ENGELLİ BİREY VE
AİLELERİNİN SORUNLARI, TOPLUMDAN BEKLENTİLERİ VE DİN
(Isparta Spastik
Çocuklar Eğitim Ve Rehabilitasyon Merkezi Örneği)*
Adem EFE**
ÖZET
2002 yılı
istatistiklerine göre Türkiye nüfusunun % 12.29’unun engelli olduğu
ortaya konmuştur. Bu da yaklaşık 8.5 milyon insanın herhangi bir şekilde
engellilik durumuyla karşı karşıya olduğunu göstermektedir. Bu sayıya
engellilerin aile bireylerini de eklersek 30 milyondan fazla insanımızın
aynı durumdan etkilendiği söylenebilir. Isparta’da engellilik oranı
Türkiye ortalaması seviyesindedir. Engellilik hiç şüphesiz sadece bu
problemi yaşayan bireyle sınırlı değil, ailesini ve yakın çevresini
başta ekonomik, sosyal ve psikolojik olarak etkileyen çok yönlü bir
sorundur. Bu makalede biz ISÇERM’i örneklem alarak engelli çocuk (birey)
ve ailelerinin sorunlarını, toplumdan beklentilerini yerinde gözlem ve
mülakatlar yoluyla tespit edip, ortaya çıkarmaya ve psiko-sosyal
fonksiyonlara sahip olması dolayısıyla dinin bu husustaki rolünü ele
alacağız.
Anahtar Kelimeler:
Özürlülük, Engellilik, Din, ISÇERM.
ABSTRACT
The Problems of Disabled People and Their Families
and their Expectations from Society and Religion in their Solutions:
The Case Study of Isparta
According to
statistics, 12.29 % of the population of Turkey is disabled. This is
about 8.5 million people who have disability. The number increases up to
more than 30 million with their families who are influenced by
disability. In this article, I deal with the problems of diabled
children and their families in the example of ISCERM. The role of
society and religion is analysed to solve their psycho-sociological,
economical problems etc. through observation and interviewing.
Keywords: Disability, Handicap, Religion,
ISCERM.
Giriş
Özürlülük, engellilik, sakatlık az gelişmişinden en
gelişmişine kadar bütün toplumlarda var olan bir gerçekliktir. Ve bütün
toplumlar için en önemli sorunu oluşturmaktadır.
Engelli kavramı ve tanımı konusunda belirsizlik
görülmektedir. Bu belirsizlik, yasalara, yönetmeliklere, örgütlere göre
farklı tanımlar yapılmasından; yasa ve kurumun olguya yaklaşımından
kaynaklanmaktadır. Bundan dolayıdır ki içinde yaşadığımız toplumda
özürlü, engelli ve sakat tanımlamalarının çoğu zaman birbirine
karıştırıldığı görülmektedir. Hastalık sonuçlarına dayanan ve sağlık
yönüne ağırlık veren bir tanımlama ve sınıflandırma yapılmış, Sakatlık
için Bozukluk (İmpairment); Özürlülük (Disability) ve Engellilik (Handicap)
adı altında üç ayrı kategoride tanımlama yoluna gidilmiştir. Şimdi
bunları kısaca tanımlayalım.
Sakatlık: Bedensel, zihinsel, duygusal ve sosyal
özelliklerinde belirli bir oranda fonksiyon kaybına neden olan organ
yokluğu ya da bozukluğu sonucu normal hayatın gereğine uyamayacak
düzeyde özürlenmiş kişi demektir. Sakatlık kişisel düzeydedir. Bozukluk
geçici veya kalıcı olabilir.
Bozukluk: Sağlık bakımından psikolojik, fizyolojik ve
anatomik yapı veya fonksiyonlarındaki eksikliği ve anormalliği ifade
eder. Yetersizlik organ düzeyindedir.
Özürlülük: Herhangi bir bozukluk soncunda, herhangi
bir yeteneğin normale oranla azalması veya kaybedilmesidir. Bu tanım
bireysel düzeydeki fiziksel ve zihinsel kabiliyet kaybını ifade eder.
Engellilik: Bir yetersizlik veya özür nedeni ile
yaşa, cinsiyete sosyal ve kültürel faktörlere bağlı olarak kişiden
beklenen rollerin yerine getirilememesidir.
Engellilik bozukluk veya özrün bireyin kültürel, sosyal, ekonomik ve
çevresel uyumu ile etkileşimi içinde incelenir.
Bu konuda yapılan bir araştırmaya göre Hastalık iç
durumu; Özürlülük dışa vurumu; Sakatlık gözle görünür olanı; Engellilik
sosyal yansımayı ifade etmektedir.
Buradaki tanımlardan özürlülük ve sakatlık daha kalıcı durumu
betimlerken, engellilik ortadan kaldırılabilir bir sorunu işaret eder
gibidir. Bu yüzden özürlü veya sakat yerine engelli deyimini kullanmayı
yeğledik
2828 sayılı Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme
Kanunu’na göre Engelli, doğuştan veya sonradan herhangi bir hastalık ya
da kaza sonucu bedensel, zihinsel ruhsal, duygusal ve sosyal
yeteneklerini çeşitli derecelerde kaybetmesi nedeniyle toplumsal yaşama
uyum sağlama ve günlük gereksinimlerini karşılamada güçlükleri olan;
korunma, bakım, rehabilitasyon, danışmanlık, destek hizmetleri ile
yapılarda ve açık alanlarda özel fizikî düzenlemelere ihtiyaç duyan
birey demektir.
Bir başka tanımlamaya göre engelli, normal yaşına göre vücut
fonksiyonlarında veya yapısındaki herhangi bir kaybı olan kimseyi ifade
eder.
Bu tanımlar dahilinde engellilerin birçok alt gruba ayrıldığı görülür.
Bu alt grupları şöyle sıralayabiliriz:
1-Ortopedik Engelli: Bütün düzeltmelere rağmen
yaşamlarında ve çalışmalarında; iskelet, sinir sistemi, kas ve
eklemlerinden yeteri kadar yararlanamayan veya sosyal yaşama uyamayan
kişiyi,
2-Görme Engelli: Görme gücünden tümüyle veya ileri
derecede kaybı olan kişiyi,
3-Konuşma Engelli: Konuşmasının akışında, ritminde,
tizliğinde, vurgularında ses birimlerinin çıkarılışında, eklemlenişinde
bozukluk olan kişiyi,
4-İşitme Engelli: İşitme gücünden tümüyle veya ileri
derecede kaybı olan kişiyi,
5-Zihinsel Engelli: Zihin gelişiminde meydana gelen
yavaşlama, duraklama ve gerileme nedeniyle davranış ve uyum yönünden
yaşıtlarına göre sürekli gerilik ve yetersizlik gösteren kişiyi,
6-Ruhsal Engelli: Çeşitli nedenlerle ruhsal
özelliklerinde hayatın gereklerine uyamayacak düzeyde sürekli olarak
yetenek ve fonksiyon kaybına uğrayan kişiyi,
7-Süreğen Hastalığı Olanlar: Süreğen hastalık kişinin
çalışma kapasitesi ve fonksiyonlarının engellenmesine neden olan,
sürekli bakım ve tedavi gerektiren hastalıklar olarak tanımlanmaktadır.
Genelde dünyada ve özelde ülkemizde yukarıda
saydığımız engelliliğe yol açan nedenleri üçe ayırmak mümkündür:
1-Doğum öncesi nedenler: Kişide ve ailede var olan
kalıtımsal hastalıklar, akraba evlilikleri, kromozom anomalileri,
metabolik bozukluklar, anne ve baba arasındaki kan ve RH uyuşmazlığı,
annenin sistemik hastalıkları, hamilelik sırasında geçirilen
hastalıklar, annenin doğum yaşının 17’nin altında veya 35 yaşın üzerinde
olması, çok sayıda ve sık hamile kalınması, hamilelik sırasında annenin
alkol, sigara ve uyuşturucu kullanması, annenin radyasyona maruz
kalması, yetersiz beslenme ve travmalar.
2-Doğum sırasındaki nedenler: Doğumun beklenen
süreden önce veya geç ve güç olması, zor doğum nedeniyle meydana gelen
zedelenmeler, sağlık personeli yardımı olmadan doğum yapma, hijyenik
olmayan doğum şartları.
3-Doğum sonrası nedenler: Doğumdan sonra bebeğin
ateşli hastalık vb. hastalıklar geçirmesi, çeşitli hastalıklar (kan
hastalıkları, kalp-damar hastalıkları, solunum sistemi hastalıkları,
idrar yolları ve üreme sistemi hastalıkları, cilt ve deri hastalıkları,
kanserler, ruhsal davranış bozuklukları, sinir sistemi hastalıkları
vb.), yetersiz beslenme, kazalar, doğal afetler, savaş, terör.
Bu üç nedene bağlı olarak engelli kategorisine giren
bireyler ilk insan topluluklarından bugüne ve her zaman ve her toplumda
olmuş ve daha da artarak çoğalacağa benzemektedir.
Dünya Sağlık Örgütü (WHO), dünyada engelli sıklığının
% 10 olduğunu rapor etmiştir.
Ülkemizde 1985 ve 2000 yıllarında yapılan genel nüfus sayımlarında
engellilerin sayısal büyüklüğüne ilişkin birtakım bilgiler verilmiştir.
Ancak buradaki bilgilerin engellilerin sayısal büyüklükleri,
sosyo-ekonomik nitelikleri, yaşadıkları sorunlar ve toplumdan
beklentileri konusunda yeterli olmadığı gözlenmiştir. Buradan hareketle
DİE ve Başbakanlık Özürlüler İdaresi Başkanlığı 2002 yılında engelliler
konusundaki bilgi eksikliğini gidermek amacıyla kapsamlı bir araştırma
gerçekleştirmiştir. Bu araştırma verilerine göre ülkemizde engelli
nüfusun toplam nüfus içindeki oranı % 12.29’dur.
