aliseyyar@sosyalsiyaset.net

 

 

 

Makaleler ;

<<<Sosyal Siyaset Makaleleri

DİLENCİLİKLE MÜCADELEDE BAŞARILI OLMAK İÇİN DİNİ REFERANSLARI KULLANMANIN / DİNİN MOTİVASYONUNDAN YARARLANMANIN ÖNEMİ*

 

 

Doç. Dr. Saffet SANCAKLI**

            Özet

Dilencilik günümüz İslam toplumlarında çok yaygın olarak kendini göstermektedir. O derece yaygın hale gelmiştir ki, ibadet maksadıyle gidilen Kâbe’de tavaf esnasında bile dilenen insanlara rastlanmaktadır. Bu durumun İslam toplumları için hiç de iç açıcı olmadığı, olumlu ve güzel bir tablo oluşturmadığı bir gerçektir.

Hiç kuşkusuz dilencilikle mücadelede başarılı olmanın yolu, çok yönlü ve çok kapsamlı tedbirler ve projeler ortaya koymakla mümkündür. Sadece zabıta ve polisiye tedbirleriyle bu sorunun üstesinden gelmek mümkün değildir. Dolayısıyla dilencilikle mücadelede veya dilenciliğin kökünün kazınmasında dini referanslardan, dinin motivasyonundan azami derecede istifade etmek ve yararlanmak gerekir. Çünkü dini değerler Müslüman bir toplumda oldukça büyük önem arz etmekte ve insanlar üzerinde olumlu etki yapmaktadır. Din, insan ve toplum hayatında yapıcılık bağlamında fevkalade etkili ve yaptırım gücü kuvvetli olan bir kurumdur. Özellikle de bu konuda dinimizin uygulayıcısı ve tebliğcisi konumunda olan Hz. Peygamber’in hadislerinden istifade etmek elzemdir.

Bu çalışmamızda İslam’da çalışmanın önemi, onurlu ve şahsiyetli duruş sergilenmesi, Kur’ân ve hadislerin dilenciliğe bakışı, dilenciliğin oluşmasında uydurma hadislerin etkileri, din kurumlarının bu konudaki misyonu gibi konular üzerinde durulacaktır.

Anahtar Kelimeler: Dilencilik, din, Hz. Peygamber, mücadele, dini referanslar

 

THE IMPORTANCE OF THE USING RELIGIOUS REFERENCES / RELIGIOUS MOTIVATION TO ACHIEVE THE FIGHT WITH THE BEGGARY

 

            Abstract

The beggary appear very common in today’s Muslims’ society. So common which when you in the Kabe for praying during the hajj, you fall in meet the people who is beggar. It is clear that this sitution is not a pleasant, affirmative and nice table for the Muslims society.

            Undoubtedly to achieve the fight with the beggary it is necessary to take multi-directional and comprehensive precautions and projects. It is not possible to solve this problem only by detective and police force precautions. So, in the fight with the beggary or to cleanup this problem, we have to use the religious references in the maximal degree. This is so, because, in a Muslim society the religous measures are very important and has a positive effect on the people. The religion is a powerful foundation which has an effective power in the life of man and society. Especially, it is necessary to profit from the traditions of the Prophet Muhammed who is the operator of our religion.

            In this study, we will deal with the following subjects: The value of the working in Muslim, the value of the exhibition a honored and personality stand, the view of the Qur’an and traditions for the beggary, the effect of the made-up traditions on the forming of the beggary, the mission of the religious foundations on this topic.

            Keywords: Beggary, religious, the Prophet Muhammed, the struggle, the religious references.

 

 

            Giriş

Bugün diğer İslâm ülkelerinde olduğu gibi, ülkemizde de dilenciliği meslek haline getiren ve sayıları küçümsenmeyecek oranda olan bir kesim, toplumu rahatsız edecek düzeyde hareket etmektedir. Caddelerde, sokaklarda, cami önlerinde dilenmekle kalmayıp, evlerin kapısına kadar gelerek, işyerlerine giderek dilenciliği yaygın hale getirmişlerdir. Halbuki bu kişilerin üzerleri arandığında üzerlerinden çok yüklü miktarda paralar çıkmakta ve bu kişilerin servet sahibi, gayri menkul sahibi oldukları ortaya çıkmaktadır. Dilencilerin en çok istismar ettikleri şey, insanların dinî duygularıdır. Bunlar, karşı tarafı yumuşatmak için dini mesajları kullanır, dini bu işe alet ederek insanları sömürürler. Bazı saf insanlarımız da bunlara para verilmediği takdirde dinen sorumlu olunacağını düşünür. Halbuki tam aksine bunlara hoşgörü göstererek onları bir nevi desteklemiş ve onların yaptıklarını onaylamış oluruz ki, bunun neticesinde de dilenciliğin artmasını engellememiz veya önüne geçmemiz imkansız hale gelmektedir. Çünkü bunlar, bu işi hastalık, meslek ve sanat haline getirmişler ve insanları kandırarak kolay yoldan kazanç elde etme yolunu tercih etmişlerdir.

Toplumumuzda yaygın hale gelen dilenciliğin yok edilmesi veya en azından asgariye indirilmesi herkesin talep ettiği, arzu ettiği bir husustur. Çünkü bu durumdan herkes huzursuz olmakta ve rahatsızlık duymaktadır. Gerçekten bir toplumda muhtaç olan insanlar var ise ve bu insanlar çalışamayacak durumdaysalar toplum, o insanları bulup dilenmeye muhtaç etmeden ihtiyaçlarını gidermelidir. İslâm dini, dilenciliği men etmesi yanında kişilerin bu duruma düşmemesi için çok yönlü/kapsamlı ve köklü tedbirler almıştır. İslâm’ın sunmuş olduğu tedbirler dikkatle incelendiğinde bu tedbirlerin sadece dilencilere yönelik olmadığı, o toplumda yaşayan herkesi ilgilendirdiği bir gerçektir.

Bugün insanlığın karşı karşıya olduğu terör, açlık, çevre kirliliği, yoksulluk, uyuşturucu, alkol, ahlaksızlık gibi küresel bazdaki problemlerin üstesinden gelinmesinde dinden azami derecede faydalanılması bir zorunluluktur. Dini referanslardan bir netice alınmak isteniyorsa dini ilkelerin bir bütünlük içerisinde ele alınması ve uygulanması da şarttır. Örneğin yoksulluk ortadan kaldırılmadığı, işsizlik yüksek düzeylerde devam ettiği, âdil bölüşüm gerçekleşmediği, infak ve tasadduk tam olarak uygulanmadığı ve cehalet hüküm sürdüğü müddetçe ne hırsızlık, ne arsızlık, ne gasb, ne intihar, ne ahlaksızlık ve ne de dilencilik önlenebilir. Bu olumsuzluklar girdabında çaresiz kalan gerçek manada muhtaç insanlar, yoksullar, ameliyat parası bekleyen hastalar, yaşamaktan soğumakta, psikolojik dengeleri bozulmakta, depresyon geçirmekte, intiharı dahi düşünenler olabilmektedir.[1]

I-İslam Dininde Çalışmanın Önemi, Değeri ve Gerekliliği

Yeryüzünde her canlı, hayatını/varlığını sürdürebilmesi için kendi çapında çalışmaya muhtaçtır. Eşref-i mahlukat olan insan da hayatını sürdürmek ve ihtiyaçlarını karşılamak için çalışmak mecburiyetindedir. İslam dininin temelinde hem dünya, hem âhiret için çalışmak vardır. İnsan bu dünyaya dinlenmeye, tembellik yapmaya değil, çalışmaya gelmiştir. Çalışmadan ne dünya nimetlerine, ne de âhiret nimetlerine nâil olunamayacağı gibi, neticede dünya-âhiret saadeti de elde edilemez. Her yaptığının ve yapmadığının hesabını verecek olan insanın, var oluş amacı, dünya ve âhiret hayatı için çalışmak ve dâreyn saadetini elde etmektir. İnanan kişi, manevi görevi gereği başkasının sırtından geçinen asalak değil, çalışan, üreten ve başkalarına faydalı olandır. Bu, insanca yaşamanın bir yoludur. Tembellik sonucunda başkalarına muhtaç duruma düşmek kadar bir zillet düşünülemez.

İslâm’da çalışan ve kazanan, yani üreten insan, Allah’ın sevgili kuludur.[2] En kötü şartlar altında dahi çalışmak başkalarına yük olmaktan daha iyi görülmüştür.[3] Şunun iyi bilinmesi gerekir ki, dünya ve âhiret için çalışmak dini bir vecibedir. İslam dini, hangi meslekten olursa olsun meşrû olduğu takdirde rızık temin etmenin bir ibâdet olacağını ilan etmiştir. Kişinin çalışması ve kazancını araması, ilim öğrenmesi gibi her müslümanın üzerine farz olarak görülmüştür. İslam fıkhına göre, bir kimsenin kendisine, âilesine ve borçlarını ödemeğe yetecek kadar kazanç sağlaması farzdır. Fakirlere ve akrabaya yardım etmek için farz olan miktardan daha fazla kazanç sağlamak müstahaptır. Güzel bir hayat yaşamak için daha da çok kazanmak mübahtır.[4] Çalışma sadece ferdi ihtiyaçları değil, aynı zamanda sosyal ihtiyaçları da gidermeye yöneliktir. İnsanlara fayda sağlayan bir işte çalışan kimse, yerine getirilmesi gerekli kifaye bir farzı işlemektedir. Bu görev ihmal edilirse bütün cemiyet sorumlu olmuş olur.[5] Böyle bir dine sahip olan bazı insanlar nasıl oluyor da sefil ve zelil bir hayatı tercih edebiliyorlar?

Kur'ân ve hadisler, insana çalışmayı emretmiş, miskinliği, ataleti ve tembelliği yasaklamıştır. “Nefsimi azdırmayayım” diyerek bir lokma-bir hırkaya razı olmak, çalışmamak, tembellikten doğan fakirliği meziyet kabul etmek gibi İslâm’ın izzetine ters düşen düşünce ve davranışlara rağbet etmek gibi bir anlayış hiçbir yönüyle İslâm’a mal edilemez.[6] Kur'ân-ı Kerim’de çalışmayla ilgili pek çok âyetin var olduğunu görmekteyiz:  “İnsan için çalıştığının karşılığından başka bir şey yoktur. İnsanın yaptığı amelinin karşılığı mutlaka görülür, sonra yaptıklarının karşılığı ona tamamen verilecektir.”[7] “Herkese kazandığının karşılığı verilir ve onlara haksızlık edilmez.”[8] “Şüphesiz Ben, erkek olsun, kadın olsun içinizden çalışanın amelini zâyi etmem”[9] “(Cuma) namazı kılınınca artık  yeryüzüne dağılın ve Allah’ın lütfundan (fadlından nasibinizi) arayın”[10] Başka bir âyette de şöyle buyruluyor: “Allah’ın sana verdiği nimetlerle ahiret yurdunu da gözet. Dünyadaki nasibini de unutma.”[11] İslâm’da dünyadan el-etek çekme anlayışına asla yer yoktur. Çünkü Hz. Peygamber ruhbanlığın dinde yerinin olmadığını belirtmiştir.[12]

Hz. Peygamber hadislerinde en güzel, en temiz ve en onurlu kazancın el emeği, alın teri ile elde edilenin[13] ve bu yolun peygamberler yolu olduğunu belirtmiştir. “Hiçbir kimse elinin emeğinden daha hayırlı lokma yememiştir. Allah’ın peygamberi Dâvûd aleyhisselâm da kendi elinin emeğini yerdi.”[14] “Yediğiniz en temiz lokma, kendi kazancınızdan olan lokmadır.”[15] “İnsanın yiyip içtiklerinin en helal (ve bereketli) olanı, çalışıp kazanarak elde ettiğidir.”[16]

