Uluslararası Antep-Halep Vakıfları  Sempozyumu Açılış Konuşması

 

 

Uluslararası Antep-Halep Vakıfları Sempozyumu açılış programına hoş geldiniz.

Konuşmama başlarken hepinizi saygıyla selamlıyorum.

21-24 Aralık 2009 tarihleri arasında Gaziantep Üniversitesi, Başbakanlık Vakıflar Genel Müdürlüğü-Gaziantep Vakıflar Bölge Müdürlüğü, Halep Üniversitesi ve Halep Vakıflar Müdürlüğü İşbirliği ile düzenlenen “Uluslararası Antep-Halep Vakıfları Sempozyumu”na göstermiş olduğunuz ilgiden dolayı çok teşekkür ederiz.

Türkiye-Suriye arasındaki bölgelerarası işbirliğinin geliştirilmesi amacıyla başlatılan tarih, kültür, bilim, sanat, ticaret ve sanayi alanındaki gelişmelere katkıda bulunmak niyetiyle yapılan çalışmalara katkıda bulunmak üzere böyle bir sempozyumu tertip etmiş bulunmaktayız. Yaklaşık bir yıl önce böyle bir sempozyumu düzenleme kararı aldığımızda konunun çok spesifik olması dolayısıyla “yeterli derecede katılımcı bulabilir miyiz?” sorusunu cevaplamakta başlangıçta çok zorlanmıştık. Ancak ilk sirküleri yayınladığımızda 300’e yakın bir bildiri özetinin gelmesi, konuya akademisyenlerin verdiği önem, bizi gerçekten heyecanlandırmış; ne kadar doğru bir adım attığımızı göstermişti.

Birinci Dünya Savaşının sonunda galip devletlerce 1918 yılında çizilen sınırlar Suriye ve Türkiye’yi birbirinden o kadar uzaklaştırdı ki, geçmişten günümüze Türk kültüründe hâlâ kullanılmakta olan “Halep oradaysa arşın burada” vb. deyimler kaldı.

Ancak aradan 90 yıl geçtikten sonra aynı kültüre mensup insanların bu ayrılığı sona ermeye başladı. Burada her iki ülke halkının ve yönetimlerinin katkısı büyüktür.

İkinci Dünya savaşını yaşayan Avrupa, kurduğu Avrupa Birliği projesi ile dünyaya örnek bir dolaşım ve işbirliği örgütü kurmuştur. Bu proje sadece malların ve insanların serbest dolaşımını içermiyor, aynı zamanda ticaretin, fikirlerin, entelektüellerin ve yatırımcıların serbest dolaşımı anlamına geliyordu. Bütün bu çabalar birlik üyesi ülke insanlarının ve insanlığın barış ve huzur ortamında yaşaması, düşünmesi, üretmesini sağlamaya yönelikti. Bu yolda çalışan ticârî, siyâsî, kültürel aktörlerin birbirleriyle karşılıklı etkileşimi ve ortaya çıkardığı katma değerin önündeki tüm engeller kaldırıldı.

Savaş sonrası Avrupa’nın ortasına çizilen “Berlin Duvarı” ancak bu gelişmelere 40 yıl dayanabildi.

İşte Türkiye ve Suriye ve diğer komşu ülkelerin aralarındaki duvarların ortadan kalkmasının zamanı gelmiştir. Avrupa Birliğinin Erasmus programı neden Türk ve Arap bilim adamlarının ve öğrencilerinin bölgedeki serbest dolaşımı için bir model olmasın? Birbirine coğrafi ve kültürel olarak yakın halkların birlikte kazanacakları paylaşımları neden teşvik edilmesin? Bölge üniversitelerinin değişim programlarından neden gençler ve ortak gelecek faydalanmasın?

Kuşkusuz bu yolda da zorluklar ortaya çıkabilecektir. Ancak hiçbir sorunun çözümü, Avrupa’nın 40 yıl dayanabildiği ve bize 90 yıl dayatılan ayrılığın ortaya çıkardığından daha zor olamaz.

Bu bağlamda her ortaklıkta ve dostlukta iki tarafın bulunduğu hesaba katılarak, siyasi ve ticari ilişkilerle birlikte, bilimsel ve kültürel iletişim kanallarının açık tutulması her iki tarafın özenle desteklemesi gereken bir ödev olarak karşımızda durmaktadır.

Yukarıdaki gerçekleştirmeyi hedeflediğimiz ideallerin gerçekleşmesinde tarih bize yardımcı olacaktır. Üç kıtada hükümran olmuş bir imparatorluğun evlatları olarak Osmanlı mirasından azami derecede istifade ederek geleceğimize yön verebiliriz.

