Mithat Eser’in Kaleme Aldığı “Engelli Sahabiler” Kitabının Değerlendirilmesi

 

14 Haziran 2015

Prof. Dr. Ali SEYYAR

Engellilik ve Özürlülük Ayrımının Yapılmaması

Yazar, özürlülük veya özürlü kavramını kullanmak yerine hep “engelli” kavramını tercih etmiştir. Halbuki özürlülük, kişinin fizikî, zihnî ve(ya) aklî bir rahatsızlığına işaret eden tıbbî-bedenî bir tanımdır ve dolayısıyla bu tanım yoluyla herhangi bir rahatsızlığı olan kişinin, özürlülük durumu, türü ve derecesine göre de engelliliğini ortaya çıkartabiliriz. Bir başka ifadeyle her özürlülük, mutlak anlamda bir engellilik değildir. Her engelli insan da mutlak anlamda özürlü olmak mecburiyetinde değildir. Nitekim s. 81’de Hz. Sa’d’ın konusu ele alınırken, bu sahabinin engelli olduğu belirtilmiş ve-fakat engellilik türüne hiç girilmemiştir. Aslında Hz. Sa’d, ne özürlü ne de (ortopedik) engelli birisiydi. Engelli olsaydı savaşa katılamazdı ama katıldı ve şehit oldu. Özürlü hiç değildi çünkü hem bedenen hem de zihnen sapı sağlamdı. Peki Hz. Sa’d’ın ne gibi sorunu vardı? O, bir zenciydi yani siyahî bir insandı. Bu sebepten dolayı o, kendisini dışlanmış hissediyordu çünkü kimse ona kızını vermek istemiyordu. Demek ki onun engeli, ortopedik değildi. Toplum, onu sosyal hayata katılmasını ve evlenmesini engellemişti. Ama Peygamberimiz (sav), bu toplumsal engelin aşılması yönünde girişimlerde bulunduğunu da burada zikretmekte fayda vardır. Dolayısıyla İslâm, özürlülük (hastalık) konusunu kaçınılmaz olarak bir realite olarak görmekle birlikte özürlülükten veya özürlülük durumu söz konusu olmadığı halde engel teşkil eden sorunları ortadan kaldırmaya yönelik politikalar üretmektedir. Engel, kişiden mi yoksa toplumdan mı kaynaklandığı da önemlidir. Hz. Sa’d’ın durumunu ele alacak olursak, engellilik sorunu, bireysel olmaktan çok toplumsaldır yani sosyolojiktir. Çünkü Hz. Sa’d toplumla kaynaşmaya hazırdır, ancak karşılaştığı engel kendisinden ziyade toplumun onu (henüz) o haliyle benimsememesinden kaynaklanmaktadır.

“Görüntü İtibariyle Engelli Olanlar” Yani “Çirkin” Sahabiler, “Ortopedik Engelliler” Kategorisine Dâhil Edilmesi

Yazar, “Görüntü İtibariyle Engelli Olanlar”ı yani çirkin olarak gördüğümüz sahabileri, “Ortopedik Engelliler” kategorisine dâhil etmiştir. Gerçekten çirkin olanlar, özürlü müdür sorusu bir yana (ki özürlü değildir) niçin ortopedik engelli kategorisine dâhil edilmiştir sorusuna cevap bulmak hayli zordur. Çünkü çirkin olanlar, ortopedik yönden özürlü değildirler ve her türlü bedenî fonksiyonlarını rahatlıkla ifa edebilmektedirler. O halde çirkin olanları nasıl değerlendirmemiz gerekir? Çirkin olanlar, özürlü olmadıkları halde toplumsal algılama perspektifinden engelli veya engellenmiş kişiler olarak değerlendirilebilir. Dolayısıyla sorun, kişinin çirkin olmasından ziyade toplumun o kişiyi çirkin görmesindedir. Halbuki İslâm, kişinin zahirî yönüne değil iç dünyasındaki hasletlerine bakar ve bir kişinin çirkin veya güzel olması ahlâkı ile yakından ilgili olduğunu ortaya koyar. Hz. Cüleybib, bu anlamda “çok çirkin olduğu” (s. 80) gibi hem kısa boylu (ortopedik özürlü) hem de çok fakir (sosyo-ekonomik yönden engelli) genç bir sahabidir. Bütün bu olumsuzluklarına rağmen Peygamberimizin (sav) girişimleriyle Hz. Cüleybib’in evlendirildiğini de bu çerçevede belirtmek gerekmektedir. Böylece Hz. Cüleybib, kalıcı bir durum olan özürlülüğüne (kısa boylu oluşu) ve geçici olduğunu düşündüğümüz engellerine (yoksul olması) rağmen, bir sosyal risk türü olan engellilik tehlikesinden kalıcı olarak kurtarılmıştır.

