Kent(li)lerin Sosyalleşememe Sorunu: Romanlar Sosyal İçerme Politikalarının Neresinde?

 

Prof. Dr. Ali SEYYAR

Giriş

2010 senesinin ilk günlerinde Manisa’nın Selendi İlçesinde yaşayan Roman vatandaşlara yönelik toplu saldırıların ardından, yöredeki Romanlar, bir nevi zorunlu göçe tâbi tutulmuştur.[1] Karşılıklı kavga ve kitle çatışmaları şeklinde cereyan etmiş olan bu toplumsal olay, her ne kadar mahallî, ârızî (gelip geçici) veya istisnaî bir durum gibi lanse edilmiş olsa da, haddizatında kentlerde yaşayan değişik etnik ve dinî kökenli sosyal grupların toplumsal barış içinde yaşamalarını sağlayan temel değerlerden uzak bırakıldıklarının bir göstergesidir. Yerel yönetimler, kentin huzuru için değişik soysal grupların birbirleriyle insanî bağlar kurarak, sosyal dayanışma içinde olmalarını temin edecek kaynaştırıcı sosyal politikalar üretmedikleri sürece Selendi’de yaşanan olayların benzeri diğer kentlerde de her zaman ortaya çıkabilecektir. Konunun önemine binaen bu makale, Roman mahalleleri örneğinden yola çıkarak, sosyalleşemeyen kent(li)lerin genel tablosunu yansıttıktan sonra genelde sosyal risk gruplarının, özelde Romanların sosyal dışlanması ve ötekileştirilmesi sorununun çözümüne dönük olarak sosyal içerme odaklı genel (merkezî) ve özel (yerel) politikaların temel unsurlarını ve açılımlarını takdim edecektir.

Sosyalleşemeyen Kentl(il)er ve Roman Mahalleleri

Sosyalleşme kavramından genelde insanların içinde doğdukları ve bir üyesi olarak faaliyette bulundukları (kent) toplum(un)a tam olarak katılabilme süreçlerini anlarız. İnsan toplum münasebetleri açısından ele alınan bu sosyal süreçte kentin, daha doğrusu kent yöneticilerinin (belediyenin) önemli sosyal sorumlulukları ve görevleri vardır. Hangi dinden veya etnik kökenden olursa olsun kentte yaşayan bir insanın, sosyal çevresi ile sağlıklı bir etkileşim içerisinde olabilmesi, yani kendisine toplumda rol üstlenmeyi mümkün kılacak bazı kabiliyet, değer ve normlar edinebilmesi, sosyal hakların başında gelen bir konudur. Bu çerçevede kişinin, kent toplumunun faydalı bir üyesi haline gelebilmesi, belediyelerin yöredeki sosyo-kültürel içerikli kent plân ve stratejilerine sahip olmasına bağlıdır. Bir başka ifadeyle belde insanlarının güvenli bir ortamda sosyalleşebilmesi ve kent halkı ile bütünleşebilmesi, bütüncül yerel sosyal politikalarının uygulamaları ile mümkündür.

Özellikle varoşlarda veya gecekondu mahallelerinde yaşayan genelde yoksul Romanların toplum değerlerine uygun sosyal davranış kalıpları sergilemeleri ve kent toplumuna uyum sağlayabilmeleri, bu yönüyle yerel sosyal politikaları da ilgilendiren bir konudur. Sosyal uyum, bir insanın başka insanlarla sosyal münasebet kurabilme yeteneğinin ötesinde, başkalarının hak ve hukukuna riayet edebilme becerisidir. Bugün bazı kentlerin sorunlu mahallelerinde en küçük bir olayın karşısında mahalle sakinlerinin şu veya bu gerekçe ile toplumsal gerginliklere yol açabilecek etnik çatışmalara itilebilmeleri mümkün ise, bu o kentte koruyucu yerel sosyal politikaların geliştirilmemiş olduğunun bir ispatıdır.

