|
<<
Özürlülük ve Özürlülerle İlgili Yazılar & Makaleler
BACAĞI KESİK ÇOCUK VE GERÇEK ENGELLİLER
Merhaba Arkadaşlar,
İki hafta önce, bugün de hâlâ etkisinden
kurtulamadığım bir rüyayla sıçrayıverdim uykumdan. Gerçi gördüğüm bir
rüya mıydı, kabus mu, yoksa elimdeki nimetleri hatırlatan bir ders miydi
bilemiyorum. Zaten o gecenin akabindeki günlerde yaşadığım olaylar,
tanıştığım kimseler sanki bana birer mesaj veriyordu. Aynı türden
şeylerle bu kadar kısa süre zarfında karşılaşmak bir tesadüf olamazdı.
Bunca tevafuktan sonra da beni bir düşüncedir aldı... Seyrettiğim bir
çizgi filmden mi etkilenmiştim bilmiyorum: Aynaya baktım, her şey normal
gözükürken birden bire ayağımın teki ortadan kayboldu ve tam
yürüyecekken yere düştüm. Ayrıntılarını çok hatırlayamadığım rüyamda bu
kısım o kadar netti ki, anlatırken bile tüylerim diken diken oluyor.
Metin'in Kesilen Bacağı
Ertesi gün ikindi namazı ve sohbeti için Ayyüzlü'nün
bulunduğu binaya gitmiştik. Namazın sünnetini kılıp farz için Ayyüzlü'yü
beklerken babasıyla birlikte içeriye benim yaşlarımda koltuk değnekli
bir erkek çocuğu girdi. Tam da benim arkamdaki yere oturdu babasının
yardımıyla. Başında takkesi vardı, belli ki o da namaz kılacaktı. Gece
gördüğüm rüyanın üstüne de o çocuğu görünce çok etkilendim. Bazı abiler
dönüp dönüp ona bakıyorlardı. Ben bile herkesin onu incelemesinden öyle
rahatsız olmuştum ki, “Ne hissediyor acaba?” diye düşünmeden edemedim.
Namazımızı tamamladık, namaz sonrası tesbihatımızı
yaptık, hepimiz sohbet dinleme duruşuna geçip Ayyüzlü'nün gelişini
bekliyorduk ki onun gelmesiyle herkeste bir hareketlilik oldu. Ben her
zamanki gibi kapıya yakın oturduğum için karşıdan amcaların bütün
hareketlerini takip edebiliyordum. Daha sonradan adının Metin olduğunu
öğrendiğim tek ayaklı arkadaş, Ayyüzlü içeri girince ancak koltuk
değneğine tutunarak doğrulabildi. Ayyüzlü kendisi için ayrılan yere
oturur oturmaz, bazı afacanlar hemen onun yanına koşup elini öpmek
istediler; yaşı çok küçük çocuklar hariç hiç kimseye elini öptürmeyen
Güzel İnsan, bu adetini bozmayıp onların başlarını okşadı ve ellerine
birer ikişer çikolata verdi. Gözüm, istemeden de olsa Metin'e takılmış,
adeta onun üzerine çivilenip kalmıştı. Kıvranıp durmasından ve etrafına
bakınmasından belliydi ki, o da bir-iki hamleyle ayağa kalkmak, koşmak,
o mübarek ellere dokunmak ve dünyanın en tatlı çikolatalarından birkaç
tane almak istiyordu ama buna bir türlü cesaret edemiyordu. Belki kimse
görmemişti onun heyecanlı hareketlerini ama o kıvranışları benim içimi
delmişti adeta.
Sohbet biter bitmez Metin'in yanına gidip onunla daha
yakından tanıştım. Bir trafik kazasında küçük kardeşi vefat etmiş; aynı
kazada kendi bacağı da büyük darbe almış; doktorlar ayaktan kalçaya
kadar o bacağı kesmek zorunda kalmışlar; bu arada, daha sonraki uzun
tedavilere rağmen belindeki müthiş ağrıyı bir türlü giderememişler.