1. Problem Durumu
Ülkemizde son yıllarda engellilerin sayısal
büyüklükleri ve sosyo-ekonomik nitelikleri vb. hakkında kapsamlı
çalışmaların yapılması sevindiricidir. Engellilik ve din konusunda
özellikle din psikolojisi ve din eğitimi alanında olmak üzere birtakım
çalışmalar yapılmıştır.
Fakat bizim tespitlerimize göre din sosyolojisi alanında bu bağlamda
herhangi bir araştırma yapılmamıştır. Buradan hareketle engelliliğin
aynı zamanda toplumun bir sorunu olduğu gerçeğiyle din sosyolojisi
alanında böyle bir araştırmaların yapılması gerektiğini düşünerek adı
geçen çalışmayı planladık.
Yukarıda da değinildiği üzere Türkiye’de ve özelde
Isparta’da engelli birey ve yakın çevresi oldukça fazla yekün teşkil
etmektedir. Bu gruba dahil birey ve ailelerinin sorunlarının neler
olduğu; toplumdan ne gibi beklentilerinin olduğu; ve bunların ortaya
çıkarılıp çözümü konusunda dinin rolünün ne olduğu araştırmanın
problemini oluşturmaktadır.
1.2. Örneklem
Araştırmada örneklem olarak 2004-2005 öğretim yılında
ISÇERM’ne düzenli olarak gelip eğitim ve rehabilitasyon hizmeti alan 41
kayıtlı çocuk ve ailesi seçilmiştir.
1.3. Yöntem
Araştırmada esas olarak mülakat yöntemi
kullanılmıştır. Mülakatlarda velilere(daha ziyade annelere) aşağıdaki
temel sorular yöneltilmiştir:
1-Engelli çocuğunuzun sorunları nelerdir?
2- Engelli sahibi olarak sizin sorunlarınız nelerdir?
3-Size göre din bir kısım sorunlarınızın çözümünde
rol oynuyor mu?
4- Sorunlarınızın çözülmesi hususunda hocalara veya
yatırlara gittiniz mi/gider misiniz? Bu sorular çerçevesinde velilerle
çeşitli zamanlarda (Mayıs-Ekim 2005 tarihleri arasında) yaptığımız
derinlemesine mülakatların yanı sıra sohbetler ve ev ziyaretleri ile
merkezdeki çocuklar üzerindeki gözlemlerimiz araştırmanın diğer yöntem
ve tekniklerini teşkil etmiştir. Mülakatlar ve gözlemlerimiz araştırma
verilerinin ağırlıklı kısmını meydana getirmiştir.
2. Isparta’da
Engellilik
Isparta il genelinde özürlü, sakat ve engelli
kategorisine giren bireylerin sayısını bulmak, özür nedenlerini saptamak
ve özürlerin neden olduğu engellilik durumunun boyutlarını ortaya
çıkarmak amacıyla özgün bir araştırma yapılmıştır.
Isparta il merkezinde ve periferide 959 hanede 3500 kişi taranarak
yapılan araştırmada, taranan topluluğun % 12.7’sinde özür; % 5.4’nde
sakatlık; % 2.3’nde engellilik saptanmıştır. Araştırma bulgularına göre
tüm engellilerde eğitim ve sosyal seviyenin düşük olduğu; sosyal ve
psikolojik vb. gibi problemleri olduğu ve rehabilitasyona gereksinim
duydukları sonucuna ulaşılmıştır.
Görüldüğü üzere Isparta il genelindeki engelli sıklığı Türkiye
ortalaması düzeyindedir.
2.1. Isparta Spastik Çocuklar Eğitim ve
Rehabilitasyon Merkezi (ISÇERM)
Adı geçen merkez
1993’te açılmış bugün Mehmet Tönge mahallesinde bulunan binasına 2001
yılında taşınarak hizmet vermeye başlamıştır. Açıldığı tarihten bugüne
385 engelli çocuk kaydolmuş, kimileri düzenli kimileri de kısa süreli
olarak eğitim ve rehabilitasyon hizmeti almışlardır. Bunun yanı sıra 67
çocuk çeşitli danışmanlık servisinden faydalanmış ve faydalanmaktadır.
Merkezde şu anda bir
müdür, iki müdür yardımcısı, iki sosyal hizmet uzmanı, bir
fizyoterapist, bir hemşire, bir beden eğitimi öğretmeni, bir çocuk
eğitimi uzmanı, SDÜ Tıp Fakültesinden üç stajyer fizyoterapist görev
yapmaktadır. Yeni atamalarla bu sayının artacağı düşünülmektedir.
Merkezde bulunan çocuklara fizyoterapist, beden
eğitimi öğretmeni gözetiminde
1-Bireysel program,
2-Grup programı ve
3-Kontrolle takip programı uygulanmaktadır.
Yine buradaki eğitim ve rehabilitasyon hizmetleri:
1-Emekleyenler grubu,
2-Diz üstü grubu ve
3-Yürüyenler grubu diye üç gruba yönelik olarak
yapılmaktadır. Merkezde Özdemir Sabancı Hidroterapi Havuzu adıyla bir
adet havuz mevcut olduğu halde eksik donanımı nedeniyle şu anda
kullanılamamaktadır.
Merkezdeki çocukların çoğu Cerebral Palsy (18),
Cerebral Palsy+Mental Retardasyon (5) tanısı ile buraya
getirilmişlerdir. Geri kalanı da Mental Retardasyon (5), Spastik
Quadriparezi (2), Spastik Dipleji (2), Epilepsi (2), Spastik Hemparezi
(1), Halkervorden Spatz Sendromu (1), Hidrosefali+Mental R+Generalize
Konvolsiyon (1) teşhisi ile buraya getirilmiş olup hizmetlerden
faydalanmaktadırlar.
Buradaki çocukların problemlerini sıralamak
gerekirse; çeşitli derecede görme ve işitme problemleri, yürüme
problemleri, elini hareket ettirme problemleri, çeşitli algılama
problemleri, zihinsel problemler, hiperaktivite, laterilizasyon
sayılabilir. Merkezdeki çocuklardan biri üçüncü sınıftayken yakalandığı
hastalık nedeniyle okuma yazmayı unuttuğu halde merkezde aldığı eğitim
ve rehabilitasyon çalışmaları sonucunda yeniden bu yeteneğini elde
etmiştir.
Anne ve babaların eğitim durumları:
|
Okuryazar |
İlkokul |
Ortaokul |
Lise |
Üniversite |
Anne |
1 |
34 |
4 |
1 |
1 |
Baba |
- |
29 |
6 |
4 |
2 |
Görüldüğü üzere anne babaların eğitim durumları
ilkokul seviyesinde yoğunlaşmaktadır.
Annelerin çalışma durumları: Elimizdeki verilere göre
bir laborant, bir öğretmen mevcut olup diğerlerinin tamamı ev hanımıdır.
Babaların meslek durumları:
Memur |
işçi |
emekli |
işsiz |
serbest |
çiftçi |
2 |
9 |
4 |
11 |
9 |
6 |
Buna göre babaların çoğu işsiz gözükmektedir. Bu
durum da ailelerin ekonomik bakımdan düşük seviyede olduklarını
nitelemektedir.
3. Engelli Çocuk ve
Ailesinin Sorunları
Engelli birey ve ailesinin birçok sorunu vardır. Bu
sorunları ayrıntılı olarak incelemeye tâbi tutmak konunun serimlenmesi
açısından yerinde olacaktır.
3.1. Kabullenme
Sorunu
Hiç bir aile engelli bir çocuğa sahip olmak istemez.
Bu nedenle, hamileliğin başlangıcından itibaren doğuncaya kadar
anne-baba ve yakın çevresi sağlıklı, eli yüzü düzgün bir bebeğe sahip
olup olamayacakları endişesi içerisine girerler. Bu endişe gayet
normaldir. Doğum neticesinde birtakım nedenlerden dolayı aileye engelli
bir bireyin katılması anne-babanın izah edilemeyecek kadar çok sıkıntı
içerisine girmesine yol açar. Anne babalar bu durum karşısında çeşitli
reaksiyonlar gösterirler. Bu reaksiyonlar şu sırayı izler:
1-İnkar: Anne ve/veya babanın çocuklarının engelli
olduğunu kabul etmedikleri ve şok yaşadıkları safhadır.
2-Araştırma: Anne ve/veya baba çocuğun engelli olup
olmadığını kanıtlamak için farklı uzmanlar ve kurumlara çocuğunu
götürdüğü dönem.
3-Yas ve Suçluluk: Anne ve/veya babanın çocuğun
engelli olmasından ötürü yas ve suçluluk duygusunu yaşadıkları dönemdir.
4-Kabullenme: Anne ve/veya babanın artık çocuklarını
engelli olarak kabul ettikleri dönemdir.
Bu safhaların aynı sırayı takip ederek yaşanması
bütün anne babalarda görülmeyebilir. Kimi aileler sosyo-kültürel çevre,
eğitim vb. etmenler sayesinde bu aşamaları kolay bir şekilde atlatarak
engellilik durumunu kabullenebilmektedirler. Kimi aileler de bunlardan
birine takılarak söz konusu safhaların duygularını yaşabilir.
Merkezdeki annelerle görüşmelerimiz esnasında
kimilerinin ilk başta kabullenme sorunu yaşadıkları ilerleyen süreçte
ise toparlanarak bunu sorun olmaktan çıkardıkları tespit edilmiştir.
Bazı anneler çocuklarının kendilerine “engelli gibi gelmediğini” ifade
etmişlerdir (Örnek Olay 1, 8). Bir annenin bu konudaki bir sözü oldukça
etkileyicidir: “Ben hayatımda hiç piyango bileti almadım. Oğlum İ. benim
için piyangodan çıkan en değerli ikramiyedir.”