Aynı kentin sosyo-ekonomik ve çevresel imkânlar açısından farklı mahalleleri, kent huzurunu tehdit eden saatli birer bomba gibidir. Sakinleri farklı etnik kökene ait olduklarından dolayı fizikî alt yapının yanında sosyo-kültürel hizmetlerden mahrum edilen mahalleler, sadece gettolaş(tırıl)mamakta aynı zamanda kentin sosyal düzenini de tehdit eden risk bölgeleri hâline dönüş(türül)mektedir. Bunun sorumlusu, şüphesiz bu sosyal tehlikeleri göremeyen ve dolayısıyla gerekli sosyal kaynaştırıcı tedbirleri almayan kent yöneticileridir.

Sorunlu mahalleler, genelde işsizlerin, yoksulların, göçmenlerin veya etnik azınlıkların (Romanların) yoğunlaştığı bölgelerdir. Sosyo-ekonomik yönden gittikçe dibe vuran bu gibi mahalleler, kentleri sadece mimarî-fizikî yönden değil psiko-sosyal ve kültürel açıdan da parçalamaktadır. Bir yanda alt yapı hizmetlerinin yetersizliğinden dolayı her yönüyle çöken bir yerleşim bölgesi, diğer yanda da zenginlerin yüksek hayat standartları içinde refah ve bolluk içinde yaşadıkları modern ve gösterişli siteler. Kentin sağlıklı bir şekilde gelişmekte olduğunun göstergesi herhalde bu çarpık tablo olamaz. Aynı kentte değerli (insancıl-yaşanabilir) ve değersiz (insanlık dışı) adacıkların ortaya çıkması, merkezî ve yerel yöneticilerin ihmallerinin bir sonucudur.

İşsizlik, sosyal adaletsizlik ve sosyal hakların erişilebilirliğindeki engeller gibi birçok sorun, sadece toplumsal dengeleri altüst etmemekte ayrıca kentlerin sosyal ve mekânsal parçalanmalarına da yol açmaktadır. Pahalı semtlerde ikamet edip de işsiz kalanlar, belirli bir süre sonra ekonomik imkânsızlıklarından dolayı kiraların düşük olduğu az gelişmiş mahallelere göç edecektir. Maddî durumları müsait olanlar ise dezavantajlı hâle gelen mahalleleri terk ederek, daha az sorunlu veya prestijli mahallelere akın edecektir. Hanelerin sosyo-ekonomik yönden gerilemesi veya ilerlemesi, hem kent içi yeni göç dalgalarına, hem de kentlilerin sosyo-kültürel yönden birbirinden uzaklaşmasına ve parçalanmasına yol açacaktır.

Bu süreçte özellikle geri kalmış veya bırakılmış mahallelerin kentsel imajı daha çok zarar görecektir. Bu mahallelerde yaşayan insanlar (Romanlar), normal cemiyet hayatından uzaklaştırılmaları halinde kent kültürüne ve hemşerilik duygularına da yabancı kalacaktır. Sosyal dışlanma ile birlikte öz saygılarını yitirecek olan mahalle sakinleri zamanla moral değerlerini de kaybedecektir. Dış dünyadan koparılan mahalleler, gittikçe daha çok varoşlaş(tırıl)arak, kentlerin sürekli olarak sosyal sorun üreten merkezleri hâline dönüşecektir. Müspet sosyal modellerin ve örnek şahsiyetlerin olmadığı bir mahallenin çocuk ve gençleri, çevresel sosyal öğrenme kalıplarından da mahrum olacaktır. Sosyal gerginlikler, vandalizm, madde bağımlılığı, çeteleşme, fuhuş, alkolizm, kültürel ve ahlâkî erozyon, gelecek endişesine bağlı korku ve endişe, yalnızlaşma, yabancılaşma ve ümitsizlik, özellikle yerel sosyal içerme odaklı politikaların uygulanmadığı büyük kentlerde sıkça görülen sosyal hastalıklardır.