Metin, Ayyüzlü'nün duasını alma ümidiyle gelmiş uzak bir beldeden.
Tanışıp konuştukça daha çok sevdim Metin'i; çektiği sıkıntıların onu ne
kadar da çok olgunlaştırdığına şahit oldum. Çok güzel bir arkadaş; hal
ve tavırları başka çocuklar gibi değil. Benden iki yaş küçük olmasına
rağmen sanki daha büyük birinin dilinden dökülüyormuş gibiydi her
cümlesi, hayranlıkla dinledim onun sözlerini. Meğerse hastanede kaldığı
süre içinde bol bol kitap okumuş, en zor zamanlarını bile çok okuyup
daha çok şey öğrenerek değerlendirmiş; kitaplarla sohbet ederken
dertlerini bir an da olsa unutmuş. Okuduğu hemen her sayfadan sonra ise
Allah'a dualar etmiş vefat eden kardeşi için. Ona üzülüp üzülmediğini
sorduğumda, “Biliyorum ki kardeşim şimdi Cennet'te ve bizi görebiliyor.
Onun canı hiç acımıyor. Sadece onu çok özledim. Bazen fotoğraflarla
avunuyorum, bazen de Rabbim rüyamda onu gösterip hasretimi dindiriyor.”
diye cevap verdi.
Metin ayağı kesildiğinde çok ağlamış, fakat onun
ziyaretine gelen öğretmenleri yaşadığı sıkıntıların, acıların arkasında
nasıl birer rahmet gizli olduğunu anlattıkça olayları değerlendirmesi
değişmiş ve ağlamaları tebessümlere dönüşüvermiş. Dışarıdaki insanların
ona dönüp dönüp bakmalarından ve bazı çocukların
“sakat” diyerek onunla dalga geçmelerinden dolayı çok ağladığı
zamanlar da olmuş ama anne-babasının da desteğiyle o acı günleri
hatıralara hapsetmiş. Şimdi başına gelenleri Allah'ın takdiri olarak
görüyor ve Cennet'te sapasağlam bir ayağa sahip olacağına çok inanıyor.
Sahabe Efendilerimizden bir bacağı sakat olan Amr b. Cemuh vefat edince,
Peygamber Efendimiz'in “Şu anda Amr'ı ayağı
sapasağlam olmuş, Cennet'te koşarken görüyorum” deyişini bir an
olsun unutmayan Metin, kendi hakkında da aynı hayali kuruyor ve o
hayalle her zaman bir kevser serinliği yudumluyor...
Belalardaki Rahmet Sırrı
Metin'in buradan ayrılmasının akabinde bedeniyle,
sağlığıyla imtihan olan insanlar aklıma takıldı durdu. Hep kendilerine
yardımcı olacak birilerine muhtaç, yatağa bağlı, felçli kimseleri;
gömleğinin düğmesini bile ilikleyemeyen güçsüzleri; arkadaşları sokakta
koşup oynarken pencereden seyretmek zorunda kalan yürüme engelli
kardeşlerimizi; konuşamadığı için hareketlerle kendini ifade etmeye
çalışan dilsizleri; bununla birlikte hareket dilinden anlamadığı için
karşısındakiyle dalga geçen kendini bilmez, kalbsizleri düşünüp durdum.
Gözlerim yaşardı, dilim duaya durdu. Onlar için ne yapacağımı
bilememenin şaşkınlığıyla öylece kalakaldım. İçimin sıkıntısı öyle
kavuruyordu ki beni balkonda oturup gökyüzüne bakarken gecenin soğuğunu
bile hissetmemişim. Ben dalıp gitmişken aniden balkonun kapısı açıldı ve
annemin sıcak sesiyle dışarıda ne kadar da çok üşüdüğümü farkettim.