İslâm’daki mali ibâdetleri, hayır-hasenât işlerini yerine getirmek, onların sevabına nail olmak, ancak çalışma sayesinde ve bunun neticesinde mal-mülk sahibi olmakla mümkündür. Kur'ân-ı Kerim ve hadisler, bu tür mâlî ibadetleri yapmaya teşvik etmektedir. Hz. Peygamber, kişinin fakire ve yoksula yardım için çalışmasını Allah yolunda cihad, gündüzleri oruç ve geceleri namazla geçirme ile âdeta bir tutmuştur.[17] “Dul kadınların ve fakirlerin nafakalarını kazanmaya koşan müslüman kimse, Allah yolunda savaş eden mücâhid gibidir, yahud gece namazlı, gündüz oruçlu âbid gibidir.”[18] Dolayısıyla Hz. Peygamber, ashabına dilenmemeyi ve onurlu bir hareket olan çalışmayı öğretmiş ve tavsiye etmiştir.[19] Çalışan ve kazanç sağlayan kişi, aynı zamanda başkalarının maslahatlarını da gerçekleştirme imkanına sahiptir.[20] “Her müslümanın sadaka vermesi (hayır yapması) gerekir.” Etrafındakiler sordu: “Ey Allah’ın Nebisi ya hayır yapacak malı yoksa.” Hz. Peygamber“O zaman çalışsın. Böylece hem kendine faydalı olmuş olur, hem de başkasına tasadduk eder.”[21] buyurdu. “Sen ev halkına bir harcamada bulunduğun zaman şüphesiz ki, ondan sevap alırsın, hatta hanımının ağzına verdiğin lokmadan bile.”[22] Aksi takdirde çoluk-çocuğunun geçimini ihmal etmesi, onları mağdur ederek başkalarına muhtaç etmesi de kişiye vebal getirmektedir. Nitekim “Geçindirdiği kimseleri ihmal etmesi kişiye günah olarak yeter.”[23]  buyrulması da bu gerçeği ifade etmektedir. “Vârisleri zengin bırakman, onları muhtaç ve insanlara el açar bırakmandan iyidir.”[24]

            Hz. Peygamber, aynı zamanda tembellikten, âcizlikten ve fakirlikten Allah’a sığınmıştır. Bu olumsuzlukların kendisine sirayet etmemesi için duada bulunmuştur. “Allahım! âcizlikten, tembellikten, korkaklıktan ve ihtiyarlıktan Sana sığınırım”[25] “Fakirlik fitnesinin şerrinden Allah’a sığınırım.”[26] “Fakirlikten, kıtlıktan, zilletten ve zulüm (kötülük) etmekten, zulme (kötülüğe) uğramaktan Allah’a sığının.”[27] Aynı zamanda Hz. Peygamber, fakirliği âdeta itikâdî bazda  tehlikeli ve riskli görmüştür. “Fakirlik neredeyse küfür olacaktı.”[28] “Allahım fakirlik ve küfürden/inançsızlıktan Sana sığınırım.”[29] Cahiliye döneminde fakirlik korkusuyla çocukların canına kıyıldığını haber veren iki âyet-i kerime, yoksulluğun insanı cinayetlere kadar sürükleyebildiğini göstermesi açısından dikkat çekicidir.[30] Dolayısıyla fakirliğin, bireyler ve toplumlar için sosyal, siyasal, ekonomik, kültürel, inanç ve ahlak açısından büyük bir tehdit oluşturduğu bir gerçektir.[31]

Çalışıp kazanmak suretiyle ileri ve güçlü bir cemiyet olmanın, Allah ve Rasulünün kesin emri olduğunu gönülden kabullenen ilk Müslümanlar, bir ibadet şevki ile çalışmaya koyulmuşlar ve başlangıçta ciddi geçim sıkıntısı çekmelerine rağmen kısa bir süre sonunda en büyük orduları dize getirecek kadar gelişip güçlenmişlerdir. O kadar ki, daha İslam’ın 50. yıllarında sadaka ve zekat verilecek fakirlerin bulunmadığı zamanlar olmuştur.[32] Örneğin, Ömer b. Abdülaziz (ö.101/719) döneminde zekât verecek kimse bulunamayacak kadar toplum, maddi refah seviyesine yükselmişti.[33] Çünkü onlar Hz. Peygamber’in “Kuvvetli mü’min, zayıf mü’minden daha hayırlı ve daha sevimlidir”[34] “Üstteki el (veren el), alttaki elden (alan el) daha hayırlıdır.”[35] hadislerini hayatlarında fiili olarak uygulamışlar ve bunun semeresini de almışlardır. Vermek varlık sahibi olmayı gerektirdiği gibi varlıklı ve güçlü olmanın yolu da çalışmaktan geçmektedir.

Kısaca diyebiliriz ki kişi, dünya ve ahiret saadetini kazanmak istiyorsa ve her iki dünyada sefalet içinde rezil ve zelil olmak istemiyorsa soylu ve onurlu bir davranış olan çalışmayı kutsal bir eylem olarak kabul etmelidir. Hadislerde kendi yaşamını kimseye muhtaç olmadan, başkasına el-avuç açmadan, şeref ve haysiyetiyle, alın teri ve emeğiyle kazanan, üretime katkıda bulunan kişi övülmüş ve örnek gösterilmiştir. Çünkü çalışmak, insana izzet ve şeref, tembellik ise, insan fıtratına aykırı olduğundan zillet ve felâket getirir.

II-Hayatı Onur, İffet ve İzzet Sahibi Olarak Yaşamanın Önemi     

Dinimiz, bize bu dünya hayatını onurlu, şahsiyetli, iffetli, namuslu, şeref ve haysiyetli bir şekilde yaşamamızı öngörmüştür. Aksine ezilen, sömürülen, aşağılanan, itilip-kakılan, horlanan bir durumda olunmamasını istemiştir.  Dilencilik, bizatihi kötü bir şey olduğu gibi, aynı zamanda kişinin onurunu, şeref ve haysiyetini küçük düşürücü bir olgudur. Kur'ân-ı Kerim, insana üstünlük ve izzet payesini vererek inanan kişinin zillet içerisinde değil, onurlu ve izzet sahibi olması gerektiğini şöyle vurgular:“İzzet (şeref, kuvvet ve kudret), Allah içindir, Allah’ın peygamberi ve mü’minler içindir.”[36] Kur'ân’da haya sahibi, iffetli, şeref ve haysiyetli fakir övülerek ve takdir edilerek şöyle anlatılır: “(Yapacağınız hayırlar) kendilerini Allah yoluna adamış, bu sebeple yeryüzünde kazanç için dolaşamayan fakirler için olsun. Durumlarını bilmeyen kimseler, iffetlerinden dolayı onları zengin zanneder. Sen onları simalarından tanırsın. Çünkü onlar, yüzsüzlük ederek bir şeyler istemez.”[37]

Benzer ifadeler şu hadis-i şerifte de yer almaktadır: “Miskin bir iki lokma veya bir iki hurma için kapı kapı dolaşan kimse değildir. Asıl miskin, ihtiyacını karşılayacak bir şeyi bulunmadığı halde, durumu bilinmediği için kendisine sadaka verilemeyen ve kendisi de kalkıp insanlardan bir şey istemeyen kimsedir.”[38] Bu tür iffetli haya sahibi ihtiyaç içerisinde olanlar, kendi hallerine bırakılmayıp mutlaka araştırılıp bulunmalı ve ihtiyaçları karşılanmalıdır. Haya sahibi, tok gözlü ve üstün nitelikli insanlar her zaman ve her yerde onurlu ve şahsiyetli tavırlar içerisinde olurlar.  Dolayısıyla Hz. Peygamber, insanları kendi emekleriyle geçimlerini kazanmaya teşvik etmiştir. Peygamberimiz bir hadisinde buna işaret ederek “Allah, mü’min, fakir ve iffetli olan kulunu sever.” buyurmuştur.[39] Bu hadisin mefhumu muhalifinden iffetsiz olanı sevmez manasını rahatlıkla çıkarabiliriz. Hadislerde iffetsizlik, hayâsızlık, aç gözlülük, tamahkarlık, yüzsüzlük kınanmıştır. Bir gün Ensardan bazıları Hz. Peygamber’e gelerek kendisinden bir şeyler istediler. O da onlara verdi. Sonra yine istediler, O yine onlara verdi. Nihayet yanındaki şeyler tükenince şöyle buyurdu: “Yanımda olan bir malı sizden saklayacak değilim. (Ancak) kim iffetli olmak isterse, Allah ona iffet ihsan eder. Kim halktan istiğna ederse, Allah onu zengin kılar. Kim sabırlı olmaya çalışırsa Allah ona sabır bahşeder. Hiçbir kimseye sabırdan daha hayırlı ve sabırdan daha geniş bir nimet verilmemiştir.”[40]

İslâm dini, herkesin iş-güç sahibi olmasını, insanca yaşamasını, asgari bir geçim standardına sahip olmasını savunmuş ve temel ihtiyaçlarını karşılayabilecek düzeyde olmasını istemiştir. Bu onurlu ve haysiyetli yaşamanın bir gereğidir. Bunu hadislerinde beyan eden Hz. Peygamber, “Bizim işimizde çalışan bir kimsenin; hanımı yoksa evlensin, kimin de evi yoksa kendisine bir ev edinsin, kimin de hizmetçisi yoksa bir hizmetçi tutsun.”[41] buyurarak insanca yaşamak için belli bir standart belirlemiştir. Hadis şârihi Hattâbî (ö.388/988), bu hadisin açıklamasında devletin, bu imkanları çalışanına bir şekilde sağlaması gerektiğini ifade eder.[42] İslâm’da ferdin her şeyden önce kendi kendine yeterli olması istenir. Başkalarına yük olan insan kınanır. Peygamberler dahi kendi el emekleriyle geçinmişlerdir. Çalışmak ibadet sayılmış ve ona maddi sonucunun ötesinde sonsuza uzanan bir boyut daha verilmiştir. Çoluk-çocuğu için çalışanın Allah yolunda olduğu ifade edilmiştir.[43]

İslâm, elde olmayan sebeplerden dolayı fakir, yoksul ve ihtiyaç sahibi kişileri yalnız bırakmamış, onların ihtiyaçlarını karşılamak için gerekli tedbirleri almıştır. Bu tedbirler arasında devlet yardımı, zekat, fıtır sadakası, fidye, kurban, farz veya vâcip olmayan sadakalar, kefaretler, vakıflar gibi zorunlu olan ve olmayan ibadet şekilleri vardır.[44] Kardeşlik anlayışı da burada önemli bir rol oynamaktadır. “Mü’minler birbirlerini sevmekte ve merhamet etmekte bir vücut gibidir. Onun herhangi bir uzvu rahatsızlandığı vakit, diğer uzuvları da rahatsız olur ve onun için ızdırap çekerler.”[45] Ünlü âlim Serahsi, eserinde çalışma gücünden yoksun olan ve gerçekten ihtiyaç sahibi olanların karınlarını doyurmanın insanlar üzerine farz olduğunu beyan eder. Eğer bir muhitte bu durumda (âciz) olan bir kişi ilgisizlik sebebiyle açlıktan ölürse durumunu bilenler buna lakayt kaldıkları için hepsi bu günaha ortak olurlar. Ancak bazı insanlar ilgilenir ve yardım ederlerse o farz diğerlerinin üzerinden düşer. Yine âciz olan böyle bir kişinin açlıktan ölmemek için istemesi farzdır. Eğer bunu yapmayıp açlıktan ölürse günahkar olur.[46]