Konuşma Engelliler Kapsamına Hz. Bilal-i Habeşi’nin Dâhil Edilmemesi

Bazı kaynaklar, Hz. Bilal’in peltekli olduğu ve ezan okurken “ş” harfini çıkaramadığı yönünde bilgiler vermektedir. Bunun araştırılması gerekmektedir. Doğru ise, bu kategoriye dâhil edilmelidir.

Hz. Muaz bin Cebel’in Bir Ayağını Kaybettiği İddiası

S. 60’da “Ayaklarında Engeli Bulunanlar” kısmında Hz. Muaz bin Cebel’in bir savaşta ayağını kaybettiği iddia edilmektedir. Diğer taraftan da kendisinin yürürken sarsılarak yürüdüğü belirtilmektedir. Bir ayağını kaybetmiş ise sarsılarak da olsa nasıl yürüdüğü merak konusudur. Halbuki kaynaklar, kopan ayağın veya bacağın bir ortez-protez ile telafi edildiği yönde bir bilgi vermemektedir. Bizim edindiğimiz kaynaklarda namaz kılarken diz üstü oturarak değil de kendisinin bir bacağını uzatarak namaz kıldığı şeklindedir. Dolayısıyla Hz. Muaz’ın bacağından yara alıp topal olduğu yönündeki rivayetler daha isabetli olduğu kanaatindeyim. Aynı hata zannederin Hz. Abdurrahman b. Avf (s. 62) için de yapılmış. Burada da Hz. Abdurrahman’ın bir savaşta ayağını kaybetmiş ve topal kaldığı belirtilmektedir. Halbuki bir insan ayağını kaybetmeden de topal olabilir. Nitekim s. 168’de Hz. Muaz’ın namaz kıldırırken ayaklarını uzattığı ve bunu da kendi ağzından şöyle ifade ettiği anlatılmaktadır: “Benim namazda ayaklarımı yayma sebebim, ayağımdaki problemdir”. Dolayısıyla bu cevap bile ayağını kaybetmemiş olduğu sadece arızî bir durumun söz konusu olduğu yönündedir.

Kellik ve Köselik “Görüntü İtibariyle Engellilik” Olarak Kabul Edilmesi

Kişinin başı kel olması, bir özürlülük konusu olmadığı gibi toplumsal dışlanma olmadığı sürece de bir engellilik sorunu değildir. S. 83’te “Görüntü İtibariyle Engelli Olanlar” kapsamına Hz. Akra’ b. Hâbis ile Hz. Ali zikredilmiştir. Hz. Ali’nin hangi yaştan sonra kel olduğu bilinmemekle beraber bu görüntüsü dahî onun için bir engel teşkil etmemiş olduğu da bir gerçektir. Dolayısıyla kel insanları, “engelli” kapsamına almak dışlayıcı bir yaklaşımdır. Aynı durum köselik için de söz konusudur. Hz. Kays b. Sa’d’ın ve Hz. Abdullah bin Zübeyir’in köse oldukları belirtilmesi (s. 87), kişinin fizyolojisi açısından enteresan bir keşif olmakla beraber köseliğin bir hastalık veya engellilik durumu olmadığını da açıkça belirtmek gerekir.