Romanlara Dönük Sosyal İçerme (Sİ) Odaklı Politikaların Genel Çerçevesi

Değişik etnik grupların sosyal dışlanmasını önleyen, engelleyen ve ortadan kaldıran ana stratejilerin başında sosyal içerme odaklı politikalar gelmektedir. Sosyal içermenin anlaşılabilmesi için, sosyal dışlanma nedir, maruz kalan kesimler kimlerdir, tezahürleri nedir, kaç farklı türü vardır gibi sorulara cevap vermek gerekecektir. Buradan yola çıkarsak, “sosyal dışlanma” kısaca kişinin ortalama hayat standardını yakalayamaması ve kendisine yakalama fırsatı verilmemesidir. Bu çizgiye kayan bireyler (Romanlar), er ya da geç yoksulluk riski ile karşı karşıya gelmeye mahkûm olacaktır. Ezcümle, sosyal dışlanma türleri şunlardır: Emek piyasasından dışlanma ve işsizlik, sosyal güvenlik piyasasından dışlanma ve maddî sıkıntılar, tüketim özgürlüğünden dışlanma ve yetersiz beslenme, sağlık hizmetlerinden dışlanmanın bir sonucu olarak hastalıklar ve rutin ölümler, eğitim hizmetlerinden dışlanma ve kültürel yozlaşma ve nihayetinde toplum değerlerinden dışlanmaya bağlı olarak ortaya çıkan yabancılaşma.[2]

Sosyal riskin kurumsal alt yapısına ve sosyal riske maruz kalmış toplumsal kesimlere (Romanlara) yönelik düzenlemeler, sosyal projeler, spesifik sosyal hizmet uygulamaları, (şartlı) kamusal ve sivil sosyal yardımlar ve mevzuat düzenlemelerine Sosyal İçerme (Sİ) denilmektedir. Sosyal riske maruz kalmış veya kalan kişilerden genelde şu kesim kastedilmektedir. İşsizler, eğitimsizler veya yeterli eğitim alamayanlar, yoksullar, evsizler, madde bağımlıları, kadınlar, özürlüler, yaşlılar, hayat kadınları, sokak çocukları, çalışan çocuklar. Bu bağlamda Romanlar da bir sosyal risk grubu olarak kabul edilmekte ve dolayısıyla Sİ programlarının muhatapları olmaktadır. Sİ kavramının bir sosyal politika aracı olarak ortaya çıkmasını sağlayan, Avrupa Birliği (AB) Sosyal Dışlanma ile Mücadele Stratejisi olmuştur.

1997 tarihli Amsterdam anlaşmasının 137. maddesiyle bağlantılı olarak Mart 2000 Lizbon Zirvesinde hedeflere ulaşmak için ”Yoksulluk ve Sosyal Dışlanma” ile mücadelede üye ülkelerin çabalarını desteklemek ve Sİ’ye imkân sağlayan Sosyal Avrupa kurmak vizyonu belirlenmiştir. Aralık 2000 de ise Avrupa Konseyi (AK) ‘nde Sosyal Koruma Komitesi (SKK) kurulmuştur. 2001 yılında SKK ve AK’ye üye devletlerden Ulusal Sosyal Koruma Planı (USKp-NAPs/incl; Naticonal Act Plan/ Social Inclusion) hazırlamaları istenmiştir. 2002 yılında komisyon tarafından bu belgeler, üye devletleri bağlar hâle getirilmiştir.[3]

Aralık 2000 Nice AK’de sosyal dışlanma, hakkında 4 ortak hedef belirlenmiştir:[4]

1.) İstihdama katılımı kolaylaştırmak ve herkesin kaynaklara, haklara, mallara ve hizmetlere katılımını kolaylaştırmak, (To facilitate participation in employment and access by all to resources, rights, goods and services).

2.) Sosyal dışlanma risklerini önlemek, (To prevent the risks of exclusion).

3.) Risk altında olan en korumasız gruplara yardım etmek, (To help the most vulnerable).

4.) İlgili tüm tarafları seferber etmek, (To mobilise all relevant bodies).