İslâm tarihinde Hz. Peygamber döneminden itibaren toplumda fakirlerin gözetilip korunması ve fakirlikle mücadele edilip toplumda muhtaç kimsenin bırakılmaması yönünde ciddi tedbirlerin alındığı bilinmektedir. Bir hadiste “Kim geride bakıma muhtaç kimseler bırakırsa, onların bakımı bize, geride mal bırakanın malı da mirasçılarına düşer.” buyrulmuştur.[47] İslâm dini, yoksullukla mücadeleyi hem ferdî hem de toplumsal bir vazife olarak ortaya koymuş; bununla da kalmayıp yoksula yardım etmeyi, fakiri doyurmayı ve barındırmayı ibâdetin bir parçası haline getirmiştir.[48] Muhacirlerle Ensar arasında kardeşlik kurulması, kölelerin azat edilmesi, kamu yararına vakıf ve yatırımların teşvik edilmesi, infâk tasadduk gibi fakirleri korumaya ve gözetmeye yönelik mükellefiyetler, gerektiğinde borçlu ve fakirlere devlet bütçesinden destek sağlanması da bu tedbirler arasında sayılabilir.[49] Kur'ân ve hadislerde infak eden, başkalarıyla malını paylaşan ve sahip oldukları bu özelliklerinden dolayı hem övülür hem de örnek olarak takdim edilir: “Ancak iki kişi gıpta edilmeye değer: Birisi, Allah’ın kendisine Kur’ân ihsan ettiği ve gece-gündüz onunla meşgul olan (onu okuyan, onunla amel eden) kimsedir. Diğeri de Allah’ın verdiği malı gece-gündüz (fakirlere) infak eden kimsedir.”[50] “Servet bir müslüman için ne güzel arkadaştır. Yeter ki, o servetinden fakire, yetime ve yolcuya vermiş olsun”[51]

III- Dilencilikle Mücadelede Dinin Etkinliği

Toplumumuzda çaresiz kaldıklarından dilenenler olduğu gibi, dilenciliği meslek edinenler de mevcuttur. Yollarda, kavşaklarda, cami kapılarında avuç açıp dilenenler arasında, bu yoldan kazandıkları paralarla büyük servet sahibi olanlar bulunduğu gibi sakat insanları ve özellikle çocukları dilenmeye zorlayanlar, hatta sırf dilencilik yaptırmak için çocukları sakat hale getirenler de vardır.[52] Dilenciliği meslek haline getirenlerin tek gayeleri mal toplamaktır. Bunların dilenmeleri haram olduğu gibi, halkın onlara vermesini de haram kabul edenler olmuştur.[53] Hz. Ömer bir gün kapısına gelen bir dilencinin doyurulması için hizmetçisine emir verir. Doyurulduktan sonra adamın tekrar dilendiğini işitince hizmetçisine, “Sana şu adamı doyur demedim mi?” diye çıkışır. Hizmetçi, adamı doyurduğunu söyleyince Hz. Ömer dilenciye bakmış ve elinin altında ekmekle dolu bir çuval görmüştü. Bunun üzerine öfkelenerek, “Sen ihtiyacından dolayı dilenen biri değil tüccarsın!” dedi ve adamın çuvalını çekip içindekileri sadaka develerinin önüne boşalttı. Ardından da eline sopayı alarak adamı dövdü. Bir yandan da, “sen dilenci değil tüccarsın!” diyordu.[54]

Cahiliye Arap toplumunda insanlardan bazıları, çalışmayı ayıp sayar, çalışmanın kötü ve hakir bir şey olduğunu sanırlardı. Âdeta dilenmeyi başkalarına avuç açıp yüzsuyu dökmeyi çalışıp kazanmaya tercih ederlerdi. İslâm, gelir gelmez onların yanlış ve zararlı bir anlayış içerisinde olduklarını açıkça beyan etmiştir. Çalışmanın çok faziletli bir davranış olduğunu, tembel tembel dolaşıp başkalarına el açmanın daha ayıp olduğunu onlara gayet güzel ve ikna edici bir şekilde anlatmıştır. Hangi meslekten olursa olsun meşrû olduğu takdirde rızık temin etmenin bir ibâdet olacağını onlara öğretmiştir.[55]

Şu bir gerçektir ki, din, iki cihân saâdeti demek olduğu cihetle İslâmiyetle zillet ve sefâletin uzlaşma kabul edemeyeceği muhakkaktır. Hakikî din ile izzet ve servet ikizdir. Hakikî din ile sefâlet ve zillet bir arada olamaz. Din, müslümanları dünya saâdetini de temin edecek yollara sevk ettiğinden bittabi zillet ve meskenete çıkan yollar İslâm dini kapsamına dahil olamaz. Din yükseldikçe ilerleme ve gelişme olmuş, din gerilemeye başlayınca, dini anlayan ulemâ kalmayınca din ile beraber müslümanlar da gerilemeye ve sefalete doğru sürüklenmişlerdir.[56] 

İslam dini, toplumda var olan tüm mazlumlarla, ezilen kesimlerle, acizlerle, kölelerle, fakirlerle, yetimlerle, engellilerle ilgilenmiş ve onların dertlerine/sıkıntılarına çözümler getirmiş bir dindir. Bu dinin tebliğcisi olan Hz. Peygamber, derdi, sıkıntısı ve sorunu olan insanların hep yanında olmuştur.  Şayet çözüm kendisinde mevcut değilse, elinden bir şey gelmiyorsa o kişiyi sorunuyla baş başa bırakmayıp, o sorunu giderecek başka bir kişiye havale eder, ama mutlaka o kişinin sıkıntısını hallederdi. Sosyal dayanışma ve yardımlaşmaya son derece önem veren İslam dini, yoksulla, yetimle, dulla yakından ilgilenmiş, ihtiyaç sahibi olan kişilerin hallerine çözümler sunmuş ve bu alanlarda çok önemli ilkeler getirmiştir. Ancak bunlara uyulmadığı ya da bunların yanlış anlaşıldığı zamanlar da sıkıntı ve problemler yaşanmıştır. Örneğin, bugün İslâm’ın yetimlerle ilgili getirmiş olduğu ilkeleri göz ardı ettiğimiz için tarihimizde hiç yaşamadığımız, daha önce ismini dahi bilmediğimiz sokak çocukları sorunuyla karşı karşıya gelmişizdir. Bir gazetede çıkan habere göre, ülkemizde yılda 500 bebeğin sokağa atılması herkesi düşündürmelidir. Halbuki bizim medeniyet tarihimizde yetimhanelere, çocuk esirgeme kurumlarına, huzur evlerine rastlanmamaktadır. Bu kurumlar Osmanlı döneminin son 30 yılında ortaya çıkmıştır. Çünkü herkes yakınına sahip çıkmış ve bu görevi ibadet aşkıyla yerine getirmiştir. Toplumun belli bir kesimi fakirlikle ve açlıkla pençeleşirken öte taraftan diğer bir kesimi de israf içerisinde boğulmaktadır. Örneğin bir günde 12 milyon ekmeğin çöpe atılması hem üzücü, hem de düşündürücüdür. Halbuki yukarıda geçtiği üzere İslâm’ı bir bütünlük içerisinde hakkıyla uyguladığımız ilk dönemlerde beşinci halife olarak bilinen Ömer b. Abdülaziz zamanında öyle müreffeh bir hayat yaşanmış ki, zekat ve fitre verecek insan bulunamamıştır. Hatta Ömer b. Abdülaziz’in, tüccarlar dışında hemen herkese maaş bağladığı ifade edilmektedir.[57]

Peygamber (s.a.v.), hadislerinde çok sık olarak İslâm’ın bir hayat dini ve hayatın da mücadele olduğunu vurgulamıştır. O’nun nazarında tembel, miskin, uyuşuk ve pısırık bir kişi yaşayan ölüdür. İslâm meskenet ve mezellet dini değildir.[58] Bu evrensel mesajların/ilkelerin uygulandığı dönemlerde maddi ve manevi refah seviyesi yaşanmış, dilencilik en aza inmiştir. Osmanlı ülkesini gezen Avrupalı seyyahlar, Türkler içerisinde dilenci olmadığı, olanlarında başka milletlere mensup olduğunu söylemişlerdir. Bunun sebebinin de onların tespitine göre, Türklerin hayır hasenât işine çok düşkün olmalarıdır.[59]  Örneğin ecdadımız muhtaç kişilerin ihtiyaçlarının karşılanması için belli yerlerde sadaka taşları tesis etmişler, ihtiyaç sahipleri buraya (daha çok gece) giderek ihtiyacı kadar alır, fazlasını almazmış. Dolayısıyla burada hiçbir zaman para eksik olmazmış. Aynı zamanla bu usul sayesinde parayı alan ve veren de bir birlerini görmezlermiş.[60] Zor durumda kalan kimseler sıkıntılarını bertaraf etmek için başkalarından yardım isteyebilirler. Yardım istemek ile dilencilik aynı şey değildir. Dilenciliği bir meslek haline getirmek, bir kazanç kapısı haline getirmek işte en kötü olan da budur.

Gücü yerinde işsizlere zekât malından sermaye, sanat ve meslek âletleri gibi imkânlar sağlamak ve iş temin etmek mümkündür. Zekât mallarıyla işsizlere çalışıp kazanacakları bir iş ve meslek eğitimi verilebilir. İşsizlerin çalışabileceği fabrika, atölye, ticarethane, çiftlik gibi yerler açılabilir ve bunlar zamanla kısmen veya tamamen onlara mülk olarak devredilebilir. Böylece işsizlik, dilencilik ve yoksulluk zekât mallarıyla ameli olarak önlenmiş ve herkese şerefli bir kazanç imkânı sağlanmış olur.[61]

İslâm hukukçuları, çalışmayarak dilencilik yoluyla geçimini sağlamaya çalışanların devlet tarafından çalışmaya zorlanmaları gerektiğini söylemişlerdir. Eğer, çalışacak iş bulamamaları sebebiyle dileniyorlarsa, bunlara iş temin etmenin tüm cemiyete, özellikle zenginlere düşen bir yükümlülük olduğu belirtilmektedir.[62] Dinimizde çalışabilecek durumda olan bir kişinin dilenmesi kesinlikle yasaklanmıştır.[63] Başkalarının el emeğine dayalı olarak yaşamak, hiçbir zaruret olmadan ve çok geçerli bir mazeret bulunmadan yapılan dilencilik, İslam’a göre en çirkin geçim yollarından biridir. Çünkü bu,  iş ve emek olmadan elde edilen bir rızıktır. Halbuki Allah Rasûlü, başkasına iyilikte bulunup veren kimseyi, alan kimseden daha üstün saymıştır.[64]

IV-Kur'ân-ı Kerim’in Konuya Bakışı

Kur'ân-ı Kerim’de, hadislerde olduğu gibi dilencilikle ilgili geniş ve detaylı açıklamalar söz konusu değildir. Diğer manaları dışında dilencilikle (sâil kelimesiyle) ilgili beş âyet söz konudur. Dört âyette isteyen, dilenen anlamında, bir âyette ise fiil (yani istemezler, dilenmezler) anlamında kullanılmıştır.Mallarında, muhtaç(sâil) ve yoksullar için bir hak vardır.”[65] “Mallarında isteyene ve (istemediği için) mahrum kalmışa belli bir hak tanıyanlar.”[66] “Öyleyse yetimi sakın ezme. İsteyeni de sakın azarlama.”[67] Bu üç âyet-i kerimde her zaman zor durumda kalan yoksulun olacağı ve bunların yardım talep edeceği söz konusu edilmektedir. Yoksa dilenciliği meslek haline getiren insanlar kastedilmemektedir. “(Yapacağınız hayırlar) kendilerini Allah yoluna adamış, bu sebeple yeryüzünde kazanç için dolaşamayan fakirler için olsun. Durumlarını bilmeyen kimseler, iffetlerinden dolayı onları zengin zanneder. Sen onları simalarından tanırsın. Çünkü onlar, yüzsüzlük ederek bir şeyler istemez.”[68] Son âyet-i kerimede verilmek istenilen mesajın, dilenciliğin onur kırıcı bir şey olduğu ve kınandığı dile getirilmekle beraber ihtiyaç sahibi olduğu halde insanlardan hiçbir şey istemeyen ve bu durumunu da insanlara belli etmeyen iffetli, haya sahibi yoksuldan da övgüyle ve takdirle bahsedilmektedir.

