BABANIN
“BE” Sİ
Hiç unutmam
Teslimiyet
demişti bir konuşmasında
Yani tevekkülü
sırtlamış
Ve ufuklara
seyre dalmıştı aslında.
Etrafındakilerin beklentileri
Zamanla gün
yüzüne çıkıyordu.
Oysa O sadece
tebessüm ediyordu!
Belki de
biliyordu!
Ama
sabrediyordu.
Dışarıdan
görenler
Ne kadar mutlu
diyordu.
Yorum açık,
talih!
Oysa nelere
şahitti geçen tarih.
Yıllarca
gurbette yaşadı
Ve içinde
gurbeti yaşadı.
Soğuk
diyarlarda,
Soğuk insanlara
Sıcak mesajlar
veriyordu.
Çok canlıydı.
Bilseler içini,
Ne kadar
buhranlıydı.
Vermeyi
öğrenmişti
Bir de sevmeyi,
Küçücük
şeylerle mutlu olmayı,
Farklı olmayı
Farkı bulmayı
!...
Hayatı merdiven
gibiydi,
Yavaş yavaş
çıkıyordu.
Ve tabiî ki
emin adımlarla …
Yıllardır
hayalini kurardı;
Cennet
vatanında yaşamak,
Üretmek,
çalışmak, çabalamak …
Maddeye
takılmaz
Mazerete
sığınmaz
Yufka yüreği
ile kimseyi kırmazdı.
Her işi oluruna
bırakır
Ve yazardı
satır satır.
Çok
kazanıyordu,
Kolay
kazanıyordu.
Kiminle sohbet
etse
Deryalara
dalıyordu.
Hani dedikse
kazancını,
Para değildi
elbet;
Gönül
kazanıyordu.
Hiç bir kapıya
vurmasa da
Rahmet kapıları
Bir bir
açılıyordu.
Zaman zaman
engeller çıksa da
Hiç
aldırmıyordu.
Çünkü mazlum
olmayı
Tercih
ediyordu.
Yıllar su gibi
akıp gidiyor,
Ve unvanları
bir bir geliyordu.
Her geçen gün
meşguliyet artıyor,
Oysa hiç
gocunmuyordu.
Fakat mutlu bir
ailede
Güller açsın
istiyordu.
Gülümün yanında
Yeni bir gonca
diyordu.
Hurim dediği
cananına
Hep tebessüm
ediyordu.
Göz bebeğim
derken
Bebek, evet
bebek diyordu.
Bu güzel aile
Heyecanla
bekliyordu.
Karanlık
geceleri
Dua ile
süslüyordu.
Bendeniz ise
Mübarek
beldelerde rüya görüyor
Dua ediyor,
Ve ümit
ediyordu..
Bir gün aynı
şeyi düşünüyorken,
Uzaktan bir ses
Müjde! Müjde
diyordu.
Bu ses dalga
dalga geliyordu.
Hanede bir
misafir ;
“Zeynep
Dilara”
Hayata Merhaba
! diyordu.
Dudaklarını
kıpırtadıp,
Babanın “B”
sini söylüyordu.
Gülüyordu,
Güldürüyordu.
Baba ise ortada
görünmüyordu.
Yarı aydınlık
odasında,
Seccadesinin
başında,
Gözyaşları ile
şükrediyordu..
Fazlı Biçer //Karamürsel // Eylül 2008
KOCAKARI İLE ÖMER
Kadın ne söyledi, Abbas, işitmedin mi demin ?
Yarın huzur-i İlâhide, kimseler, Ömer’in
Şerik-haybeti olmaz, bugünlük olsa bile;
Evet, hilafeti yüklenmeyeydi vaktiyle.
Kenar-ı Dicle’de bir kurt aşırsa bir koyunu,
Gelir de adl-i İlâhi sorar Ömer’den onu !
Bir ihtiyar karı bî-kes kalır, Ömer mes’ul !
Yetimi, girye-i hüsran alır, Ömer mes’ul !
Bir aşiyân-ı sefalet bırakılmayıp göçse:
Ömer kalır yine altında, hiç değil kimse !
Zemine gadr ile bir damla kan dökünce biri:
O damla, bir koca girdab olur boğar Ömer’i !
Ömer duyulmada her kalbin inkisarından !
Ömer koğulmada her matemin civarından !
Ömer halife iken başka kim çıkar mes’ul ?
Ömer ne yapsın, İlâhi, beşer zalüm-ü cehûl !
Ömer’den isteniyor beklenen Muhammed’den ...
Ömer! Ömer! Nasıl aldın bu bârı sırtına sen ?
Mehmet Akif Ersoy
Açıklama:
Şerik-haybeti: Mahrûmiyetin-yokluğun-yoksulluğun ortağı veya
arkadaşı.
Adl-i İlâhi: İlâhî Adalet.
Bî-kes: Kimsesiz.
Mes’ul: Sorumlu.
Girye-i hüsran: Hüsran Dolu Gözyaşı.
Aşiyân-ı sefalet: Sefalet içinde bir kuş yuvası.
Gadr: Zulüm; Hâinlik; Merhametsizlik.
İnkisar: Kırılmak; Gücenmek; Lânet etmek.
Zalüm-ü cehûl: Cahil ve zalim.
Bâr: Yük; Zahmet; Sıkıntı.
|
UMUT
Özürlü bir delikanlı
Sahilde çekirdek satıyor,
Soğuya aldırmadan.
Küçücük radyosundaki
parçalarla teselli buluyor,
Umutsuzluğa kapılmadan.
Günde kaç defa “buyurun” diyor
belki kendisi de bilmiyor.