3.2. Sosyal Kabul
Sorunu
Engelli birey ve ailelerinin en büyük ve çözülmesi
gereken sorunlarından biri de sosyal kabul sorunudur. Engelli bireyin
yaşamını sürdürebilmesinde, kendi durumunu algılamasında başta ailesinin
ve toplumun tutum ve davranışları oldukça önem arzeder.
Engelli bireyin olumlu benlik geliştirmesinde,
kendini gerçekleştirmesinde ve sosyalleşmesinde anne babalara ve
toplumun diğer bireylerine büyük görev düşmektedir. Engelliye yönelik
olumlu, yapıcı, onları geliştirici tutum ve davranışlar
gerçekleştirilirse engellinin sosyal uyumu sağlıklı olabilecektir.
Engelli bireyin sosyal uyum sağlamasında anne baba ve diğer kardeşlere
önemli rol düşmektedir. Anne baba çocuğunu saklamak yerine onu toplumun
ve yaşıtlarının içine mümkün olduğunca çıkarmaya çalışmalıdır. Bu durum
çocuğun bazı şeyleri görerek, duyarak öğrenmesine imkan verir. Burada
engelli birey ve ailelerini sıkıntıya sokan, üzen, toplumdan soyutlayan
diğer bireylerin olumsuz tutum ve davranışları olmaktadır. Merkezdeki
annelerden bazıları sosyal kabul sorunu yaşadıklarını ancak burada
rahatladıklarını, dolayısıyla merkezin kendilerinin ikinci evleri
olduğunu ifade etmişlerdir (Örnek Olay 1, 5). Annelerle yaptığımız
görüşmelerde toplumun diğer bireylerinin çocukları hakkında
yönelttikleri soru ve sorgulamalardan muzdarip olduklarını, bu yüzden ev
ziyaretlerine gitmeyi ya da evlerine gelinmesini kısıtlamayı
düşündüklerini söylemişlerdir (Örnek Olay 3, 9). Ancak zaman geçtikçe
çocuklarını olduğu gibi kabul ettiklerini ve diğer bireylerin de öyle
kabul etmeleri gerektiği düşüncesiyle böyle bir kısıtlamadan vaz
geçtiklerini ifade etmişlerdir.
Engelli çocuklara farklı gözle bakılması, acınması,
küçümsenmesi hem engelli bireyi hem de ailesini üzmektedir. Bu durumun
ortadan kaldırılması ve(ya) en aza indirgenmesi için yukarıda temas
ettiğimiz gibi küçük yaşlardan itibaren öğretmenler aracılığıyla
engellilik konusunda toplumsal bilinç geliştirilmeli ve artırılmalıdır.
Engelli ailelerinin, 3 Aralık Dünya Engelliler Günü
ya da mayıs ayının ikinci haftasında kutlanan Engelliler Haftası’nda
anılmak yerine, sosyal kabul görerek her gün diğer insanlarla beraber
olmayı istedikleri gözlenmiştir. Engelli bir çocuk babası akrabaların,
arkadaşların ve diğer insanların eş ve çocuklarıyla hep birlikte
evlerinde çocuklarını ziyaret etmelerinden büyük mutluluk ve memnuniyet
duyacaklarını söylemiştir. Ona göre çocuğun başının okşanması, elinden
tutulması, hatırının sorulması hem engelli bireyi hem de ebeveynini
ziyadesiyle mutlu edecektir (Örnek Olay 11).
3.3. Çocuğun ve
Ailenin Psikolojik Sorunları
Engelli çocuk ve ailelerin psikolojik sıkıntılarını,
sorunlarını açıklayıp anlatmak imkanlı bir şey değildir. Bu sorunları en
güzel engelli birey ve ailesi açıklar, anlatır. Bunu kabul etmekle
birlikte yaptığımız mülakatlar neticesinde edindiğimiz bireysel ve
ailesel psikolojik sorunları burada paylaşmaya çalışalım. Engelli
çocukların engellilik durumuna karşı değişik tepki gösterdikleri
bilinmektedir. Kimileri saldırgan olurken, kimileri içlerine
kapanabilir; kimileri de kendisini karamsarlığa bırakır.
Engelli ailesinin sıkıntısı çocuğun doğumuyla
birlikte başlamaktadır. Başka bir ifadeyle engelli bir bireyin aileye
katılması ilk başlarda çok büyük sıkıntıya yol açmaktadır. Bu sıkıntılar
suçlama, suçlanma, utanma, sıkılma, umutsuzluğa düşme, kabullenememe ve
sosyal izolasyon olarak kendini göstermektedir. Ailelerin bir kısmı kısa
sürede bir kısmı uzun sürede bu sıkıntıları üzerlerinden
atabilmektedirler (Örnek Olay 1, 4).
ISÇERM’nde ve diğer eğitim ve rehabilitasyon
merkezlerinde daha çok annelerin bulunduğunu gözlemledik. Anne adeta
kendini engelli çocuğuna adamış vaziyettedir. Bu olguyu iki türlü
yorumlamak mümkündür. Birincisi Türk aile yapısında anne ve babanın
farklı rolleri vardır. Anne genellikle temel bakım, aile içi iş ve
ilişkileri sürdürmekte, baba ise genellikle ailenin ekonomik işleriyle
uğraşmakta bu yüzden çocuk ve aile içi sorumluluklardan uzak
kalmaktadır.
Dolayısıyla engelli çocuğun her türlü ilgi, bakım ve sorumluluğu büyük
oranda anneye düşmektedir (Örnek Olay 12). Diğer bir yorumlama da kırsal
kesimde az da olsa hâlâ ataerkil yapılanmanın devam ettiği şeklinde
yapılabilir. Son zamanlarda hayli azalmış olsa da toplumuzun bazı
kesimlerinde özürlülük erkekten ziyade kadında aranmakta ve bütün suç
ona izafe edilmektedir. Bu bakış açısıyla anne engelli bir çocuk dünyayı
getirmesi nedeniyle suçludur ve bütün bakım ve sorumluluk ona
bırakılmaktadır. Oysa engelli bireye sahip anne babaların birbirini
suçlama ya da suçlu arama gibi bir psikolojik ruh haline girmeleri
gereksizdir. İkisi de eşit bir biçimde çocuğun bakım ve eğitiminde
elbirliği etmeleri hem engelli bireyin sosyo-psikolojik bakımdan güçlü
olmasına hem de aile bağlarının kuvvetlenmesine vesile olacaktır.
Engelli çocuğun kardeşleri de bu hususta özellikle anneye ve babaya
yardımcı olmalıdır. Bir anne, engelli çocuğunun her türlü bakım ve
sorumluluğunun sadece kendisine aitmiş gibi algılandığını, eşinin, diğer
çocuklarının ve akrabalarının onunla hiç ilgilenmediklerinden muzdarip
olduğunu ifade etmiştir (Örnek Olay 12).
Öte yandan öncelikle annelere daha sonra diğer aile
bireylerine psikolojik destek sağlayacak kişi ve kurumlara ihtiyaç
vardır. Batıda örnekleri bulunan Yaşam Evlerinin ülkemizde de
oluşturularak bu tür ailelerin hizmetine verilmesi engellilerin ve
özellikle ailelerinin moral bularak, güçlenmesi bakımından büyük önem
arzetmektedir.
Engelli birey ve ailesinin psikolojik destek almaları
gereklidir. Çünkü bu aileler psikolojik açıdan örselenmişler ve sıkıntı
içindedirler (Örnek Olay 3). Böyle bir ruh hali içinde olan ailelerin
psikolojik desteğe ihtiyaçları ortadadır. Psikologların, rehberlerin ve
bu alanda uzman olan kişilerin engelli ailelerine psikolojik destekleri
takdire şayandır. Bunun yanı sıra Batıda örnekleri olan, Sosyal
İlahiyatçılara önemli görev düşmektedir. Sosyal İlahiyatçı hem ilahiyat
hem de sosyal hizmet eğitimi almış çift formasyonlu bir uzmandır.
Bu şekilde çift formasyonlu Sosyal İlahiyatçı engelli birey ve ailesine
manevi yönden teskin ve teselli edebilecek, onların hem kendileriyle hem
de yaratıcıyla olan bağlarının kuvvetlenmesini sağlayacak dolayısıyla
engelli bireylerin ve toplumun huzurlu olmasında fayda temin edecektir.
Şimdilik ülkemizde bu unvana sahip uzman yoktur. Bu nasıl olur? İlahiyat
eğitimi almış bir yükseköğretim mezununun sosyal hizmet alanında yüksek
lisans yapmasıyla bu sağlanabilir ya da bunun tersi olabilir. Veya bazı
üniversitelerimizde yeni yeni başlayan çift ana dal veya yan dal
uygulamasıyla sağlanabilir. Hangi sistemle olursa olsun Sosyal
İlahiyatçıların sosyal hizmet kurum ve kuruluşlarında istihdam
edilmesinin birtakım sorunların çözülmesinde yarar sağlayacağını
söylemek mümkündür.
3.4. Sağlık Sorunu
Çalışma boyunca değindiğimiz gibi toplum, sağlıklı ve
(sağlıksız) bireyleriyle birbirinden ayrılamayacak şekilde bir bütündür.