Yüz Felci Geçirenler “Görüntü İtibariyle Engellilik” Kapsamına Alınması

Kalıcı yüz felci geçirenler, felçlilik derecesine göre kısmen özürlü kabul edilebilse bile engelli değildirler. Çünkü diğer uzuvları ile temel ihtiyaçlarını kendi kendilerine karşılayabilmektedirler ve bağımsız hareket edebilmektedirler. Örneğin s. 86’da çenesi kayan Hz. Amr b. Said’den bahsedilmektedir. Aynı kişinin de değişik savaşlara katıldığı belirtilmektedir. Savaşlara katılabilen bir kişinin özürlü veya engelli olduğu iddia edilemez. Sadece yüzünde bir rahatsızlığından bahsedilebilir. Bunun yanında kitabın değişik bölümlerinde bazı hastalıklar geçiren ve daha sonra tedavi imkânına kavuşarak iyileşen sahabiler, genelde engelli olarak takdim edilmişlerdir. Bilindiği gibi özürlülük, kalıcı bir rahatsızlıktır. Geçici olarak sakatlananlar veya hastalananlar veya felç geçirenler, ne özürlü ne de engelli kapsamına alınırlar. Eğer yapılan tedavi, kişiyi yine eski sağlığına kavuşturmuşsa o kişinin engelliğinden veya özürlülüğünden bahsedilemez. Örneğin s. 86’da Hz. Halife bin Ümeyye’nin yüz felci geçirdiği ve-fakat daha sonra Peygamberimizin (sav) sağ eliyle yüzünü mesh etmesi ile yeniden iyileştiği belirtilmektedir. Yüz felci geçirenlerin mutlaka fizik tedavi gibi yöntemlerle yeniden eski sağlıklarına kavuşmalarına yönelik teşebbüslerde bulunmaları noktasında iyi bir örnek teşkil etmesi bakımında bu olayın zikredilmesi faydalı olmuştur. Ancak, sakatlanma veya hastalanma sonucunda tıbbî rehabilitasyonun önemine örnekleriyle vurgu yapmak, ayrı bir başlık altında ele alınmasında fayda vardır.

Uzun Boylular “Görüntü İtibariyle Engellilik” Kapsamına Alınması

Uzun boylu sahabilerin isimlerini (Hz. Zübeyir bin Avvam; Hz. Abbas b. Abdülmüttalip; Hz. Ömer vb.) ve toplum hayatındaki yansımalarını belirtmek (s. 89) yine ilginç bir tespit olmakla birlikte, bunları “görüntü itibariyle engelli” olarak görmek sanki uzun boylu olmak olumsuz bir şeymiş gibi algılanabilir. Halbuki durum tam tersinedir. Uzun boylu olmak, kişiye bedenî güç ve değişik alanlarda avantajlar da sağlayabilir. Nitekim kitapta (ss. 89-90) Hz. Kays b. Sa’d örneğinden hareketle Hz. Muaviye’nin, Rum Meliki’nin isteği üzerine kendisine “biraz da gövde gösterisi maksadıyla” Hz. Kays’ın pantolonun gönderildiği ifade edilmektedir. O halde uzun boylu sahabiler, görüntü itibariyle engelli olmaktan ziyade görüntü itibariyle avantajlı insanlardır.

Hz. Abdullah b. Ömer’in Şişman Bir Adam Olduğu İddiası

Kitabın 92. sayfasında İbn Hacer’den kaynak gösterilerek Hz. Abdullah b. Ömer ile ilgili şu sözler yer almaktadır: “Allah Resulü’nün yakın dostlarından Abdullah b. Ömer’in de şişman bir adam olduğu ifade edilmektedir”.