Evine kaç para götürüyor,
O da bilmiyor.
Sadece acımak mı ?
O da yetmiyor.
Zaten bunu da kabul etmiyor.
İnsanca bakış.
Biraz anlayış bekliyor.
Herhalde ilgiyi ve sevgiyi
daha çok hak ediyor.
Bunu kendisi de çok iyi biliyor.
Birde biz bilebilsek.
Umutsuz yüreklere
umut olmanın hazzını.
Çekmedik onlar gibi
bu hayatın acımasızlığını.
Fazlı Biçer
(Karamürsel)
MERHABA SEVGİLİM
Hatırlar mısın balayına gittiğimiz günü ?
Bize çarpan kamyonun şoförü içkiliymiş,
Hem seni aldı benden, hem de bu günümü,
İki ay sonra çıkacak, şimdi içerdeymiş...
Bir miktar para vermişti sigorta,
Birazıyla tekerlekli sandalye aldı babam.
Kalanı yetmedi bile masraflar,
Dantel işleyip satıyor şimdi anam...
O günden sonra ben de iş bulamadım,
Komşu çocuklarına ders veriyorum.
Diplomalar para etmezmiş anladım,
“Ah o kaza olmasaydı” diyorum...
Birkaç kişi çok uğraşmış babamla,
“Senin çocuk, bir işe yaramaz” demişler.
İlk defa ağlarken gördüm odasında,
“Kendisiyle beraber kızı da yaktı” demişler...
Pek çıkamıyorum evden dışarı,
Bugünlerde çok sık yağmur yağıyor.
Seyrediyorum koşuşan çocukları,
Yollar sanki üzerime geliyor...
Böyle yaşamak çok zor sevdiğim,
Ne bir iş veren, ne de adama yerine koyan.
Uzun sürmez, bil ki yakında ben de gelirim,
Biraz sabret ! Dayan sevdiğim, dayan ...
AHMET SUAT KOÇAL
(İstanbul)
Hiç Okunmamış Bir Mektup
Bir bayram arifesi terk etti bacaklarım beni,
Unutmadım o günü gözlerimde dün gibi.
Önce uzun bir korna, ardından acı bir fren
İşte... Anlık bir olaydı hayatımı mahveden...
Soğuk bir hastanede açtım gözlerimi,
Bacaklarım yoktu, bir titreme sardı benliğimi.
Bir daha yürüyemeyecek, koşamayacaktım,
Delilik bu ya! Yağmurda ıslatamayacaktım,
Bitecekti okulum, mühendis olacaktım o yaz,
Benim olacaktın, üzerinde bir gelinlik bembeyaz.
O günden sonra seni de göremedim bir daha,
Evlenmiş, mutluymuşsun yabancı kollarda...
Kızardın ya ikişer çıkıyorum diye merdivenleri,
Gördün mü, varmış her çıkışın bir inişi.
Bir yanım yaralıyken, gülerdi ya gözlerim,
Şimdi bir yanım eksik, gözlerim mütebbessim...
Yıllardır haber bekliyorum İşçi Bulma Kurumundan,
Ses yok, seda yok; Umudum kalmadı yarınlardan.
Bilmiyorum kaçıncı kapı bu yüzüme kapanan,
Üstüme karanlık çöküyor, daha güneş doğmadan...
Buğulu bir camın ardından dünyayı seyrediyorum,
Yapraklar düşüyor dalından, ben düşüncelere boğuluyorum,
Gözlerim yorgun, bir hayaline bir uzaklara dalıyorum
Artık ben de anlamak, anlaşılmak istiyorum...
Şimdi en yakın dostum oluyor karanlık dolu geceler,
Eskiden sevgi doluydu, oysa isyanlar taşıyor heceler.
Ben değişmedim aslında, yine eski benim,
Tek fark yaşantımda, artık tekerlikli sandalyedeyim..
AHMET SUAT KOÇAL
(İstanbul)
SAKARYAM
Her yöreden koşup sana geldiler
Burası güzel deyip mitili saldılar
Kazma, kürek, çapa, halı aldılar
Ocağı yakıp oturdular Sakaryam
Gelenler benimdir deyip bağrına bastın
Kazan oldun, kepçeyle vermeye daldın
topladın, toparladın bir yürek oldun
Soğukta, sıcakta Örttün bizi Sakaryam
Seni anlatırken gözlerim doluyor
Boğazımda tükrükler düğümlenip kalıyor
Geçen yılları hatırlayınca benzin soluyor
Tatlıyı acıya katıp içtin Sakaryam
Bin dokuzyüz doksan seninle tanıştım
Havanı teneffüs ettim suyunu içtim
Memleket sevdalısıyım, sevdamla baktım
Bayramda, düğünde, hüzünde Sakaryam
Dört mevsimin güzelliği sende buluşmuş
Sıcaklığın denizle gök mavisine karışmış
Sabahın seherinde sisle çiğ sevişmiş
Tarımda, sanayi deöndersin Sakaryam
Cadde, sokak, ovaların saymadım
İçindeki duyguları yaşadım anladım
Gördüm kahrettim içime attım ağladım
Sen yârsın, anasın, canımsın Sakaryam
Ağustos ayı gelince hatırlarım tarihi
Bir yanda Malazgirt, bir yanda Sakarya Tarihi
İki gözyaşı aktı ıslattı toprağı
Toprak ağlar, toprak sevinir, bense Sakaryam!!!
Yazdıkça yazmak geliyor
İçim doluyor yanardağ oluyor
Sen büyüksün yanardağ da ne oluyor
Başımın üstünde yerin var Sakaryam
14-10-2004
HAMZA KAYA
hamzakaya1955@mynet.com
|