Almanya’da Yabancılar
Politikasında Bir Değişiklik Yok
ÇİFTE VATANDAŞLIK HAKKININ YERİNE ASİMİLASYON Doç. Dr. Ali Seyyar
Sakarya Üniversitesi
İİBF-Öğretim Üyesi
(Dünya
Gazetesi; 20.04.1999)
Almanya , 2. Cihan
harbinin geriye bıraktığı enkazın temizlenmesi ve çöken Alman ekonomisinin
süratli bir biçimde yeniden ayağa kalkabilmesi için bu ülkeye çağrılan
yabancı işçilerin şüphesiz Almanya’nın mucizevi iktisadi kalkınmasında
önemli katkısı olmuştur.
F. içişleri
bakanlığının verilerine göre Almanya’da 1988 senesinde 7.37 milyon yabancı
yaşamaktadır. Bu sayı genel nüfusun yaklaşık % 9’u gibi önemli bir oranına
tekabül etmektedir.
Sözü edilen yabancılar
içinde Türkler % 28.61 (2.1 milyon) ile birinci sırada yer alırken , bunu
Yugoslavlar % 9.79 , İtalyanlar % 8.25 ve yunanlılar da % 4.93’lük bir pay
ile izlemektedir. Yabancıların % 29’u 20 seneden yaklaşık % 50’si de 10
seneden fazladır 10 senedir Almanya’da yaşamaktadır.
Yabancı düşmanlığı Almanların ortak karakteri midir?
Almanya’yı
adeta ikinci bir vatan haline getirmiş olan yabancılar (Ausleaender) , ilk
başlarda “Misafir işçiler” (Gastarbeiter) daha sonra “yabancı işçiler” (Auslaendischearbeitnehmer)
ye bu günlerde de “ortak yabancı vatandaşlar” (Auslaendischemitburger)
olarak sınıflandırılmaktadır. Bütün bu kavramlarda değişmeyen tek ortak
özellik , ifadelere eklenen yabancılık unsurudur. Almanların zihin yapısı
ile yakın alakalı olduğunu düşündüğüm bu yaklaşım tarzı özellikle ,
Türkler söz konusu olduğunda çok daha da belirginleşmektedir. Nitekim , bu
ülkede yabancılar konusu ele alındığında ilk başta hemen Türk
vatandaşlarımız akla gelmektedir.
Yabancılara karşı sergilenen genellikle
olumsuz tavır ve tutum, çoğu kez ırki, coğrafi ve dini amillerin vücut
verdiği ortamdan kaynaklanmaktadır. Bu ortam, devir devir değişik tezahür
şekilleri arz etse de içerik ve istikametleri aşağı yukarı hep aynı
kalmaktadır. Değişen idari rejimler ve şartlar karşısında hep benzer bir
görüntü veren bu ortam, bazen kuvveden fiile çıkamayıp kitap ve zihinlerde
mahpus kalırsa da, şartlar elverdiğinde, o şartların mümkün kıldığı
nispette, gerçekleşmeleri önlenememektedir.
Nitekim, kronikleşen ekonomik durgunluğun
yanında iki Almanya’nın birleşmesiyle ortaya çıkan faşist akımların
etkisiyle 1990’dan buyana otuzdan fazla Türk vatandaşımız, genelde yabancı
düşmanlığı besleyen aşırı sağcı kesimlerce yakılarak ya da başka şekilde
öldürülmüştür. Bunu dışında, federal suç dairesinin (Bundeskiriminalamt)
verilerine göre Almanya’da yabancılara yönelik şiddet sayısı 1996’da 2353,
1997’de ise 2950’dir. 1997 yılında yabancıları hedef alan ciddi
saldırıların yanında irili ufaklı bütün eylemleri dikkate aldığımızda, bu
sayını aslında daha çok, (yaklaşık 12 bin) olduğunu belirtebiliriz.