Özellikle yeni üye devletler ve aday ülkeler, Ortak İçerme Belgesi (OİB; Joint Inclusion Memorande JIM) hazırlamaktadır. Belgenin izlenmesi ve yürütülmesinde, AB Yapısal Fonları, maddî destek işlevi görmektedir. Avrupa Sosyal Fonu, üye olan ülkeler için bu görevi devralmaktadır.

Ortak İçerme Belgesi (OİB), sekiz bölümden oluşmalıdır: Buna göre AB (aday) devletleri (hükümetleri), ekonomik ve iş gücü piyasasının arka planını hazırlamalı, sosyal konum, durum ve bununla ilgili göstergeleri belirlemeli, temel sorun alanlarını tespit etmeli, sosyal politika önerilerini belirlemeli, yoksulluk ve sosyal dışlanma ile mücadelede kadın ve erkek eşitliğini teşvik etmeli, istatistik sistemleri ve göstergelerini incelemeli ve uyumlulaştırmalı, sosyal içerme için potansiyel malî destek AB komisyonu tarafından belirlenmeli ve nihayetinde sosyal dışlanma ile yoksulluk alanında ülke öncelikleri belirlenmelidir.

Türkiye, Ortak İçerme Belgesi (OİB) için çalışmalarını 3 Aralık 2004 tarihinde başlatmış olmakla beraber özellikle Romanlar gibi farklı etnik gruplara yönelik nihaî bir belge henüz oluşturamamıştır. Örnek teşkil etmesi düşüncesiyle Romanların genelde topluma (içinde yaşadıkları ülkeye) özelde kentlere sosyal uyumu (kentlilerin Romanlılarla sosyal uyumu) bağlamında sosyal içerme programını şu şekilde belirleyebiliriz:

1.) Ekonomik ve iş gücü piyasası arka planı; Roman hane halkının ekonomik gelişmesi, Romanlara dönük sosyal harcamalar ve Romanların işgücü piyasasındaki nihaî durumu şeklinde belirlenebilir.

2.) Sosyal konum ve durum başlığı, toplam nüfus içindeki Romanların demografik dağılımı ve özellikleri, gelir dağılımı ve göreceli fakirlik (gelir durumunun yetersizliği), eğitim, sosyal koruma, barınma (mesken), sağlık, ulaşım, bölgesel ve sosyo-ekonomik farklılıklar açısından değerlendirilebilir.

3.) Temel sorun alanları, Roman işgücüne uygun esnek bir emek piyasasının oluşturulması, (meslekî) eğitimde ve istihdamda fırsat eşitliği ve bu hakların herkes için geçerli ve ulaşılabilir olması, eğitimden kaynaklanan dezavantajların ortadan kaldırılması, barınma ve mesken imkânlarının geliştirilmesi, herkese eşit derecede sunulan yüksek kalitede bir sağlık hizmeti, sosyal koruma kapsam alanının genişletilmesi, özellikle sakat ve zihinsel engelli Romanlar başta olmak üzere herkesin eşit yararlanabileceği yüksek kalitede bir sosyal hizmet uygulama biçiminin sağlanması, herkes için iletişim ve ulaşılabilirlik imkânları, birçok açıdan mahrum olan bölgelerin (gecekonduların) yeniden oluşmasını engellemek ve okuma yazma bilmeyen yetişkin Romanların okuma yazma kurslarının yanında sosyal pedagojik entegrasyonunun sağlanması olarak belirlenebilir.

4.) Sosyal politika önerilerinde ise Roman işgücünün istihdama katılımını kolaylaştırmak, Roman vatandaşlarının sosyal haklara, mallara ve hizmetlere ulaşabilmesini kolaylaştırmak (sosyal güvenlik ve destek hizmetleri, sosyal hizmet ve sosyal yardımlar, sağlık ve bakım hizmetleri, eğitim, barınma politikaları ve ulaşım), sosyal dışlanma riskine karşı özel olarak korunması ve sosyal koruma altına alınması gibi alt başlıklardan yola çıkarak, stratejik plân ve programlar belirlenebilir.