Devlet bu konuda hiçbir ayrım yapmadan bütün vatandaşlarına hizmet
verir. Esas olan engelli bireylerin fiziksel ve zihinsel kabiliyetlerini
artırarak kendini gerçekleştirmesinin ve bağımsız hareket edebilmesinin
sağlanması ve ardından bu durumun en üst seviyelere çıkarılmasıdır. Bu
da ancak hekim, fizyoterapist, psikolog, hemşire, beslenme ve diyet
uzmanı, sosyal hizmet uzmanı, özel eğitimci, meslekî danışman ve
protez-ortez uzmanından oluşan bir ekip ve ailenin yardımıyla
sağlanabilir. Ekip çalışmasının olması için kurum ve kuruluşlarda bu
elemanların yeterli sayıda istihdam edilmesi çözüm bekleyen sorunlardan
birini oluşturmaktadır. ISÇERM’nde eleman eksikliği olduğu gözlenmiştir.
Eleman eksikliği veya yokluğu bütün hastalıklarda
olduğu gibi engelli bireyler için daha hayati bir önem taşımaktadır.
Merkezde yaptığımız araştırma esnasında kimi engelli çocukların tanı ve
tedavide geç kalınmasından dolayı kimilerinin de yeterli eleman
olmamasından ötürü tedavide gecikmelerin olduğu gözlenmiştir (Örnek Olay
7). Bunun için sosyal hizmet kurumlarında yeterli sayıda elemanın
istihdam edilmesi zorunludur.
3.5. Eğitim Sorunu
1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu’na (madde 6)
göre: Fertler, eğitimleri süresince ilgi, istidat ve kabiliyetleri
ölçüsünde ve doğrultusunda çeşitli programlara ve okullara yöneltilerek
yetiştirilirler. Yasalarda yer almasına rağmen bu çocuklar çoğu yerde
imkansızlıklar nedeniyle normal kreş, ana sınıfı ve okullarda veya
bunların bünyesindeki alt sınıflarda kabul edilmektedir. Normal eğitime
tâbi tutulmalarından dolayı engelli çocukların hem kendilerinin
güçlüklerle karşılaştıkları hem de çevresindekiler için güçlük kaynağı
oldukları bilinmektedir.
Bu güçlüğün ortadan kaldırılması için bütün öğretim kurum ve kuruluşları
öğretmen ve eğiticilerinin hizmet içi programlara alınarak engelli ve
engellilik konusunda gerekli bilgi ve donanım almaları sağlanmalı;
eğitilebilir-öğretilebilir durumda olanları dışlanmadan eğitim öğretim
görmeleri için fırsat verilmelidir (Örnek Olay 4). Öte yandan bu
çocukların da bir birey oldukları çocukların benliklerinin geliştiği
kreş ve ana okullarında öğretilmeli ve toplumsal bilinç
uyandırılmalıdır.
Engellilerin eğitimle ilgili sorunlarından bir diğeri
de kendilerine yönelik kurum, kuruluş ve buralarda çalışan elemanların
yetersizliğidir. Ülkemizin birçok yerinde olduğu gibi Isparta’da da
engelli bireylere yönelik eğitim ve rehabilitasyon hizmeti veren bazı
kurum ve kuruluşlar vardır. Bunlar:
-SHÇEK Özel Umut Işığı Eğitim ve Rehabilitasyon
Merkezi,
-SHÇEK Özel İletişim Eğitim ve Rehabilitasyon
Merkezi,
-Sosyal Hizmet Derneği Özel Eğitim ve Rehabilitasyon
Merkezi,
-Isparta Meslekî Eğitim Merkezi
-Isparta İlköğretim Okulu İş Okulu,
-Isparta Eğitim Uygulama Okulu ve İş Eğitim Merkezi,
-Süleyman Demirel Üniversitesi Engelliler Araştırma
ve Uygulama Merkezi
ve
-Cumhuriyet İlköğretim Okulu bünyesinde bulunan
İşitme Engelliler sınıfıdır.
Ancak genelde dünyada, özelde Türkiye’de ve Isparta’da çok sayıda
engelli buna karşın az sayıda bu bireylere yönelik kurum, kuruluş ve
ilgili personel olduğunu belirtmek gerekir.
Ancak bütün engelliler söz konusu edildiği zaman bu
sayının yeterli olmadığı görülecektir. Bu tür okulların bir an önce sayı
ve niteliklerinin çoğaltılması ve eğitime muhtaç bütün engelli
çocukların eğitim sürecinden geçirilmesi için çalışmaların başlatılması
veya başlatılanların hızlandırılması gerekmektedir. Bunun için öncelikle
yeterli sayıda fizyoterapist, psikolog, çocuk gelişimi ve okul öncesi
eğitimi öğretmeni, özel eğitim uzmanı, psikolojik danışman ve rehber
öğretmen ve uzman sorununun çözülmesi lazımdır. Ülkemizde son yakın
yıllara kadar sosyal hizmet uzmanı yetiştiren tek okul Hacettepe
Üniversitesi Sosyal Hizmetler Yüksek Okulu iken Süleyman Demirel
Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi bünyesinde açılan
Sosyal Hizmetler Bölümü ile ikiye çıkmıştır.
Ancak bu yüksekokulların ihtiyacı karşılaması mümkün gözükmemektedir.
Ayrıca buralardan mezun olan öğrencilerin bir kısmı çeşitli nedenlerle
uzmanlık alanları dışında çalışmaktadırlar. Dolayısıyla engelli
bireylere yönelik eğitim ve rehabilitasyon merkezlerinde yetişmiş uzman
eksikliği vardır. Bu alandaki eksikliğin bir an önce giderilmesi
gerekmektedir.
3.6. Ekonomik
Sorunlar
Engelli çocuk ve ailelerinin yaşadığı temel
sorunlardan bir diğeri de ekonomik sorunlardır. Engellilerin işgücüne
katılımları ile ilgili verilere bakıldığında yaklaşık % 78.29’unun
işgücüne dahil olmadıkları görülmektedir. Yine aynı şekilde % 48’inin
sosyal güvenlikten mahrum olduğu görülmektedir. Engellilerin toplumdan
en önemli beklentilerinin parasal katkı olduğu ortaya çıkmıştır % 61.
Ekonomik durumun kötü olması dolayısıyla yetersiz
beslenme yukarıda saydığımız gibi engelli olma nedenlerinden birini
teşkil etmektedir. Yine ekonomik durumun kötü olması zamanında doktora
ve kontrollere gidilememesine, teşhisin gecikmesine ve tedavinin
zorlaşmasına yol açmaktadır (Örnek Olay 8).
SÇERM’inde ekonomik bakımdan düşük seviyeli olduğunu
beyan eden ailelerin durumları, sosyal hizmet uzmanları tarafından
yerinde inceleme yapılıyor, durumları raporla karara bağlanıyor. Eğer
uzmanlar yardım yapılması yönünde görüş bildirirlerse bir defaya mahsus
altı aylık nakdi yardım yapılıyor. Bunun dışında kurumun sağladığı
ekstra bir hizmet yok. Aileler tedavi ve tedavi giderlerini bağlı
oldukları sosyal güvence kurumu vasıtasıyla karşılıyorlar. Sakat
arabası, protez bacak, koltuk değneği gibi cihaz ve ekipmanları
kendileri alıyorlar. Devletin bu gibi araç ve gereçleri hastanın özlük
hakları olarak vermesi engelli ailelerini rahatlatacaktır. Bunun yanı
sıra varlıklı insanların bu gibi kurumlara ve engelli birey ve
ailelerine ekonomik yardımda bulunmaları da ayrı bir ekonomik destek
sağlayacaktır. Bu yardım ve destekler engelli bireylerin toplumsal
entegrasyonu hususunda önemli rol oynayacaktır (Örnek Olay 11).
3.7. Kurum ve
Kuruluşlar Arasındaki Koordinasyon Eksikliği
Ülkemizde engellilere yönelik eğitim ve
rehabilitasyon hizmeti vermek üzere kurulmuş sosyal yardım ve tedavi
hizmetlerinde çalışan bir çok resmi, özel kurum ve kuruluş vardır. Lakin
amaçları engelli bireylere hizmet vermek olan bu kurum ve kuruluşların
işbirliği, eş güdüm ve örgütlenme konularında sorunlar yaşadıkları
gözlenmektedir.
Hepsinin amacı aynı olduğuna göre kurumlar arası işbirliği sağlanmalı ve
engelli birey ve aileleri mağdur olmamalıdır (Örnek Olay 11).
3.8. Fiziksel Çevre
Sorunları
Yerel yönetimlerin varlık nedeni yönetim sınırları
içerisinde yaşayan insanların temel ihtiyaçlarının karşılanmasına
yönelik hizmetler sunmaktır. Yerel yönetimlere engellilerin istifadesine
olmak üzere yapmaları gereken düzenlemeler konusunda pek çok yasal
düzenleme ve yetki verilmiştir. Bütün belediyelere 1580 sayılı Belediye
Yasası’nın 15 maddesinde sayılan “Her türlü yapıların ve çevrelerin,
yolların, park, bahçe ve rekreasyon alanlarının, sosyal ve kültürel
hizmet alanları ile ulaşım araçlarının özürlülerin (engellilerin)
kullanımına ve ulaşılabilirliğine uygun olarak yapılmasını sağlamak ve
denetlemek; imar planlarının yapımı ve uygulanması ile yapıların inşaat
ve ruhsat aşamasında TSE’nin ilgili standardına uygunluk sağlamak,
uygulamaları denetlemek ve bütünlüğü sağlayıcı tedbirleri almak” gibi
görevler verilmiştir.
Son düzenlemelerle yerel yönetimlere ait görevlerin kapsamı
artırılmıştır.
Çağdaş toplumsal yaşam anlayışı engellilerin de
sosyal yaşama katılmasını, onların her türlü imkanlardan faydalanmasına
imkan sağlayacak çevre şartlarının var edilmesini, mevcut olanların
niteliğinin iyileştirilmesini ve erişilebilirliğinin artırılmasını
öngörmektedir. Böyle olmakla birlikte engellilere yönelik hizmetlerde
birtakım eksiklik ve aksaklıkların olduğu gözlenmektedir. Engellilerin
sosyal yaşama katılmalarında, sosyalleşmelerinde, görünürlük
kazanmalarında en büyük desteği engelsiz çevre oluşturmaktır. Bunlar
yeterli ölçüde gerçekleştirilemediğinden (fiziksel) engelliler dışarıya
çıkamamakta evinde kalmayı tercih etmektedir.