İşte Alman toplumunun bir türlü içinden
atamadığı yabancı düşmanlığı, tarihi perspektiften bakıldığı taktirde her
zaman varlığını koruyan tehlikeli bir sosyal olgudur. Bu riskli olgunun,
sağlıklı, hoşgörülü ve barışçı bir ortama dönüşmesi için Alman
hükümetlerinin, yabancıların uyumu için kendilerine göre bazı tedbirler
aldıklarını görüyoruz. Bunların başında entegrasyon politikaları
gelmektedir. Ancak, uygulanış biçimi asimilasyon politikalarına çok
benzemektedir.
Yabancı düşmanlığına karşı asimilasyon politikası
mı?
Bu soruya cevap vermeden önce, Türk
toplumunun bazı özelliklerini burada dile getirmekte fayda vardır. Türk
milletinin, gerek örf ve adetleri, gerekse kültürel kimliği bakımından
diğer yabancılara kıyasla Alman toplumuna en uzak millet olduğunu
söylersek herhalde abartmış olmayız. Alman toplumu yabancılarda ve
özellikle Türklerden, sosyal barışın ve huzurun temini için, kendilerine
entegre olmalarını, bir başka ifade ile uyum sağlamalarını istemektedir.
Ancak, problem de aslında burada başlamaktadır. Çünkü: entegrasyon,
yabancı unsuru, Alman toplumu içinde olduğu gibi kabul etmek manasına
geldiği halde, Almanların birçoğunun, yabancı olarak kabul ettikleri
insanları, kendilerinden saymaya hazır ve istekli olmadıkları için uyumun,
her iki tarafın da kabul edebileceği bir biçimde sağlanmasında ciddi
sosyal sorunlar yaşanmaktadır.
Mensubiyet şuurunun zihinlerde hala hakim
olduğu Almanya’da yabancı unsur ile ilgili tartışmalarda ırk, etnik ve
vatandaşlık mefhumları çoğu kez önemli bir yer teşkil etmektedir. Bundan
dolayıdır ki, Alman bilim adamlarının bu kavramlarda ne anladığını bilmek,
konuyu aydınlatabilmek açısından önemlidir.
Irk kelimesi, fiziki (anatomik) ve
fizyolojik karakterleri ile farklı olan insanları belirlerken, etnik
kelimesi, ırklarda olduğu gibi, biyolojik-genetik özelliklerin ötesinde
insanların daha fazla kültürel ve-ve ya linguistik (lisan) farklılıklarını
ortaya sermektedir.
Buna göre;Türkler,Alman toplumunun değer
yargılarına göre yabancı oldukları kadar en azından bir başka etnik gruba
mensup insanlardan oluşan bir topluluktur.Dolayısıyla,Almanların genel
mantığı çerçevesinde,ayrı bir kültürün insanı olan Türklerin uyumu,ancak
kendi kültürel değerlerini bir yana bırakıp bunun yerine Alman kültürünü
benimsemelerini ve bunun gereğini yapmaları halinde mümkün olacaktır.
Federal Çalışma ve Sosyal
Bakanlığı,yıllardan beri bu anlayışa uygun olarak işe,Almanca lisanının
yaygınlaştırılmasıyla başlamıştır. Özellikle genç yabancılara ve ev
hanımlarına yönelik Almanca kursları gibi kültürel faaliyetlere her yıl
milyonlarca DM harcamaktadır. Örneğin,1995 yılında bu çalışmalara 88
milyon DM harcama yapmıştır.
Almanya içinde yaşayan Türklerin hakim
kültüre adapte olmaları ve uyum sağlamaları yönünde entegrasyon adı
altında yürütülen ve nihai hedef açısından asimilasyon olduğu anlaşılan bu
politikaların neticesinde,özellikle 2. ve 3. nesilden oluşan Türk gençlere
Alman vatandaşlığına geçme de kolaylıklar tanınmaktadır. Yabancıların ve
Türklerin ancak böyle bir süreçten sonra,bir başka ifadeyle kendi özgün
kültürel kimliklerinden arındırılmış ve Alman kültürü içinde bütünüyle
eritilmiş bir şekilde Alman vatandaşlığına kabul edilmesinde ki
hedefin,yabancıları ve Türkleri ‘Federal Almanya Cumhuriyetinin vatandaşı’
yapmanın ötesinde ‘asimile edilmiş Alman’ insanı haline getirmek olduğunu
söyleyebiliriz.