Değerlendirilmeye tâbi tutulmadan sarf edilen bu söz, bahsedilen sahabinin şişmanlığı çok yemeğe bağlı olarak mı yoksa obesite hastalığının bir sonucu olarak mı ortaya çıktığı yönünde bir açıklama getirilmemiş. Takva ve züht boyutu ile Sünnet ekseninde hassas bir yaşam sürdüren Hz. Abdullah b. Ömer gibi sahabinin şişmanlığının sebebini ortaya koymadan yapılan böyle bir tespit, yanıltıcı olabilir ve âdeta çok yemek yiyen birisi olarak yansıtılabilir. Üstelik şişman olup olmadığı da ayrı bir tartışma konusudur. Çünkü rivayetlerde kendisinin çok az yemek yediği, kendisi hasta olduğu halde yemeyip fakirleri yedirdiği, kendi başına asla yemek yemediği belirtilmektedir. Aşağıdaki olay, onun az yediğinin bir delilidir: Hz. Abdullah’ın arkadaşlarından biri, Irak’tan dönmüş ve onu görmek için ziyaretine bir hediye ile gelmişti. Hz. Abdullah, hediyeyi görünce, “Bu nedir?” dedi. Arkadaşı da ona “El değirmeni” dedi. Onunla ne yapacağını sorduğunda arkadaşı ona: “Yiyeceklerini öğütür, daha iyi hazmedersin” dedi. Hz. Abdullah, o hediyeyi gereksiz ve faydasız bulmuş olacak ki nazikçe arkadaşına şu cevabı verdi: “Arkadaşım; ben onu ne yapayım! Ben zaten kırk yıldır doyasıya yemek yemedim ki.” (Ebu Nuaym; Hilyetü’l –Evliya; C. 1; s. 300). Bu durumda şişmanlığın sebebi (eğer gerçekten şişman ise) çok yemek yemeğe bağlanamaz, olsa olsa kandaki leptin hormonun fazla olmasına bağlı bir bozukluk olabilir. Dolayısıyla şişmanlığı, istenmeyen tıbbî bir rahatsızlığın sonucu olarak takdim edilmiş olsaydı, Hz. Abdullah bin Ömer’in (belki engelli değil ama) sıhhî yönden özürlü (mazur) olduğu daha kolay anlaşılabilecekti. Bu hassas değerlendirme, şişman olduğu söylenen diğer sahabiler için de geçerlidir. Mesela s. 91’de adı geçen Mikdad b. Esved’in şişmanlığı, mazur görülecek boyutta olduğu ve obezite sorunuyla ilgili olduğu isabetli bir biçimde açıklanmıştır. Diğer yandan Obezite, eğer tedavisi gerçekleştirilememiş ise veya tedavisi mümkün görünmüyorsa “Ortopedik Engelliler” sınıfına dâhil etmek yerine “kronik hastalıklar” sınıfına koymak daha isabetli olurdu.

Zihinsel Engelliler ile Ruhsal Özürlülerin (Akıl Hastalarının) Birbirleriyle Karıştırılması

S. 93’te bugünün tanımlarından yola çıkarak zihinsel özürlülük-yetersizlik-engellilik-gerilik tanımları yapıldığı halde kişiler üzerinden verilen örneklerin, bu tanımlamalara tam uymadığı anlaşılmaktadır. Zihinsel özürlülük, daha çok gelişim sürecinde yani onsekiz yaşından önce görülen bir zekâ yetersizliğidir. Zihinsel engelli olarak takdim edilen tüccar Hz. Münkız b. Amr (s. 94), bir savaşta başından yara aldıktan sonra eski sağlığını kısmen yitirmiştir. Beyin ve ağzından yara alması sonucunda konuşmada bazı problemler yaşamanın yanında aklî melekelerini de kısmen yitirmiştir. Eski mesleğine devam eden bu sahabi, bir ihtimal hesap kitap işlerinde ve hafızaya bağlı işlemlerde engelli konumuna düşmüş olabilir. Onun için Peygamberimiz (sav) ona (aslında diğer tüccarlara) ticarette aldatmanın haram olduğunu ve alış verişlerde üç gün muhayyerlik mühletinin verildiğini belirtmiştir. Bu süre zarfında normal aklî melekelerinin yeniden işlerlik kazanması ile birlikte Hz. Münkız alış verişlerden zarar etme riskine karşı korunmuş olmaktadır. Dolayısıyla bu sahabi, yara almadan önce zihinsel özürlü olmadığı gibi yara aldıktan sonra da tamamen aklî melekelerini yitirmiş değildir. Burada önemli olan, zihnen veya aklen yetersiz olanların sosyal hayatta koruma altına alınmış olmalarıdır. Diğer yandan “bir çeşit ruhsal bozukluğu bulunan Hz. Evs bin Sâmit’in bazen aklı başında olmadığında hanımına kötü sözler söylediği” belirtilmektedir. Şunu açıkça ifade etmekte fayda vardır: “Ruhsal (aklî) bozukluk”, bir zihinsel özürlülük türü değildir. Anlaşılan bu sahabi, ileri yaşlarında başkalarına uygun olmayan bazı sözler sarf etmiştir. Bu durumda bu kişinin yaşlılığa bağlı “senil demans” (Bunama) hastalığına yakalanmış olduğu söylenebilir. İslâm fıkhına göre bu durumda olan kişiler, “özürlü” sayılır ve yaptıklarından mesul tutulmazlar. Diğer verilen örnekler de (s. 95) açıkça bunama hastalığına işaret ettiği halde her nedense bu yaşlı sahabiler “zihinsel engelliler” kapsamında değerlendirilmiştir. Bunamadan önce bu sahabilerin hepsi de aklen ve zihnen normal insanlardı.

