Prof. Dr. Mehmet ERKAL Hocamızın Ardından

 

29 Kasım 2015

Prof. Dr. Ali ERBAŞ

Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde öğrenci iken tanıdım onu. Yıl 1982, ders bitimi fakülteden çıktık, Beşiktaş tarafına giden belediye otobüsüne bindik. Bizimle beraber daha önce hiç görmediğimiz, ancak hoca olduğunu tahmin ettiğimiz birisi de bindi. Tanıştık, 7 yıldır İstanbul Dolmabahçe Camii imam-hatibi olduğunu, Erzurum Atatürk Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi’nde İslam hukuku alanında doktorasını tamamladığını, fakülteye dışarıdan derse girdiğini ifade etti. Beşiktaş’a varıncaya kadar zamanı hiç boş geçirmeden neredeyse bir ders de otobüste yaptı. O kadar tatlı dilli ve hoşsohbet idi ki, içimden inşallah bizim dersimize de bu hoca gelir diye dua etmiştim. Bir müddet sonra fakülteye öğretim görevlisi olarak atandı, ancak bize değil yan sınıfa derse geldi. Ama biz hocayı dinlemek için her fırsatı değerlendirir, öğrenci evlerine davet eder, özel sohbetler yapardık.

1987 yılında tefsirden yüksek lisansımı tamamlamıştım. Tez savunması için oluşturulan jüri içinde Mehmet Erkal ismini görünce oldukça rahatlamıştım. Nitekim savunmam esnasında şefkat ve merhamet dolu babacan tavırlarıyla jüriyi dengelemişti. Sonra yıllar birbirini kovaladı. Ben doktoramı bitirdim, 1993 yılında Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesine öğretim üyesi oldum. 1996 yılında fakültemize dekan olarak Mehmet Erkal hocamız atandı. Sadece fakültemizde değil, tüm Sakarya’da bir bayram havası oluştu. Hoca o kadar tatlı dilli ve konuşmayı çok seven hoş sohbet birisiydi ki, göreve başladıktan sonra yapılan devir-teslim töreni sonrası müzakere esnasında Arapça okutmanı merhum Numan Yazıcı hocamız iki dekan arasındaki en önemli farkı şöyle ifade etmişti: “Eskisini konuşturamıyorduk, yenisini susturamıyoruz”.

Fakültemizin öğretim elemanlarından bir kısmı lisans, bir kısmı ise yüksek lisans ya da doktoradan öğrencisi idi. Öyle samimi bir atmosfer oluşturmuştu ki, sanki sıcacık bir aile ortamı vardı. Çalışma alanımla ilgili araştırmalar yapmak için bir yıllığına gittiğim Fransa-Strasbourg’dan bir ay önce dönmemi arzu etti, sebebi de beni dekan yardımcısı olarak atamak istemesiydi. Öyle de oldu. Beş yıl boyunca kendisine dekan yardımcılığı yaptım. Çoğu zaman hafta sonları bile birlikte çeşitli programlara gidiyorduk, o güzel üslubuyla tam bir gönül doktoru ruhuyla gönülleri fethediyordu.

Fakültemizin ilk mezunlarını verdiğimiz 1998 yılının mezuniyet gecesinde her hocayı karakterlerine uygun bazı vasıflarla tanımlayan talebelerimiz onun adını “dekan baba” takmışlardı. Gerçekten babalık yapıyordu talebelerine. Taraklı şivesiyle “gızlarım” diye hitap ettiği kız öğrencilerimiz babalarından ayrı kaldıkları halde onun sayesinde baba hasreti çekmiyorlardı. Hangi öğrencinin bir derdi var, kimin harçlığı bitmiş, kim yurt parasını ödeyememiş, dekan babaları elinden gelen gayreti gösterir ve problemi çözmeye çalışırdı. 17 ağustos 1999 depremini yaşamıştık Sakarya’da. Birçok hoca İstanbul’a evini taşımasına rağmen o bir yıl boyunca fakültenin bahçesindeki barakada kalmıştı.

Sıkıntılı günlerdi, 28 Şubat süreci bütün acımasızlığı ile devam ediyordu. İlahiyat fakültelerinin kontenjanlarının iyice düşürüldüğü, başörtüsü yasağının büyük bir zulüm halinde uygulandığı günlerdi. Üniversite birincisi olan kız öğrencimiz mezuniyet törenine giremiyor, vali beyin elinden diplomasını onun yerine bir başkası alıyordu. Tören alanında binlerce mezun çılgınca eğlenirken bizim üniversite birincisi kız öğrencimiz sırf başörtüsünden dolayı içeriye alınmadığı için tören alanı dışında ağlıyordu. Böyle bir duruma dekan babanın yüreği hiç dayanabilir miydi? Tören alanının dışına çıktık başımız yerde birlikte yürürken hocamız başladı sesle ağlamaya. Susturamıyordum, dakikalarca için için ağladı. Sonra hiç konuşmadan kampüsten lojmanlara kadar yürüdük, o evine ben evime gittik.