Isparta Belediyesi engelli bireyler için engelsiz
çevre oluşturmak konusunda bazı çalışmalar yapmışsa da bu çalışmaların
standart bakımından eksik ve yetersiz olduğu tespit edilmiştir.
Isparta Belediyesi, ISÇERM’ndeki çocukların merkeze
ulaşımını sağlamak için özel donanımlı bir otobüs tahsis etmiş
durumdadır. Bu otobüs seanslara katılan her çocuğu evine en yakın bir
noktadan alıp, çalışması bittikten sonra tekrar en yakın bir noktaya
bırakarak hizmet vermektedir. Diğer belediye otobüsleri de özürlü kartı
olan engelli çocuk ve refakatçısını ücretsiz olarak taşımaktadır. Ayrıca
sosyal faaliyet ve geziler için belediye bu çocuklar için ücretsiz
servis hizmeti sunmaktadır. Yerel yönetimlerin engelli birey ve en
yakınlarına bu hizmetleri sunması güzel bir davranıştır. Fakat engelli
bireylerin ulaşım hizmetleri için bir veya birkaç adet otobüs tahsis
edilmesi yerine mümkün olduğunca tüm araçların bu bireylerin de
kolaylıkla faydalanabileceği vaziyette dizayn edilmelerini sağlamak daha
kalıcı bir çözüm olacaktır. Ayrıca belediyelere ait bütün toplu taşıma
araçlarının bu şekilde düzenlenmesinin birtakım faydaları olacaktır.
Şöyle ki engelli birey ve refakatçısı sadece özürlü aracına binmek
zorunda kalmayıp diğer bireylerin de bulunduğu toplu taşıma araçlarını
kullanmak durumunda olduklarından bu birliktelik toplumla kaynaşma
vesilesi olacak dolayısıyla hem engelli birey ve ailesi sosyal
izolasyondan kurtulacak hem de engelliler konusundaki toplumsal bilincin
artırılması söz konusu olacaktır (Örnek Olay 3). Bunun için veliler
yerel yönetimlerden:
Engelli bireyler için çok sayıda ulaşım aracının
düzenlenmesini; çocuklarının tüm kent hizmetlerinden kolaylıkla
faydalanabilmeleri için kentsel dokunun buna uygun şekilde planlanmasını
ve
Parklara
ve diğer alanlara engellilerin kolaylıkla ulaşabilmelerini sağlamak için
uluslar arası standartlara uygun düzenlemeler yapılmasını ve engelliler
için spor alanları ve benzeri sosyal ve kültürel alt yapı alanlarının
yapılmasını beklemektedirler.
3.9. Örgütlenme
Yetersizliği
Engelli birey ve ailelerinin yaşadığı sorunlardan bir
diğeri de örgütlenme yetersizliğidir. Engellilerin sorunlarını kamuoyuna
taşımada, onların toplumun birer üyesi olduğunu anlatıp göstermede,
toplumda önde gelen kişilerin dikkatlerini sosyal hizmet kurumlarına
çekmede ve engelli birey, engelli ailesi ve kurumların sorunlarının
çözülmesinde örgütlenmenin önemi izahtan varestedir (Örnek Olay 11).
Engelli birey ve ailelerinin örgütlenmeleri özellikle
yerel yönetimler ve özel ve tüzel kişiler nezdinde deyim yerindeyse
lobicilik faaliyetleri yapmaları anlamını taşır. Engelli birey ve
aileleri bir örgüt adı altında birleşerek toplanmaları onların yaptırım
gücünü şüphesiz artıracaktır. Isparta’da Türk Spastik Çocuklar Derneği
Isparta Şubesi, Sosyal Hizmet Derneği ve Altı Nokta Körler Derneği gibi
dernekler bu alandaki eksikliğin doldurulmasında büyük katkılar sağlayan
sivil toplum kuruluşları olarak hizmet vermektedirler. Ancak Isparta
gibi bir kentte birkaç dernekle örgütlenmenin yeterli olduğunu iddia
etmek söz konusu değildir. Bu bakımdan bir yandan dernekleşme
faaliyetlerinin sayısı artırılırken öte yandan hem üye sayısı
çoğaltılmalı hem de kalıcı ve görünür hizmetler verilmelidir. Bu sayede
toplumun konuya olan ilgisi arttırılarak toplumsal bilincin
geliştirilmesi hususunda hızlı adımlar atılabilir.
3.10. Medyanın Yeterli İlgi Göstermemesi
Genel olarak bütün medyada sürekli olarak fiziksel
bütünlük, güzel ve bakımlı vücuda sahip olma, fiziksel görünüm, sağlıklı
olma, atletik yetenek vb. gibi unsurların vurgulanması engelliliğe karşı
olumsuz tutumların oluşmasına neden olan sosyo-kültürel faktörler
arasında yer alır. Bu bakımdan medyanın duyarlı davranması, engelli
birey ve ailelerini incitecek, gücendirecek, toplumsal alana çıkmalarına
engelleyecek yayınlardan kaçınması gerekmektedir. Medyada son zamanlarda
bu konuda belli bir hassasiyetin ortaya çıktığı gözlenmektedir.
Bilgi ve değer aktarıcısı olarak kitle iletişim
araçlarının engellilik konusunda toplumsal bilincin artırılmasında büyük
faydalar sağlayacağı açıktır.
Dünya sinemalarında bu konu ile ilgili hayli filmlerin çevrildiği
bilinmektedir. Örneğin son zamanlarda gösterime giren Eve Dönüş (Coming
Home), Başka Tanrının Çocukları (Children of a Lesser God), Sol Ayağım
(My Left Food) ve Forest Gump gibi filmler engellilerin umutları,
yetenekleri, duyguları ve kişilikleri olan bireyler olarak
gösterildikleri filmlerdir.
Bu filmlerin ülkemiz televizyonlarında sıkça gösterilmesinin toplumsal
bilincin artırılmasında önemli roller oynayacağını söylemek mümkündür.
Yukarıda medyada engellilik konusunda belli bir
duyarlılığın geliştirilmeye başladığını ifade etmiştik, fakat engelli
birey aileleri bu konuda yeterli faaliyetlerin yapılmadığından
bahsetmişlerdir. Engelliler ve engellilik ile ilgili yayınların
genellikle belirli gün ve haftalarla sınırlı kaldığını, oysa engellilik
ve sorunlarının her gün devam ettiğini savunmuşlardır. Dolayısıyla bu
konuda daha fazla, kaliteli ve kalıcı yapımların hazırlanmasını
istemişlerdir (Örnek Olay 11). Konuyla ilgili olarak Batıda yapılan bir
program dikkat çekicidir. Hollanda’da otuz yıl önce özürlüler Guinness
Rekorlar Kitabı’na girmek için 42 saat canlı yayın yapmış ve program
sonunda 40 milyon gulden toplanmış; toplanan bu paralar bir özürlüler
merkezinin kurulmasında harcanmış.
Ülkemiz tv. kanallarında da buna benzer programların yapılması
engelliler konusunda toplumsal duyarlılığı artırabilir.
4. Engellilik ve Din
İlk kısımda engelli birey ve ailelerinin sorunlarını
tespit etmeye çalışmıştık. Bu kısımda da dinin engelliye bakışını ve adı
geçen bazı sorunların çözümünde dinin rolünü ele alacağız.
4.1. Dinin Engelliye Bakışı
Allah insanı mükemmel olarak yaratmıştır. Diğer bütün
varlıkları da onun hizmetine vermiştir. Bu bakımdan insanın üstünlüğü
tartışılamaz. Bununla birlikte yaratıcı insanları birbirinden farklı
olarak vücuda getirmiştir. Güzel-çirkin, uzun-kısa, çok uzun-çok kısa,
şişman-zayıf, akıllı-aklı zayıf, sağlıklı-sağlıksız, normal-engelli vb.
gibi bunları uzatmamız mümkündür. Fakat bütün insanlar Allah’ın kulu ve
dinin muhatabı olmak bakımından eşittir.
Bu eşitliği açıklamak için Kur’an’da bir sure vardır:
Abese Suresi. Bu surenin indirilme sebebini açıklarsak dinin engelliye
bakışını da bir anlamda ortaya koymuş oluruz. Hz. Muhammed, Mekke’nin
ileri gelenlerinden bir grupla ola ki dine girerler diye sohbet ederken
görme özürlü İbn Ümmi Mektum gelir ve “Ey Allah’ın resulu Allah’ın sana
öğrettiklerinden bana da öğret” diyerek söze karışır. Bu konuda ısrarcı
davranır. Yaydığı dinin güçlenmesi için var gücüyle çalışan Hz.
Peygamber, bu gibi nüfuzlu kimselerin müslüman olmalarını istemektedir.
Bu sebeple İbn Mektum’un araya girerek konuşmayı bölmesi deyim
yerindeyse Hz. Peygamber’in canını sıkar, yüzünü ekşiterek İbn Ümmi
Mektum’dan yüz çevirir ve diğerlerine döner. Hz. Peygamber daha sözünü
bitirmeden ilgili sure iner.
Buradan anlaşılıyor ki Allah’a kul olmak için illa da sağlam olmak
gerekmiyor.
Kur’an’a göre insanların renkleri, ırkları, dilleri,
cinsiyetleri, sağlıklı veya engelli oluşları, zengin ya da fakir
olmaları hemcinsleri arasında bir üstünlük nedeni değildir. Üstünlük
ancak Allah bilincinde olmaktadır.