Kur'ân-ı Kerim’de ayrıca ihtiyaç sahibi manasında fakir ve miskin kelimeleri de geçmektedir.[69] Kur'ân-ı Kerim’in en çok üzerinde durduğu husus, vermek istediği mesaj, ihtiyaç sahiplerinin korunup kollanması, onlara sahip çıkılması, onları aç ve açıkta bırakılmamasıdır. Özellikle infak ve tasadduk üzerinde yoğun olarak durulmaktadır. İslâm, ihtiyaç sahibine insan gözüyle baktığı ve toplumda onun da insanca yaşama hakkına sahip olduğu olgusunu benimsediği için onlara maddi ve manevi yardım yapılmasını her zaman teşvik etmiştir. Yoksul, yetim ve miskinin korunması ve sahiplenilmesi istenmektedir.“Yoksulu doyurmaya teşvik etmezdi.”[70] “İşte o, yetimi itip kakar, yoksulu doyurmaya teşvik etmez;”[71]Bir de  akrabaya, yoksula, yolcuya hakkını ver. Gereksiz yere de saçıp savurma.”[72] “O halde sen, akrabaya, yoksula, yolda kalmışa hakkını ver. Allah’ın rızasını isteyenler için bu, en iyisidir. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.”[73] Öyle anlaşılıyor ki, bu âyetlerde zenginin malında yoksulun hakkı olduğu vurgulanır. Kur'ân-ı Kerim’de cömert, paylaşan, isâr sahibi insanlar çokça zikredilmekte ve övülmekte olup, müslüman zengin müslümanca tavrından dolayı  bir nevi örnek olarak gösterilmektedir. Başkasına el-avuç açan, başkalarının sırtından geçinen insanlar ise övülmemektedir. Övülenler ve örnek gösterilenler hakkında pek çok âyet ve hadis söz konusudur. Hz. Peygamber, bir hadisinde “Yemeğin en kötüsü zenginlerin dâvet edilip fakirlerin terkedildiği velime yemeğidir.”[74] buyurarak yoksulların her zaman gözetilmesinin ve onların dışlanmamalarının gerekliliğini vurgulamıştır.

Kur'ân, servetine mağrur olup şımaran Kârun’u ya da Kârun gibileri, sahip oldukları aşırı servetlerden dolayı kınamaz; bilakis onlar fakir ve fukaranın alın teriyle zenginleştikleri halde, bu mağdur kesimleri korumadıkları, gözetmedikleri, yaşadıkları yoksulluk sıkıntılarının giderilmesi için üzerlerine farz kılınanı yerine getirmedikleri ve bu sûretle Allah’a isyan ettikleri için “kötü zenginler” olarak takdim eder. Yine Kur'ân, bu tür niteliklere sahip zenginleri, Allah’a inandıklarını söyleseler, ibâdet de yapsalar dinde yalancı ve riyakâr olarak vasıflandırır ve onları kınar.[75]  Hz. Peygamber, eğitim öğretim faaliyetine Mekke’de başladığı zaman, iki önemli husus getirmişti. Biri, imân yani tek Allah’a imân etmek, diğeri de içtimai hayatta bu imânın gereği neyse onu yapmaktır. İkisi birbirine bağlıdır. Onun için sık sık okuduğumuz “Eraeytellezi yükezzibübiddin” (dini yalanlayanı gördün mü?) ifadelerinde[76] hem imân etmek hem de yoksula aldırmamak, bu mümkün değildir. Kişi bu durumda imândan çıkmaz, ama böyle bir imânın içtimai boyutu yoktur. Musa Carullah, imânı, aynı zamanda içtimai imân diye tarif eder, sosyal boyutu olan bir imân. O halde “Elhamdülillah” ben müminim, yoksula aldırmam, engelliye aldırmam, zekata aldırmam, yardıma aldırmam demek doğru olmaz.[77] İmân aksiyon olmayı, faal olmayı gerektirir. Varlıklı kimseler yani zenginler, yoksulları düşünüp onlara gereken yardımı yapmazlarsa o toplumda sosyal dengenin bozulması kaçınılmaz olur, karşılıklı sevgi, saygı ve kardeşlik duyguları yok olur. Dolayısıyla böyle bir toplumda yani sosyal adâletin sağlanamadığı bir toplumda husûmet, kin ve nefret duyguları hâkim olur.

Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz ki, devlet ve gerekse toplumun sivil kesimini temsil eden vakıf ve derneklerin, aç ve yoksul insanları kendi başlarına bırakmamaları, onlara onurlarını koruyacak şekilde yardımcı olmaları, yaralarını sarmaları ve yoksulluğun giderilmesi için araştırmalar yapıp projeler üretmeleri, toplumumuzun selameti ve geleceğe güvenle bakması açısından önemli bir toplumsal görevdir. Toplumda aç olanı doyurmak, çıplak olanı giydirmek, hasta olanı tedavi ettirmek, bekâr olanı evlendirmek, evsiz kalanı ev sahibi yapmak ve okumak isteyeni de okutmak, devletin ve sivil toplumun en temel görevlerindendir.[78] Ancak bu imkânlar sağlandıktan sonra ısrarla kapı kapı dolaşıp dilenenler bu davranışlarından vazgeçmeleri için cezalandırılmalıdırlar.

V-Hadislerin Konuya Bakışı ve Hadislerin Dilenciliği Yasaklaması

Hadis kaynaklarını tetkik ettiğimizde dilencilikle ilgili pek çok hadisle karşılaşmaktayız. Bu hadislerin bir kısmı bu duruma gelmiş insanlara bu durumdan kurtulmak için alternatifler, çareler sunmakta, bir kısmı kişinin onur ve izzetini koruması gerektiği üzerinde durmakta, bir kısmı da çok açık olarak dilenciliği men etmektedir. Bazı muhaddisler, kitaplarında “dilenciliğin men edilmesi, kerih/çirkin görülmesi, yasaklanması” şeklinde bâblar açarak hadislerden anladıklarını bâb başlıklarına yansıtarak konuya dikkat çekmişlerdir.[79] Hatta muhaddislerden Dârimi, “Varlıklı olduğu halde dilenen kimseye sert davranmak.” şeklinde bir bâb başlığı da dikkat çekicidir.[80]

Hz. Peygamber, yaşadığı dönemde devlet başkanı olduğu için ihtiyaç sahiplerini her zaman gözetmiş, gerçekten ihtiyaç sahibi olanlara vermiş, kimseye hayır dememiştir. Çalışabilecek durumda olanları da çalışmaya yönlendirmiştir. Hadis kaynaklarında Hz. Peygamber’in, dilenciliği men eden, tasvip etmediğini gösteren pek çok hadisi vardır. Bir hadiste “Sizden herhangi birinizin sırtına bir bağ odun yüklenip satması, herhangi bir kişiden dilenmesinden daha hayırlıdır.”[81] buyrulmuştur. İnsanın, şeref ve haysiyetini, zillet ve hakaretten korumak hususunda hiçbir din, İslâm kadar büyük titizlik göstermemiştir. Hz. Peygamber, insanları dilenerek değil de şeref ve haysiyetli bir yol olan kendi emekleriyle geçimlerini kazanmaya çağırmış ve bunun daha hayırlı olduğunu ifade etmiştir. Çünkü dilencilik, insanın şeref ve haysiyetini yıkan ve onu minnet veya zillet altına iten bir geçim vasıtasıdır.[82] Hz. Peygamber, hadiste ihtiyaç sahibi kişilere çalışma konusunda bir eğitimci olarak alternatifler göstermekte ve hiçbir mesleğin hakir görülmemesini bir nevi imâ etmektedir. Hangi meslek olursa olsun küçümsenmez ve o mesleği yapan ayıplanmaz.

Aşağıda vereceğimiz hadisler dilenciliğin hem bu dünyada, hem de öte dünyada ne kadar çirkin bir şey olduğunu ve ahirette bu kişilerin karşılaşacakları azabın ne kadar kötü olduğunu ifade etmede yeterlidir. “Her kim malını çoğaltmak için insanlardan mallarını isterse o, ancak ateş parçası istemiş olur. Artık ister azını, ister çoğunu istesin.”[83] Eli ayağı tutarken, çalışıp kazanmaya gücü yeterken, yapabileceği iş de varken tembellik edip dilencilikle hayatını sürdürmek, başkalarının verdikleriyle yetinip çalışmamak, insan haysiyet ve izzetine yakışmayan büyük bir zillet ve aşağılıktır. İnsan ilişkilerini olumsuz yönde etkileyen bir hastalıktır.[84] Kadı Iyaz’a göre bu hadisin manası; dilencinin ateşle azap olunmasıdır. Mamafih zâhiri manası da kastedilmiş olabilir. Bu takdirde dilencinin topladığı mallar ateş parçası olarak vücudu onlarla dağlanacaktır.[85]

“Dilenmekten sakınmak isteyenleri Allah iffetli kılar, halka karşı tok gözlü davranmak isteyenleri de Allah, insanlara muhtaç olmaktan kurtarır.”[86] “Dilenmekte ısrar etmeyiniz. Allah’a yemin ederim ki, sizden biri benden bir şey ister, hoşuma gitmemesine rağmen (istediğini) benden koparırsa verdiğim malın bereketini görmez.”[87] Günümüzde de bu tür insanlarla karşılaşırız, sizden bir şey koparmadan peşinizi bırakmaz, adeta sizi vermeye mecbur eder, vermeden kurtulamazsınız. İşte bu insanların haya perdeleri yırtılmış, onur ve izzetleri kalmamıştır. Bu tür insanlara yaptıklarının çok yanlış olduğunu anlatmak gerekir. Peygamberimiz de kendisinden bu şekilde ısrarla istenmesinden hiç hoşlanmazdı. O, böyle yapanlara tepki göstermiş ve bunu yasaklamıştır.

 “İçinizden birilerinin, yüzünde bir parça et bile kalmamış olduğu halde Allah’ın huzuruna çıkacağı güne kadar dilencilik aranızda sürüp gidecektir.”[88] İhtiyacı olmadığı sırf mal toplamak maksadıyla dilenmeyi adeta meslek edinmiş olan yüzsüz kimselerin toplumlarda daima bulunacağı ve böylesi kimselerin kıyamette huzur-i ilahiye yüzlerinde bir parça et bulunmaksızın çıkacağı açıkça ortaya konmaktadır. İskelet haline gelmiş bir yüz, korkunç derecede çirkin ve ürkütücüdür. Böyle bir durumdan kurtulmanın çaresi ise, hiç şüphesiz dilenciliği terk etmektir.[89]

“Kim bana halktan hiç bir şey dilenmeyeceğine dâir söz verirse, ben de ona cenneti garanti ederim.”[90] Bu hadis de ilginç mesajlar vermekte ve dilenmemenin, insana getireceği kazanımı ifade etmektedir. Çünkü dilenmemek kuvvetli bir iradeyi ve olgunluğu gerektirmektedir. Hz. Peygamber, sahabeyi bir yerde eğitmektedir. Bu işlerden kendini alıkoyamayan insanları anlatarak, ikna ederek, kötülüklerini izah ederek kısaca ahlak eğitimiyle o huylardan koparmaya çalışmaktadır.

