeter), Ankara, MPM Yayını.
Shirley,
Mary M. (1998), “Trends in Privatization”, Economic Reform Today, No:
1.
Son Dünya
(1997), “Kardemir’in Rekorlar Yılı”, 09.01.1997.
Şenocak, Hasan (1996), Türkiye’de Kamu İktisadi Teşebbüslerinin
Özelleştirilmesi ve Endüstri İlişkilerine Etkisi, İstanbul, İ.Ü. Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi.
Tawney,
C. And Levitsky, J. (1998), “Small Enterprise Development as a Strategy for
Reducing the Social Cost of Restructuring and the Privatization Process:
Public and Private Initiatives”, Interdepartmental Action Programme on
Privatization, Restructuring and Economic Democracy – Working Paper
IPPRED – 6, (Çevrimiçi): http://www.ilo.org/public/english/
employment/ent/papers/ ippred6.htm, 16/05/2002.
TDÇİ (1983),
Karabük Demir ve Çelik Fabrikaları Müessese Müdürlüğü: 1937 – 1983,
Karabük.
TDÇİ (1987),
50. Yılda Demir – Çelik Fabrikaları, Ankara, TDÇİ Genel Müdürlüğü
Yayını.
TDÇİ (1988),
Karabük Demir – Çelik: 3 Nisan 1937 – 3 Nisan 1988, 51.
Yıl,
İstanbul, Ünal Ofset.
TOBB
(1993), Türkiye’de KİT’lerin Özelleştirilmesi Sorunu ve Sistematik Bir
Yaklaşım Önerisi, Ankara, TOBB Yayını.
TÜRK – İŞ
(1998), Özelleştirmeye Karşı Sosyal Devleti Koruma Raporu; Ankara:
Türk – İş Yayını.
Türkiye
(1993), “Karabük’te Hükümet Protesto Edildi”, 03.11.1993.
Türkiye (1993), “Özelleştirme Yağmacılıktır”,
03.11.1993.
Türkiye
(1996), “Kardemir Ayağa Kalktı”, 16.10.1996.
“Türkiye’de
Demir – Çelik Sanayi Kurmak İçin Yapılan İlk Çalışmalar”,
(Çevrimiçi): http://www.kardemir.com/turkce/index.html,
28.01.2002.
TÜSİAD
(1992),
Türkiye’de Özelleştirme Uygulamaları, İstanbul, TÜSİAD Yayını
Yazıcı, Erdinç (1992), Sosyo – Kültürel Değişme
Sürecinde Karabük’te İşçi Ailesi, Özçelik – İş Sendikası, Araştırma
Dizisi No: 1.
Yeni Şafak
(1996), “Kardemir Büyük Düşünüyor”, 10.10.1996.
Yeni Yüzyıl
(1994), “Kardemirin Kaderi Bugün Belli Oluyor”, 30.12.1994.
Yeni Yüzyıl
(1996), “Hem Sendikacı Hem Patron”, 10.10.1996.
Zaman (1996), “Sabancı – Kardemir Arasında Örnek
Ortaklık”, 06.07.1996.
(Çevrimiçi): http://www.bkha.net/haberler/kardemir/tso_rapor.htm,
07.06.2001.
(Çevrimiçi):
http://www.oib.gov.tr/karabuk.htm,
11.02.2002.
(Çevrimiçi):
http://www.ozcelik
– is.org/mit – krb.html, 25.03.2001.
(Çevrimiçi):
http://www.superonline.com/nethaber/19990410/articles/ekonomi_04.html,
09.05.1999.
|