Sara Hastaları, Zihinsel Engelliler Kapsamına Alınması

SS. 97-98’de bir sara hastası kadın sahabiden bahsedilmektedir. Görüldüğü üzere bu kadın sahabi, sara hastası olmakla beraber aklen ve zihnen gayet iyi bir durumdadır. Sara hastası bu kadın sahabinin neden “zihinsel engelliler” kategorisinde değerlendirildiği anlaşılmamaktadır. Ayrıca s. 97’de yine bazı aklî-zihnî sorunları olan çocukların Peygamberimizin (sav) dualarıyla iyileştikleri ifade edilmektedir. Bunların rahatsızlıkları giderildiğine göre bu gibi örneklerin başka bir başlıkta değerlendirilmesinde fayda vardır.

ÖNERİ: Şakacı Hz. Nuayman, Zihinsel Engelliler Kategorinde Değerlendirilebilir

Şakacı sahabi olarak bilinen Hz. Nuayman b. Amr b. Rifaa b. el Haris’in tutum ve davranışları incelendiğinde bunların şakadan çok zarar veren eylemler olduğu ve buna rağmen kendisinin ceza-i müeyyideye tâbi tutulmadığı görülecektir. Bu kişi hakkında daha fazla bilgi için bkz: Seyyar, Ali; Zihinsel Özürlülük Açısından Şakacı Sahabi Hz. Nuayman; Rağbet Yayınları; Temmuz 2010.

Bazı “Engelli” Sahabilerin Hangi Maksatla Kaleme Alındığının Bilinmemesi

Kitapta hakkında fazla bilgi sahibi olunmadığı halde bazı sahabilerin özel durumlarına yer verilmiştir. Bunlardan bir tanesi de “süreğen hastalar” kapsamında değerlendirilmiş olan Hz. Âmir b. Tufeyl’dir (s. 108). Uyandıktan sonra boğazında deve bezesine benzer bir beze görmesinden sonra atına apar topar binip âdeta çığlıklar atarak dolaşması ve bir gün attan düşüp vefat etmesi konusu niçin işlendiği anlaşılmamaktadır.

Peygamberimizin (sav) Gıfaroğullarından bir Kadın ile Evlenme Meselesinin Ele Alınması

Gıfaroğullarından bir Kadının Peygamberimizle (sav) evlenip ancak gerdeğe girilmesi ile birlikte bu evliliğin bozulduğuna dair bilgilerin niçin “süreğen hastalığı olan engelliler” kısmında yer aldığı bilinmemektedir. Kitapta (s. 109) “Kimi rivayetlere göre kadının göğsündeki alaca rengi görmesi sonucu Allah Resulü onunla hayatını birleştirmekten vazgeçtiği” ifadesi yer almaktadır. Böyle bir yaklaşımın sergilenmesi, “engelli” veya “bedenî kusuru” olanlarla evlenmenin caiz olmadığı veya hoş olmadığı intibasını verebilir. Gerçi “bulaşıcı bir hastalığa” atıfta bulunarak Peygamberimizin (sav) bu kadını bu hastalığı sebebiyle bırakmış olabileceği ifade edilmektedir. Ancak birleşmenin tahakkuk etmemesi hastalığın-fizikî kusurun evlilik öncesi gizlenmiş olmasına bağlı olarak da ortaya çıkmış olabileceğini de zikretmekte fayda vardır. Peygamberimizin (sav) kitapta da yer verildiği gibi şişman ve kısa boylu hanımlarla evlilik yaptığına göre kişinin engelli olmasından dolayı evlilikleri reddetmiş bir kişi değildir.