“İhtiyacı olmadığı halde her kim başkalarından yardım isterse, kıyamet gününde yüzü yırtık ve tırmalanmış olarak Allah’ın huzuruna gelecektir.”[91] Dilenciliği meslek/alışkanlık haline getiren ve insanların merhamet duygularını kullanarak bu yolu ısrarla devam ettirenlerin ağır cezaya çarptırılacakları hadiste açıkça beyan edilmektedir. Böylesine bir cezanın verileceği haberinden kaç dilencinin haberi var acaba?

Müslüman olan, yeterli geçime sahip kılınan ve Allah’ın kendisine verdiklerine kanaat etmesini bilen kurtulmuştur.”[92] Yani Allah’ın kendisi için takdir ettiğine razı olan, bununla geçinmeye çalışan ve kanaat sahibi olan kurtulmuştur. Bu duygulara sahip olmayan bir kişi sürekli hata yapar ve neticede huzurlu olamaz. Hz. Peygamber, ashâbdan inanç, ibâdet ve itaat konularında zaman zaman biat aldığı gibi bir seferinde “Kimseden bir şey istememeyi de” ilave etmiş ve bu hususun önemine dikkat çekmiştir.[93]

“Dilenmek yüz karasıdır, kişi dilenmek suretiyle kendi yüzünü lekeler, sadece devlet başkanından hakkını istemesi, ya da zaruret sebebiyle dilenmesi böyle değildir.”[94] Burada da kişi, dilenmek suretiyle tırmalanmanın yüzünde izler bıraktığı gibi, kimlik ve kişiliğinde, izzet ve şerefinde kara lekelerin meydana gelmesine sebep olur. Toplum içinde itibarını kaybeder. Bu sebeple kişinin, saygınlığını ve şerefini koruyabilmesi için kimseye yüzsuyu dökmemesi yani dilenmemesi gerekir.[95]

Görülüyor ki, bu hadislerin vermiş olduğu ortak mesaj; dilenciliğin hoş görülmemesi ve insanların çalışmaya teşvik edilmesi istikametindedir. İş yapabilecek ve çalışabilecek durumda olan bir insanın dilenmesi, adeta başkasının emeğine ortak olması ve ondan bir hak iddiasında bulunması demektir. Oysa onun buna hakkı yoktur. Böyle bir durumda dilenmek haramdır. Hadis de “Kimin yanında yetecek malı olduğu halde dilenirse, kendisini ateşe götürecek şeyi çoğaltmış olur.” beyanıyla buna açıklık getirmektedir.[96]

Kur'ân’da olduğu gibi hadislerde de şerefini koruyan yoksullarla fakirliği istismar eden ve dilenmeyi bir kazanç yolu sayanlar arasındaki ahlaki farka dikkat çekilmiştir.[97] Enes b. Mâlik, şâhit olduğu bir olayı şöyle anlatır: Allah Rasûlü’nün (s.a.v.) yanına ensârdan dilenci bir adam geldi. Allah Rasûlü, ona evinde bir şeyi olup olmadığını sordu. Adam, evde bir bez parçası bulunduğunu, bunun bir kısmını üstlerine alıp bir kısmını da altlarına serdiklerini; bir de su içtikleri bir kâselerinin bulunduğunu söyledi. Allah Rasûlü, “Onları bana getir” dedi. Adam getirdi. Peygamber, bunları açık artırmayla iki dirheme sattı ve aldığı iki dirhemi, bu adama  vererek şöyle dedi: “Bunun bir dirhemiyle yiyecek al, âilene götür; diğeriyle de bir keser al, bana getir.” Adam öyle yaptı. Allah Rasûlü (s.a.v.) kendi eliyle kesere bir sap taktı ve o kişiye, bununla gidip odun toplamasını, 15 güne kadar bir daha gelmemesini söyledi. Adam gitti, odun toplayıp sattı. Bir süre sonra geldi. On dirhem kazanmıştı. Hz. Peygamber, bu paranın bir kısmıyla yiyecek, bir kısmıyla da giyecek almasını emretti ve buyurdu ki: “Bu şekilde hareket etmen, kıyamet gününde alnında dilencilik lekesi olarak gelmenden hayırlıdır. Dilencilik ancak mecbur bırakan şiddetli fakirlik, ağır bir borç, ya da insanı acı durumlara sokan kan (bedelini ödeme) durumlarında olabilir. (Bunların dışında dilenmek câiz değildir)”[98] Bu ve yukarıdaki hadisten anlıyoruz ki, devletin görevi birinci derecede vatandaşına iş bulması ve onu işsiz olarak bırakmamasıdır.  Bunu devlet sağlayamıyorsa özel sektörün/işverenlerin, fabrikatörlerin sağlaması gerekir. Hatta işsizlik sigortasının Avrupa’daki gibi yaygın hale getirilmesi gerekir ki, insanlar mağdur edilmesin, zor durumda kalmasın. Böylece sosyal güvenliğin sağlanması gerçekleşmelidir.[99]

Adamın biri Hz. Peygamberden bir şeyler istedi, Hz. Peygamber de verdi. Adam ayağını eşikten dışarıya atınca Peygamberimiz şöyle buyurdu: “Eğer dilenmenin günahını bilseydiniz, hiç biriniz bir şeyler istemek için bir adım bile atamazdınız.”[100] Bu gibi mesajlarda başkasından yardım istemenin hem onur kırıcı hem de uhrevi cezalar gerektiren bir tutum olarak gösterilmesi sahâbîleri derinden etkilemiştir. Nitekim, “Onlardan birinin kamçısı yere düşse herhangi bir kimseden kamçısını kendisine vermesini bile istemezdi.” anlamındaki rivayet, sahâbîlerin dilencilik karşısındaki duyarlılıklarını ifade etmek üzere çeşitli kaynaklarda ve değişik ifadelerle nakledilmiştir.[101] Hatta Sevbân isimli bir sahâbî, “Halktan bir şey istemeyeceğine kim bana söz verirse, ona cenneti garanti edeyim.” hadisini duyduktan sonra hiçbir kimseden bir daha bir şey istemedi.[102] Hz. Peygamber bir gün Hz. Ömer’e bir hediye gönderdi. Hz. Ömer onu iade edince ona niçin hediyeyi iade ettin diye sordu. Hz. Ömer ya Rasûllah, bizden biri için en hayırlı olanın, hiçbir kimseden bir şey almaması olduğunu sen bize haber vermedin mi? dedi. Hz. Peygamber, bu dilenmek suretiyledir, ama dilenmeksizin olursa o, Allah’ın sana verdiği bir rızıktır buyurdu. Bunun üzerine Hz. Ömer, “Kudret ve iradesiyle yaşadığım Allah’a yemin ederim ki, hiçbir kimseden bir şey istemeyeceğim. İstemeksizin bana gelen bir şeyi de alırım.” dedi.[103]

İnsanın ancak yukarıdaki hadiste geçtiği üzere başka bir çıkış yolu bulamaması, çok zorunlu olduğu hallerde temel gıda ve ihtiyaçlarını temin edememesi veya borcunu ödemekte çaresiz kalması durumunda başkalarından yardım isteme hakkı olabilir.[104] Dolayısıyla dilencilik bir kazanç/gelir kapısı değil, zaruret haliyle sınırlı bir ruhsattır. İslâm âlimleri bu ruhsatın verilmesinde şu şartlara dikkat edilmesinin gereği üzerinde durmuşlardır: 1- Dilenen kişinin gerçekten zaruret içinde olması gerekir.  Bu durumdaki bir kimse, bir süre beklemekle ihtiyacını karşılama imkanına sahipse ve bundan dolayı ağır bir zarar görmeyecekse beklemeyi tercih etmesi gerekir. Zaruret hali ortadan kalkınca dilenmek de ortadan kalkar. 2-Dilenen kişi şahsiyetini korumalıdır. Uygun gördüğü varlıklı kişiye ihtiyacını anlatmakla yetinmeli, ondan açıkça bir şey istememelidir. Eğer istemek mecburiyetinde kalırsa ısrar etmemeli ve kendisini küçük düşürücü davranışlardan kaçınmalıdır. 3-Kendisinden yardım istenen kişinin seçiminde isabetli hareket edilmelidir. Bu kişinin fakirin halini anlayan, başa kakmayan, azarlamayan birisi olmalıdır. Âlimler gönül rızasıyla vermeyen kişiden sadaka almayı caiz görmemişlerdir. [105] Hanefilere göre cesedini örtecek elbise ile o günün azığına malik olanın dilenmesi helal değildir.[106] Maverdî (ö.450/1058), dilencilikle ilgili şu görüşlere yer verir: Güç, kuvvet sahibi biri çalışmayıp dilenirse, dilenmekten men edilir. San’atla, işle meşgul olması emredilir. Hâlâ dilenmeye devâm ederse huyunu terk edene kadar cezâlandırılır. Dilenmesi yasak edilen birine mal ve iş bakımından yardım etmek gerektiğinde mal sahiplerinin dilenir durumda olanlara zorla infâk etmeleri, çalıştırıldığında ücretini vermeleri emredilir.[107]

Çalışma gücüne sahip olmayan veya kazancı geçimine yetmeyen muhtaç ve fakirlerin yardımına devletin ilgi göstermesi ve onları dilenmekten kurtarması gerekir.[108] İslâm, yoksullara bakmak için zenginlere manevi bir sorumluluk yüklemekle yoksulların menfaatlerini güven altına almıştır.[109]

Dilencilikle ilişkisi olan samimi olarak inanan bir kişi, Hz. Peygamber’in bu mesajlarından haberdar olduğu takdirde durumunu ciddi olarak gözden geçirme ihtiyacını duyacak ve kerih görülen bu durumdan imtina edecektir. Bu konuda zabıtanın zaman zaman topladığı dilencilere işin ehli tarafından bu konuların anlatılması, kavratılmasının faydalı ve gerekli olacağı kanaatindeyiz. Nasıl ki ceza evlerinde tutuklulara dini konuşmalar yapılıyor, bir nevi din eğitimi veriyor ve bunun olumlu sonuçları görülüyorsa, aynı şekilde dilencilere de dinin bu mesajları anlatılmalıdır. Mesele sadece polis, zabıta tedbirleriyle halledilmiş olsaydı, bugün dilenciliğin artmamış aksine azalmış olması gerekirdi. Dolayısıyla toplumda yaşadığımız olumsuzlukların ortadan kaldırılması konusunda veya bu olumsuzluklarla mücadelede dinin motivasyonundan azami derecede yararlanmak gerekir.

Sonuç olarak diyebiliriz ki, Hz. Peygamber kendisine dilenmek için gelenleri sürekli çalışmaya teşvik etmiş, onlara onurlu, şerefli yaşamanın ve çalışmanın yollarını göstermiştir. Çünkü O, biliyordu ki dilencilik çalışmanın ve ilerlemenin önünde bir engeldir. Dilenmenin kişinin onur, şeref ve haysiyetini kırdığını bildiği için çalışma konusunda gevşek davranan kişilere kızarak her defasında onlara çalışma yollarını, usullerini göstermiş ve öğretmiştir. Hadislerinde el emeği, alın teri ile helâl yoldan kazanmanın en hayırlı kazanç olduğu ve bunun peygamberler yolu olduğu mesajını vermiştir.