Büyük Selçuklulardan Osmanlılara ve oradan da Cumhuriyet dönemine gelinceye kadar devlet adamları, önemli şahsiyetler ve aileler ülkenin her tarafında medreseler, imaretler, mektepler, yollar, köprüler, kervansaraylar ve hastaneler yaptırmışlar, bunların masraflarını karşılamak üzere de vakıflar kurmuşlardır. Bugün toplumun ihtiyacı olan eğitim, sağlık, kültür, sanat ve imar faaliyetlerin tamamına yakını devletin kasasından hiçbir şekilde para harcamadan vakıflar yoluyla gerçekleştirilmekteydi.

İnsan haklarından çevreye, eğitimden sağlığa varıncaya kadar yüzlerce vakıf kurulmuştur. Bunlara ilâve olarak hayvan haklarını korumak maksadıyla hayvan vakıfları kurulmuş olup, bunlara mimâri yapıların sırtlarında yer alan kuş-saraylar güzel bir örnek teşkil etmektedir.
Osmanlı Devleti’nde öksüz, yetim ve muhtaçlara, cüzzamlılara, körlere, dilsizlere, köle ve cariyelerin azâd edilmesi, öksüz kızlara çeyiz verilmesi, ticarette işi bozulanlara yardım edilmesi, harp ve kıtlık durumlarında erzak depolanması vs. gibi konularda vakıflar kurulduğu bilinmektedir. Bunlara paralel bir şekilde kurulan Avârız vakıfları da bazı köy ve mahallelerde hayır sahipleri tarafından toplanan gelirleri, fakirlerden vefat edenlerin kefenlenmesine ve hastalanıp iş, güç ve kazançtan âciz kalanların beslenme, geçim ve tedavilerine, köy ve mahallenin kuyu ve çeşmeleri ve su yollarından tamire muhtaç olanlara sarf olunmak üzere kurulan vakıflar bulunmakta idi.

Osmanlı Devleti’nde vakıf kurma sosyal politika haline getirilerek sürekli olarak teşvik edilmiş, gerekli hukûki düzenlemeler yapılmıştır. Bunlar Sosyal Yardım Müesseseleri olarak topluma hizmet vermişlerdir. Osmanlı Devleti tam bir vakıf medeniyetidir. Toplumun ihtiyacı olan her alanda yüzlerce vakıf kurmuşlar ve insanlığın hizmetine sunmuşlardır. Burada ne din, ne dil ne de ırk ayrımı gözetmeksizin insanlığa hizmet etmişlerdir. Osmanlı Devletini Osmanlı yapan değerlerin başında vakıf sistemi gelmektedir.

Bir yıl önce bu sempozyum fikri ortaya çıktığında her iki ülke arasında vize uygulaması bulunmaktaydı. Bu aradaki gelişmeler, akademisyenlerin de bölgenin ihtiyaçlarını doğru tespit etmiş olduklarını göstermektedir. Son yıllarda her iki ülke arasında geliştirilen iktisadi, içtimai, sosyal, kültürel faaliyetler her iki ülkenin gelişmesine büyük katkılar sağlamaktadır.

Etle tırnak gibi Antep ile Halep’in her anlamda tarih boyunca ayrılmaz bir bütün olduğu gerçeğinden hareketle tarihin bize vermiş olduğu sorumlulukları yerine getirmemiz neticesinde geleceğe ümitle bakabileceğiz.

Netice olarak bu sempozyumun düzenlenmesinde büyük katkıları bulunan Gaziantep Üniversitesi Rektörü kıymetli hocam Prof. Dr. M. Yavuz Coşkun’a teşekkürü bir borç bilirim. Ayrıca, Gaziantep Üniversite ile birlikte sempozyumu ortaklaşa düzenleyen Başbakanlık Vakıflar Genel Müdürü Yusuf Beyazıt’a ve değerli ekibine, Çok kıymetli çalışmalarıyla Gaziantep’teki vakıf eserlerinin gün yüzüne çıkmasını sağlayan ve Gaziantep’te vakıf bilincinin oluşmasına büyük emek veren değerli insan Gaziantep Vakıflar Bölge Müdürü İsa Güven’e, Bu sempozyumun Suriye kısmında her türlü meşakkate katlanarak Sempozyumun düzenlemesinde büyük emeği geçen Halep Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. M. Nizar Akil’e, aynı şekilde Halep Vakıflar Müdürü Prof. Dr. Ahmed Kaddur’a ayrı ayrı teşekkür ederiz. Bununla birlikte Sempozyumda bizden yardımlarını esirmeyen ve bize her türlü desteği sağlayan Gaziantep Valiliğine, Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanlığına, Şehitkamil Belediye Başkanlığına ve Gaziantep Sanayi Odasına en içten teşekkürlerimizi sunarız.

Yurtiçi ve yurtdışında toplam 132 bilim adamının katılımının gerçekleşeceği bu sempozyumun hem Türkiye hem de Suriye açısından faydalığı olacağını ümit ediyor, bu duygularla uluslararası Antep-Halep Vakıfları Sempozyumunun hayırlı olmasını diliyor, herkesi saygıyla selamlıyorum.