“Ne düşünüyorsun böyle
gökyüzüne bakarak? Hem üstündekiler de ince, üşütüp hasta olmayasın
Talip'im!..” diyerek yanıma oturup kolunu omuzuma atıverdi annem.
Anacığımın sıcaklığıyla birden içim ısınıverdi.
“Metin'i düşünüyordum
anneciğim.”
O ana kadar zihnime kıymık gibi batan soruyu
anneciğime açmadan edemedim:
“Allahu Teâlâ'nın yarattığı
hiçbir şeyde nizamsızlık, hikmetsizlik, abes yoktur, öyle değil mi
anne?”
“Evet, yavrum...”
“Peki bedeninde bazı
rahatsızlıklar bulunan, engelli kimselerin durumunu nasıl
açıklayabiliriz? Allah'ın her şeye gücü yeter, murad etseydi herkesi
sağlıklı yaratırdı, hiç kimseye sakatlık vermezdi?”
“Allah her şeyi kulları
için yaratmıştır, kullarını da imtihanlardan geçirip olgunlaştırmak ve
rızasına hazırlamak için. Hiç düşündün mü neden göletler kirlidir de
akarsular berraktır, temizdir?”
“Bilmem, hiç düşünmemiştim.
Biri akıyor biri sabit duruyor diye mi?”
“Bir nebze doğru, fakat
akanı temiz yapan engelleri aşmaya çalışıp kendini oradan oraya çarpması
ve bu sayede içindeki kirleri atıp arınmasıdır. Allahu Teâlâ da
kullarını kirlerinden, günahlarından arındırmak için, kimi zaman onları
ibadetlerle ulaşamayacakları makamlara çıkartmak için, kimi zaman da
yapıp ettikleri güzellikleri, sahip oldukları nimetleri kendilerinden
bilerek kibirlenip Şeytan'a yoldaş olmamaları ve acizliklerini hissedip
Allah'a yönelmeleri için imtihanlardan geçirir, sıkıntılara çarptırır,
kirlerinden arındırıp yüksek makamlara ulaştırır.”
“Peki kimisi sağlıklı, kimisi
sakat; bazısı fakir, bazısı da zengin.. hani daha önce
fakirlik-zenginlikten bahsederken, “Allah kimisine biraz fazla mal verir
ve o malı diğer kardeşleriyle paylaşıp paylaşmayacağına bakar. Eğer o
kimse şükreden ve ihtiyaç sahipleriyle malını paylaşan, cömert birisiyse
imtihanı kazanır. Cenab-ı Hak kimilerine de az mal verir ve sabredip
etmeyeceğine bakar. Eğer o kişi sabreder, şikayet etmezse, o da imtihanı
kazanır ve pek çok mükafatı haketmiş olur.” demiştin ya, acaba Allahu
Teâlâ sakat kimseleri sabredip sabretmemeleriyle imtihan ederken
sağlıklıları da onlara karşı vazifelerini yapıp yapmamalarıyla sınavdan
geçiriyor olabilir mi?”
“Ah Talip, bu o kadar
önemli bir mesele ki, üzerinde ne kadar konuşulsa yeri var. Her engelli,
öncelikle anne-babasını sonra da toplumu eğitmek gibi özel bir vazifeyle
dünyaya geliyor.”
“Nasıl yani?”
“Biz insanoğlu olarak
önünde örnek görmeden bazı şeyleri kavramakta çok zorlanıyoruz. İşte
onlar da, çevresindeki sağlıklı kimselere ellerindeki sağlık nimetini
hatırlatıyorlar. İkinci olarak da bu nimetin bizim elimizde olmadığını,
Allah'ın bunu dilediğine verdiğini ve istediği vakit de emanetini geri
alabileceğini göstermiş oluyorlar. Dahası, engelli insanlar her
halleriyle “Ahiret var, bir mükâfat diyarı var, hazır olun yolculuk
var!” diyerek adeta herkesi ikaz ediyorlar.”
“Nasıl bir ikaz?”