Türkiye merkezli bir Ortak İçerme Belgesi (OİB) ’nin oluşturulmasında Roman vatandaşlarının aktif katılımı sağlanmalıdır. Bu çerçevede daha önceden tertiplenen Roman sempozyumlarından elde edilen bilgi ve verilerden istifade edilmeli ve Roman vatandaşlarının önerilerinin hayata geçirilmesi yönünde aktif sosyal politikalar geliştirilmelidir. Mesela 2006 tarihinde tertiplenen II. Uluslararası Roman Sempozyumu kapsamında Roman Derneklerinin hazırladığı Ortak Deklarasyonda yer alan öneriler, Roman dostu sosyal içerme politikaları için bir temel oluşturabilir.[5]

Romanlara Dönük Kent Odaklı Sosyal İçerme Politikaları

Kentlerin, sosyal, ekonomik ve(ya) kültürel (etnik-dinî) sebeplere bağlı çatışmaların odağı haline gelmesi istenmiyorsa kent planlaması konseptlerinde sosyo-ekonomik ve kültürel yönden kaynaştırıcı unsurların yer almasına mutlaka dikkat edilmelidir. Onun için mekânsal yapıların şekillendirilmesine yönelik mimarî plânların yanında toplumsal kriz, gerginlik ve çatışmaları önleyen bütüncül yerel sosyal politika konseptlerine de ihtiyaç vardır. Fizikî ve sosyal parçalanmalara yol açan kent yapılanmalarının önüne geçebilmek için, özellikle Romanların yaşadığı mahallelerin sağlıklı bir şekilde gelişebilmelerine imkân tanıyan kamu destekli özel sosyal projelerin geliştirilmesi kaçınılmazdır. Sosyal kentleşme süreci, iyi bir yönetişim anlayışı ve sürdürülebilir yönleriyle bazı temel esaslar doğrultusunda ele alınmalıdır. Kent yöneticileri de aşağıdaki önerileri, kent odaklı sosyal içerme politikalarına dâhil etmelidir:[6]

a) Kapsamlı Bir Kent Planlama Modeli Oluşturulmalıdır: Mahallelerin mesken durumu ve fizikî şartlarının iyileştirilmesinin yanında sosyo-ekonomik zeminin sağlamlaştırılması ve iyileştirilmesine yönelik lokal plân ve programlar, bir bütünlük içinde ele alınmalı ve kentin bütün mahallelerinin sosyo-ekonomik yönden eşit gelişmelerine imkân tanımalıdır. Mahalleler arası sosyal barışı temin eden ve bu çerçevede değişik sosyal grupları birbirlerine kaynaştıran projeler geliştirilmelidir.

b) Geri Kalmış Mahallelerin Rehabilitasyonuna Öncelik Verilmelidir: İhmal edilmiş belirli semtlerin uğradığı imaj kaybının yeniden restorasyonuna yönelik olarak semt sakinleri için bilgi ve becerilerini geliştirebilecekleri meslekî ve psiko-sosyal rehabilitasyon hizmetleri sunulmalıdır. Risk bölgelerinin huzurlu bir ortama kavuşturulabilmesi için, bir yandan halkla ilişkiler kapsamında imaj tazeleme çalışmaları yapılmalı, diğer yandan da mahalleler arası sosyal kaynaşmaya dönük moral artırıcı sosyal projeler üretilmelidir.

c) Mahalle Merkezleri Açılmalıdır: Mahallelerin sosyal gelişimine katkı sağlayacak olan merkezler, halka yakın idareciler, ehil sosyal hizmet uzmanları ve koordinatörler tarafından yönetilmelidir. Mahallelerde gençler, kadınlar, yaşlılar ve diğer sosyal kesimler için oluşturulacak olan sosyal merkezler bir bütünlük içinde ve birbirleriyle entegreli olarak çok fonksiyonlu bir yapı ile faaliyetlerini sürdürebilmelidir.