VI-Dilenciliğin Oluşmasında Uydurma Hadislerin Rolü

Genel olarak tarihi süreç içerisinde bazı hadislerin yanlış anlaşılması ve uydurma hadislerin olumsuz etkileri neticesinde dinî bazı konuların yanlış anlaşıldığı bir gerçektir. Örneğin bunlar arasında zühd, fakirlik, tevekkül, dilencilik gibi konuları burada zikredebiliriz. İşte bu bağlamda dilencilikle ilgili bazı hadislerin yanlış anlaşılması ve konuyla ilgili uydurma hadisler, dilenciliği belli ölçüde özendirmiş/artırmış olabilmektedir.

Bu uydurma hadisler arasında dilencilikle yakın ilişkisi olan fakirlikle ve fakirliği/fakirleri övücü mahiyette uydurmaların sayısı küçümsenmeyecek bir orandadır. Özellikle bazı sûfiler fakirliğin faziletiyle ilgili uydurma hadislere itibar etmişler ve bunun neticesinde çalışmayarak fakir kalıp geçim sıkıntısı çektiklerinde dilenmeyi sakıncalı görmemişlerdir. Örneğin fakirlikle ilgili şu uydurmalar çok revaçta olmuştur:            “Fakirlik benim övünç vesilemdir, ben onunla övünürüm.”[110] “Bu ümmetin en hayırlıları fakir olanlarıdır. En süratli bir şekilde cennete yerleşecek olanları da zayıf (fakir) olanlarıdır.”[111] “Müminin dünyadaki hediyesi fakirliktir.”[112] “Fakirlik bir mümine atın yanağındaki dizgin ve alnındaki beyazlıktan daha süslüdür.”[113]“Her bir ümmet için anahtar vardır. Cennetin anahtarları, miskin ve fakirlerdedir. Onlar kıyâmet gününde Allah ile beraberdir.”[114] “Fakirlerle birlikte oturup kalkmak tevâzudandır ve üstün bir cihaddır.”[115] “Fakirlerle birlikte bir toplum olun, çünkü kıyâmette onların devleti vardır.”[116] Fakirliğin faziletinden bahseden bu tür uydurmaların hem fakirliğin, hem de dilenciliğin oluşumunda/yaygınlaşmasında etkili ve özendirici olduğu kanaatindeyiz.

Hatta bazı büyük sûfiler de, müridlerine nefsin kibrini kırmak için dilenmeyi bir usul olarak tavsiye ederlerdi. Tasavvuf kaynaklarında bunun çokça örneklerini görmek mümkündür.[117] Bu düşüncede olan sûfilerin, dilenciliğin kökleşmesinde ve yerleşmesinde bu tavır ve düşüncelerinin etkili olmadığını söylemek mümkün değildir.

Aynı şekilde dilenciliği haklı gösteren, âdeta dilenciliği teşvik mahiyetinde uydurma hadisler de vardır. Özellikle meslek haline, bir gelir kapısı haline getirmiş insanların kapı kapı dilenmelerinde bir sakınca görülmediğini ifade eden uydurmalar hayli yaygındır. “Dilenci, Aziz ve Celil olan Allah’ın, kuluna hediyesidir.”[118] “Gece dilencilerini geri çevirmeyiniz. Çünkü onlar, ne ins ne de cin tâifesindendirler. Allah’ın size verdiği nimetler hususunda, sizin ne yapacağınızı görmek için gelirler.” [119] “Dilenciler doğru söylemişlerse (gerçekten ihtiyaçları varsa) onları reddeden felah bulmaz.”[120] “Dilenciye at üzerinde bile gelse veriniz.”[121] “Dilenci, altın eğerli bir at üzerinde de gelse, bir hakkı vardır.”[122] “Kim bir miskine buyur derse, cennet ona vacip olur.”[123]

Bu tür uydurmaların, dilenciliğin oluşmasında, yaygınlaşmasında etkili olmadığını söylemek mümkün değildir. Bu tür uydurmalar, dilenciliğe rağbeti artırmış, onların bir yerde haklılığını onaylamıştır. Bu uydurmaların doğru ve gerçek olmadığını insanlara ve topluma anlatmak gerekir. Kısaca diyebiliriz ki, dini referansların yanlış anlaşılması veya dinden olmadığı halde dine sokulan bazı rivayetler ve  uydurmalar insanların zihinlerini karıştırmakta ve düşüncelerini olumsuz yönde etkilemektedir.

VII-Dilencilikle Mücadelede Dini Kurumlara Düşen Görevler

Dini kurumların en önemli ve en başta gelen görevleri halkı din konusunda sağlam ve doğru bilgilerle aydınlatmak, varsa onlarda oluşan yanlış anlayış ve görüşleri bertaraf etmek, doğru bilgileri aktarmaktır. Devlete ait dini kurumlar denildiğinde aklımıza DİB., İlahiyat Fakülteleri, ilk ve orta öğretimde din derslerini/İHL’lerin mesleki müfredat programlarını yürüten ve Milli Eğitim bakanlığına bağlı Din Öğretimi Genel Müdürlüğü gelmektedir. Dilencilikle mücadelede bu kurumların yapabilecekleri hizmetleri/çalışmaları küçümsememek gerekir. Öncelikle bu kurumlar, örgün ve yaygın eğitim/öğretim yoluyla ve yapacakları araştırma ve yayınlarla bu konuda önemli ölçüde katkı sağlayacakları ve yararlı faaliyetler yapacakları muhakkaktır. Dilenciliğin en fazla cami kapılarında icra-ı faaliyet gösterildiğini hesaba katacak olursak bu noktada DİB’lığına önemli görevler düşmektedir. En başta halkı, dilenciliği meslek haline getirenlere karşı uyanık olmalarını, onlara rağbet etmemelerini ve dini duygularının istismar edilmesine fırsat vermemeleri konusunda bilgilendirmeli ve bilinçlendirmelidir. Din görevlileri yapacakları konuşmalarla sürekli halkı bu noktada aydınlatmalıdır. Aynı zamanda konuyla ilgili halka broşürler, kitapçıklar dağıtarak katkıda bulunmalıdırlar. Bu konuda bazı araştırmaların yapılmasına, ilmi toplantıların tertiplenmesine ön ayak olabilirler. İlahiyat fakülteleriyle birlikte koordineli çalışmalar da planlayabilirler.

Din Öğretimi Genel Müdürlüğü, örgün eğitimde ders kitaplarında bu konulara da yer vererek öğrencilerin dikkatini çekici mahiyette bir takım çalışmalar yapabilir. Din derslerinde, İHL’lerinin meslek derslerinde bu konulara belli oranda yer vermesi, en azından okuma parçalarıyla hedeflenen mesajların öğrencilere ulaştırılmaya/verilmeye çalışılmalıdır. En azından kendilerinin de bu konuda sorumlu olduklarını ve üzerlerine düşen bazı görevlerin var olduğunu bilmeliler.

 Dini ilimlerin en üst seviyede incelendiği ve araştırıldığı yerler olan İlahiyat fakülteleri de dilenciliğin ülkemizde bir sorun/problem olduğunu bilmeli ve bu konunun kendilerini de yakından ilgilendirdiğini ve konuda kendilerinin de bazı çalışmalar yapmaları gerektiğini bilmelidirler. Hem öğrencilerini yetiştirirken bu konularda birikimli, bilinçli olacak şekilde yetiştirmeli, hem de bu konularla ilgili ilmi çalışmalara önem vermelidir. Fakülteler bünyesinde konuyla ilgili dilenciliğe dinimizin bakışı, dilencilikle mücadele, konunun sosyal ve psikolojik yönü gibi konularda ilmi araştırmalar, tez çalışmaları yapmalı, bu konuda halkı aydınlatan yayınlar çıkarmalıdır. Aynı zamanda halkı irşat etmeli ve halka yön vermek için konuşmalar, konferanslar ve paneller düzenlemelidir.  Dini kurumların bu konularda görevlerini hakkıyla yaptıkları takdirde toplumda çok etkili bir misyon ifa edeceklerini umuyorum. 

                                            Sonuç ve Öneriler

Dilencilikle mücadelede başarılı olmak için çok yönlü ve çok kapsamlı çalışmaların  yapılması kaçınılmazdır. Sadece ekonomik, sosyal, psikolojik veya polisiye/zabıta tedbirlerle bu işin üstesinden gelmenin mümkün olamayacağı ortadadır. Her konuda olduğu gibi bu konuda da dinin yaptırım gücünden yararlanmak gerekmektedir. Sadece dilenci merkezli veya dilenciye yönelik hareket edilmesi isabetli değildir. Hem dilenci, hem de onun dışında kalan kesimlerin bu konuda bilinçlendirilmesi ve eğitilmesi gerekir. Konuyla ilgili İslam dininin mesajlarını, ilkelerini insanımıza gerek örgün ve gerekse yaygın öğretim yoluyla ulaştırmak en başta yapılması gereken işlerdendir. Bu mücadele kapsamında devlete, varlıklı kişilere ve diğer insanlara düşen bazı görevler söz konusudur. Dilencilikle mücadelede başarılı olmak için bizim önerdiğimiz kısa ve uzun vadede ele alınması gerekli hususları maddeler halinde vermek istiyoruz:

-Öncelikle insanımıza dinimizin çalışmaya vermiş olduğu önemi ve değeri anlatılmalı, bunun yanında tembelliğin -beraberinde getireceği fakirliğin- zararları, tehlike ve riskleri bildirilmelidir. Tembelliğin birey ve toplumlar için bir felaket olduğu bilinci yerleştirilmelidir.

-Ülkemizde her geçen gün artan işsizlik sorunu çözülmelidir. Bu konuyla hem devlet, hem de özel sektör yakından ilgilenmeli ve gerekli adımları atmalıdır. Çünkü kişi, çalışmaya gücü yettiği halde bir iş bulamıyorsa toplum olarak hepimiz bu durumdan sorumluyuz demektir. Hele hele dilenen bir kişi, bana iş bulun bu işi bırakayım diyorsa toplum olarak bunun üzerinde düşünülmesi gerekir.

-Ülkemizde yoksullukla mücadele edilmesi ve yoksulluğun ortadan kaldırılması için köklü ve esaslı bir takım tedbirlerin alınması gerekir. Bir ülkede yoksulluk kaldırılmadığı sürece dilencilikle mücadelede başarılı olmak oldukça zordur. Çünkü yoksulluk öyle bir şeydir ki, insanı intiharlara, boşanmalara, cinayetlere kadar götürebilmektedir.

-Ülkemizde zekat, fitre, kurban, tasadduk, infak gibi ibadetlerin daha yaygın hale gelmesi için harekete geçilmesi ve halkımızın aydınlatılması gerekir. Örneğin zekatın ne kadarının verilip verilmediği tesbit edilmelidir. Herkes zekat verdiği takdirde büyük ölçüde fakirlerin ihtiyaçları karşılanmış olacaktır. Muhtaç durumda olan insanlarla ilgilenmenin ne kadar sevap olduğu ve ne kadar erdemli bir amel olduğu anlatılmalıdır.

-Yardıma muhtaç olan insanlar devlet, belediye, STK ve halk tarafından tesbit edilip sahiplenilmeli ve kendilerine gerekli maddi ve manevi yardımlar yapılmalıdır. Aç ve açıkta kimse bırakılmamalıdır. İnsanlar buna teşvik edilmeli ve bu işi yapanlar takdir edilerek topluma örnek olarak gösterilmelidir.