“Oğlum Allah asla haksızlık
yapmaz, O âdildir. Kime ne kadar nimet verirse ve kim o nimetlere ne
ölçüde şükürle mukabelede bulunursa mutlaka o ölçüde ötede karşılık
verir. Engelli bir insanın çektikleri kat'iyen boşa gitmez. O sabırla
yaşadığı müddetçe “Ben mükafatımı almaya hazırlanıyorum, ebedi sağlam
olacağım bir yere gidiyorum” diye ahiretin yani asıl mükâfat alma
yerinin habercisi gibidir, hep onu ilan eder. Bir ayet-i kerimede
Cenab-ı Allah “Şüphesiz ilahî adalet gereği, herkes gücünün yettiğinden
ve sadece kendisine verilenden sorulacaktır.” buyuruyor. Ne kadar az
güç, o kadar az sorumluluk demektir. Âmâ olan birini gördüğümüzde bu
dünyayı göremediği için üzülürüz belki, fakat asıl yapmamız gereken şey,
bu sayede gözüyle hiç günaha girmediğini düşünüp onun masumiyetine
sevinmek ve bir nimet olarak verilen gözlerimizle işlediğimiz günahlar
varsa onları hatırlayıp kendi günahlarımız için Allah'a tevbe etmektir.
Anlayacağın, Talip'im, sağlıklı insanların imtihanı diğerlerininkinden
daha zor, çünkü bütün nimetlerden, sağlıktan vs. tek tek hesaba tabi
tutulacağız. Rahman u Rahim Allah bize merhametiyle muamele etsin...”
“Ama anne engelli olmak her
şeye rağmen çok zor!..”
“Tabii ki zordur oğlum;
neticedeki mükâfatı almak için sakat olmak istenmez. Allah dilerse o
ödülü ağır bir imtihana uğratmadan da verebilir. Allah'tan her zaman
sağlık ve afiyet istenmelidir. Fakat, insan başına bir musibet
geldiğinde ona sabretmeli, dünyanın geçiciliğini düşünmeli ve ahiretin
ebedi mutluluğunu kazanmaya çalışmalıdır. Bir de, her zaman Cenab-ı
Hakk'ın sabır karşılığında va'dettiği nimetleri düşünmelidir.”
“Nasıl nimetler?”
“Peygamber Efendimiz'in
haber verdiğine göre, Allah Teâlâ şöyle buyurmuş: “Ben kulumun -iki
gözünü kast ederek- iki sevgilisini almakla imtihan ettiğimde o buna
sabrederse, iki göze bedel olarak ona Cennet'i veririm.” İşte, buna
benzer müjdeler çoktur. Cenâb-ı Allah, bazen insanın ayağını alır; onun
karşılığında âhirette pek çok şey verir. Ayağını almakla o kimseye
aczini, zaafını, fakrını hissettirir. Kalbini Kendisine çevirtip, o
insanın duygularına inkişaf verirse, çok az bir şey almakla, pek çok
şeyler vermiş olur. Demek ki zâhiren olmasa bile, hakikatte bu ona,
Allah'ın lûtfunun ifadesidir. Tıpkı, bir insanın şehit olup Cenneti
kazanması gibi... Evet, Allah, birkaç sene dünyanın geçici
güzelliklerini seyredecek fâni bir gözü alıyor ama ona bedel, Cennette,
Cennet manzaralarını ebedî gözlerle, ebedî bir sûrette seyredecek kırk
göz kuvvetinde gözler vereceğini vadediyor.”
“Anne, bazen sakatlara falan
acıyarak dönüp dönüp bakıyorlar ya bu günah mı?”
“Günah diyemeyiz ama
sürekli acınarak bakılmak kişiyi rahatsız ve rencide eder. Fakat, onlara
acıyarak bakmak yerine onların da bizim gibi insanlar olup
ihtiyaçlarının bulunduğunu düşünmemiz ve hadis-i şerifte Peygamber
Efendimiz'in de buyurduğu gibi sadaka sevabı kazanma adına onların
sıkıntılarını gidermeyi büyük bir fırsat olarak değerlendirmemiz
gerekir.”