d) Sosyal Projeler Plânlı Olarak Belirlenmelidir: Entegreli sosyo-kültürel eylem plan ve programları kapsamındaki hedefler, tedbirler, yöntemler ve sinerji yansımaları gibi açılımlar ve beklentiler yazılı olarak belirlenmeli ve halkın denetimine açık bir şekilde sık sık değerlendirilmelidir.

e) Kentsel Dönüşüm Projelerinin Sosyal Boyutu İhmal Edilmemelidir: Kentsel dönüşüm gibi bölgenin fizikî ve mimarî yönden yeniden yapılandırılması, mahallenin sosyo-ekonomik yapısına ve mahalle insanının birlikte yaşama modeline bir katkı sağlamalıdır. Mahallede huzurlu yaşamanın yanında çalışma imkânlarının oluşturulmasına ve işyerlerinin sürdürülebilirliğine yönelik stratejiler belirlenmelidir.

f) Sosyal Kentleşme Projelerine Destek Verilmelidir: Yerel sosyal proje konseptlerinin genel çerçevesi ve içeriği hem mahallî, hem de merkezî yönetim tarafından yörenin özel şartlarına uygun bir şekilde belirlenmeli ve malî yönden de desteklenmelidir.

g) Mahalle Konseyleri Oluşturulmalıdır: Sosyal kentleşme sürecinin aktörleri sadece yerel yöneticiler olmamalıdır. Mahallenin imamları, öğretmenleri, esnafı, ev hanımları, gençleri ve Roman STK temsilcileri, çevresel ve sosyal sorunların çözümünde katılımcı demokrasi anlayışı çerçevesinde etkin bir rol alabilmelidir.

Nihaî Değerlendirme

Hangi etnik veya dinî kökenden olursa olsun bir ülkede (kentte) yaşayan herhangi bir sosyal grubun mensubu, o ülkenin vatandaşı olup olmadığına bile bakılmaksızın başta insandır ve toplum içinde insanca yani insan şeref ve haysiyetine yaraşır bir şekilde yaşamayı hak eden bir şahsiyettir. Bu yönüyle Roman vatandaşlar da, toplumsal gelişmeye paralel olarak hiçbir kamusal ve toplumsal ayrımcılığa uğramadan sosyal hayatın her karesinde eşit ve onurlu bir vatandaş (insan) olarak yer alabilmelidir. Toplumsal barışın temini, bu temel insanî değerlere saygı beslemek ve “farklı” olarak gördüğümüz insanlara samimî sevgi ve aktif ilgi göstermekle ancak mümkündür. Farklılıklara gönülden saygı göstermek, hiçbir ferdi dışlamamak, kendi doğrularını putlaştırmamak ve başkalarına dayatmamak, aynı zamanda Hakk’ın kutsal düzenine saygı göstermek anlamına da gelmektedir ki bu merkezî ve yerel sosyal politikaların aslında ana gayesidir. Bu ideal hedefe ulaşabilmek için, vatandaşlar (kentliler) arasında karşılıklı hoşgörünün hâkim olduğu bir kent kültürüne ihtiyaç vardır. Bütün kent sakinlerini içine alan kapsamlı bir hemşerilik bilinci, toplumsal gerginliklerin ve etnik çatışmaların ortaya çıkmasını engelleyecek en önemli unsurlardan birisidir. Vatandaşlar arasında kardeşlik duygularını pekiştiren bir kentlilik bilincinin oluşturulması isteniyorsa, hem Romanlara, hem de Roman olmayanlara yönelik ortak sosyal pedagojik projelerin geliştirilmesi ve uygulanması gerekmektedir.