“Diğer Engelliler”de Yer Alan Konuların Değerlendirilmesi

a) Çocuk Sahibi Olamayanlar: Kitapta (s. 113) “Cinsel Hayat”la ilgili olarak “Cinsel İktidarsızlık”, “cinsel tatmin” veya “çocuğu olmamak” konularına de yer verilmiştir. Birbiriyle karıştırılan bu konular, izaha muhtaç olduğu halde yorumsuz olarak verilmiştir. Örnek olarak da Hz. Abdurrahman b. Zübeyr gösterilmiştir. Bu sahabinin cinsel iktidarsızlığına bağlı olarak çocuk sahibi olamadığı gibi eşine karşı da cinsel görevlerini tam anlamıyla yerine getiremediğini bizzat ondan boşanmak isteyen eşinden haberdar olmaktayız. Halbuki cinsel yönden görevini ifa edebilen ancak yine de çocuk sahibi olmayan erkekler de vardır. Böyle durumlarda ya erkeğin sperma ile ilgili bir sorunu olmakta ya da eşin kısır olması ile yakından ilgilidir. Hz. Abdurrahman b. Zübeyr de görüldüğü gibi cinsel görevini ifa edememeye bağlı cinsel iktidarsızlık sorunu, boşanma sebebi olarak gösterilebilir. Çünkü burada mutlak anlamda çocuk sahibi olamama durumu söz konusudur. Ancak bu konulara yer verilirken şöyle bir yanlış intiba da doğabilir. Cinsel yönden iktidarsız olan erkeklerin cinsel ihtiyaçlarını meşru yoldan nasıl temin edeceği konusuna cevap bulmak yerine bunların evlilik hayatından uzaklaştırılması mümkün olabileceği yönünde bir görüş ortaya çıkabilir ki asıl bu durumda bu kişiler dışlanmış olur ve “engelli” konumuna düşmüş olabilir. Çocuk sahibi olmak isteyen Hz. Abdurrahman’ın eşi, haklı olarak böyle bir durumda eşinden boşanma talebinde bulunabilir ancak bu durum, Hz. Abdurrahman’ın çocuk sahibi olmak istemeyen ve(ya) evliliği sadece cinsel hayattan ibaret görmeyen başka bir kadınla evlenmeye bir engel teşkil etmez. Diğer taraftan çocuk sahibi olamayanların “engelli” olarak takdim edilmeleri de ne derece doğru o da tartışmalı bir konudur.

b) Hadım olayı: Peygamberimiz (sav) döneminde yaşayan bir Müslümanın (Zinba b. Selama) kölesinin (Sender) bir “suç” işlemesinden ötürü ona ceza vermesi olayı (s. 115), kafaları iyice karıştırmaktadır. Kızgınlığın bir sonucu olarak orantısız güç kullanan o Müslüman, haddini aşarak kölenin sadece burnunu ve yüzünü kesmekle kalmamış ayrıca onu hadım bile etmiştir. Sonuç olarak “çok yönlü engelli olan bu hadım sahabi”, durumunu Peygamberimize (sav) iletmiş ve Peygamberimiz (sav) efendisinin huzurunda köleyi hür ilan etmiş. Kitapta hadım kölenin ileriyi dönük olarak halifeler ve valiler tarafından korunduğu bahsedilmektedir ancak efendisinin bu eylem karşısında ne gibi ceza aldığı konusu hiç işlenmemiştir. Gerçi ss.161-162’de “engellilikte insanların taksirat söz konusu ise bunlarla ilgili birtakım yaptırımların olması gerektiğini Hz. Peygamber bize uygulamasıyla öğretmiştir” denilmekte ancak bu yaptırımların verilen örnekte dillendirilmemiş sadece engelli hale getirilen kölenin hürriyetinden bahsedilerek, bunun “büyük bir lütuf” olduğu belirtilmiştir. Yine böyle bir anlatım tarzında ister istemez zihinlerde bir efendinin, kölesine hür olma karşılığında her türlü bedenî ceza verebilir imajı oluşmaktadır. Bu durum aydınlatılmazsa, İslâm’ın en alt statüdeki insanlara eziyet verme hakkını verdiği ve hatta kişileri “engelli” hâle getirme ruhsatı bile verdiği intibasını doğurabilmektedir.