Dersleri çok neşeli geçerdi hocamızın. Öğrenci iple çekerdi onun ders saatini. Fıkralarla, hatıralarla, kendi hayatından ve özellikle sevgili eşi hanımefendi ile aralarında geçen bazı olaylardan örnekler vererek süslerdi derslerini. Ders bitmesin isterdi öğrencileri. Eşinden o kadar bahsederdi ki, bir gün öğrenciler eşinden randevu alıp onunla tanışmaya gitmişlerdi evlerine.

İstanbul İmam-Hatip Lisesi mezunuydu hocamız. Gönüllerde iz bırakmış pek çok hocanın talebesi olmuştu. Onlardan dinlediklerini talebeye öyle güzel aktarırdı ki, okul dersleri yanında hayat derslerini de oldukça etkili bir tarzda verirdi. İmam hatip lisesinden hocası Sağman tecvidinin yazarı Ali Rıza Sağman’ın bir hatırasını aktarmıştı bir defasında. Ali Rıza Sağman zaman zaman kendisini kastederek dermiş ki, “çocuklar bu hocanızın elini ne kadar öpseniz azdır, zira bu hocanız bu milleti Türkçe namaz tehlikesinden kurtardı”. Nasıl kurtardığını sorduklarında da şu olayı anlatırmış: “Atatürk bizi çağırdı ve Türkçe namaz konusunu konuşmaya başladı. Sonra bana “Fatiha suresinin Türkçesini namazda okuyormuş gibi oku” dedi. Ben de beğenmesin diye pek özen göstermeden okudum. Yüzünü ekşitti. Şimdi aslını oku deyince ben Allah’a sığınıp öyle güzel ve etkileyici okudum ki, ardından Atatürk “bu daha güzel, Türkçe okuyuşu beğenmedim, Arapça devam etsin” dedi”. Erkal hocamız bunun gibi pek çok hatıra anlatırdı hocalarından, örnek olarak bunu paylaşmış olayım.

Öğrencinin çok yönlü yetişmesi için sosyal etkinliklere önem verirdi Erkal hocamız. Öğrenci kulüplerinin ilk etkinliğine kendisi katılır, büyük bir heyecanla bu faaliyetlerin devam etmesini sağlamaya çalışırdı. Fakültede 2002 yılında onun dekanlığı döneminde yaptığımız “Oryantalizmi Yeniden Okumak ve Batıda İslam Çalışmaları Sempozyumu”na mâlî destek almak için birlikte zamanın Diyanet İşleri Başkanı gitmiştik. Hocamız etkili üslubu ve tatlı diliyle sempozyumun tüm masrafının sözünü başkandan almayı başarmıştı. Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu hocayı da açılışa davet ederek konuyla ilgili muhteşem bir konferans vermesini sağlamıştı. Diyanet yayınlarından aynı adla çıkan sempozyum kitabında söz konusu konferans yer almaktadır.

İslam hukuku öğretim üyesiydi Mehmet Erkal hocamız. Çalışmaları genel olarak zekat konusu etrafında yoğunlaşmıştı. İslam’ın Erken Döneminde Vergi Hukuku Uygulamaları; Zekat, Bilgi ve Uygulama; İbadet ve Müessese Olarak Zekat; 99 Soruda Zekat gibi yayınlanmış eserleri vardır.

Dostluğu ve sevgisi sınır tanımazdı. İbrahim Kafi Dönmez, Ali Bardakoğlu, Mehmet Akif Aydın, İsmail Lütfü Çakan, Mustafa Çağırıcı gibi bazı hocalarımızdan birisi olmazsa diğeriyle yüz yüze ya da telefonla görüşmediği gün belki de yoktu. 25 Ekim 2015 Pazar günü İstanbul Fatih Camii’nde 61 gencimizin hafızlık merasimini gerçekleştirirken aldım acı haberi. Tez duyuldu acı haber. 26 Ekim 2015 Pazartesi günü öğle namazından sonra İstanbul Şakirîn Camii’nde ve ikindi namazından sonra ise Taraklı Yunus Paşa Camii’nde can dostları onu yalnız bırakmadı, iki yerde de cenaze namazı kılınarak, defnedilmesi için vasiyet ettiği Taraklı mezarlığında ebedî istirahatgahına tevdî edildi. Her iki cenaze merasiminde de kalabalık bir cemaati vardı. Dostları hep oradaydı, Erkal hocanın vefatından duydukları acı ve hüzün yüzlerine yansıyordu. Rabbim rahmetiyle muamele eylesin. İlim dünyasının, ilahiyat ve diyanet camiasının başı sağolsun.


Foto: Prof. Dr. Mehmet Erkal (Soldaki), Prof. Dr. Ali Seyyar (Sağdaki)