Etnik gruplara mensup yabancılar,Alman
vatandaşlığına geçmeleri halinde ,resmi istatistik veriler açısından her
halükarda Alman vatandaşı olarak sayılacaktır. Ancak,bu insanların kısmen
de olsa kendi öz kültürel unsurlarını korumaları ve yaşatmaları
halinde,bir çok Almanın gözünde farklı etnik kimliğe sahip insanlar,yani
yine yabancı olarak algılanacak ve bu yönde toplumsal olarak farklı
muameleye maruz kalacaklardır.
Dolayısıyla; Alman toplumu , yabancıları
kendi kültürleri içinde oldukları gibi hazmedemedikleri ve kendi ulusunun
etnik saflığı Türkler tarafından bozulabilir inancına hakim olduğu
müddetçe gerçek entegrasyonun ve sosyal barışın temini güçleşecektir.
Dolayısıyla ,sosyal barışı tehdit eden bu tarz zihni saplantılar ve
psikolojik korkular varlığını korudukça yabancı düşmanlığının da ortadan
kalkması güçtür.
Çifte
vatandaşlık yerine asimilasyon amaçlı tam vatandaşlık hakkı
Yabancılarla ilgili toplumsal bakış perspektifi vatandaşlık mevzuatına da
yansımıştır. Federal Almanya’da halen “Kayser İmparatorluğu’ndan kalma
vatandaşlık anlayışı anayasal bir düzenleme olarak geçerliliğini
korumaktadır. Buna göre, Alman vatandaşı olabilme şartı soy ve kan bağı
ile yakından ilgilidir. Bunun içindir ki, Almanya’da doğan yabancı
çocukların Alman vatandaşlığına alınmaları ancak annenin ya da babanın
Alman vatandaşı olması halinde problemsiz olarak mümkün olmaktadır.
Kohl Hükümeti, bu ayrımı ortadan kısmen de
olsa kaldırmak için, 3. yabancı nesilden dünyaya gelecek çocukların
belirli bir dönemden sonra kendi hür iradeleriyle Alman vatandaşlığına
geçmelerine imkan tanıyan projeler geliştirilmekteydi. Böylece, Almanya’da
vatandaşlık hakkının tanınması ile ilgili olarak ilk kez, ırki kriterlerin
ötesinde teritoryel prensibine (Kanunların Mülkiliği Esası) uygun olarak,
Alman ırkına mensup olmayan yabancıların da Almanya’da doğmaları şartı
ile, Alman vatandaşlığına geçmelerine imkan tanınacaktır.
Eski Kohl hükümetinin Adalet Bakanı
tarafından hazırlanan ve Schröder Hükümeti tarafından da birçok yönleriyle
benimsenen bu çalışmaya göre, F. Almanya Devleti etnik esaslar üzerine
kurulmuş “Milli Devlet” ilkesinden vazgeçmeli ve hür vatandaşlar ilkesine
riayet eden multi-kültürel topluma geçmelidir. Yabancılar politikası ise
ağırlıklı olarak sadece entegrasyon üzerinde yoğunlaşmalıdır.
Yabancılar politikasında yeni gibi görünen
bu ifadelerde iki önemli hedef belirlenmektedir.
Birincisi; 3. nesilden meydana gelecek
yabancı çocukların Alman toplumuna entegre kabiliyeti ve bunu doğal bir
sonucu olarak asimile imkanının çok rahat olacağını varsayarak, bunların
Alman vatandaşlığın alınmaları için yasal engellerin ortadan kaldırılması
gerekmektedir. Böylece, Alman nüfusunun yaşlanmasının kısmen de olsa önüne
geçilebilecektir.
İkincisi; Asimile edilmesi zor olan ve
dolayısıyla Alman vatandaşlığına alınma şartlarına haiz olmayan diğer
yabancılar gibi, Almanya’da ne kadar yaşadıklarına bakılmaksızın, sadece
entegrasyon politikası uygulanmalı. Bunların etnik farklılıkları göz ardı
edilmeksizin, tolare edilerek çok kültürlü ve çoğulcu bir Alman toplumu
içinde serbest ve emniyet içinde yaşamalarına güvence verilmelidir. Bu
şekilde, yabancıların Almanya’dan kaçması önlenecek ve genel nüfusun
azalmasının önüne geçilecektir.