 Peygamberimizin dostlarına yönelik ilgi bağlamında sahabilerin bedensel özelliklerine ve hastalıklarına dair merak her geçen gün daha da artmaktadır. 2007 yılında Prof. Dr. Ali Seyyar tarafından yayınlanan “Yıldızlar Engel Tanımaz: Bedensel Özürlü Sahabilerin Hayatı” kitabından sonra bu konu ile ilgili ikinci bir kitap daha çıktı. Muş Alparslan Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Mithat Eser, şu veya bu sebeple özürlü konuma düşen sahabilerin isimlerini ve özel durumlarını anlatan “Engelli Sahabiler” kitabını yazdı. Şubat 2013 tarihinde Nesil Yayınlarından çıkan kitabın en büyük özelliği, engelli sahabilerin ayrıntılı bir biçimde tek tek hayat mücadelelerini vermek yerine nasıl engelli duruma düştüklerini ve bunun sosyal hayata etkisi üzerinde durmasıdır. Kitapta, sahabilerden bazılarının doğuştan, bazılarının savaşlarda, bazılarının ise Peygamberimizin vefatından sonra engelli hâle geldiği ayrıntılı bir şekilde ortaya çıkartılmaktadır. Kitapta yer yer Peygamber Efendimizin ve diğer sahabilerin, onlara yönelik tutumuna dair ibretlik örnekler aktarılmaktadır. Engelli sahabilerin cahiliye döneminde yaşanan sıkıntılardan kurtulup toplumsal hayatın aktörleri olarak mübarek yaşamlarını nasıl sürdürdüklerini; hatta bedensel engeli bulunmayan sahabileri aşacak seviyede hizmetlerini anlatarak Asr-ı Saadet'ten günümüze insanlık mesajı iletilmektedir.

 

 

 

Kitabın Arka Kapağı:

'Engelli' hayatlar, hayatın bir gerçeği. Her çağda ve her toplumda, bu gerçek karşımıza çıkıyor. Peki, Asr-ı Saadet'te durum neydi? Sahabiler arasında, engelliler var mıydı ve onlar hangi sahabilerdi? Engelli sahabiler, neler yaşadı? Peygamber Efendimiz (a.s.m.) ve diğer sahabiler onlara nasıl davrandı, nasıl yaklaştı? Engelli sahabilerin hangisi, hangi alanlarda engelleri aşıp engelsizleri bile geride bıraktılar? Engelli Sahabiler, her çağda ve her toplumda karşımıza çıkan 'engelliler' gerçeğine, Asr-ı Saadet'ten ışık tutuyor. Ve hem engelli sahabilerin durumuna, hem Hz. Peygamber'in ve diğer sahabilerin onlara yönelik tutumuna dair örnekler ve ibretler ile, Asr-ı Saadet'ten bugüne iman, sabır ve insanlık mesajı getiriyor.

 

 

İKİ KİTABIN KÜNYESİ

 

Kitabın Yazarı Prof. Dr. Ali Seyyar Yrd. Doç. Dr. Mithat Eser
Kitabın Adı Yıldızlar Engel Tanımaz: Bedensel Özürlü Sahabilerin Hayatı Engelli Sahabiler
Yayın Evi Aşiyan Yayınları
(I. Baskı);
Rağbet Yayınları
(4. Baskı)
Nesil Yayınları
Yayın Yılı İlk Baskı: Nisan 2007 İlk Baskı: Şubat 2013
Baskı Sayısı 4. Baskı: 2012 -
Sayfa Sayısı 282 216
Özelliği Peygamberimiz döneminde veya sonrasında bedenî yönden değişik sebeplerden dolayı özürlü hâle gelmiş 28 sahabenin sosyal hayatı ve toplum içindeki durumu ele alınmıştır (Biyografik) Araştırma, İnceleme:
(143 engelli sahabi, tablo içinde özürlülük sebebi ve türüne göre kısaca belirtilmiştir)
Kaynak Gösterimi Kaynakça Kısmında Metin İçinde
Sosyal Mesajı Günümüze ışık tutması açısından asr-ı saadette yaşanmış örnek olaylardan ve Peygamberimizin tutum ve davranışlarından İslâm’da özürlü dostu sosyal politikaların temel esaslarına ortaya çıkartmak. Asr-ı saadette ortaya çıkan özürlü hallerini sahabilerden yola çıkarak belirlemek ve günümüzün engellilerine farklı bir perspektif kazandırmak.