“Onlara yardım etmek sadaka
vermek gibi midir?”
“Evet oğlum. Bir keresinde
Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), doğan her gün için
sadaka verilmesi gerektiğini söylemiştir. Sahabe Efendilerimiz,
kendilerinin bu kadar mal varlıklarının bulunmadığını ifade edince,
İnsanlığın İftihar Tablosu, sadakanın birçok çeşidinin bulunduğunu
belirtip bunlara örnekler vermiştir: “Âmâya rehberlik etmen, sağır ve
dilsize anlayacakları bir şekilde anlatman, muhtaç bir kimseyi hâcetini
tedarik etmesi için gerekli yere götürmen, derman arayan dertlinin
imdadına koşman, koluna girip güçsüze yardım etmen, konuşmakta güçlük
çekenin meramını ifade edivermen, bütün bunlar sadaka
çeşitlerindendir...” buyurmuştur.”
Sevgili arkadaşlar,
Annem ve ben engelliler hakkında konuşurken babam
giriverdi odaya. Sohbet mevzumuzu öğrenince öyle şeyler söyledi ki adeta
ağzım açık dinledim. Meğer bu konuda ne de az şey biliyormuşum ve
engellilerin problemlerini ne kadar az düşünmüşüm.
Babam “Kuran'ın Engelliye
Yaklaşımı” (1) isimli bir
doktora çalışması okumuş. Dr. Emine Gül'e
ait olan ve sonra kitap olarak da basılan o çalışmada “Kur'an'ı Kerim'e
göre, toplumun engellilere ihtiyacı var.” deniliyormuş. Yazar diyormuş
ki:
“İslam dini engelli tüm
insanlara dinî ve sosyal yaşamlarında her tür kolaylığı sunmuş ve onları
evlerine kapanmaya mahkum etmeyerek güçleri nispetinde aktif sosyal
hayata dahil etmiştir. Peygamber Efendimiz'e (sallallahu aleyhi ve
sellem) gelen bir kişi ‘Ben görme engelliyim acaba namaz için mescide
gelmesem olur mu?' diyor. Peygamber Efendimiz ona ‘Ezanı duyuyor musun?'
diye soruyor. ‘Duyuyorum.' cevabını alınca, ‘O zaman senin için bir
mazeret görmüyorum.' diyor. Buradan da anlaşıldığı gibi İslam,
engellileri sosyal hayatın içine davet ediyor.”
Babam bu hadiseyi anlatır anlatmaz aklımdaki soruyu
sordum:
“Babacığım, Peygamber
Efendimiz'in yanında engelli sahabiler var mıydı?”
“Tabii ki vardı Talip;
vardı ve Sevgili Peygamberimiz onlara çok şefkatli davranır,
ezilmelerine, kendilerini eksik hissetmelerine mani olur ve onları
toplum içinde de aziz tutardı. Mesela, bir ayağı sakat olan Muâz b.
Cebel'i Yemen'e vali olarak göndermişti. Seferlere/savaşlara giderken,
Medine'de yerine vekalet etmek üzere âmâ olan İbn Ümmü Mektum'u tam 13
defa görevlendirmişti; Medine'de namazları İbn Ümmü Mektum'un
kıldırmasını emretmişti. Rasûl-ü Ekrem'in uzun yıllar müezzinliğini de
yapan İbn Ümmü Mektûm, Kâdisiyye Savaşı'nda da sancaktarlık yapmış ve
orada şehit olmuştu. Yine, âmâ olan Itbân b. Mâlik, kendi halkına
imamlık yapmak üzere tayin edilmişti.”
“Babacığım, sence engelliler
konusunda yapılan en büyük yanlışlık nedir?