Öte yandan engellilik, dini yaşamada, dindarlıkta bir engel teşkil
etmemektedir. Çünkü İslam dininde kolaylıklar vardır. Bu bakımdan
engelli bireylerin kendilerine tanınan kolaylıklar nedeniyle belki
sağlam insanlardan üstün konuma gelebilecekleri açıktır. Ayrıca engelli
bireylere tanınan bu tür kolaylıklar insanları rahatlatmaktadır.
Bütün insanlık için gönderilmiş olan Hz. Peygamber de
engellilerle ilgilenmiş, onlara bizzat yardımcı olmuş, yardımda
bulunulmasını tavsiye etmiş, ilgi ve kabiliyetlerine göre kamusal
görevler vermiş, en önemlisi onları toplumdan izole etmek yerine topluma
kazandırmaya çalışmıştır. Hz. Peygamber’in bu tür bireylere
yapabilecekleri görevler vermesi hem onların özgüvenlerini
geliştirmelerine hem de sosyal kabul görmelerine imkan sağlamaktır.
Hz. Peygamber sağlam insanlardan engellilere karşı
birtakım ahlâki davranış kalıpları geliştirmelerini istemiştir. O’nun
görme engelliye yol göstermeyi, sağıra ve dilsize laf anlatmayı sadaka
olarak değerlendirmesi bu konuda örnek olarak verilebilir.
Bu açıklamalara göre Kur’an engelli bireylerin dinin
muhatabı olmak bakımından herhangi bir ayrımın olmadığını işaret
etmektedir. Hz. Peygamber de engelli kişilerin toplumdan dışlanmadan,
psikolojik ve toplumsal bakımdan desteklenmeleri gerektiği üzerinde
durmaktadır.
4.2. Bazı Engellilik Sorunlarını Çözmede Dinin
Rolü
Engelli birey ve ailesi, araştırmanın ilk bölümünde
üzerinde durduğumuz gibi birçok sıkıntı ile karşı karşıya kalmakta ve
onlarla başa çıkmak zorundadır. Bunlardan en başta geleni kabullenme
sorunu idi. Engelli birey ve ailesi açısından engel durumunu kabul,
olumlu benlik kavramı geliştirme ve engel durumundan kaynaklanan
sorunlarla başa çıkma ve onları çözmede, olumlu katkı sağlayacak
kurumlardan birinin, din olduğunu söylememiz mümkündür.
Yine din, insanların gidişine ayak uydurmak zorunda oldukları bir
dünyada psikolojik denge kurmanın yollarından biridir. İnsanların dış
dünyayı algılamalarında ve kendini o dünyada belirli bir yere
yerleştirme modeli olarak fonksiyon görür.
Engelli birey ve yakın çevresi de engel durumunu kabul etmede, içinde
bulunduğu halden dolayı girdiği stresle başa çıkmada ve kendini
ayarlamada
dinden ve onun verdiği dünya görüşünden yararlanabilir.
Engelli birey ve ailesi içinde bulunduğu, yaşadığı
durumdan dolayı zaman zaman kendi kendine, “niçin ben/biz?”, “neden bu
olay benim/bizim başımıza geldi?”, “Allah niye beni/bizim çocuğu
seçti?”, “ben niye böyleyim?” vb. gibi çeşitli şekillerde engel durumunu
sor(gula)ma, anlama, anlamlandırma yoluna gitmektedir (Örnek Olay 5).
Dolayısıyla bu tür soruların cevabını bulmada veya içinde bulunduğu
durumu anlamlandırmada engelli insan dine müracaat eder. Çünkü din
insanın hayatta karşılaştığı her olay ve duruma hazır ve anlamlı
cevaplar veren ve ona nasıl yaşaması gerektiği hususunda yol gösteren
bir zihnî muhtevalar sistemidir.
Ayrıca din hayata anlam ve gaye kazandırır. Bununla birey hayatın insana
yüklediği krizleri karşısında manen güçlenir.
İnsanın korkuları, şüpheleri, acizliği, çaresizliği,
yalnızlığı, mahrumiyeti, hayal kırıklığı, başarısızlığı, haksızlık,
adaletsizlik vb. durumlar karşısında en büyük sığınağı din ve Allah
inancı olmaktadır. Bu anlamda dinin dışında ve onun yerini
doldurabilecek hiçbir profan mutlak değer yoktur denebilir.
Bunların çözümü konusunda en büyük sığınak Allah’tır. (Örnek Olay 5).
Din, dağınıklığa, düzensizliğe, çaresizliğe, acze, ümitsizliğe karşı
kalkandır. Fedakârlık, özveri, sabır, çalışma, mücadele gibi hasletler
kaynağını dinden alır. Hayatın güçlüklerini tahammülle karşılamakta din,
insana kuvvet verir.
Dindar insanların hayatın güçlükleri karşısında oldukça kuvvetli
oldukları söylenebilir
Birey ve toplum hayatında inkar edilemez bir yere
sahip olan dinin birçok toplumsal fonksiyonu vardır. Ziya Gökalp “Dinin
rolü yalnız fertlere şahsiyet vermekten ibaret değildir. Cemiyetlere
şahsiyet veren de yine dindir” diyerek bu gerçeği veciz bir şekilde
ifade etmiştir.
Berger de dinin toplumsal fonksiyonlarını 1- Sembolik bütünleştirme,
2-Toplumsal kontrol ve 3- Toplumsal yapılandırma olmak üzere üçe
ayırmaktadır.
Dinin başat toplumsal fonksiyonlarından birisi de
özellikle kriz dönemlerinde yaşanan sıkıntılı durumlar karşısında
bireylere bunları katlanabilme gücü vermesi ve insanların yeniden hayata
bağlanmalarını sağlamasıdır.
Dinin bir önemli fonksiyonu da insanın sıkıntıları ve
günümüz insanının karşı karşıya bulunduğu önemli bir psikolojik problem
olan strese karşı da dikkate değer bir ruhsal huzur kaynağı olmasıdır.
Engellilik, sevgisizlik, ilgisizlik ve benzerleri strese yol açan başat
faktörlerdendir. Bu duyguları yaşayan insanların kendilerini toplumdan
soyutladıkları, yalnızlık ve çaresizlik içinde bunaldıkları konunun
uzmanları tarafından ifade edilmektedir. Halbuki din ve dinden doğan
gruplaşmalar bu gibi olumsuz ruh hallerini ortadan kaldırmaktadır. Esas
itibarıyla İslam’ın özünde sevgi, barış, sosyal dayanışma, bir arada
yaşama ve sevincini artırma üzüntüsünü paylaşma ilkesi mevcuttur. Fakat
Müslümanların dinin özünde bulunan bu ilkeleri daha fazla
içselleştirmeleri sorunların çözülmesinde herhalde fayda sağlayacaktır.
Antony Giddens’in ifadesiyle din çok yönlü olarak
güven verici bir araçtır.
Güvensizlik ve yoksunluk duygularının en yüksek olduğu dönemlerde dinsel
söylemlerin arttığı, dinî akımların canlandığı görülür. Örgütlü din ve
resmi dinî kurumlar insanları bir araya getirerek cemaatlar oluşturur.
Bu tür cemaat ya da dinî topluluk içinde birey, var oluş, ölüm, günah,
sevap gibi konularda sorunlarını anlayan, kendisinin anlamasına yardım
eden ikinci bir aile ile çevrelenmiş olarak bulur kendisini. Bu bakımdan
dinî kurumlar yalnızca bir ibadet yeri değil, bir yenilenme, sorunlardan
kısmen de olsa arınma ortamı niteliği kazanır.
Bir başka deyişle dinî kurumlar iyi değerlendirildiği takdirde engelli
bireyler için oldukça önemli fonksiyonlar icra edebilir.
Dinin sosyo-psikolojik fonksiyonları hakkında kısaca
bu bilgileri verdikten sonra şu hususu da burada belirtmekte fayda
görüyoruz. Kur’an, insanların. engelli oluşlarını Allah’ın iradesi ile
insanların ihmal ve kusurlarına bağlamaktadır.
İnanış sahibi insanlar bu gerçeği göz önünde bulundurarak sağlıklı
cevaplar üretebilirler. Ancak kendi hata, kusur ve ihmalleri sonucunda
engelliliğe sebebiyet vermeleri durumunu da kadere, ilahi iradeye
yüklemeleri veya başkaları tarafından teselli etmek amacıyla kaderin
cilvesine yüklenmesi her halde sağlıklı bir inanış değildir. Çünkü
insanların kusurlarından kaynaklanan bir olgunun sonucunun Allah’a mâl
edilmesi engelli birey ve yakınlarının kendilerini cezalandırılmış
olarak değerlendirmelerine sebep olabilir. Bu durum insanı dinden
uzaklaştırabilir.
Onun için engelli bireylerin ve ailelerinin neden sonuç ilişkisine
bakarak olumlu bir değerlendirmede bulunmaları normal olanıdır.
Engellilerin ekonomik sorunlarına çözüm bulmada dinin
zekat ve sadaka emrinden faydalanılabilir. Bilindiği gibi zekat, zengin
insanların belirli mallarının belirli bir kısmının fakir ve muhtaç
olanlara verilmesidir. Engelli birey ve ailelerin ekonomik bakımdan alt
seviyelerde kümelendiği ve engellilik nedenlerinden birisinin de
yetersiz beslenme olduğu ilgili kısımlarda ifade edilmişti. Buradan
hareketle zekat ve sadakaların ekonomik bakımdan sorunları olan engelli
birey ve ailelerine verilmesi onları biraz da olsa rahatlatacaktır
(Örnek Olay 11).