-Dilenciliğin dinimizde hiç de hoş karşılanmadığı, hatta bazı zaruretler dışında yasaklandığı ve bunun âhirette cezasının olduğu anlatılmalıdır. Bu konudaki mesajlar bu işi yapanlara ulaştırıldığı takdirde bundan vaz geçenlerin olacağı muhakkaktır.

-Örgün ve yaygın eğitim yoluyla onurlu ve şahsiyetli bir hayatın önemi ve ehemmiyeti kavratılmalıdır. Dilenciliğin ise insan onurunu ve şerefini ayaklar altına aldığı, insanı zillete sürüklediği hatırlatılmalıdır.

-Ülkemizdeki yaşanan çarpıklıklardan birisi de milli gelirlin tüm yurttaşlar arasında âdil olarak bölüştürülmemesidir. Verilen oranlara bakıldığında hiç de âdil ve ahlâki olmayan bir dağılımın olduğu müşahede edilmektedir. Bölgeler arasında farklılıklar da kendini çok bâriz bir şekilde göstermektedir. Bu adaletsizliğin ve çarpıklığın mutlaka giderilmesi gerekir. Bunun âdil olarak sağlanması için gerekli tedbirlerin alınması gerekir.

-Ülkemizde bir taraftan çöplüklerden beslenen açlık sınırının altında yaşayan insanların kabarık olmasına karşın, aşırı bir tüketim ve israf içerisinde olan kesimler vardır. Sadece günlük olarak çöpe atılan ekmek, ihtiyaç sahiplerine ulaştırılmış olsa kaç milyon ihtiyaç sahibi insanın doyurulması demektir. Çok yüksek boyutlarda her sahada kendini gösteren israfın önlenmesi için istenilen düzenlemelerin ve alınması gereken tedbirlerin acilen devreye sokulması gerekir. Aksi takdirde büyük bir servetin çöpe atılması, heder edilmesi demektir.

-Dilencilerle kapsamlı bir şekilde görüşülmeli, onlarla anketler yapılmalı, onları dilenciliğe sevk eden nedenler tesbit edilmeye çalışılmalı ve bu çerçevede görüşleri öğrenilerek daha isabetli kararlar alınmalıdır.

-STK’ların çok daha yaygın ve güçlü bir hale getirilerek varlıklı kesim ile muhtaç kesim arasında daha aktif görevler yapabilecek seviyelere getirilmelidir. STK’larda yani sosyal ve yardımlaşma kurumlarında çalışmanın/katkı sağlamanın bir nevi ibâdet olduğu ve kişiye sevap kazandırdığı bilinci verilmelidir.  İnsanımıza bu duyarlılığı kazandırmalıyız. Aynı zamanda belediyelerin de bu konuda aktif olmaları, fakir ve yoksulların kimler olduğunu tesbit edip yaptıkları yardımları çok daha fazla yaygınlaştırmaları gerekir. Ağır hasta olup da ameliyat masraflarını karşılayamanların masraflarını karşılamak üzere kurulmuş güçlü yardım kurumları, evlenme çağına gelip de maddi açıdan evlenemeyen gençlere yardım eden güçlü yardım kuruluşları vb. tesis edilmelidir.

-Dini kurumlar olarak telakki edilen DİB’lığı, İlahiyat fakülteleri, Din Öğretimi Genel Müdürlüğü,  halkın bu konuda aydınlatılması için birlikte hareket ederek daha yoğun faaliyet göstermeleri ve yeni bir takım projeler hazırlamaları gerekir. Özellikle ilahiyat fakültelerinin bu konularda bilimsel bazda araştırmalar yaparak katkıda bulunması ve yapacağı yayınlarla halkı bilgilendirmesi fevkalade önemlidir.

Dilenciliğin ferdî planda negatif etkileri olduğu gibi, toplumsal planda da negatif yönleri ve etkileri de vardır. Bir toplumda dilenciliğin yaygın hale gelmesi, o toplumun prestijini sarsan bir olgudur. Dolayısıyla bundan kurtulmak için toplum olarak herkes üzerine düşen görevi yapmalıdır.



* Bu çalışma, İstanbul Büyükşehir Belediyesinin İstanbul’da 18-19 Ekim 2008 tarihlerinde düzenlemiş olduğu “Bir Kent Sorunu: Dilencilik Sorunlar ve Çözüm Yolları” isimli ulusal sempozyumda bildiri olarak sunulmuştur.

**İnönü Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi.  ssancakli@inonu.edu.tr

[1] Deniz Feneri Yardımlaşma ve Dayanışma Derneğine mektupla yapılan müracaatlarda çok zor durumda kalan insanların çok dramatik durumlarından bahseden bazı mektupların tahlilleri için bk. A. Esra Arslan-A. Ahmet Bilgili, “Yoksulluk Algısı, İfadelendirme Tarzı ve Tutumları -Bir İçerik Analizi Örneği-”, Yoksulluk Sempozyumu I, DFD., İst., 2003, sh., 333-337.

[2] Süleyman Uludağ , İslâm’da Emir ve Yasakların Hikmeti, TDVY., Ank., 1995, sh., 187.

[3] Ahmet Tabakoğlu, İslâm ve Ekonomik Hayat, DİBY., Ank., 1996, sh., 21.

[4] Muhammed Mevkufâtî, Mevkufât, İst., 1318, II, 201-202, naklen; Celal Yeniçeri, İslâm İktisadının Esasları, Şamil Yay., İst., 1980, sh., 147.

[5] Muhammed Ebu Zehra, İslâm’da Sosyal Dayanışma, terc., Ethem Ruhi Fığlalı-O. Keskicioğlu, İst., 1969, sh., 98;

[6] Çakan İ.Lütfi, “Dünya Hayatına Karşı Müslümanların Tutumları”, Diyanet Dergisi, c. XIV, sayı: 1, Ank., 1975, sh., 10.

[7] Necm, 53/39-41.

[8] Câsiye, 45/22.

[9] Âl-i İmrân, 3/195.

[10] Cuma, 62/10.

[11] Kasas, 28/77.

[12] Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI, 226.

[13] Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 141.

[14] Buhârî, Buyû, 15

[15] Tirmizî, Ahkâm, 22; İbn Mâce, Ticârât, 64; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 179, VI, 162.

[16] İbn Mâce, Ticârât,  1.

[17] İbrahim Sarıçam,  “Hz. Peygamber’in Çağımıza Mesajları”, DVY., Ank., 2000, sh., 40. Hadis için bk. Buhârî, Nafakât,  1.

[18] Buhârî, Nafakât, 1.

[19] Bk. Yusuf el-Kardâvî, İslâm Hukukunda Zekat (Fıkhu’z-Zekât), terc., İbrahim Sarmış, Kayıhan Yay., İst., 1984, II, 400-401.

[20] Şâtıbî, İbrahim b. Musa, el-Muvâfakât, terc. M. Erdoğan, İz Yay., İst, 1990, II, 186.

[21] Buhârî, Zekât, 30.

[22] Buhârî, İmân, 41,  Nafakât, 1, Vesâyâ, 2; Müslim, Vasiyyet, 58.

[23] Ebû Dâvûd, Zekât, 45

[24] Buhârî, Cenâiz, 37, Vesâyâ, 2, Nefâkât, 1; Müslim, Vesâyâ,  5, 8

[25] Buhârî, Deavât, 38. Ayrıca bk. Müslim, Zikir, 73; Tirmizî, Deavât, 116.

[26] Ebû Dâvûd, Edeb, 101; Nesâî, İstiâze, 14, 16, Sehv, 90; Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI, 57, 207.

[27] Ebû Dâvûd, Vitr, 32; Nesâî, İstiâze, 14-16; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 540.

[28] El-Kudâî, Müsnedü’ş-Şihâb, Beyrut, 1986, I, 342.

[29] Ebû Dâvûd, Edeb, 101; Nesâî, İstiâze, 14, 16, Sehv, 90; Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 36, 39, 42.

[30] En’âm, 6/151; İsrâ, 17/31.

[31] Fakirliğin insan yaşamındaki olumsuz etkileri hakkında geniş bilgi içi bk., Osman Güner, Sünnet’ten Topluma, Fecr Yay., Ank., 2006, sh., 215-219.

[32] Musatafa Çağrıcı, “İslâm’da Eğitim-ahlak Meseleleri ve Toplum Kalkınması”, İslâm Üzerine Düşünceler, DVY., Ank. 1991, 53.

[33] Bk.Yusuf el-Kardâvî, Fakirlik Problemi Karşısında İslâm, terc. Abdülvahhâb Öztürk, Nur Yay. Ank. 1975, sh., 196.

[34] Müslim, Kader. 34; İbn Mâce, Mukaddime, 10.

[35] Buhârî, Zekât, 18, 50, Nafakât, 2; Müslim , Zekât, 94-97, 107, 124;  Ebû Dâvûd,  Zekat, 28, 39; Tirmizî, Zekât, 38, Birr, 77, Zühd, 32; Nesâî, Zekât, 53, 60

[36] Münâfikûn, 63/8.

[37] Bakara, 2/273.

[38] Buhârî, Zekat, 25; Müslim, Zekât, 101-102.

[39] İbn Mâce, Zühd,  5

[40] Buhârî, Zekât, 50; Müslim, Zekât, 124.

[41] Ebû Dâvûd, Harac, 10.

[42]Hattâbî, Ebû Süleyman Hamd b. Muhammed, Meâlimü’s-Sünen, el-Mektebetü’l-İlmiyye, 2. bsk., Beyrut, 1981, III, 7.

[43] Faruk Beşer , İslâm’da Sosyal Güvenlik, D.İ. B.Y., Ank., 1987, sh., 185.

[44] Bk. Muhammed Ebû Zehra, İslâm’ın Gölgesinde İnsanlık, terc., Osman Şekerci, Sinan Yay., İst., 1970, sh., 178-181.  

[45] Buhârî, Edeb, 27; Müslim, Birr,  65.

[46] Konuyla ilgili geniş bilgi için bk. Serahsi, el-Mebsut,  Dâru’l-Ma’rife, Beyrut, trs., XXX, 271 vd.

[47] Ebû Dâvûd, Ferâiz, 8.

[48] Mehmet Özdemir, “Cumhuriyet Döneminde Yoksullukla Mücadele Yolunda Yapılan Çalışmalar” (seminer açış konuşması), Derleyen: İbrahim Ateş, Yoksullara Yardım ve Eğitim Vakfı Kültür Yay., Ank., 1999, sh., 32.

[49] İbrahim Sarıçam , “Yoksullukla Mücadelede Hz. Peygamber” (makale), 2000 Yılında Yoksulluk Sorununun Ulaştığı Boyutlar, Derleyen: İbrahim Ateş, Yoksullara Yardım ve Eğitim Vakfı Kültür Yay., Ank. 2001, sh., 129,

[50] Buhârî, Fedâilü’l-Kur’ân, 20; Müslim, Salâtü’l-Misâfirîn, 266.

[51] Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 21

[52] Süleyman Uludağ, “Dilencilik” İA., İst. 1994, IX, 300

[53] Necati Yeniel ve diğerleri, Sünen-i Ebû Davud Tercümesi ve Şerhi, Şamil Yay., İst., 1988, VI, 297.

[54] Ebu Talib el-Mekki, Kutu’l-Kulub (Kalplerin Azığı), terc., Muharrem Tan, İz Yay., İst., 2004, sh., 155-156.

[55] Naim Erdoğan , İslâm’da Ekonomik Düzen ve Fakirlik Sorunu, Emel Matbaacılık, Ank., trs., sh., 78-79.