“Oğlum bence hem
engellilerin hem ailelerinin hem de çevrenin yaptığı birer büyük yanlış
var. Bazı engelliler, kendilerinin cezalandırıldığını düşünüp Allah'a,
dine ve tabii hayata küsüyor ve işte o zaman gerçekten engelli haline
geliyorlar. Aileler de “Neden bizim başımıza geldi?” deyip kadere taş
atıyor, isyankar oluyorlar. Hatta bazen anne-baba birbirlerini suçluyor,
karşılıklı “Senin yüzünden!..” diyebiliyorlar. Aslında, herkese düşen
“İmtihan oluyoruz!.” deyip bu düşünceye göre hareket etmektir ama
bazıları bunu başaramıyorlar.
“Peki çevredekilerin
yanlışı?”
“Talibim, bazı insanlar
da sadece “vah vah, yazık” demekle yetinip zahiren acıma ifadeleri
sergiliyorlar ama yardım etme yolunu hiç seçmiyorlar. Oysa, herkes
engellilere ya da onların ailelerine bir şekilde yardım edebilir. En
büyük yardım onları acınacak, eksik kimseler olarak görmemektir. Sonra
da, hal hatır sormaktan moral vermeye, bazen onlarla sohbet etmekten
alıp bir yerlere götürmeye ve bir şekilde onlarla ilgilenmeye kadar pek
çok yolla onların elinden tutmaktır. Az önce bahsini ettiğim kitapta
okumuştum zannediyorum; katıldığı bir panelde otistik çocuğu olan bir
ilahiyat hocasının verdiği misal insanların genel duyarsızlığına canlı
bir örnek gibi: ‘21 yıl boyunca otistik çocuğumuzu anbean, adım adım
takip ettik, onu bir an yalnız bırakamadık; ama bu süre zarfında hiçbir
akraba ya da ahbabımız “Bugün de çocuğunuza biz bakalım, siz de eşinizle
baş başa bir yere gidin, bugünlük dinlenin.” demedi.' diyor.”
“Babacığım son bir sorum
olacak. Az önce “gerçekten engelli” dedin. Bu ne demek?
“Kur'ân-ı Kerim'de
engelliler üç şekilde ele alınır. Önce engelliliğin eksiklik kabul
edilmemesi gereken insanî bir durum olduğu nazara verilir. Sonra,
engellilere cihad, hicret, ibâdet gibi dini tekliflerde kolaylıklar
getirildiği anlatılır. Engellilerle alakalı ayetler daha çok üçüncü
gruba dahildir. Bu grupta, gerçek engellilerin imandan mahrum kimseler
olduğu vurgulanır; Allah'ın kainat kitabındaki ayetlerini göremeyen
kimselerin asıl “körler”, Peygamberin mesajına kulak vermeyenlerin
gerçek “sağırlar” ve iman nurundan nasipsizlerin tam “kalbsizler”
oldukları anlatılır.”
Evet arkadaşlar,
Anlıyoruz ki, dünya hayatında elsiz-ayaksız,
dilsiz-gözsüz olanların engelliliği geçici; onlar sabreder ve ahirete
yatırım yaparlarsa, buradaki muvakkat mahrumiyetlerinin karşılığını
ötede ebedî saadet olarak alacaklar. Fakat, bütün vücut organları sağlam
olsa da, Allah'ın ayetlerini görmeyenler, Efendimiz'in çağrısını
duymayanlar ve günahlar yüzünden kalblerini karartanlar hatta
öldürenler, dünyadaki geçici ve zahiri bir rahatın akabinde sonsuz bir
azaba uğrayacaklar; haşir meydanına sağır, dilsiz, kör ve sakat birer
mahkum olarak çıkarılacaklar.
Bu arada, sizin hiç “geçici engelli” arkadaşınız var
mı? Onu en son ne zaman arayıp sordunuz; ne zaman ona dertlerini
unutturup Cennet bahçelerini hatırlatarak yüzünü güldürdünüz? Sahi, her
gün böyle bir sadaka veriyor musunuz?