Öte yandan toplumdaki zengin insanların çeşitli
ibadet yerleri ve hayır kurumlarının derneklerinde, mütevelli
heyetlerinde yer aldıkları; bu tür mekanların yapılmasında büyük
görevler ifa ettikleri görülmektedir. İnsanlarımız bu gibi mekanları
sadaka-yı cariye hükmünde görmelerinden ötürü yapımı ve
güzelleştirilmesinde görev almaktadırlar. Aynı insanların bu
hizmetlerini sosyal hizmet kurumlarında da görev alarak sürdürmeleri
kendilerinden beklenmektedir (Örnek Olay 11).
Konuyu kısa bir cümleyle bağlamak gerekirse din,
engelli birey ve ailelerinin bazı sorunlarını çözmede önemli rol
oynamaktadır, denebilir.
4.3. Engelliler ve Dua
Dua bütün dinlerde olan evrensel bir ritüeldir.
Kur’an
ve Hz. Peygamber insanoğlunun başına bir musibet geldiğinde sabır ve dua
etmesini önermiştir.
Gerçekten de dua ve ibadet aracılığıyla Tanrı ile kurulan iletişim
sayesinde elde edilen enerjinin etkisiyle, kişinin ruhî faaliyetleri
canlılık kazanmakta, şuur düzeyinin yükselmesini ve idrak kapasitesinin
keskinleşmesini sağlamakta, ona olağanüstü işleri başarabilecek, güç,
şevk kazandırabildiği bilinmektedir. Yine duanın sıkıntılı, bunalımlı ve
gergin durumlarda yatıştırıcı, gevşetici etki yaptığı kabul
edilmektedir.
Bilimsel olarak saptanamasa da duanın psikolojik iyileştirme yanında
anatomik iyileştirmede de yarar sağladığı ifade edilmektedir.
Birey yaptığı ibadet ve dua sayesinde Allah ile
iletişim kurmakta ona bütün dertlerini, tasa ve kaygılarını anlatarak
çare olması yönünde yakarışta bulunmaktadır. Engellilerin ve ailelerinin
sıkıntılı, bunalımlı ruh halleri dikkate alınırsa diğer insanlardan çok
bu kişilerin duaya muhtaç oldukları varsayılabilir. Biz de bu
varsayımdan hareketle annelere dua etme ve sıklığını sorduk. Anneler her
gün her an dua ettiklerini belirtmişlerdir. Annelerin bu konudaki
görüşlerinden bazıları:
“En güzel ibadet sabırdır.”
“Sabır olmadan hiçbir şey olmaz.”
“Dile haktan
Verir yoktan”,
“Dua etmeyen insan yaşamıyordur.”,
“Bir gün duanın muhakkak kabul olacağını düşünmek
bizi rahatlatıyor.”
Engelli bir çocuk babası kendilerinin sağlıklı çocuğa
sahip anne babalardan daha çok şükrettiklerini ifade etmiştir. Ona göre
sağlam bir çocuk sahibi anne baba, çocuğundaki birtakım gelişmeleri
normal kabul etmesinden dolayı şükretmek kolay kolay aklına gelmez.
Lakin engelli bir çocuk ebeveyni çocuğundaki en küçük bir ilerleme ve
gelişmeden dolayı hemen şükreder (Örnek Olay 11).
4.4. Engelliler ve Halk İnanışları
Bilindiği üzere toplumumuzda halk inanışları hâlâ
geçerliliğini sürdürmekte ve uzun süre de devam edecek gibi
gözükmektedir. Engelli ailelerine “Engelli çocuklarınız için yatır ve
hoca diye adlandırılan kişilere gittiniz mi veya gider misiniz”?
şeklinde bir soru yönelmiştik. Velilerden çoğu yatırlara gitmediklerini,
çünkü ölüden medet ummanın dinen doğru bir hareket olmadığının altını
çizdiler (Örnek Olay 1, 12). Ancak içlerinden hoca diye adlandırılan
kişilere gidenler olmuş. Üç dört anne veya yakınları dertlerine tıbbi
olarak çare bulamayınca bu tür insanların kapısını çalmış. Yine çoğunluk
tedavinin ancak tıbbî yöntemlerle mümkün olacağı düşüncesiyle başka
yerlere gitmek yoluna başvurmamışlar (Örnek Olay 6). Bir anne on yıl
kadar önce köylerine getirilen bir hocaya gitmiş, derdini anlatmış, çare
bulamamış. Bugün “O zaman gittiğim için hâlâ pişmanım” diyor. Buna göre
velilerin çoğunluğu dertlerinin çözümünü öncelikle tıbbî yöntemlerden
beklemektedir.
Sonuç Yerine/Öneriler
Şu veya bu nedenden dolayı dünyada ve ülkemizde çok
sayıda insan engelli konumundadır. Engelli birey ve aileleri pek çok
sorunla karşı karşıyadır. İçinde bulundukları durum ve yaşadıkları
sorunları anlamak oldukça zordur. Bununla birlikte engelli birey ve
ailesi engellilik durumunu kabullenmeli, çocuğun durumunu saklamamalı,
ondan utanmamalı, toplumsal görünürlüklerini sağlamalıdır. Hepsinden
önemlisi onların da birer birey olduklarını kabul etmeli ve çocuğunda bu
ruhu güçlendirmelidir.
Ortaya konulan sorunların çözülmesi engelli birey ve
ailelerinin temel istekleri arasında yer almaktadır. Devletimiz bu
sorunların çözümü konusunda yeterli çabayı göstermiş ve göstermeye devam
etmektedir. Ancak bu konuda daha kalıcı çözümlerin üretilebilmesi için
devlet kadar engelli ailelerine ve bilhassa diğer insanlarımıza görev
düşmektedir. Her şeyden önce engellilik konusunda toplumsal bilinç
geliştirilmeli engelli birey ve ailelerine sosyal, ekonomik, psikolojik
destek verilmelidir. Engelli bireylere ve hassaten annelerine özel bir
destek sağlanmalıdır. Çünkü bu anneler kendilerini çocuklarına adamakta
ve birçok şeyden feragat etmektedirler.
Din, engelin kabullenilmesi, içselleştirilmesi,
toplumun sosyal kabulü ve engellilikten kaynaklanan sorunların çözümünde
önemli bir başvuru, iltica kaynağı olmaktadır. İbadet ve dualar engelli
birey ve ailesi için rahatlama vesilesi olmaktadır.
Önerilerimize gelince; Engelli bireylerin engel
durumları sosyo-ekonomik, kültürel ve demografik değişkenlerle
ilişkileri belirlenmelidir.
Engelli birey ve ailelerinin sosyal kabul ve
destekleri için toplumsal bilinç geliştirilmeli bu da ana sınıfından
başlayarak bütün eğitim kurumlarında verilmelidir.
Engelli bireylerin toplumsal görünürlükleri
artırılmalıdır.Bu bireylerin durumlarına göre eğitim ve rehabilitasyon
hizmetinden faydalanmaları; kısaca okullaşmaları sağlanmalıdır.
Engelli birey ve ailelerinin ekonomik sorunlarını
gidermede dinin zekat emrinden faydalanılabilir.
Engelli birey ve ailelerinin bütün fertleri
psikolojik danışmanlık ve rehberlik hizmetinden yararlanmaları temin
edilmelidir.
Engelli birey ve ailelerinin bir an önce örgütlenme
yoluna giderek daha fazla toplumsal destek almaları sağlanmalıdır.
Engelli birey ve aileleriyle diğer aileler arasında
“kardeş aile” kurumu oluşturularak toplumsal destek güçlendirilmelidir.
Engelli ailelerinin zaman zaman kalıp dinlenebilecekleri, çocuklarını
güven ve huzur içinde bırakabilecekleri Yaşam Evleri birçok yerde
hayatiyete geçirilmelidir.
Engellilere yönelik hizmet veren kurum ve kuruluşlar
arasındaki koordinasyon eksikliği giderilmelidir.
Yerel yönetimlerin daha somut ve kalıcı hizmetler
vermesi sağlanmalıdır. Örneğin özürlülere ait bir veya birkaç araba
tahsis etmek yerine mümkünse çok sayıda toplu taşıma araçlarının
engellilerin kullanabileceği şekilde dizayn edilmesi konusunda
yaptırımlar uygulanması buna bir örnek olarak verilebilir.
Engellilik konusunda toplumsal bilincin
artırılmasında önemli görev yüklenebilecek medyanın bu konuda daha
duyarlı davranması sağlanmalı ve desteği alınmalıdır.
Ek
Örnek Olay 1: M. E. K., Erkek, 1998 doğumlu.
Çocuğun hastalık tanısı CP (Cerebral Palsy)’dir. Çocuğun doğumunun geç
kaldığı gerekçesiyle anne sezeryana alınmış. Çocuğun rahatsızlığını
dokuz aylıkken fark etmişler. Gözleri çok döndüğü için doktora
götürülmüş. Doktor çocuğun bıngıldağının erken sertleştiğini söylemiş.
Antalya Tıp Fakültesinde tedavi görmüşler. Daha sonra Ankara ve
Konya’daki sağlık kuruluşlarına gitmişler. Bir gelişme görmemişler.
Çocuğun sol tarafı hiç tutmuyor, yürüyemiyor, konuşma zorluğu çekiyor.
2002 yılından beri merkeze gelerek bireysel ve grup fizyoterapi hizmeti
alıyor. Buraya geldikten sonra avucunun içini hareket ettirmeye
başlamış. Şimdi diz üstünde yürüyebiliyor, divana çıkabiliyor. Cümle
kurmaya başlamış. Yiyecek olduğu şeyleri söyleyebiliyormuş. Yürüyen
çocukları görünce çok sinirleniyor, onlara çimdik atıyormuş.
Annesi (1978 dğ.) ilk başlarda “sakat çocuğa bakın”
dedikleri için dışarı çıkmak istemiyordum, sıkılıyordum. Köyde başka
engelli çocuk göremeyince sadece bende mi var diye üzülüyordum. Buraya
gelince gördüm ki aynı durumda olan birçok çocuk var. Artık fazla
üzülmüyorum, diyor.