 

SONNOTLAR

[1] Basından elde edilen bilgilere göre, Selendi İlçesi'nde yaşanan olaylar zinciri şu şekilde cereyan etmiştir: Yılbaşı gecesi bir kahvehanede bir rivayete göre bir Roman vatandaşın kapalı mekânda sigara içmek istemesinden, başka bir rivayete göre kendisine çay verilmemesinden dolayı kavga çıkmıştır. Kavgadan birkaç saat sonra kahvehaneyi bastığı ileri sürülen Roman vatandaşın ve yakınlarının camları, masaları, sandalyeleri kırdığı, çalışanları ve müşterileri dövdüğü haberi kısa sürede ilçede yayılmıştır. Beş gün sonra tekrar alevlenen olay, sokak çatışmalarına dönüşmüştür. Yaklaşık bin kişi, Roman vatandaşların yaşadığı mahalleye baskın yaparak, evleri taşlayıp ateşe vermiş, Romanlar'a ait 4 otomobil ve 3 minibüsü taşlayıp devirmiştir. Şiddet ve tahribe dönük toplu saldırılar, ancak beş saat sonunda dindirilebilmiştir. Kimsenin gözaltına alınmadığı olaylardan sonra güvenlik amacıyla, ev ve kaldıkları naylon çadırlardan alınan 15'i çocuk, 20'si kadın toplam 74 Roman vatandaş, Gördes ilçesinde yaşayan yakınlarının evlerine götürülmüştür. Bkz. a) Yalçıner, Fatih; “Karadenizli Romanlar, Selendi'deki Oyuna Gelmez”; Zaman; 13.01.2010; b) İnce, Ahmet vd.; “Ve Romanlar, Selendi'yi Terk Etti”; Milliyet; 07.01.2010. c) “Romanlar, Selendi'de Yaşananları Protesto Etti;Yeni Şafak; 08.01.2010. d) “'Vurun Cingenlere' Diyorlardı”; Radikal; 08.01.2010.

[2] Seyyar, Ali; “Sosyal Siyaset Açısından Yoksulluğa Karşı Mücadele” Yoksulluk Sempozyumu, Deniz Feneri Derneği, Yayınları, 2003; ss. 3–5.

[3] Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı AB Koordinasyon Dairesi Başkanlığı Bülteni, Aralık 2005, Sayı 7; ss. 13–15.

[4] United Kingdom, National Act Plan on Social Inclusion, 2003-2005; ss. 54–61

[5] İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve Avrupa Birliği desteğiyle “Ulaşılabilir Yaşam Derneği” tarafından düzenlenen "II. Uluslararası Roman Sempozyumu", 6–7 Mayıs 2006 tarihlerinde İstanbul-Beyoğlu'ndaki Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi'nde yapılmıştır. Sempozyum sonunda ortaklaşa hazırlanan öneriler paketindeki maddeler kısaca şu şekildedir: 1.) Roman sivil toplum örgütlerine kapasite geliştirme eğitimleri verilmelidir. 2.) Üniversiteye gitmek isteyen Roman çocuklarına her bölgede (her şehirde) üniversiteye hazırlık dershanelerinde yüzde 5 kontenjan ayrılmalıdır. 3.) Her ildeki Valilik, Kaymakamlık, İl Milli Eğitim Müdürlüğü, Ticaret Odaları, Borsa ve sivil toplum örgütleri, en az 5 Roman öğrenciye her yıl burs vermelidir. 4.) Üniversite-lise mezunu Romanlar, kamu kurum ve kuruluşlarında hiçbir ayırımcılık gözetilmeden çalışabilmelidir. 5.) Romanların yaşadığı bölgelerde gençlerin ücretsiz yararlanabileceği spor tesisleri kurulmalı ve gençler kahvehanelerden kurtulmalıdır. 7.) Toplu Konut İdaresi, Romanların maddî imkânlarına göre konutlar yapmalıdır. 8.) Romanları mahallelerinden taşıma kararı alınmadan önce Romanlara sorulmalıdır. 9.) Madde bağımlısı olanlar hastanelerde ücretsiz tedavi görmeli ve psikolojik destek almalıdır. 10.) Roman Müziği ve kültürünün gelişmesine katkıda bulunmak için, eğitim ve kültür merkezleri açılmalı, müzisyen çocuk ve gençlere profesyonel eğitim verilmelidir.

[6] Seyyar, Ali; Sosyal Kentleşme Politikaları; Zabıta Gazetesi; Sayı 23; Ocak 2010.