Arkadaşınız Talip Rıza // 12.06.2006
(1)
Bahsedilen doktora tezi, Akis Kitap yayınevi tarafından “Kuran’da
Engelliler: Kuran’ın Engellilere Yaklaşımı ve Bakış Açısı” ismi
altında yayınlanmıştır. Dr. Emine Gül, çalışması hakkındaki
ifadeleri dikkat çekicidir: “Engellilik
ve engelliler, tarihin başlangıcından bugüne değin hep varolagelen olgu
ve insanlardır. Hiçbir din ve millet ayırımı olmaksızın bütün
toplumların ilgilendiği, anlamaya ve anlamlandırmaya çalıştığı
engellilik bugün daha da önem kazanmıştır. Gelecekte de insanlığın ve
insan haklarının gündeminde olacağına inandığımız engellilik olgusuna
Kur’anın yaklaşımını bu çalışma ile ortaya koymayı hedefledik.Bu
araştırmadaki amacımız, kendini anlama ve anlamlandırma çabası içinde
olan engelli insanlara Kur’an’ın yaklaşımının ne olduğu ve Kur’an’ın her
meseleye, gerektiği ve insanlara lazım olduğu kadarıyla temas ettiği
gerçeğini ayetler perspektifinden engelli-engelsiz tüm insanlara
sunmaktır.”
“Kur’an’ın Engellilere Yaklaşımı”
başlıklı bir doktora çalışması yapan Dr. Emine Gül, 10 yıl önce üç aylık
oğluna ‘Mukopoli Sakkaridoz’ teşhisi konulan Ankara Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi mezunu Emine Gül de zihnine düşen sorulardan yola
çıkarak Kur’an’da engellilerin yerini araştırmaya başladı. Annelik
imtihanının en ağırını belki de engelli çocukları dünyaya getiren
anneler yaşıyor. Emine Gül de bir engelli annesi. Ama onu engelli çocuğu
olan birçok anneden ayıran yönü yılgınlık yerine örnek bir mücadelenin
içine girmiş olması. Çünkü oğlu Ahmet'in hastalığı Gül'e akademik
anlamda bambaşka bir kapı açtı ve oğlu bir anlamda onun ilham perisi
oldu.
Dünyaya ölümcül bir
hastalığın pençesinde gözlerini açan küçük Ahmet'in sürdürdüğü yaşam
mücadelesinden yola çıkan anne Gül aynı zamanda alanında bir ilk çalışma
olan "Kur'an'ın Engelliye Yaklaşımı'' adlı doktora tezini kaleme
aldı. Tez, büyük beğeni topladı ve Diyanet İşleri Başkanlığı
Yayınları'ndan kitap olarak basılması kararlaştırıldı. 1995 yılında bir
erkek çocuk dünyaya getiren Gül, doğumdan 6 ay sonra oğulları Ahmet'in
milyonda bir görülen 'Mukopoli Sakkaridoz tip I' adlı genetik bir
bozukluktan kaynaklanan hastalığı olduğunu öğreniyor. Alfa-hydranalin
adında bir enzim eksikliğinden kaynaklanan bu hastalık hakkında
doktorlardan aldıkları ilk bilgileri ise Gül şöyle sıralıyor: "Tıbben
bir tedavisi olmayan bu hastalık, ağır seyrediyor fakat yaş ilerledikçe
vücutta ciddi arazlar bırakarak, görme, işitme, yürüme ve zihinsel
yeteneklerini kaybettiriyor."
Gül,
oğlunun hastalığı boyunca engelliler hakkında yapılmış akademik
çalışmaları da incelediğini ancak bugüne kadar Kur'an merkezli herhangi
bir çalışma yapılmadığını hayretle gördüğünü anlatıyor. Durum böyle
olunca doktora tezini engelliler üzerine hazırlama kararı alan Gül
çalışmasını yaparken kaynak konusunda ciddi sıkıntılar yaşadığını
söylüyor. Bütün bu olumsuz durumlara rağmen Gül ciddi ve titiz bir
çalışma ortaya koydu. Dr. Emine Gül, araştırmalarında engelli insanların
sosyal hayatta varlık göstermelerinde Kur’an’a göre hiçbir engel
olmadığını aksine teşvik olduğunu tespit etmiş. Gül, bu sonuca delil
olarak öncelikle Abese Sûresi’nde Hz. Peygamber (sas)’e hitap
edilen ayetleri gösteriyor.