Örnek Olay 2: M. Y., Erkek, 1988 doğumlu.
Çocuğun hastalık tanısı CP+MR (Mental Retardasyon). M. 1988’de Isparta
SSK hastanesinde doğmuş. Doğumun geç ve güç olduğu söylenmiş, çocuk mor
doğmuş ve ağlamamış. Hastaneden çıktıktan sonra devamlı kontrole
gelmeleri söylenmiş. 2.5-3 yaşlarında iken Ankara SSK hastanesine havale
edilmiş, orada egzersiz hareketleri yapması tavsiye edilmiş. Daha sonra
Eğirdir Kemik Hastalıkları hastanesine gönderilmiş. Burada kemik erimesi
teşhisi konmuş. Tedavisinin mümkün olmayacağı söylenmiş. Bunun üzerine
aile çocuklarına hocalara götürmeye başlamış. 7-8 yaşlarında iken soğuk
havale geçirmiş. Ankara Sami Ulus Çocuk Hastanesine gitmişler. Ankara
Numune hastanesinde 4 ay yatarak fizik tedavi hizmeti görmüşler ve M.
Tripotla yürümeye başlamış. Burada yatarken Isparta’da eğitim ve
rehabilitasyon merkezinin olduğunu söyleyerek buraya göndermişler. M. şu
an dengesiz de olsa yürüyebiliyor. Konuşma bozukluğu var.
Örnek Olay 3: E. Ç., Kız, 1996 doğumlu. Sekiz
yaşına kadar normal bir çocuk olan Ç. İlkokul üçüncü sınıfa geldiğinde
Akut Dissem teşhisiyle bir süre hastaneye yatırılıyor. Halen
yürüyemiyor, öz bakımı annesi tarafından yapılıyor. Anne, “Toplum içine
girdiğimizde duygulanıyor, örseleniyoruz” diyor ve “diğer ailelerle
gelip gitmelerini mümkün olduğunca azalttıklarını” ekliyor.
Örnek Olay 4: M. O., Erkek, 1987 doğumlu. M.
O. Altı yaşındayken titreme ve konuşma bozukluğu başlamış. Okula gitmiş
ama okuma güçlüğü çekmiş. Sekiz yaşında sürekli altını ıslatmaya,
yemekleri çiğneyememesi ve yiyememesi üzerine ilk kez doktora gitmişler.
Doktorlar tarafından beyincik damarlarının ezildiği ve hastalığın
ilerleyici olduğu anlaşıldığından bir an önce tedaviye başlanması
söylenmiş. Bunun üzerine İzmir EÜTF.’ne gitmişler. Kullandığı ilaçlar
sayesinde titremeler yavaşlamış, alt ıslatmalar giderek azalmış. İlk
dönemlerde hayli sıkıntı yaşamışlar fakat zaman geçtikçe bu durumun
üstesinden gelmişler.
Örnek Olay 5: C. E., Erkek, 1993 doğumlu.
CP’li. Normal doğumla dünyaya gelmiş. 3.5 yaşındayken havale geçirmiş.
Beynine yeterli oksijen gitmediği için kas gerginliği oluşmuş.
Yürüyemiyor, konuşup, her derdini anlatabiliyor. Kendi başına kaldığı
zamanlar ağlıyormuş. Her yere gidemediği için “Allah’ım beni niye böyle
yarattın?” diye zaman zaman hayıflanıyormuş. Çevredekilerin “Daha
yürüyemiyor musun” demeleri çocuğun canını sıkıyormuş. Annesi C.’nin çok
hassas olduğunu söylüyor. Hiç kimseyi kırmak istemediğini söylüyor. C.,
1995’ten bu yana merkeze gelip gitmeye başlamış. Çocuk rehabilitasyon
hizmeti almaya başlamasından sonra hareketlerinde gözle görülür ilerleme
olmuş. Anne, çocuğun içinde bulunduğu durumu Allah’ın takdiri olarak
değerlendirmektedir. Ona göre en büyük sığınak Allah’tır.
Örnek Olay 6: M. Ç. Erkek, 1997 doğumlu. Ağır
düzeyde Mental Retardasyon tanısı konmuş. M. Sekiz günlükken sarılığa
bağlı beyin felci geçirmiş. Bundan dolayı kalkamıyor, yürüyemiyor.
Konuşma bozukluğu var. Antalya AÜ Tıp Fakültesine gidip tedavi
görmüşler. İyileşme olmayınca anne çevredeki hocalara gitmiş. Hocalardan
biri çocuktaki engel durumunun ancak tıbbî yöntemlerle ortadan
kaldırılabileceğini; bu yüzden zaman kaybetmeden tıbbî yöntemlere
başvurmalarını tavsiye etmiş. Aile bundan sonra çeşitli doktor ve sağlık
kuruluşlarına başvurmuşlar. En son şimdiki merkeze gelerek eğitim ve
rehabilitasyon hizmeti almaya başlamışlar. Annenin beyanına göre baba
işi nedeniyle çocuğuyla ilgilenemiyor. Bu bakımdan çocuğun bütün bakımı
anneye ait.
Örnek Olay 7: S. T., Kız, 1995 doğumlu. Yedi
aylık erken doğmuş. 11 gün kuvözde kalmış. 13 aylıkken oturamaması ve
başını tutamaması üzerine doktora götürmüşler. Doktor onları İzmir’e
havale etmiş. Orada kalça çıkıklığı teşhisi konularak ameliyat edilmiş
ve uzun süre kalmışlar. Alçı çıktıktan sonra merkeze gelmişler. Şu an
merkezde bireysel ve grup çalışması hizmeti alıyor.
Örnek Olay 8: S. Ç., Erkek, 2001 doğumlu.
CP’li. Aile, çocuğun 8 aylıkken sağ elini hareket ettirebildiği halde
diğer elini hareket ettirememesini fark ederek doktora götürmeye karar
vermiş. Fakat yeşil kartları olmadığı için tedaviyi yarıda kesmişler,
doktora uzun süre götürememişler. Yeşil kart çıkarttıktan sonra Antalya
AÜ: Tıp fakültesine gitmişler. Burada çocuk nörolojisi bölümünde çeşitli
tetkik ve tahliller yapılmış. Daha sonra bu merkeze gelmişler. Çocuk sol
ayağını ve sol elini hareket ettiremiyor. Az da olsa konuşabiliyor,
kendi adını biliyor. Hiperaktif. Ekonomik durumlarının kötü olması
nedeniyle çevredeki insanların “Siz bu çocuğu baktırmıyorsunuz,
baktırsanız iyileşir”, tarzındaki ifadeleri anne ve babanın psikolojik
sorunlarını artırıyormuş. Anne, çocuğumun özrü bana şu anda özür gibi
gelmiyor, demektedir.
Örnek Olay 9: Ş. Y, Kız, 1999 doğumlu. Erken
doğum. Doğum esnasında beynine kan gitmemiş. Yürüyemiyor. Konuşuyor.
Aile ekonomik sıkıntı içinde. Anne maddi durumumuz iyi olsa özel okula
da gönderirdik, diyor. Anne, çocuğun özürlü olduğunu öğrendiği ilk
zamanlarda çok ağladığını ancak zamanla kabullendiğini belirtmiştir.
Örnek Olay 10: Ş. D., Kız, 1993 doğumlu. Ş.
Evde ebe yardımıyla dünyaya gelmiş. 8-9 aylıkken oturamayışı ailenin
dikkatini çekmiş. 3 yaşında iken havale geçirmiş. Ş. Yürüyemiyor,
konuşamıyor, ellerini kullanamıyor. Annesine göre, Ş.’nin inatçı bir
yapısı var. İstediği yapılmadığı zaman ağlayarak tepkisini gösteriyor.
Örnek Olay 11: R. Ç., Engelli çocuk babası,
1959 doğumlu. R. Ç’ye göre bugün toplumda gösteriş yapma derecesinde
hayır hasenat yapma yarışı var. Zengin ailelerin engelli birey ve
aileleri için kalıcı yardımlarda bulunmaları gerekir. Bunun için kardeş
aileler seçilmeli ve aile boyu maddi ve manevi destek verilmelidir. Bu
veliye göre “Moral değer açısından inanç çok önemlidir. Engelli birey
sahibi fertler Allah’la olan bağlantılarını daha iyi kuruyorlar.
Çocuklarındaki en küçük bir gelişme için Allah’a şükretmektedirler.” R.
Ç., engelli ailelerinin bir an önce örgütlenmeye gitmeleri gerektiği
görüşünü savunmaktadır. Ona göre engellilerin sorunları medyada
gerektiği kadar yer almamaktadır.
Örnek Olay 12: A. O., Erkek 2001 doğumlu.
Emparazi teşhisi konmuş. Altı aylıkken sağ kolunu hiç hareket
ettiremediği farkedilmiş. Nörologa götürmüşler, belli bir tedavi
uygulanmış. Maddi durumları iyi olmadığı için tedavi yarım kalmış.
Çocuğun hasta olduğunu öğrenince çok üzülmüşler. Aile köyde oturuyor.
Merkeze haftada iki gün geliyorlar. Buraya gelirken köylülerin “nereye
gidiyorsunuz?”, “faydası oluyor mu bari?” gibi soruları anneyi oldukça
üzüyormuş. Anne, çocuğun durumu için “Allah’tan gelen bir şey”, “Diğer
çocuğumda bir şey yok”, diyor. Tedavi için hocalara gitmediklerini ifade
eden anne, eşinin çocukla fazla ilgilenmek istemediğinden muzdarip.
“Baba ilgilenseydi belki iyileşme süreci hızlı olurdu”, görüşünü
taşıyor.