[56] M. Şemseddin Günaltay, Zulmetten Nura, Furkan Basın Yayın, Yayına haz., Musa Alak, İst., 1996, sh., 71,

[57] Bk. Mehmet Dağtekin, Ömer b. Abdülaziz’in Hayatı ve Devlet İdaresi, Medeniyet Yay., 1992, sh., 61-62, 84.

[58] Erhan Yetik , “Hz. Muhammed’in Zühd ve Takvası” (tebliğ), İslâm da İnsan Modeli ve Hz. Peygamber Örneği (Kutlu Doğum Haftası:1993), TDVY., Ank., 1995, sh., 56.

[59]Bk.  İsmail Hami Danışmend, Eski Türk Seciye ve Ahlakı, İst., trs., sh., 216-217

[60] Sadaka taşları ile ilgili geniş bilgi için bk., Ünver Süheyl, Sadaka Taşları, Hayat Tarih Mecmuası, c. II, sayı:11, 1967, sh. 11-12; Abdülkadiroğlu Abdülkerim, Taşların Dili, Diyanet Gazetesi, c. XIII, sayı: 169, 1977, sh. 9; Şahin Kemal, “Osmanlı Döneminde Muhtaçların İzzet-i Nefsini İncitmeden Yapılan Yardım Yolları (Sadaka Taşları)”, Dayanışma Dünyasındaki Yerimiz, der., İbrahim Ateş, Yoksullara Yardım ve Eğitim Vakfı Kültür Yay., Ank., 1995, sh. 59-64.

[61] Yusuf el-Kardâvî, İslâm Hukukunda Zekat, İslâm Hukukunda Zekât (Fıkhu’z-Zekât), terc., İbrahim Sarmış, Kayıhan Yay., İst., 1984, II, 405.

[62] İ.Erol Kozak, İnsan-Toplum-İktisat, 2. bsk., Değişim Yay., Adapazarı, 1999, sh., 86.

[63] Şevkânî, Neylü’l-Evtar, el-Halebi Neşri, Mısır, trs.,  IV, 159

[64] Vehbe Zuhaylî, Fert ve Topluma Kur'ân Mesajı, , terc. H.İbrahim Kutlay, Risâle Yay., İst., 1995, sh., 165.

[65] Zâriyât, 51/19.

[66] Meâric, 70/24-25.

[67] Duha, 93/8-9. Çoğulu (sâilin) benzer manalarla zikredilmektedir. Bakara, 2/177.

[68] Bakara, 2/273.

[69] Tevbe, 9/60. İslâm âlimleri tarafından fakir ve miskin kelimelerinin semantik manaları üzerinde durulmuş ve değişik bazı yorumlar ortaya çıkmıştır. Hatta fıkhi mezhepler arasında da değişik görüşler söz konusudur. Biz bu tartışmalara girmeksizin, her iki kesim de muhtaç olmakla beraber miskin fakirden çok daha fazla muhtaç olan kişidir görüşünün yaygın olduğunu belirterek yetinmek istiyoruz. Geniş bilgi için bk. Ebû Yusuf, Ya’kub b. İbrahim, Kitâbu’l-Haraç, terc., Ali Özek, İ.Ü.Yay., 2. bsk., İst., 1973, sh., 72; Ebû Ubeyd, Kâsım b. Sellâm, Kitâbu’l-Emvâl, terc., Cemaleddin Saylık, Düşünce Yay., İst., 1981; sh., 562; Kurtubî,  el-Câmiu li Ahkâmi’l-Kur'ân Dâru’l-Fikr, Beyrut, 1995,  IV, 96-99; Tahanevî, Mevsûatü Keşşâfi İstılahâti’l- Fünûn ve’l-Ulûm, Mektebetü Lübnan, Beyrut, 1996, II, 1284.

[70] Hâkka, 69/34.

[71] Mâûn, 107/2-3.

[72] İsrâ, 17/26.

[73] Rûm, 30/38.

[74] İbn Mâce, Nikâh, 25.

[75] Mehmet Özdemir, “Cumhuriyet Döneminde Yoksullukla Mücadele Yolunda Yapılan Çalışmalar”, (Seminer açış konuşması), Derleyen, İbrahim Ateş, Yoksullara Yardım ve Eğitim Vakfı Kültür Yay. Ank., 1999, sh., 32.

[76] Mâûn, 107/1.

[77] Mehmet Aydın, Ülkemizde Engelliler Gerçeği ve İslam (sempozyum), D.İ.B., Ank., 2003 (Değerlendirme konuşması).

[78] Güner, age.,  sh., 229.

[79] Buhârî, Zekât,  51; Müslim, Zekât, 33, 35; Mâlik, Muvatta, Sadaka, 2; Ebû Dâvud, Zekat, 37; Tirmizi, Zekât, 38; Dârimî, Sünen, Zekât, 18-20.

[80] Dârimî, Zekât, 17.

[81] Buhârî, Zekât, 50, 53, Buyû, 15; Müslim, Zekât, 106; Tirmizî, Zekât, 38; İbn Mâce, Zekat, 25; NesâiZekât, 85.

[82] Talat Koçyiğit , Hadislerin Işığında İmân İbâdet Ahlâk,  Elif Matbaacılık, Ank., 1974, sh., 123, 125.

[83] Müslim, Zekât, 35, 105; İbn Mâce, Zekât, 26.

[84] İ.L.Çakan-M.Y.Kandemir-R.Küçük, Riyâzü’s-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi,  Erkam Yay., İst., 1997,  III, 335.

[85] Ahmet  Davudoğlu, Sahîh-i Müslim Tercümesi, ve Şerhi,  Sönmez Yay., İst., 1979, V, 445.

[86] Buhârî, Zekât, 18, Vesâyâ, 9, Nefakât, 2.

[87] Müslim, Zekât, 99.

[88] Buhârî, Zekât, 52; Müslim, Zekât, 103-104.

[89] İ.L.Çakan-M.Y.Kandemir-R.Küçük, age., III, 333-334.

[90] Ebû Dâvûd, Zekât, 27.

[91] Ebû Dâvûd, Zekât, 24.      

[92] Müslim, Zekât, 125. Ayrıca bk., Tirmizî, Zühd, 35.

[93] Müslim, Zekât, 108.

[94] Tirmizî, Zekât, 38; Nesâî, Zekât, 93.

[95] İ.L.Çakan-M.Y.Kandemir-R.Küçük, age., III, 338.

[96] Ebû Dâvûd, Zekât, 24.

[97] Mustafa Çağrıcı, “Dilencilik” İA., İst. 1994, IX, 299.

[98] Ebû Dâvûd, Zekât, 26; İbn Mâce, Ticârât, 25. Benzer bir rivayet için bk. Müslim, Zekât, 109, Tirmizi, Zekât, 23, Nesâî, Zekât, 80.

[99] Dilenmenin hangi durumlarda caiz olduğu konusu âlimler arasında ihtilaf söz konusudur. Bazılarına göre,  dilenmeyi haram kılan zenginlik ölçüsünün miktarı, bir okiyyeye (50 dirheme) sahip olmak veya sabah-akşam yetecek kadar yiyeceğe sahip olmaktır. Cumhur, bir günlük yiyeceği olan kimsenin nafile sadaka istemesinin haram olduğunu, ancak zekat istemesinin ise caiz olduğunu belirtmiştir. Bk. Necati Yeniel, age., VI, 252. Bu konuda yapılan yorumlar için bk., Kamil Miras, Sahîh-i Buhârî Muhtasarı Tecrîd-i  Sarih Tercümesi ve Şerhi, DİBY., Ank., 1973, V, 91-95; Davudoğlu, age., V, 441; Necati Yeniel, age., VI, 247-249; Şah Veliyyullah ed-Dihlevi, Huccetullahi’l-Bâliğa, terc., Mehmet Erdoğan, İz Yay., Beyrut, 1990, sh., II, 141..

[100] Nesâî, Zekât, 83.

[101]Çağrıcı, “Dilencilik” İA., IX, 299. Sözü edilen hadisler için bk. Müslim, Zekat, 108; Ebû Davud, Zekat, 27.

[102] Ebû Dâvûd, Zekât, 27.

[103] Buhârî, Ahkâm, 17; Müslim, Zekât, 110-112.

[104] Zekeriya Güler, 40 Hadiste Ticaret, Uysal Kitabevi, Konya, 1999, sh., 22.

[105] Mustafa Çağrıcı, “Dilencilik” İA., İst. 1994, IX, 299-300.

[106] Necati Yeniel, age., VI, 247.

[107] Maverdî, Ahkâmu’s-Sultâniyye (İslâm’da Hilâfet ve Devlet Hukuku), terc., Ali Şafak, Bedir Yay., İst., 1976, sh., 281.

[108] Fahri Demir, İslâm Hukukunda Mülkiyet Hakkı ve Servet Dağılımı, D.İ.B.Y., Ank., 1988, sh., 230.

[109] M. A. Mannan, İslâm Ekonomisi, terc., Bahri Zengin-Tevfik Ömeroğlu, 2.bsk., Fikir Yay., İst., trs., sh., 197.

[110]Aliyyü’l-Kârî, el-Esrâru’l-Merfûa fi’l-Ahbâri’l-Mevzûa (Mevzûatü’l-Kübrâ), thk., Muhammed b. Saîd b. Besyûnî Za’lûl, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1985, sh., 254; el-Masnû’ fî Ma’rifeti’l-Hadîsi’l-Mevzûa (Mevzûatu’s-Suğrâ), thk.Abdülfettah Ebû Gudde, Mektebetü’l-Matbûâti’l-İslâmiyye, Haleb, 1969, sh., 97; Derviş el-Hût,  Esne’l-Metâlib fî Ehâdîs-i Muhtelifeti’l-Merâtib, thk., Mahmûd el-Arnaûd, Dâru’l-Fikr, Beyrut, 1991, sh., 302.

[111]Elbânî, Silsiletü’l- Ehâdîsi’z- Zaîfe ve’l- Mevzûa, Mektebetü’l- Maarif, Riyad, 1412/1992, II, 40.

[112] Gazali, İhyâu Ulûmi’d-Din, Beyrut, 1992, IV, 287.

[113] Gazali, age., IV, 287.

[114] İbnü’l-Cevzî, Kitâbü’l- Mevzûât, thk., Abdurrahman Muhammed Osman, 2. Bsk. Darü’l-Fikr, 1983, III, 141; Sağânî, el-Mevzûât, thk., M. Abdulkadir Ahmed, Mektebetü’n-Nahdiyyeti’l-Mısriyye, Kahire, 1991, sh., 96; Aliyyü’l-Kârî, Esrâru’l-Merfûa, sh., 188.

[115] Aclûnî, a.g.e., I,329.

[116] İbn Kayyım el-Cevziyye, Menârü’l Münîf fi’s-Sahîh ve’d-Daîf, thk. Abdülfettah Ebû Gudde,   Mektebetü İbn Teymiye, Kahire trs., sh., 140.   

[117] Uludağ, “Dilencilik” İA., IX, 300

[118] Değerlendirme için bk. Muhittin Uysal, Tasavvuf Kültüründe Hadis, Yediveren Yay., Konya, 2001, sh., 173.

[119] Uysal, age., sh., 170.

[120] İbnü’l-Cevzî, age., II. 155-156.

[121]Şevkâni,  el-Fevâidü’l-Mecmûa fi’l- Ehâdîsi’l-Mevzûa, thk., Abdurrahman b. Yahya,  Kahire, 1960, sh. 65; Aclûnî, age., I, 144, II, 148.

[122] Aclûnî, age., II, 148.

[123] Şekvânî, age., sh., 64

Google