Mekke’nin ileri gelen
müşriklerine tebliğ yaparken kendisine İslam’ı anlatmasını isteyen
İbni Ümmü Mektum’dan sözünü böldüğü için canı sıkılıp yüzünü çeviren
Peygamber’imize o anda vahiy geliyor. Allah (cc)’ın o kişiden isim
zikretmeden ‘âmâ’ diye bahsetmesinin evrensel bir mesaj olan Kur’an’ın
engellilere yaklaşımını ortaya koyduğunu belirten Emine Gül,
Peygamber’imiz daha sonraları bu kişiyi “Ey kendisi yüzünden Rabb’imin
beni azarladığı kimse, benden bir isteğin var mı?” diye sorarak taltif
ediyor. Kendisinin yerine Medine’de 13 kere vekil bırakıyor.
Ehliyetli olduğu sürece
Peygamber’imizin engelli insanları soysal hayatın içine ısrarla
çektiğini ifade eden Gül şöyle konuşuyor: “Hz. Peygamber ‘âmâ’ birine
ısrarla mescide gelmesini söylüyor. Burada cemaatle namazın önemini
vurgulamakla birlikte o insanları topluma çekiyor.” Allah’ın yaratışında
bir bozukluk, amaçsızlık, boşluk olmadığını vurgulayan Gül, “Her şey bir
amaca müsteniden yaratılmış. Bu çocuğun engelli olmasının da amacı var.
Öncelikle anne babasını sonra da toplumu eğitmek gibi özel bir misyonla
doğuyor aslında. Allah’ın farklı insanlarla nasıl yaşanacağını göstermek
için eğitim misyonuyla yarattığı çocuk bunlar.” diyor. Doğuştan gelen
veya sonradan ortaya çıkan her türlü engelliliği sadece dünya hayatı
çerçevesinde değerlendirmenin eksik olacağını ifade eden Gül, “Bu,
kişiyi Allah’ın adaletinden şüpheye götürür.” diyor. Önceleri “Onlar
Allah’tan razı Allah da onlardan razıdır.” ayetini okurken “Allah’tan
razı olmamak gibi bir şeyin olamayacağını düşündüğünü ifade eden Emine
Gül şöyle konuşuyor: “Olumsuz bir şey yaşayan herkesin içinden bir
itiraz yükseliyor. O’nun yüklediklerinden razı değil aslında. Bize göre
kötü bir şey olduğu zaman ‘Neden ben?’ diyoruz; ama güzel şeylerde bunu
sormuyoruz. Oysa hayat bu. İyi ve kötü şeyler var. Sorunlar ancak mutlak
bir inançla aşılabilir. Çünkü Allah “Mallarınızdan, canlarınızdan,
evlatlarınızdan eksiltmekle sınayacağız sizi.” diyor. Allah evrendeki
her şeyi insan için, insanı da sınamak için yarattı. “Hayır ve şerle
sizi sınarız.” diyor. İmanla da imtihan ediliyoruz. Allah’ın adaletini,
merhametini sorgulamamamız lazım; ama canın yanınca sorguluyorsun.”
Ancak kafirler Allah’tan ümidini keser.” diyor Kur’an’da. Fizikî
sebeplere sarılarak elimizden ne geliyorsa yapmak, bu arada dua edip
şifa verenin de o olduğunu unutmamak gerekiyor.”
(Kaynak: a) Yeni Şafak;2005; b) www.hanimlar.com/moduller. php?modul=makale).
|
|