Bunun dışında, yabancılara ve hatta 3.
nesilden meydana gelecek diğer yabancılara çifte vatandaşlık hakkının
verilmesi sakıncalı olarak görülmektedir. Sebep yine her zamanki gibi
aynı: kendi ülkesinin vatandaşlığını koruyarak Alman vatandaşlığına geçmek
isteyen, yani çifte pasaportlu insanların, Almanya’yı ve onun toplumunu
benimsemeleri ve dolayısıyla asimile olmaları da mümkün değildir.
Yeni Şansölye Gerhard Schröder
Başbakanlığında Sosyal Demokrat Parti ile Birlik 90/Yeşillerden oluşan
yeni hükümet, yabancılar politikası konusunda radikal bir değişim
sayılacak önemli adımlar atmak vaadi ile iktidara gelmiştir. Sosyal
Demokrat ağırlıklı düşüncelere göre, Almanya’da doğan 3. kuşak
yabancıların ve 14 yaşından beri Almanya’da yaşayan ebeveynin çocuğuna da
otomatikman bir vatandaşlık hakkı tanınacaktır. Yabancılar ayrıca 15 yıl
yerine 8 yıl Almanya’da ikamet ettikten sonra Alman vatandaşlığına geçmek
için müracaat edebilecek ve toplumsal konsensüs sağlanabilirse bazı
tereddütlere rağmen, çifte vatandaşlık hakkına da sahip olabilecektir.
Sosyal Demokratların , yabancılar kanununda
bazı değişiklikler yapmak ve vatandaşlık hakkını yeniden düzenlemek
isterken çifte vatandaşlık konusunda temkinli bir tavır sergilemelerinin
yersiz olmadığı son eyalet seçimlerinde anlaşılmıştır. Hıristiyan
Demokratlar, yabancılar konusunu seçimlere taşıyıp çifte vatandaşlık
aleyhine imza kampanyası başlatmaları sonucunda eyalet seçimlerinde
başarılı olmuşlar ve eyalet meclisinde (Bundesrat) de çoğunluğu elde
etmişlerdir.
Schröder Hükümeti, bu sebepten dolayı,
siyasi muhalefetin de kabul edebileceği vatandaşlık ile ilgili yeni bir
kanun tasarısı hazırlamıştır. Buna göre, Almanya’da doğacak çocuklara
süreli bir çifte vatandaşlık modeli uygulanacaktır. Çocuklar, 23 yaşlarına
kadar hem ebeveyninin geldiği ülkenin, hem de Almanya’nın pasaportunu
taşıyabilecektir. Gençler, reşit yaşına geldiklerinden sonra en geç 23
yaşlarına kadar hangi devletin vatandaşı olmak istediklerine karar vermek
mecburiyetindedirler.
Diğer yandan, F. Almanya’da asgari 8 yıl
ikamet etmiş, suç işlememiş, geçimini temin edebilen ve Almanca’ya vakıf
yabancılarda Alman vatandaşlığına geçiş yapabileceklerdir.
Aslında,
bu adımlar Kohl Hükümeti tarafından zaten atılmıştı. Yeni olan sadece yeni
doğan çocuklara, derhal Alman vatandaşlık hakkı verilmesi yerine süreli
olarak çifte vatandaşlık hakkı tanınmasıdır. Neticede, çifte pasaport
hakkı gençlerin elinden yine alınacak. Alman devletinin, bu esnek gibi
görünen modeli uygulamak isterken, beklentisi, yabancı gençlerin, Alman
toplumunda yetiştiklerine göre, er geç Alman vatandaşlığına geçmeleridir.
Dolayısıyla, perde arkasında halen bir gizli el tarafından el üstünde
tutulan bu tür asimilasyon çabalarının varlığını düşünürsek, yeni
yabancılar politikasının temel hedefinin değişmediğini müşahede
edebiliriz.
|